Makale

İSLAM DİNİNDE ORUÇ

İSLAM DİNİNDE ORUÇ

Prof. Dr. M. Cemâl Sofuoğlu
D. E. Ü. İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi

1941 yılında, Simav’ın Şenköyü’nde doğdu. İlk tahsilini memleketinde yaptı. İzmir İmam- Hatip Lisesi’ni bitirip lise fark imtihanlarından sonra A. Ü. İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldu. 1966-1968 yıllarında vatani görevini ifa eti. 1968-1972 yılları arasında Demirci İmam-Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmenliği yaptı. 1972 yılında A. Ü. İlahiyat Fakültesi’ne hadis asistanı olarak girdi. 1977 yılında Doktor, 1983 yılında Doçent, 1989 yılında da Profesör oldu. Yayımlanmış çeşitli kitap ve makaleleri bulunan Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu, halen İzmir D. E. Ü. İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Dr. A. Osman Ateş tarafından yapı­lan açıklamalardan orucun İslâm’dan ön­ce ki bütün semâvî dinlerde farz oldu­ğu, tarihin derinliklerine kadar uzanan bir geçmişe sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Orucun İslâm öncesi semâvî dinlerden hemen hepsinde farz oluşu, onun Önemli bir ibadet olduğunu orta­ya koymaktadır. Böyle önemli bir ibadetin son ve en mükemmel din olan İs­lâm’da bulunmaması düşünülemez.

Oruç kelimesinin Arapça karşılığı "Savm" veya “Sıyâmdır. Nitekim oru­cun farz kılındığını bildiren Bakara süresinin 183. ayetinde "Sıyâm” şek­linde ifade buyurulmuştur.

Savm, lügatte, yemekten, içmek­ten, konuşmaktan yürümekten ve cinsî münasebetten uzak durmak demektir. Dini bir terim olarak ise, bir kimsenin ibadet niyetiyle belli bir süre yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten kendini uzak tutması demektir ki, buna "İmsak" da denir.

Orucun süresi, tan yerinin ağar­masından güneşin batışına kadar geçen zamandır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi oruç, Bakara süresinde Müslümanlara şu ayetle farz kılınmıştır.

"Ey iman edenler! Kötülüklerden sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılın­mıştır."

Ramazan orucu, kıblenin Kudüs’­ten Kâbe’ye çevrilmesinden sonra hic­retin ikinci yılının Şaban ayında, Bedir savaşından kısa bir süre önce farz kılınmıştır. Yukardaki ayet orucun farz kılınışındaki hikmetlerden bazılarını açıklamaktadır. Bunlar, kötülüklerden uzak durmak, nefsi terbiye etmek, maddi ve manevî bakımdan huzura ve mutluluğa kavuşmaktadır. Yoksa sade­ce sabahtan akşama kadar aç ve susuz kalmak değildir.

Oruç, İslâm’ın beş esasından biri­ni teşkil etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.), mütevâtir derecesine ulaşan bir hadislerinde şöyle buyurmaktadırlar:

"İslâm şu beş esas üzerine kurul­muştur:

- Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi ol­duğuna şehadet etmek,

- Namaz kılmak,

- Zekât vermek,

- Hacca gitmek,

- Ramazan orucunu tutmak"2

Bakara süresinin ilgili ayetiyle farz kılınan orucun Ramazan ayında tu­tulacağı ve İslâm’ın esaslarından biri olduğu Hz. Peygamber tarafından açık bir şekilde belirtilmektedir.

Oruç, İslâm Dini’nin beş esasın­dan biri olarak ortaya konulmadan önce müslümanlar tarafından bilinmeyen bir ibadet değildi. "Kureyşliler Cahiliye döneminde Âşûrâ günü oruç tutarlardı. Sonraları Allah’ın Elçisi Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu orucun tutulmasını emir buyurdu. Ramazan orucunun farz kılınması üzerine şöyle buyurdu: İsteyen bu orucu tutsun, iste­meyen tutmasın."3

Orucun Fazileti;

Orucun dinimizde çok önemli bir yeri vardır. Her şeyden önce o, İslâm’ın beş temel esasından birini teşkil et­mektedir. Oruç bu özelliğinin ötesinde ayrı bir önem arz etmektedir.

Namaz, zekât, hac gibi diğer ibadetler de İslâm’ın temellerini meyda­na getirdiği halde, bilhassa namaz ve zekât Kur’an-ı Kerim’de ısrarla emredildiği, hassasiyetle üzerinde durulduğu halde ve namaz mü ‘minin miracı olmak gibi bir mertebeyi haiz bulun­duğu halde, yine de orucun derecesine ulaşamamışlardır. Zikredeceğimiz şu hadis konu ile ilgili olarak çok dikkat çekicidir:

"Oruç bir kalkandır; o halde oruç­lu kimse kendini bilip kötü söz söyle­mekten sakınsın; şayet onunla çekişip kavga etmek isteyen biri çıkacak olur­sa, iki defa "ben oruçluyum" desin. Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruç tutan kimsenin ağız kokusu, Allah nazarında mis ko­kusundan daha güzeldir." (Yüce Allah oruç tutan kişi hakkında şöyle buyur­muştur): "O, yemesini, içmesini, cinsî arzusunu yalnız benim için terkedir, öyleyse oruç Benim içindir. Diğer ibadetlerin sevabı on misli verildiği halde, onun mükâfatını bizzat ben ken­dim vereceğim."’4

Bu hadis iki kısımdan meydana gelmektedir: Birinci kısım Hz. Pey­gamberin (s.a.v.) sözüdür. Burada Hz. Peygamber orucu bir kalkana benzet­mektedir. Bilindiği üzere kalkan döğüşen, muharebe eden kişiyi düş­manın hücumundan korur. Orucun kal­kana benzetilmesi boşuna değildir. Nasıl, kalkan sahibini düşmanın hücu­mundan koruyorsa, oruç da aynı şekil­de sahibini kötülüklerden korur. Oruç­lu kimsenin kavganın içine çekilmek istenmesine karşılık "ben oruçluyum, ben oruçluyum" diyerek kavgadan kaçınması, gerçekten orucun bir kalkan gibi onu kötülüklerden koruduğunu göstermektedir.

Ayrıca, oruç tutan kimse, orucun şuurlu olarak tutacak ve dilini kötü söz söylemekten uzaklaştıracaktır. Orucu şuurlu olarak tutan kimse ruhunun de­rinliklerinde onun manevi havasını canlı bir şekilde duyacak, kötü arzu ve ihtiraslardan uzaklaşacak ve sanki melekleşecektir. İşte oruç sahibine böyle meziyetler bahşedildiği içindir ki, Yüce Allah diğer ibadetlerden ayrı olarak orucun mükâfatını bizzat kendisinin vereceğini beyan etmektedir.

İnsanlar arasındaki çeşitli yarış­malarda ödüller dağıtılırken en büyük ödülü o insanlar arasındaki en büyük kimse vermektedir. Diğer ödülleri ise durum ve derecelerine göre diğer görev­liler vermektedir. Orucun sevabının bizzat Allah tarafından verilişini buna benzetmek mümkündür. Diğer ibadetlerin sevabını ilgili melekler tespit ettikleri halde, iş orucun sevabını ver­meye gelince, Yüce Allah bizzat kendi­si müdahale etmekte ve "Onun mükâfâtını Ben Kendim Bizzat vereceğim" buyurmaktadır. Burada şu soruyu sora­biliriz. Namaz, zekât ve hac gibi diğer ibâdetlerde İslâm’ın esasını teşkil eden unsurlar oldukları halde orucun bu özelliği nereden kaynaklanmaktadır?

Bu sorunun cevabı yukarıdaki hadis-i kudsi’nin içinde vardır. Yüce Allah "Oruç, benim içindir" diyerek bu husu­sa açıklık getirmektedir. Gerçi Müslüman diğer ibadetlerini de Allah’ın rızasını kazanabilmek için yapar. Ancak zekât, hac ve namaza başka sebepler de bazen karışabilmektedir. Toplum içeri­sinde itibarlı bir mevkiye sahip olabil­mek için namaz kılıp hacca gidenler, yalnız Allah’ın rızasını kazanabilmek için değil de, bazı başka sebeplerle zekât verenler çıkabilmektedir. Fakat oruç böyle değildir. Cemiyetin veya bazı tanıdıkların hatırı için aç kalmak insana bir şey kazandırmaz. Diğer ibadetlere bazen riya karışabilir. Fakat oruç öyle değildir. Ona hiçbir şekilde riya ve gösteriş karışmaz. Müslüman yalnız kendini yaratan Yüce Ya­ratıcının rızası için oruç tutar.

Gerek Kur’an-ı Kerîm’in ayetlerinden ve gerekse hadislerden insanın yaptığı her iyiliğe karşılık ondan yedi yüz misline kadar sevap verildiği anlaşılmaktadır. Orucun mükâfatının ise ne kadar olacağı açıklanmamıştır. Allah’ın rahmeti sonsuz olduğuna göre, oruç tutan kimse takdir ve tahmin edemeye­ceği derecede bir mükâfatla karşı karş­ıyadır. Oruç tutan kimsenin tahmin edemeyeceği derecede mükâfata nail olacağını şu hadis göstermektedir:

"Cennet’te Reyyan denilen bir kapı vardır. Buradan Kıyamet Günü yalnız dünyada oruç tutanlar girebilir: onlardan başkası giremez. Oruç tutan­lar nerede? Denildiğinde, onlar kalkıp kendilerinden başka hiç kimsenin giremeyeceği Reyyan kapısına doğru yü­rürler. Onlar girdikten sonra kapı ka­panır ve artık oradan kimse giremez."5

Arapça ‘da Reyyan, suyu bol, su­lak yer anlamına kullanılmaktadır. Oruç tutanların Cennet’e gidecekleri kapıya bu adın verilmesi, dünyada iken oruç tutarak susuz kalan müminlerin Cennet’e girmeden önce susuzluklarını gidermeleri ve susuzluk endişesinden emin olmaları için olsa gerektir.

Buraya derç ettiğimiz her iki hadis, orucun çok önemli bir ibadet olduğunu ve diğer farzlardan ayrı bir özelliğe sa­hip bulunduğunu göstermektedir. Bu­nunla birlikte orucun dinimizdeki yeri­nin ve öneminin daha net bir şekilde ortaya çıkması bakımından bir iki ha­dise daha burada yer vermek istiyoruz.

Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek tutan kimsenin Allah geçmiş günahlarını ba­ğışlar." 6

Bir diğer hadis şöyledir:

"Ramazan ayı gelince, Cennet’in kapılan açılır. ”7

"Ramazan ayı gelince, gök kapı­ları açılıp Cehennem kapılan kapanır, şeytan ise zincire vurulur."8

Bu iki hadis Ramazan ayının ve dolayısıyla orucun değerini ortaya ko­yan ifadelerdir.

İslâm ülkelerinde Ramazan ay­larında suç işlemenin belli oranlar­da düşmesi dikkat edilmesi ve incelen­mesi gereken hususlardır. Sosyolog ve Psikologların bu konu ile ilgilenme­lerinin gerekli olduğunu zannediyoruz. (*)

Bir diğer hadis ise şöyledir:

"Şu üç kimsenin duası reddolunmaz: Oruç açma zamanında oruçlunun, âdil bir hükümdarın ve mazlumun duası. Allah mazlumun duasını bulut­ların üstüne yükseltir, göğün kapı­larını açar ve şöyle der: İzzetim üzerine yemin ederim ki, geç de olsa mutlaka sana yardım edeceğim.”9

Görüldüğü gibi oruçlu kimse duası kabul olunacaklar arasında zikre­dilmektedir. Ve yine görülmektedir ki, duası kabul olunacak kimselerden biri de zulme uğrayanlardır. Biz hem oruç tutan insanlar olarak, hem de asırlardır yeryüzünde zulme uğrayan Müslümanlar olarak dualarımızı kabul etmesini, Bulgaristan’da Filistin’de, Yunanistan’­da ve Sovyetlerdeki Müslümanlara ya­pılan zulümlere son vermesini oruçlu ağızlarımızla yalvararak Yüce Allah’tan diliyoruz.

Orucun Çeşitleri:

Oruç altı çeşittir:

1- Farz oruç:

Ramazan orucunu gerek eda ve gerekse kaza olarak (kaza ve kefaret) tutmak farzdır. Zıhar, katl, yemin gibi kefaret oruçlarını tutmak da aynı şe­kilde farzdır.

2- Vacip oruç:

Başlanıp da herhangi bir sebeple bozulan nafile orucun kazası veya nezredilen oruç vacibidir. Nezredilen itikâfta da oruçlu olmak da vacibidir.

3- Sünnet oruç:

Aşure orucu, yani Muharremin dokuzuncu, onuncu veya on birinci günü oruç tutmak sünnettir. Yalnız Muharremin onuncu günü tutulmaz, bir gün önce veya bir gün sonrasından itibaren tutulur.

4- Mendûb oruç:

Her ayın üç günü oruç tutmak mendubdur. Eyyam-ı Biz denilen ayın 13,14 ve 15. günleri oruç tutmak men­dubdur.

Şevval ayında altı gün oruç tut­mak pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak mendubdur.

Birgin oruç tutup, bir gün tutma­mak mendubdur. Buna Davud Orucu denir. Müslim’in rivayet ettiği bir ha­disten Abdullah b. Amr’ın yılın her günü oruç tutmak isteği, Hz. Peygamber’in ona her ay üç gün oruç tut­masını tavsiye ettiği, fakat Abdullah b. Amr’ın daha çok oruç tutmak için ısrar etmesi üzerine Hz. Peygamber­in:

"Şüphe yok ki, eşinin senin üze­rinde hakkı vardır, ziyaretçilerin de senin üzerinde hakkı vardır. Kendi be­deninin da senin üzerinde hakkı vardır. Öyleyse bütün bu hakları yerine getire­rek Allah’ın peygamberi olan Davud’un orucunu tut. Çünkü Davud insanların en çok ibadet edeni idi." dediği ve Davud’un bir gün oruç tutup bir gün tutmadığını belirttiği anlatılmaktadır.

5- Mekruh oruç:

a) Tenzihen Mekruh: Muharremin yalnız 10. günü veya Nevruz günü oruç tutmak mekruhtur.

b) Tahrimen Mekruh: Ramazan Bayramı’nın birinci ve Kurban bay­ramının dört günü oruç tutmak tahrimen, yani haram derecesine yakın bir ölçüde mekruhtur. Çünkü bu günler yeme içme günleridir. Allah’ın insan­lara lütfettiği bu günler oruçla geçirilemez. Burada oruçla ilgili fıkhi hü­kümlerin teferruatına girmek istemiyo­ruz.

Ramazan ayı kutsal ve mübarek bir aydır. Çünkü Kur’an-ı Kerim bu ayda indirilmiştir. Ayrıca Kadir gece­si bu aydadır ve Kur’an-ı Kerim Kadir gecesinde indirilmeye başlanmıştır. Bütün bunlardan ve burada zikredemediğimiz sebeplerden dolayı orucun ve Ramazan ayının diğer ibadetlerden ayrı özel bir mevkii vardır.

Orucun ve Ramazan ayının Müslümanların hayatındaki yerinin ve öne­minin anlaşılması için oruçsuz ve Ra­mazansız bir hayat düşünmek yeterlidir. Ramazan ayı olmasaydı hayatı­mız ne kadar monoton ve zevksiz olur­du. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah’a bize Ramazan gibi bir ay lütfettiği için şükretmeliyiz.

Dipnotlar:

1-2. Bakara, 183-184.

2- Buhari, Sahih, I, 8; Müslim, Sahih, 1,45.

3- Buhari, Sahih, II, 226, 250; Müslim, Sahih, II, 792-793; E.Dâvud, Sünen, II, 817; Tirmizi, Sünen, II, 127; A,b. Hanbel, Müsned, VI, 29.

4- Buhâri, Sahih, II, 226, 228; Müslim, Sahih, II, 806-807.

5- Buhâri, Sahih, II, 226-227; Müslim, Sahih, II, 808.

6- Buhâri, Sahih, II, 227-228; A.b. Hanbel Müsned, I, 191, 195.

7- Buhâri, Sahih, II, 227; Müs­lim, Sahih, II, 758.

8- Buhâri, Sahih, II, 227; Müs­lim, Sahih, II, 758.

9. Tirmizi, Sünen, IV, 672, V; 578.

10- Buhâri, Sahih, II, 245-247; Müslim, Sahih, II, 812-813.