Makale

KUR'AN'A GÖRE KUR'ÂN

KUR’AN’A GÖRE KUR’ÂN

Demirhan Ünlü
A.Ü. İlahiyat Fakültesi Kur’an-ı Kerîm Okutmanı

1939 yılında Kırıkkale’nin Hüseyinoba Köyünde dünyaya geldi. 19451950 yılları arasında ilkokulu bitirdi 1950-1954 yılları arasında; Adapazarı Hasırcılar Kur’an Kursundan, hıfzı tamamlayıp buna ilaveten tecvid, tashih-i hurûf ve Kıraât-ı Aşere okuyarak diploma ve icazetini aldı. 1954-1961 yılları arasında Ankara İmam-Hatip Okulu’nu, 19614962 öğretim yılında Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdi. 1966 Haziran’da A.Ü. ilahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1970 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kur’an Okutmanlığına tayin edildi. Halen bu görevdedir.

Yüce Mevla’mıza hamt eder O’nun Resulü ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e en içten övgü ve esenlikler diler, kovulmuş şeytanın şerrinden Al­lah’a sığınır, Rahmeti her şeyi kuşatan ve çok merhametli olan Rabbinizin ismiyle başlarım.

Her iyi ve hayırlı işe Allah’ın adıyla başlanması İslâm adabındandır. Bu adabı ilk nâzil olduğu ittifakla kabul edilen Kur’an-ı Kerim’in: "Rab’ının adıyla oku"1 ayetinde Allah Teâlâ Peygamberine (s.a.v.) vahiy suretiyle talim etmiştir. Bu edep düsturu büyük İslam mefkûresinin temelini teşkil eden: "Evvel ve ahir zahir ve batın odur."2 âyet-i kerimesinin de muktezasıdır. Her varlık varlığının sırrını vâcibül vucûd olan Allah’ü Teâlâ’dan alır. Şu halde her şey O’nunla başlar ve her başlangıç her hareket, her yöneliş O’nun ismiyle olur. Allah’u Teâlâ’nın Rahman ve Rahîm sıfatlan, rahmetle ilgili bütün tecelliyatı ihtiva ettiği içindir ki, başlangıç olan bes­melede, kendisini bu sıfatlarla tavsif buyurmuştur.3

Ben de bu münasebetle Allah’ın ismiyle başlamayı tercih ettim. Her İşimize ve her sözümüze yukarıdaki ifadeyi kullanarak başlamayı unutmamakta büyük faydalar vardır.

Yeryüzü; mahiyeti bilinen zerrelerden meydana gelmiştir. İnsanın; bu zerreler­den meydana getirebileceği en son şekil ya bir kerpiç, ya bir tuğla, ya bir kap, ya bir direk, ya bir heykel veya bir cihazdır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın; yapacağı budur. İnsanoğlunun yapması muhtemel şeylerin sınırlı olabileceğini ve yaratma kabiliyeti­nin ada bulunmadığını ifade etmek istiyorum.

Fakat Allah (C.C.), öyle bir yaratıcı ve yoktan varedici ki, insanın, hâlâ çözemediği ve çözemiyeceği "HAYATI" meydana getiriyor. Bu hayatta da insanı aciz bırakan enerjik, müteharrik ilahi sırlar gizliyor. HAYATIN SIRRINI. Beşerin asla eremiyeceği ve kavrayamıyacağı bir sır. İşte KUR’AN; böylesi sırlardan sadece bir tanesidir.4

Hiç şüphesiz ki; yerli veya yabancı, Müslüman olan veya olmayan pek çok kişilerce Kur’anın ne olduğunu, vasıflarının nelerden ibaret bulunduğu, ne gibi me­ziyetleri ihtiva ettiği geniş geniş anlatmış, İzah edilmiş ve tefsirleri yapılmıştır.

Ben burada, fazla detaya girmeden Kur’an-ı Kerim’in kendisini nasıl tarif ettiğini, nasıl tavsif ettiğini, şu ana kadar hiçbir kitaba nasip olmayan hatta ve hatta Kur’anın dışındaki İlahi kitapların bile erişemediği yüceleğini nasıl İfade ettiğini âyet-i kerimelerle izaha çalışacağım.

Yüce Mevtamızın, vahiy yolu ile iki cihan saadetini kazanabilmemiz İçin gönderdiği kitabın birçok ismi vardır. Bunlardan bir tanesi ve belki birincisi "Kur’an veya "EI-Kur’an “dır. Konumuzun bu yönlerine fazla dokunmamakla beraber, muhte­rem ilim erbabının, çok metihim olan bu noktalardaki görüşlerini de ihmal etmemeye gayret edeceğim.

"Kur’an, Allah Teâlâ’m, peygamberler silsilesinin son halkasını teşkil eden Hz. Muhammed (s.a.v.)’e vahiy yoluyla 23 yılda İndirdiği mukaddes kitabın adıdır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde, bu mukaddes kitabın "Kur’an’’ adı altında zikredildiği görülür...’’5

Cenab-i Hak her asırda ve her millette insanlığa hitabeden Kur’an-ı Kerim’i ve Resul-i Ekrem’i de son peygamber olarak göndermiş, gün geçtikçe kuvvet ve kıymeti artan ayet ve mucizelerini ebedi kılmıştır. Bu mucize, akıl ve fikirlerin ihata edemeyeceği uhrevi ve dünyevî en yüksek esasları ihtiva eder.

Kur’an’ın en seçkin vasfı ve Özelliği, Hz. Peygambere nazil olduğu gibi muha­faza edilmiş olmasıdır. Asla tahrife uğramamıştır.

Rasûlüllah’ın bizzat yaptığı tertip üzere bugün elimizde mevcut bulunan Kur’an-ı Kerimi; tarif eden ve bize gayet açık bir şekilde öğreten ayetleri sıra İle ele alarak izah etmeye çalışmak mümkündür.

"işte bu kitap. Onda hiç bir şüphe yoktur. Takva sahipleri için hidayetin ta kendisidir."(2:2)

Kur’an-ı Kerîm; her şeyden evvel, Allah kelâmıdır. O’nun, kullarına gönderdiği emir ve nehiylerinin bütünüdür. Akıl sahibi, insaf sahibi ve iman eden kimseler için bu böyledir. O’nun, Allah’ın kitabı olduğunda asla şüphe etmezler ve edemezler.

Bir şeyi reddedebilmek ve ondan şüpheye varabilmek için, o şeyi çok iyi tanımak ve anlamak gerekir. Kur’an’da şüpheye düşmek veya O’na sut çevirmek; O’nun ne olduğunu, ne demek istediğini çok İyi bilmeden mümkün değildir.

"Akıl ve İnsaf sahibi hiç kimse Kur’an-ı Kerimi okuyup anladıktan ve O’nun uslübündeki üstünlüğünü, nazmındaki güzelliğini, icazındaki eşsizliğini, belahatındaki yüceliğini ve irşadındaki tesirini görüp öğrendikten sonra ondan şüphe edemez. Tam bir imanla kabul eder ki, bu kitap Allah tarafından gönderilmiştir. O’na, insanı şüpheye düşürecek beşer kelâmından hiç bir söz karışmamıştır."6

Gerçekleri görebilenler için; Kur’an’da şüphe etmek mümkün değildir. Gerçek­leri göremeyenleri Cenab-ı Allah ayetiyle şöyle bildirmektedir."...Onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama İşitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi. Hatta daha da sapıktırlar. İşte bunlar gâfildirler. "(9:180)

Cenabı Allah; o günkü inkarcı ve zalimlere olduğu gibi; bugünkü kâfirlere, müşriklere, putperestlere ve dinsizlere de şu mesajları ile meydan okumakladır.

"Kulumuz Muhammed’e İndirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız, sizde O’nun benzen bir süre meydana getirin; eğer doğru sözlü İseniz. Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın." (2:23)

"De ki; insanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak İçin bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koya­mazlar.” (17: 88)

"Senin için: "Onu uydurdu" diyorlar, öyle mi? De ki: "öyleyse onun sürelerine benzer uydurma on süre meydana getirin. İddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka Çağırabileceklerinizi de çağırın."(12:13)

"Ey Muhammed! Senin için, "Onu uydurdu mu" diyorlar. De ki; "Onun sürelerine benzer bir süre meydana getirin iddianızda samimi iseniz. Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın." (10:38)

Tarih içinde; haddini bilmez, cehlini idrak etmez, gerçeği göremez hale gelmiş bazı kimseler; Kur’an’daki gibi süre veya âyet denemelerine girişmişlerdir. Fakat neticede kahrolup gitmişler ve elbette Cehennemin en derinlerine yuvarlanmışlar­dır. .

Kur’an’ın manasında olduğu gibi lafzında da şüphe etmek mümkün değildir. "Peygamberimize indirilmiş olan da Kur’an’ın yalnız manası değil, hem nazmı ve hem de manasıdır. Bunda şüphe etmemeli ve asla sui zanna düşmemelidir. Çünkü; her türlü şekten âri ve her töhmetten müberrâdır. Kitaplar içinde Hak kitabullah olduğu, bunun kadar kat’iyyet ve yakın İle malûm olan ve sırat-ı müstakimi bunun kadar gösteren hiç bir kitap yoktur. Bunun ne keyfıyet-İ vahiy ve inzâlinde bir şüphe, nede tebliğinde bir töhmet vardır. ”7

Kur’an-ı Kerîm: bütün lâfız güzelliklerini, mana inceliklerini en kısa kelime­lerle en yüksek mânâyı ifade etmek gibi özellikleri kendinde toplamıştır.

Sürenin daha başlangıcında Kur’an’ın doğruluğunun ve Hâk olduğunu belirleyen ve katiyete ifade eden "işte bu kitap Ondan hiçbir şüphe yoktur cümlesi mev­cutken, aynıca insanların Onun bir benzerini yapmaktan âciz kaldıkları meydanda iken şek ve şüphe etmek mümkün mü?

Kur’an’ın; manası kadar lafzı kadar manası da Allah’a aittir. Her ikisi de birbi­rinden ayrılmaz, birinin varlığı ile diğerinin kaim olduğu İlahi hikmetlerdir. Allah’ın kudreti çerçevesindedirler. Ayn ayn birer mucizedirler.

Buna rağmen; zamanımızda; bize onun manası lazım, lafzını ise hâşâ bir tarafa fırlatıp; atmalı, Kur’an Kurslarımızda öğretmeye gerek duyulmamalı, şeklinde fevkalade cüretkâr konuşanlar bulunmaktadır. Evet biz mananın anlaşılmasına karşı değiliz ve hatta ön planda tutmaktayız. Kur’an’ın nüzulündeki asıl gayenin de bu olduğuna kuvvetle inanmaktayız. Ancak bu asıl maksadın temini ve kazanılması; lafzının muhafazası ve bilinmesiyle mümkündür. O lafız ki, Allah’a mahsustur. Başımızın üzerinde tutmamız, saygıda kusur etmememiz gerekirken nasıl olur da fırlatıp bir tarafa atmayı düşünebiliyor veya söyleyebiliyoruz?

Elbette hiçbir zaman şüphe edemeyeceğimiz bu Kur’an-ı Kerîm"... Takvâ sahip­leri İçin hidayetin ta kendisidir:"

"Bu kitap, inançsız olanlar ve kalplerini gerçeklere karşı kapamış bulunanlar dışında herkese rehberdir. Kısacası muttaki olmaya müsait bulunanlar için rehber­dir."«

"Bu kitabın hakikati hidayet, tabiat hidayet, varlığı hidayet ve mahiyeti hida­yettir."9

İşte; ikinci sürenin ikinci ayetinde Kur’an; kendisini böyle anlatmaktadır.

"Andolsun ki, biz sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkâr etmez." (2:99)

"Kur’an-ı Kerîm, Allah Teâlâ tarafından Hz. Peygamber’e vah yedilmiş bir ki­taptır. Vahyin yüksek bir makamdan yani rubûbiyet makamından Peygamberlik makamına Cebrail (a.s.) vasıtasıyla getirilen Kur’an-ı Kerimin, Bakara süresinin ilk ayetinde de beyan edildiği gibi, Allah katından geldiğinde hiçbir şüphe yoktur." 10

Ayetin tefsirinde şu ifade de kullanılmaktadır:

"Ey Resul-i Ekrem! Şanım hakkı için emin ol ki, biz sana gayet açık ve vazıh ve çeksiz şüphesiz ayetler, mucizeler inzâl ettik..."11

Kur’an âyetleri gerçekleri ifade bakımından, hakka daveti yerine getirme yönünden o kadar açık ve kesindir ki; azıcık aklı olan, beyni bulunan, insaf ve mer­hamet sahibi kimselerin inkâr etmeleri mümkün değildir.

"Akl-ı Selim sahibi olan ve aslî yaratılışı bozulmamış bulunan her insan, her­hangi bir delile İhtiyaç duymadan İhtivâ ettiği itikâdî meseleleri ortaya koyuşunda in­sanları âciz bırakan eşsiz üslûp ve tertibiyle Onun Allah katından geldiğini kabul ve tasdik eder. "12

Kur’an-ı Kerîm bu ve benzeri âyetlerle kendisine İmam, gayet açık delillerle muhataplarından İstemektedir. Deliller, o kadar net ve mükemmel ki; İnsanın, onlara îman etmesinden başka çaresi yoktur. Aksı takdirde kalbi olduğu halde inanmayan, kulağı olduğu halde duymayan, gözü olduğu halde göremeyen olmak gerekir.

Kur’an-ı Kerîm; Allah’ın peygamberlerine gönderdiği kitaplardaki herhangi bir hükmün yahut emir veya yasağın; onu tahrif edip doğruyu gizleyen, birkaç kuruşluk dünya menfaati ve mevkii için, dini satmayı ve keyfî bir şekilde telife tabi tutup gerçek manalarından uzaklaştırmayı büyük bir suç kabul etmiş, gerekli ikazı yapmış, bu yola tevessül edenlerin elim azaba uğrayacaklarım haber vermiştir.

"Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyen ve onu yok pahasına değişen kim­seler, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet günü, Allah on­larla konuşmayacak, onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azâp vardır."(2:174)

Daha önceki İlahi kitaplarda yapılmış olan ve Kur’an’da da yapılması muhtemel bu gibi suçu işleyenler; "yaptıklarının karşılığı olmak üzere, ya bir Ücret alırlar, yahutta gönüllerine hoş gelen bir makama kavuşurlar. Kısacası Allah’ın kitabını dünya menfaati karşılığında tebdil ve tağyir ederler. Aslını değiştirip başkalarından gizlemiş olurlar. Bu, umumiyetle, akılsız kişilerin kendilerine önder yaptıkları ve her hususta peşlerinden gittikleri kimselerin işidir. Ancak bu liderler, yaptıkları bu işin kendile­rine ne büyük zararlar getireceğini düşünemeyecek kadar da beyinsizlerdir.

Allah’ü Teâlâ, Müslümanlara ve ilahi kitap sahibi olan diğer bütün din men­suplarına, Allah’ın kitabı üzerinde tebdil ve tağyir yaparak hükümlerini gizlemeyi, bu hükümler üzerinde ihtilafa düşle tek olan dini parçalamayı ve ayrı ayrı fırkalara ayrılmayı kesinlikle yasaklar.”13

Müslümanların; İslâm’ı anlama ve İzah etme bâbında, aralarında çıkacak sami­mi olan ve kötü niyet bulunmayan ihtilafları, yine Kur’an’a veya Rasûlüilahın sünnetine müracaat ederek çözmeleri gerekmektedir. Bu hal; hiçbir zaman, şuna veya buna şirin gözükmek, mevkii elde etmek, dünyalığa konmak niyetiyle Kur’an’da yapılan indî tevillere yahut gerçekleri İnkâr etmelere asla benzemez.

“Ey İnananlar, Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan emir sahibine İtaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşamamazlığa düşerseniz -Allah ve Rasulüne gerçekten inanıyorsanız- Onu Allah’a ve Resulüne götürün. (Kur’an’la ve sünnetle çözün). Bu daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (4:59)

"Bu da, (bu azabın sebebi şudur): Allah’ın kitabı hak olarak indirmiş olması sebebiyledir. Kitap üzerinde ihtilâf edenler ise, muhakkak (hak yoldan) uzak bir ayrılık içindedirler.” (2:176)

Bu ayet-i Kerîme, Kur’an’ın "HAK" olarak İndirilmiş olmasını bilhassa belirte­rek onun en ufak bir noktasında dahi hata olamıyacağım, herkesin keyfine göre her­hangi bir hükumünde, lafzında veya manasında bir değişiklik yapamayacağını, her şeyi ile doğru, her türlü şüpheden uzak, gayet açık ve seçik olduğunu beyan et­mektedir. Böylesine katiyyet ifade eden bir kitaptan şüphelenmek, O’nun herhangi bir emrini veya nehyini değiştirmeye kalkmak yahut gizlemek elbette zikredilen azabı celbedecektir.

"Allah’ın hak olarak indirdiği kitap üzerinde ihtilâf edenler, hükümlerini kendi heveslerine göre yorumlayarak gerçeği saptıranlar, hak yoldan uzak bir ayrılık içindedirler... Bölünüp parçalanırlar.

Kitap üzerinde ihtilâfa düşmek, ondan herhangi bir şeyi gizlemek kadar Hak’tan uzaklaşmaktır. Çünkü hak birdir ve O da, kitabın İnsanları davet ettiği Hak’tır. Allah Teâlâ, bütün ilahi kitap sahiplerine tek bir hak ve tek bir yol üzerinde bulunmalarını emretmiş. "Muhakkak ki. bu yol, benim dosdoğru yolumdur. O halde bu yola uyun; başka yollara cab! Olmayın. Aksi halde bu yollar sizi O’nun yolundan ayırır, uzak­laştırır." (En’am: 153) Hak yoldan ayrılanların cezası da Allah’a aittir. "Sen, hiçbir surette dinlerini (farklı İnançlar ve farklı amellerle) parçalayan ve fırka fuka olanlar­dan değilsin. Onların cezası Allah’a aittir. Sonra onlara ne yaptıklarım haber verecek­tir.” (En’am: 159). 14

Kur’an-ı Kerimin çok mühim iki özelliğinden bahseden ve mealini aşağıda zik­rettiğimiz ayeti daima hatırda tutmak gerekir

"Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’an, o ayda indirilmiştir. Bu sebeple, içinizden her kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun. Her kim de hasta yahut seyahatte olursa (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Allah, müddeti tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşılık O’nu yüceltmeniz ve böylece şükretmeniz için size kolaylığı ister, güçlüğü istemez." (2: 185)

Ramazan kelimesinde iki görüş vardın

1- Allah’ın isimlerinden bir isim olup "Şehr-i Ramazan" demek, "Şefmıllah" demektir.

2- Ramazan; Recep, Şaban gibi husûsi bir ayın ismidir. Diğer taraftan "RA­MAZAN AYI’nın; iman ehlinin bütün günahlarından affedildiği ve temizlendiği bir ay olması; yahut, oruç harareti ile günahtan yakarak yok etmiş bulunması bakımın­dan ehemmiyetli olduğunu görüyoruz.

Allah’ın Resulü bir hadisinde; Ramazan ayını "evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ateşten olmak” diye vasıfları ıştır.

Ayette belirtildiği gibi, Kur’an’ın böylesi bir ayda nazil olmaya başlaması, onun değer ve kıymetini bir kat daha artırmıştır. KUR1 AN; İslâmın temelidir. Ramazan ayında farz olarak tutulan "ORUÇ" bu temelin en mühim köşe taşlarından birisidir. Bu İki gerçeğin aralarındaki münasebet ve yakınlık birbirini daima şereflendirmiş ve manevî değerlerini baki kılmıştır.

İnsanlara doğru yolu gösteren, hak ile batılın arasını ayıran Kur’an’ın, Ramazan ayında nazil olmaya başlaması, bu ayda "Oruç" gibi mükemmel bir ibadetin yerine getirilmesi Ramazan ayının kutsiyyetini ifadeye kâfîdir.

Allah’ın, nizamını yeryüzüne hâkim kılmak ve beşeriyete kumandan olup in­sanlar üzerine şehadet etmek için Allah yolunda cihad emrinin farz kılındığı ümmete, orucun da farz kılınması gayet tabiî idi. Oruç; kesin ve azim sahibi iradenin belirdiği ve insanın Rabbi Zülcelâl’ine itaat ve inkıyat ile bağlandığı bir farizadır. Oruç, Al­lah’ın ihsan ettiği nimet ve faziletleri tercih ederek bedeni arzulan al tedip, nefsî baskılara tahammül etmeyendir. Dikenlerin yaygın olduğu, şehvet ve arzulan çevirdiği ve saliklerine binlerce aldatıcı seslerin yöneltildiği iman yolunun meşakkatlerine sabırla göğüs germe alanıdır.

Oruç ve benzeri farzların esas gayesi; İnsanoğluna yeryüzünde mühim vazifeler ifa ettirmek ve ahiret hayatında mukadder olan kemâle hazırlamaktır.

Oruçta asıl maksat, TAKVADIR. Takva; kalpleri uyanık bulundurup ilahi rızayı temin eder. Kalplerin bozularak günah kazanmasını engeller. Takvâ, insan ru­hunun tırmandığı son gayedir. Gerçek manada Allah’tan korkmaktır. Allah’ın istediği şekilde, Allah’a kulluk yapmaktır. Böylesi bir hüviyeti kazanabilmek ne güzel bir şeydir. Oruç insan nefsini şehvetlerden, nefsin kötü arzularından çekip dizginleyen, ruhu inceltip temizleyen en güzel bir ibadettir. Oruç, kişiyi haramdan meneder. Zi­nanın ve benzeri haram olan şeylerin sebeplerinden uzak tutar. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, orucun kötülüklere karşı bir kalkan olduğunu söylemiş ve buyurmuştur ki, "İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek, gözü ha­ramdan korur. Buna gücü yetmeyen oruç tutsun. Çünkü oruç, onun şehvetini kı­rar."

Oruç vücuda sağlık getirir. Allah Resulü "Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız" buyurur.

Oruç, insanın duygu ve düşüncelerini İnceltir. İnsanı şefkatli, merhametli ya­par. Oruç tutan insan, açlığın ne demek olduğunu, sürekli olarak açlık ve sefalet İçinde kıvrananların ıstırabını anlar, onlara elinden geldiğince yardım etmeğe ça­lışır.

Oruç, insanı sabra dayanıklı olmaya alıştırır. Bugün kendi isteğiyle oruç tutan kimse, bugün savaş, kıtlık, deprem veya başka felaketler gibi zor şartlarda tahammül eder.

Sayılamayacak kadar güzellikleri bulunan oruç ibadetine, kolay kolay riya karışmadığı için Allah katında en makbul ibadet sayılır. Bir kutsi Hadiste Cenab-ı Allah "Oruç benim içindir, onu ben mükâfaatlandırırım." buyurur.15

(15)Daha geni; bilgi için bk: Prof. Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerîm’in Yüce Meali ye Çağdaş

"Biz O’nu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız." (44:3) içerisinde Kadir gecesi gibi bir gecenin oluşu ve Kur’anın bu gecede nazil ol­maya başlamış bulunması; ramazan ayının ne kadar feyizli, bereketli ve kutsi bir ay olduğunu göstermeye yeter.

Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar Cenabı Allah tarafından gönderilmiş bütün peygamberler ve onların getirdikleri ve ümmetlerine tebliğ ettik­leri kitaplar, insanlığa din olarak sadece İslâm’ı öğretmeye, anlatmaya çalışmışlar ve ona imana davet etmişlerdir. "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz. Ve o, ahirette en büyük zarara uğrayanlardandır." (3: 85) mealindeki ayet-i kerime bunun en büyük delilidir.

Gönderilen İlahi kitap veya sahifeler bir evvelkini yani daha önce gönderilmiş olanları daima kabul etmiş, teyit etmiş ve tasdik etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ”0, sana kitabı hak ve kendinden öncekileri tasdik edici olarak indirdi. Bundan önce de İn­sanlara yol gösterici olarak Tevrat ve İncil’i indirmişti. Birde hak ile bâtılı ayırt eden Furkan’ı indirdi. Gerçekten Allah’ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli azap vardır. Allah Azizdir, intikam sahibidir." (3:3) mealindeki ayet-i kerime ile Kur’an kendin­den önce gelen bütün kitaptan tasdik ve hak olduklarını kabul etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de benzeri manada pek çok ayet vardır. Şurası muhakkak ki; bu tasdike layık olmak, Cenabı Allah’ın gönderdiği şekli ve safiyeti muhafaza etmekle mümkündür. Tahrifata uğramış, muhtelif kişilerin arzulan istikametinde yalan yanlış şeylerle dol­durulmuş hatta Allah’ın birliğini dahi inkâr ederek üçe-beşe çıkaran kitapların tasdiki mümkün olmadığı gibi, onlara semâvî kitap demek de caiz değildir. Son şekilleriyle; ne İncil’e ne de Tevrat’a ve benzerlerine, Allah’ın gönderdiği İncil veya Tevrat Ur, de­nemez.

Kur’an’ın ifadesine göre, Hz. İsa Aleyhisselam kavmine; "...Ey İsrail oğullar, ben size Allah’ın elçisiyim, benden Önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim) demişti..." (61:6) Ge! Gör ki, Museviler de İseviler de kitaplarını tahrif ve tağyir ettikleri gibi İslam’a da ve onun iman prensiplerine de inanmazlar. İşi şirke kadar götürürler.

Yüce Mevtamız "Sana kitabı İndiren O’dur. O’ndan bir kısım ayetler muhkem­dir ki, bunlar kitab’ın esasıdır. Diğer bir kısmı da müteşahiblerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için muteşabih olanlarına uyarlar. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir..." (3:7) mealindeki ayetiyle; Kur’anın kesin olarak Allah tarafından gönderildiğini, şu veya bu istikamete çekilemiyeceğini, fitneye ve cemiyyetin fesadına alet edilemeyeceğini kesinlikle ifade bu­yurmaktadır.

Şu mübarek ayet-i kerime İle de Kur’an, kendisini bakınız nasıl tanıtıyor: "Bu, işte bütün insanlar için bir beyan müttakiler için de bir hidayet, bir öğüttür.’’ (3:138)

Bu bütün insanlar için bir beyandır. Şayet bu beyanlar olmasaydı insanlar hi­dayete eremezlerdi. Çünkü hidayet; çok zor gayet çetin bir beşerî değişmeyi gerekti­rir. Muayyen bir kitle ancak bu kitapta hidayet bulabilir. Hidayete erenler müttakiler kitlesidir. Bu hidayeti bahşeden kitâb-ı mübin ile yalnız mü’min gönüller şerefyâb olabilirler. Bu beliğ nasihattan sadece, iman için çarpan ve iman ile canlanan, Al­lah’tan korkan gönüller faydalanabilirler. Hakka rağbet edip, hak yolunu seçmeye muktedir olmak sadece takva ile mümkün olur. Kur’an da haktan, hidayetten, nurdanlı, mevi’zeden, ibretten ne varsa sadece mü’minler ve müttakiler içindir. Yani; Al­lah’ın istediği şekilde kulluk yapanlar içindir.!-6

Bir şey hakkında kesin karar verebilmek veya bir hükme varabilmek için onu çok iyi bilmek, tetkik etmiş olmak, etraflıca araştırarak üzerinde yeterli derecede düşünmek gerekir. Aksi takdirde verilecek hüküm, varılacak netice isabetli olmaya­caktır. Kur’an, kendisi için de alınacak karan; iyice tetkik edilmesinden, üzerinde faz­laca düşünülmesinden sonra verilmesini adeta istemektedir. Bunun için de, "Kur’an-ı düşünmüyorlar mı? Eğer (O) Allah’tan başkası tarafından (İndirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bulurlardı.” (4: 82)

Bu âyet, Kur’an-ı Kerimi iyice düşünüp ondaki hikmetleri anlamayan kimseleri kınamaktadır. Kur’an-ı derin derin düşünüp inceleyenler anlarlar ki; onda birbirini tut­mayan gerçeklere ters düşen hiçbir söz yoktur. Baştan sona bütün söyledikleri birbi­rine uygun, birbirini destekler niteliktedir.

Müslüman olan veya olmayan, İslâm’a gönül vermiş yahut O’na düşman kesil­miş yerli veya yabancı Kur’an’ı inceleyen ve O’nun üzerinde düşünen birçok kimse gerçeği İtiraftan başka hiçbir şey yapamamışlardır. Hakkı teslime mecbur olmuş­lardır. En azılı müşrikler bile, Kur’an’ın lafzım duyduklarında, tesirinde kalacak­larından korktukları için kulaklarını tıkamışlardır.

Bugün bile; Peygamber dedin mi ürken, Kur’an dedin mi kaçan ve rahatsız olan, camiî dedin mi hiddetinden çatlama derecesine varan kimseler maalesef cemiyeti­mizde mevcuttur. Bunlar; cinler kadar olsun Kur’an-ı dinlemiş olsalardı elbette böyle olamazlardı. "Ey Muhammedi Kur’an-ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yö­neltmiştik. Onlar Kur’an-ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: "susun" dediler. Kur’an-m okunması bitince, her biri, birer uyanıcı olarak milletlerine döndüler. Şöyle dediler: "Ey milelimiz! Doğrusu biz Musa’dan sonra İndirilen, kendinden öncekileri doğrulayan gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik." Allah’a çağıran Muhammed’e uyun ve O’na inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabdan korusun.” (46:29-30-31)

Kur’an’ın belagat ve cazibesi, düşmanlarına bile hakkı itiraf ettirmiştir. Nite­kim Muğire oğlu Velid, Kur’an dinlediği zaman kavmine: "Yemin ederim ki Muhammed’den öyle bir kelam işittim ki, o, ne İnsan ne de cin sözüdür. Vallahi onda Öyle bir tatlılık, öyle bir güzellik var ki, başlangıcı semereli, sonu çok verimlidir, O, hakikaten her söze üstündür. Hiçbir söz ona üstün gelemez." dedi.

Hz. Ömer, Müslümanlığın en büyük düşmanı iken Kur’an-ı Kerim’in nuruyla hidayete ermiş, onunla katı kalbi yumuşamış, hiddeti gevşemiş, neticede İslâm için bir kuvvet unsuru olmuştur.

Prof. Dr. Süleyman Ateş tefsirinde, Kur’an-ı tetkik eden bir Fransız bilgininin Mukaddes Kitaplar ve İlim" adlı konferansından şu itirafına yer verir. " Kur’an-ın indiği tarihte yetişen bir İnsanın bu İlmî gerçekleri bilmesine imkan yoktur. Bunlar, ancak Allah’ın sözüdür. Büyük ölçüde insan elinin karıştığı Tevrat ve İncil’de birbiri­ni tutmaz, gerçeklere aykırı şeyler çoktur. Ama Kur’an’da insan eli karışmamıştır. O, Allah’ın kelâmıdır." Eğer Kur’an onların içerdiği hataların hiçbiri yoktur. Çünkü Kur’an’a insan eli karışmamıştır. O Allah’ın kelamıdır. Eğer Kur’an Allah’tan baş­kasının sözü olsaydı, ancak o zamanki insanın bilebileceği şeyleri ihtiva eder ve za­manla bu bilgiler eskir, geçersiz kalırdı. Birçoğunun da yanlış olduğu ortaya çıkardı. İnsanların geceleyin herkesten uzak, kendi aralarında gizlice düşünüp kurduktan şeyleri haber veremezdi. Ama Kur’an, hem insanların gizli gizli yaptıkları İşleri ha­ber vermekte ve bu sözleri gerçeğe uygun düşmekte, hem de kainatın yaratılışı, in­sanın ve canlıdan ortaya çıkışı, tabiat yasatan hakkında söyledikleri, hiçbir zaman eskimemekte, ilim verilerine tamamen uygun düşmektedir. Bunun tek izahı vardır O da Kur’an’ın Allah’ın vahyi, Allah’ın kelamı oluşudur.17

"Doğrusu biz sana kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin. Hainlerden taraf olma.” (4:105)

"... Sana da bir zarar veremezler. Nasıl zarar verebilirler ki, Allah sana kitabı ve hikmeti İndirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın senin üzerindeki Lütfü, İh­sanı çok büyüktür." (4:113)

"Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi. Size açık bir nur (Kur’an) gönderdik. (4:174)

"Ey kitap ehli, kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğunu da geçiveren Peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah onunla, rızasını gözetenleri selamet yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.’’ (5:15-16)

Yukarı da meallerini zikrettiğim ayet-i kerimeler bize şu gerçekleri ifade ediyor. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirmiş olduğu son risalet; Allah’ın en sağlam delil ve burhanını ihtiva etmektedir. O, hak bir kitaptır. O; bir hikmettir. İnsanlar arasında hüküm verebilmenin en mükemmel kılavuzudur. O, her türlü şüphe ve karanlıklar yırtıp aydınlatan bir nurdur. Kim ki, bu risaletin gösterdiği istikamete sülük eder ve Allah’a sığınırsa ilahi rahmetin himaye kanatlan altında korunduğunu görecek, o nur ve hidayet yolunun, kendisini doğra yola götürdüğünü müşahede edecektir. O; aydınlatıcı şualarıyla, eşyanın hakikatini aydınlatan bir nurdur. Ruhta ve hayatta hak ile batıl yolların ayrılış noktasını gösteren bir meşaledir. Karanlıklar aydınlanır. Zulmetler yıkılır. Hakikat, basit ve*bedihi bir şekilde tecelli eder. Kur’an’ın bu ka­dar berrak, bu kadar temiz, bu kadar sağlam, bu kadar güzel ve bu kadar güvenilir ha­vasını teneffüs eden İnsan, hiçbir şekilde meseleler karşısında bocalamaz. Düşüncesi mükemmel, ruhu yüce, ahlakı çok güzel olur. Fiziki yapısı daima sıhhatli ve sağlam kalır. Neticede insan; her yönü ile fıtrî ve aslî hüviyetine kavuşur.18

Bu kitap yanı Kur’an; görüş ve düşüncedeki karanlık ve karışıklığı, yürüyüşteki tereddüt ve şaşkınlığı, prensiplerdeki hayret ve sapıklığı, yollardaki hayvan ilik ve rehbersizleri parlatıyor, aydınlatıyor ve berraklaştırıyor.

Hedefi ve hedefe giden doğru yolu gösteriyor. Bu yolda ruhlara istikamet veri­yor. Allah; kullan için, din olarak İslam’ı rehber olarak Kur’an-ı seçiyor.

O Kur’an ki; aşağıda meallerini vermeye çalışacağımız âyet-i kerimelerde görüldüğü veçhile; Daha önce gönderilmiş ilahi kitapları tasdik eder. Hak ve gerçektir. İhtilafları, getirdiği hükümlerle en adil şekilde çözer. Yanlış ve boş şeylerden korur. İnkar edenlerin ve azıtandan İnkar ve azgınlıklarını artırır. İnsanları uyarır ve öğüt verir. Korkutur, yani Allah’a karşı kulluk vazifesini yapmaya davet eder. Allah katından vahiy yolu ile geldiğini defalarca beyan eder. Kendisine sımsıkı sarılmayı bilhassa ister. Hikmetlidir. Kur’an; karşısındaki tutum ve davranışlara te­mas ederek, müspet de menfi de olsa, Hz. Peygamberin (s.a.v.) istikametten sapma­yacağını, davasında sabit kalacağını belirtir. Mevzu ve tabirindeki hususiyetiyle, ge­tirdiği inançtaki kemaliyle, ihtiva eylediği beşeri nizamiyle; uluhiyet gerçeğini, beşer tabiatını, hayatın akışını, mükevvenatın seyrini tasvir gücündeki, kemaliyle

Kur’an-ın kesin olarak Allah kelamı olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü O’nu meydana getirecek tek kudret, Allah’ın kudretidir. O kudret her şeyi ihata eder. Eksiklik ve noksanlıktan, bilgisiz ve acizlikten tamamen münezzehtir. Bütün semavi kitaplar, Allah tarafından gönderilmiş olup esasta birleşirler. Kur’an, Levh-i mahfuzdaki kitabı açıklar. İyiliği gerçekleştirme ve muhafaza etme çarelerini gösterir. Kur’an’ın gerçekleştirdiği kanunlarda beşerin o zaman ve sonraki gelişmesiyle mütenasip tafsilat verir. Bu kitap ( Kur’an); bir öğüt ve rahmet olduğu gibi, kalplerde olanlara da şifadır. Kullan, cahiliyet ve şirk bataklığından alıp ilmin zirvesine ve birliğin en doruk noktasına ulaştırır. Kullara kulluktan kurtarıp boyunlarındaki esaret zincirini kırmayı Öğretir. Sadece sonsuz kudret sahibi ve alemin maliki Allah’a kul eder. İnsanların düşüncelerine bir ulviyet, değer ölçülerine bir yücelik, ahlaklarına bir üstünlük kazandırır. Dünyasını da ahiretini de mamur edecek bütün tedbirleri alarak gerekli yollar gösterir. Maddi ve manevi sıkıntılardan nasıl korunulması gerektiğini ve ne şekilde kurtulunabileceğini öğretir. Kalplerdeki, gönüllerdeki, ruhlardaki her türlü sıkıntı ve belaların yok edilebilmesi ancak ve ancak Allah’ı zikirle, anma ile yani tam manasıyla Kur’an’a sarılmakla mümkün olabileceğini anlatır.

"Onlar inanmışlar, kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur."(13:28)

Kukana bağlanıp onun nurlu yolundan yürüyenlerin kendi kurtuluşlarını ve ebe­di saadetlerini hazırlayacakla, aksi takdirde ebedi felaketlerini hazırlayıp cehenne­mi boylayacaklarını haber verir. Rasulüllah’ın, Kur’an-ı tebliğ etmesiyle görevinin bittiğini de özellikle beyan ederek bundan sonra sorumluluğun tamamen insanlara ait olduğunu ifade eder.

Bütün bu gerçeklere, çok açık ve kesin İkazlara rağmen insanların çoğunun Kur’an’a inanmadıklarım yine Kur’an’ın haber vermesiyle anlıyoruz. Belki bu hal kıyamete kadar böyle devam edecektir, bilemiyoruz. Bilebildiğimiz bir şey varsa: İlmi gerçeklerin neticeleri, Kur ’ân-ın işaret ettiği şekilde ortaya çıktıkça ve İslam’ın dışındaki inanç sistemlerinin, ibadet şekillerinin, müntesiplerini tatmin edemediği anlaşıldıkça Kur’an’a gönül verenlerin sayısının inşallah artacak olmasıdır.

"Sana da kendinden önceki kitapları tasdik edici ve onlara şahit olan Hak Kur’an’ı indirdik Allah’ın İndirdiği ile aralarında hükmet, gerçek olan sana gelmiş bu­lunduğuna göre, onların heveslerine uyma..." (5:48)

"O halde, Allah’ın indirdiği kitap ile aralarında hükmet, Allah’ın sana İndirdiği Kur’an’ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Heveslerine uyma..." (5:49)

"Ey ehl-i kitap, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni gereği gibi tatbik etmedikçe bir temele oturmuş olamazsınız, de. And olsun ki Rab’ından sana indirilen bu Kur’an onlardan bir çoğunun azgınlık ve inkarını artıracaktır..." (5:68)

"... Bu Kur’an bana sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam İçin vahyolundu...”(6:

19) ‘

"Rablarının huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la uyar..." (6:51)

"Gerçek olduğu halde, senin kavmin Kur’an-ı yalanladı..." (6:66)

"Bu indirdiğimiz kendin önceleri doğrulayan Mekkelileri ve etrafındakiler! uya­ran mübarek kitaptır. Ahirete İnananlar buna inanırlar, namazlarına da devam eder­ler." (6:92)

"(Deki,) Allah size Kitabı açık açık indirmişken O’ndan başka bir hakem mi isteyeyim? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nun gerçekten Rabları katından indiril­miş olduğunu bilirler." (6: 114)

"İndirdiğimiz bu Kur’an da feyz kaynağı bir kitaptır. Artık buna tabi olun ve kötülükten kaçının ki merhamet olunasınız." (6:155)

"... İşte size Rabbinizden apaçık bir hüccet, bir hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah’ın ayetlerini yalan sayandan, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim­dir?..." (6: 157)

"Ey Muhammedi Sana bir kitap indirildi. Onunla insanları uyarman ve İnsanla­ra öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin.” (7,2)

"... Bu kitap, inanan millete Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rah­mettir." (7:203)

"Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar hikmetli kitab’ın ayetleridir," (10:1)

"Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından uydurulacak bir şey değildir. (Bu), an­cak kendinden önceki (ilahi Kitap)ların doğrulaması ve o (ezelî) Kitab’ın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin Rab’ı tarafından indirilmiştir." (10: 37)

”Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olan (sıkıntılara) bir şifa ve inananlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir." (10: 57)

"De ki: “Ey İnsanlar, işte size Rabi’nizden gerçek geldi Artık yola gelen, kendi­si için gelir. Sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim!”(10:108)

"Sana vahyolımana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret O, hüküm ve­renlerin en iyisidir." (10: 109)

"Elif lâm Râ, (Bu), bir kitabdır ki; hikmet sahibi, her şeyden haberi olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce açıklanmıştır." (11: 1)

"... Bu Kur’an’dan hiç kuşkun olmasın. Çünkü O, Rabbinden gelen gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar." (.11:17)

Kur’an’ı anlatan Kur’an ayetlerinin hemen hemen hepsinde; hidayet rehberi, hak kitap, asla şüphe edilmeyen, iyiyi kötüden ayırt eden, bilinmeyen haberlere yer ve­ren, öğüt alınması tazım gelen bir tebliğ, insanların arasını bulan bir hukuk sistemi, açık bir beyan, daha önceki ilahi kitapları tasdik eden, hikmet ifade eden, delil, bürhan, her şeyi açıklayan, Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indi­rilen, nur, hüccet, feyz kaynağı, uyarıcı, nasihat edici, öğüt, gönüllerdeki sıkıntılara şifa, levh-i mahfuzdakini açıklama gibi sıfatlan ve özellikleri görmek ve okumak mümkündür.

Makalemizin burasından itibaren, Kur’an’ı izah eden ayet-i kerimeler de, yu­karıdaki özelliklerin dışında görebildiğimiz sıfatlar bulundukça, açıklamaları yap­maya gayret edeceğiz.

Kur’an Mübîn (El Mübin)dir.

MÜBÎN: Ne olduğu açık, kendini beyâna kendisi kâfi olan demektir. Veya; beyân edici, açıklayıcı, ayırt edici demektir. Yahut; lisanı gayet güzel, muradını ye­rine göre dilediği gibi anlar, fasih ve beliğ mânasına gelir. Kur’an, kendinden başka hiçbir delile muhtaç olmayacak surette bizzat kendi mevcudiyetiyle ispata kâfi bir İlahi kitaptır. Hakkı bâtıldan, hayn şerden, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden ayın

edendir. 19 ,

"Elif lâm Râ, bunlar apaçık kitabın âyetleridir.” (12:1)

"Elif lâm Râ, bunlar Kitabın ve apaçık Kur’an’ın âyetleridir." (15:1)

"Bunlar apaçık kitabın âyetleridir.” (19:2)

"Tâ sîn, bunlar Kur’an’ın (bu süresinin) ve apaçık Kitab’ın âyetleridir." (19: 27) mealindeki ayetlerde geçen "MÜBÎN" sıfatı hep aynı manaya gelmektedir.

Gerçekten de Kur’an, başka şeye ihtiyaç duymadan kendi kendini en güzel şekilde açıklayan ve izah eden bir kitaptır. Kendi düşüncelerimizle, kendi ifâde ve li­sanımızla O’nu tam manasıyla açıklamamız asla mümkün değildir. O’nu her zaman bütün gücümüzle anlamaya ve mucibince amel etmeye mecburuz.

88

"Biz O’nu Arabca bir Kur’an olarak indirdik ki, anlayasınız," (12: 2)

"Ve işte biz onu Arabca bir hüküm (hikmet gereğince hükmeden bir kitap) ola­rak İndirdik." (13: 37)

"Biz O ( Kur’an)] senin dilinle (İndirdik) kolaylaştırdık ki, O’nunla (günahlardan sakınıp, Allah’ın azabından) korunanları müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi O’nunla uyarsın." (19:97)

"Apaçık Arabca bir dille." (26:195)

"Biz sana O’nu böyle Arabca bir Kur’an olarak indirdik ve O’ndan tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki, (günahlardan) korunsunlar. Yahut Kur’an, onlara bir hatırlama yaptırsın.” (20: 113)

"Biz düşünüp anlamanız için O’nu Arabca bir Kur’an yaptık." (43: 3) Aynı mealde başka sürelerde de bulunan âyet-i kerimelerden anlaşıldığı veçhile Kur’an Arab lisanı ile nâzil olmuştur; kolay anlaşılsın, kolay öğrenilsin diye. Peygamberi­miz Hz. Muhammed (s.a.v.) Arab kavmindendi. Lisanı arabca îdi. Peygamber olarak cihana gelmiş ise de İlk defa uyardığı, dini tebliğ etliği kavim arab idi. Kendisine in­dirilen Kur’an’ın da arabca olması en tabii haldi. Herşeyden evvel İlahi nizamın en İyi şekilde anlaşılması ve gereğinin yerine getirilmesi gerekiyordu. Arabca olarak nâzil olmasının ilk ve en mühim sebeplerinden birisi bu idi.

Kur’an’ın manası iyi anlaşılsın, üzerinde düşünülsün ve hiçbir şüpheye yer ve­rilmesin diye, Allah böyle murad etmişti. Kur’an’daki kelimeleri meydana getiren harfler; insanların kullanmakta oldukları ve her an ellerinde bulunan harflerdir. Beşerin bir benzerini meydana getirmekten âciz olduğu âyetleri ve yüceliğine ulaşamadığı Kur’an’!, Allah Teâlâ, arabların konuştukları lisanla beşeriyyete inzâl buyurmuştur. Anlaşılsın diye... Bilinen harf ve kelimelerden teşekkül ettiği halde in­sanların bir benzerini hatta bir süresinin benzerini meydana getiremeyişleri zamanın en ediplerini bile hayrete düşürmüş ve bu kitabın bir kul eseri olmadığı anlaşılmış ve kabul edilmiştir.

Kur’an’ın nüzulünden asıl maksat; İnsanların O’nu anlamaları ve yaşamalarıdır. Arabca olarak gönderilmesi bunun ilk şartı olmuştur. Dinin cihanşumül olması bütün âlemi, özellikle mü’minleri aynı derecede ilgilendirerek O’nu anlamaya ve emredildiği şekilde yaşamaya zorlamıştır. Bu da diğer dillere tercüme veya tefsiri ile mümkün olmuştur.

"Bu Kur’an çok mübarek bir kitaptır. O’nu sana indirdik ki, âyetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri öğüt alsınlar.” (38:29)

”... İnsanları karanlıktan aydınlığa, o güçlü ve övgüye lâyık (Allah)ın yoluna çıkarman için O’nu sana indirdik." (14: 1)

"Gerçekten bu Kur’an, (insanı) en doğru yola İletir. Ve iyi işler yapan mümin­lere, kendileri için büyük bir ecir olduğunu müjdeler." (17:9)

"Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkân’ı (Hakkı buldan ayırmak ölçüsünü) indiren (Allah’ın) hayır ve bereketi pek çoktur." (25:1)

" Andolsun biz Kur’an-! öğüt almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?" (54: 17-22-32-40)

Bütün bu âyet-i kerimelerde ve aynı mealde diğer ayetlerde geçen; öğüt, nasihat alma, uyarılma, hakkı bâtıldan ayırma, doğru yola gidebilme... gibi faaliyetler ve gayretler ancak Kur’an’ı anlamakla O’nun üzerinde derin derin düşünmekle mümkündür. Kulun asıl görevi budur. Hukuk düzeni ancak böyle kurulur. Adâlet an­cak böyle hâkim kılınır. Kötülükler böyle yok edilir. İyilikler ve güzellikler böyle ortaya çıkar. İlme böyle hizmet edilir. İnsanoğlunun emrine verilen bu âlemden, an­cak onu anlamakla İstifade edilebilir. Asıl maksada ve hedefe böyle ulaşılabilir. Al­lah da bizden bunu ister.

Kur’an-ı Kerim; geçmiş kavimlere, milletlere ve tarihin derinliklerine ait en güzel kıssalardan bahseder.

"... Kıssaların en güzelini anlatan bir kitap.” (12: 3)

"Andosun ki, bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali vermişizdir..." (30:58)

Anlatılan bütün tarihi hadiseler, hikâyeler ve geçmişte yaşamış İnsanların her türlü İnanç ve sosyal faaliyetleri ve neticeleri, Kur’an’la muhatap olanlar için birer misal olmuştur. İbret almaları istenmiş, hisse çıkarmaları düşünülmüş, eskilerin düştüğü hataların ve yanlışlıkların tekrarlanmaması istenmiştir. İnsanlığın kurtuluşu için geçmişten, halden ve gelecekten bu derece doğru, kesin ve ibretli bilgi veren, bi­linmeyen haberleri ortaya koyan başka bir kitap bulmak veya görmek mümkün değildir. Bu ancak Kur’an gibi hak bir kitaba mahsus özelliktir. Okuma-yazma bilmeyen bir Peygamberin, kendisinden asırlar Önce yaşamış İnsanların hayatların­dan bahsetmesi, o bahsedilenlerin Allah tarafından kendisine bildirilmiş olduğunu gösterir.

"Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinde de onu yazmış değildin. Öyle ol­saydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi." (29:48)

Müşrikler, münafıklar, bütün kafirler ve bütün İslâm düşmanları Allah Rasulünün (s.a.v.) dini tebliğ ettiği zamanlarda; Kur’an’ı, O uydurdu, bu bir şair veya kahin sözüdür dediler. Bugün bile daha ileri giderek, daha saygısız ve bilgisizce aynı yalan ve iftiraları yapmaktadırlar. Alay etmeye devam etmektedirler. Kur’an böylelerine şu cevabı vermektedir.

"O (Kur’an), elbette şerefli bir Peygamberin (Allahtan aldığı) sözüdür. O bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir..." (69:41-48)

"O (Kur’an)! şeytanlar (cinler) İndirmedi (26: 210)

"O ( Kur’an) kovulmuş şeytanın sözü değildir." (81:25)

"Hayır (Kur’an) onların dedikleri gibi bir söz değil, O, şerefli bir Kur’an’dır." (86: 21)

"O’nun aslı Levh-i Mahfuzdadır. (Allah’ın bilgisinin tespit edildiği bütün varlıkların esaslarım İçine alan, mahiyeti bilinmez, korunmuş bir levhada)" ( 86:22)

"(İşte o delil) Allah tarafından (gönderilmiş) tertemiz sahifeler okuyan bir elçidir. O sahıfelerde doğru yazılmış hükümler vardır." (98:2-3)

"... Eğer sen onlara bir mucize getirmiş olsan, inkâr edenler: "Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atanlarsınız." derler. Allah bilmeyenlerin kalplerini böylece kapatır." (30: 58-59)

"O’nu peygamberin kendisi uydurdu" diyorlar öyle mi? Hayır; ey Muhammedi O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rab- binden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar." (32: 3)

Küfründe ısrar eden, Kur’an’daki bir ayetin bir benzerini getirmekten âciz kalan, sineğin kendisinden kaptığı bir şeyi bile geri alamayan ve Allah’ın kalplerini ve ku­laklarını mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kâfirler, bu cevaplar karşısında bil­mem ne düşünürler?

Böylesi bir gerçeğe inanmayanlara, Kur’an nihayet şu sorulan sorar:

"Onlar, bundan sonra hangi söze İnanacaklar?" (77:50)

"De ki, "Gördünüz mü ya o (Kur’an) Allah tarafından ise ve siz de O’nu inkar etmişseniz o zaman uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?" (41: 52)

" Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler(min) üzerinde kilitler mi var (ki, hiçbir hakikat, gönüllerine girmiyor,)" (47: 24)

"İnkâr edenler, " Kur’an O’na bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz O’nunla senin kalbini sağlamlaştırmak ve çeşitli olaylara karşı yeni gelen ayetlerle kalbini takviye etmek için O’nu böyle (parça parça indirdik) ve O’nu ağır ağır oku­duk." (25; 32) ‘

Allah ve Kur’an düşmanlarının sonu elbette hüsran, felaket ve cehennem ateşi olacaktır.

"İnkar eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır. On­lar orada temelli kalacaklardır." (2: 39)

Kur’an-ı Kerim; Allah’ın bize bir emanetidir. Çok ciddi ve ağır, bununla bera­ber şerefli bir emanettir. O’na riayet gerekir. O’na sımsıkı sarılmak gerekir. O dünya ve ahiretteki saadetimizin tek kaynağıdır.

Akıl ve şuuru İle Allah’ı bilen, tefekkür ve basiretiyle O’nu tanıyan insan kendi cehdi ve gayretiyle Allah’ın kanunu çerçevesinde, nefsani arzu ve temayüllerine mu­kavemet ederek seve seve halikına itaat eder. O attığı her adımda bir niyet ve irade sa­hibidir. Bir fikir ve hedefe yönelmiştir.

Cüssesi küçük, gücü kuvveti az, ömrü mahdut ve nice şehvet, meyil ve İhtiras­ların zebunu olan bu insanoğlunun yüklendiği emanet cidden pek büyük ve pek yücedir.

İnsanlığın, bir hidayet güneşi ve iki cihan saadeti için tek ümidi Kur’an ile muhatap tutulması, onun için bir ilahi lütuftur. Acz ve zaafına, nefsani heves, arzu ve temayüllerine bilgisinin azlığı, ömrünün kısalığına, üstelik İçinde bulunduğu za­man ve mekanın ağır şartları ve aşması gereken çeşitli merhalelere rağmen emanete riayet eder, istenilenleri yerine getirirse Allah’ın rızasına ve sonsuz nimetine mazhar olacaktır.

Kur’an; gerçekten öyle bir ağırlığı, Öyle bir nüfuz ve tesiri olan bir emanet ki, O’na muhatap olan hiç bir varlık O’nun önünde duramaz ve dayanamaz.

"Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu, baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, düşünsünler diye insanlara veriyoruz." (59:21) ,

Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü yahut arzın parçalandığı yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu kitap olurdu)." (13:31)

Gerçekten de Kur’an büyük bir dağ üzerine indirilmiş olsaydı; o ulu dağ bütün kasvetine rağmen Allah korkusu şuuru ile her türlü serkeşliği atarak çatlayıncaya ka­dar ilahî emirlere baş eğmiş olurdu. Binâenaleyh akıl ve şuur kabiliyetiyle emaneti hâmil bulunan ve bir taraftan cehennem ateşi, bir taraftan da cennet nimetleriyle kuşatılmış istikbâle doğru gitmekte olan insanların bundan daha ziyade müteessir ve mutenebbih olmaları lâzım gelirken o zulüm ve cehil insanlar müteessir olmuyor, Allah saygısını duymuyor. Allah’ın hukukunu ve nefislerinin vazife ve istikbâlini unutmuş, salâh ve necat yollarını düşünmez olmuşlardır." 20

Sözlerin en güzeli, İlâhî bir nûr, hidayet kaynağı, her derde şifa kılavuzu, hik­metin ta kendisi ve Allah’u Teâlâ’dan Resulüne inzal buyurmasını asla şüphe ol­mayan yüce kitabımız Kur’an’ın karşısında insanların çoğu maalesef gaflet içinde olup nefislerinin ve şeytanın esiri durumuna düşmüşlerdir. Kendilerini dahi idareden âzic, zerre kadar beyinleri ile Allah kelâmını inkâra kalkmakladırlar. Böylelerine, "pek zâlim ve çok cahil" demekten başka bir şey kalmıyor.

"Kur’an okunduğu zaman seninle, ahirete inanmayanların arasına kapalı bir perde çekeriz."(17:45)

Kur’an’ı, Kur’an’da geçen âyetlerle bu şekilde izaha çalıştıktan sonra genel hatlarıyla bir özet yaparak, yazıma son vermek istiyorum.

Kur’an; her yönü ile icaza sahip İlâhî bir nizamdır. İnsanlığı; O’na benzer veya O’na yakın bir eseri meydana getirememesinde âciz bırakmasından tutunuz da, dil ve uslüb yönünden, telif, ihtiva ettiği İlimler, beşeriyetin İhtiyaçlarım karşılama, gaybî haberlere yer verme, hatta insanlık üzerinde bıraktığı tesir ve tebliğ ettiği hakikatler yönünden de insanoğlunu âciz bırakmıştır.

O; müslümanlar İçin mukaddes bir kitap olmanın dışında, sadece arab edebi­yatının bir şaheseri olmakla da kalmamış, aynı zamanda Hz. Peygamber’in nübüvvetini ve Risâlet’ini teyid eden en büyük bir mucize olmuştur. Gönüllere hoş gelen, müşahede ve düşünmeye davet eden, insanın duygu ve ruhuna hitap eden üslûbu, bünyesinin diğer eserlerden farklı oluşu, bediî güzelliklerine ilâveten tabiî güzellikleri, mücerredi müşahhas, zihinde gaip olanı önünde hazır yapan meseleleri, güzel hitaptan, müstesna ikna sistemi, delillerinin kuvveti, mantığının üstünlüğü, akıllan birden bire çelen ve nefisleri meftun eden etkili câzibesiyle Kur’an-ı Kerîm; hangi zaman ve mekanda okunursa okunsun, o daima ebedî bir mucize tap taze önümüzde duracaktır."21

"Kur’an-ı Kerîm; kendisine inananların, bütün semavî kitaplara inanmalarını is­ter. Diğer semavî kitaplara ilâhı vahyin dışında karışan hataları tashih eder ve evvelce tebliğ olunmayan hakikatleri de tebliğ eder. Ayrıca Kur’an, insanlığın bütün nıhânî ve ahlâkî ihtiyaçlarım tatmin için gönderilmiştir. Kur’an dinin kemâlini ifade eden ilahi eserdir.

Kur’an, hayatın bütün şartlarında yaşayan insanlar için, cahil ve ibtidaî insanlar kadar en hakim feylesoflar için, ticaretle meşgul insanlar kadar zühd ve takva ile hayatın sürdürenler için, zenginler gibi fakirler için de irşâd ve hidayet kaynağıdır. Binaenaleyh Kur’an; bir taraftan insanları medeniyetin en alt derecelerinden yükselten, onlara İçtima! hayatın mebadisini öğreten kaideleri, diğer taraftan ahlâk yüksekliğinin ve ruh yüceliğinin en yüksek derecelerinde olanları İrşâd edecek kaide­leri de ihtiva eder.

Kur’an’ın üslûbu, lisanı mükemmeliyetin bütün meziyetlerini kendisinde top­lar. Kur’an’ın kelimelerinde harflerin, cümlelerinde kelimelerin öyle bir lisanı lahnî vardır ki, onların yalnız kıraâtı kendilerine has bir âhenk ve makam vücuda getirir. Kur’an’ın nazmındaki bu musiki özelliği İslamiyet’ten sonra yetişen muharrirlerin lisanı mûsikî zevkini terbiye etmiştir. Ses; ruhî bir tecellisidir. Sesin tenevvüü bu infialin mahiyetine bağlıdır. Kur’an’ın nazmını bu esas üzere tetkik ettiğimiz takdirde O’nun şuurun İhtiyaçlarını tahrik hususunda hiçbir lisanın ermediği bir kemâli hâiz olduğunu görürüz.

Görülüyor ki, Kur’an-ı Kerîm, insanın vahşet ve İptidailikten yüksek bir ruhî şahsiyete erinceye kadar takip edeceği terakki yoluna ait bütün esastan bünyesinde toplamıştır. Bu esaslar beşer faaliyetinin her safhasını İhata eder.22

Beşer ancak O’nunla felâha erer. O’nunla emniyet içinde otur. O’nunla dünyasını ve ahiretini mamur eder. O’nunla ancak ve ancak Allah’a İyi bir kul, Rasûlüllâha İyi bir ümmet, Müslümanlara hatta insanlığa iyi bir örnek olabilir. Bunalım denilen hastalıktan O’nunla kurtulabilir. Bu gerçeğin dışındaki bütün gayretler boştur ve sonuçlan uçurumdur.

İnsanoğlu, Kur’an karşısında ne düşünürse düşünsün, nasıl bir tavır alırsa alsın, O, âlem varoldukça değerinden hiçbir şey kaybetmeksizin üstelik çok daha güçlü, çok daha aranır olduğu halde varlığının devam ettirecektir. Çünkü Allah O’nun İçin şu garantiyi vermektedir:

"O’nu oku. O’nun sözlerim değiştirecek kimse yoktur. Sadece Allah’a sığınılır." (18:27)

"O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz. Ve O’nun koruyucusu da elbette biziz."

Dipnotlar:

1-Alak: 1

2-Hadid 3

3-Prof. Seyyid Kutub, Fi-zılâl’il- Kur’an. C.l, sh. 35, İstanbul 1970 (Türkçe Tercümesinden)

4- Fi-zilâl’iI-Kur’an, C. 1, sh. 76

5-Prof. Dr. Talât Koçyiğit- Prof. Dr. İsmail Ceırahoğlu, Kur’an-ı Kerîm Meal ve Tefsiri, C. 1, sh. 7, Ankara 1984.

6- Kur’an-ı Kerîm Meâl ve Tefsiri, C. 1, sh. 33.

7- Muhammed Hamdİ Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili Yeni Meali Türkçe Tefsir, C. 1, sh. 163-164, İstanbul 1935.

8-Kur’ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri. C. 1, sh. 35.

9-Fi Zılâl’il- Kur’an, C. 1, sh. 77.

10- Kur’an-ı Kerîm Meal ve Tefsîri, C. 1. sh. 179-180

11- Hak Dîni Kur’an Dili, C. 1. sh. 437

12- Kur’an-ı Kerîm Meâl ve Tefsiri, C. 1, sh. 180.

13- Kur’an-ı Kerîm Meâl ve Tefsiri, C. 1, sh303-305

14- Kur’an-ı Kerîm Meâl ve Tefsîri, C. 1, sh.304-305

15- Tefsiri.C. 1,sh. 171-179

16- Daha geniş bilgi için bk:FÎ Zâiil- Kur’an, C.2, sh. 461.

17- Kur’an-ı Kerimin Yüce Meali ve çağdaş Tefsiri, C. 1, sh. 597

18- Daha geniş bilgi için bak: Fi Zilâl’il-Kur’ân, C. 4, sh. 86-89

19- Hak Dini Kur’an Dili, C. 4, sh. 2842-2843

20 - Hak Dîni Kur’an Dili, C. 6, sh. 48674868.

21- Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, sh. 155-163, Ankara, 1971.

22- Ömer Rıza Doğrul, Kur’an Nedir, sh. 14-14,30, 37 Ankara, 1967.