Makale

Hz. Peygamber' in Çocuk Sevgisi

Hz. Peygamber’ in Çocuk Sevgisi

Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir

“Peygamberler Sultânı Efendimizin çocukları kucaklayıp öptüğünü gören bir bedevi bunu pek tuhaf bularak:
- Hayret! Siz çocukları öpüyor musunuz? Biz çocukları hiç öpmeyiz! deyince, Sevgi Pınarı Efendimiz ona acıyarak bakmış:
- "Allah Teâlâ senin kalbinden sevgiyi söküp almışsa, ben ne yapabilirim!" buyurmuştu.”

KAİNÂT sevgi üzerine kurulmuştur. Her şeyin mayasında sevgi vardır. Kâinatın sevgi üzerine kurulduğunun en güzel delili Resulullah Efendimizin varlığıdır. "Kendisi güzel olan ve güzelliği seven Yüce Allah", en güzel surette yarattığı Resûl-i Ekrem’ini sevgi ve şefkatle donattıktan sonra onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Sonra da onun vasıtasıyla kullarına şu ilâhî mesajını yollamıştır:
"Sevgili Peygamberim! İnsanlara şunu söyle:
Ey insanlar! Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin".
Demek ki Allah tarafından sevilebilmenin şartı, Peygamberini sevmek ve ona uymaktır. Bilinmesi gereken birinci gerçek budur.
Bilinmesi gereken ikinci gerçek de şudur:
Bütün insanlar ilâhî sevgiye muhtaçtır. Bu sebeple Allah Teâlâ kullarını sevmek ister. Zira Allah tarafından sevilmeyenler ebedî kurtuluşa eremezler. Ebedî kurtuluşa ermek isteyenler, Allah’ı ve Resulünü sevmeye mecburdur.
Sevmeyi bilmeyenler, onu, ilâhî sevginin canlı örneği olan Resûl-i Ekrem Efendimizden öğrenmelidir.
İnsana tadımlık olarak verilen ilâhî sevginin en saf ve en temiz şekilde bulunduğu kaynaklardan biri çocuktur. Allah Sevgilisi’nin çocuğu nasıl sevdiğini, bir sevgi dersi olarak görmeye çalışalım:
Her hareketinde bir derinlik, bir incelik ve zarafet görülen Peygamber Efendimiz çocukları çok severdi. Çocukları sevmeyenlere hayret ederdi. On çocuğu olduğu halde hiçbirini öpmediğini söyleyen Akra Bin Habis adlı zâta hayretle bakıp:
- "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurmuştu (1).
Peygamberler Sultânı Efendimizin çocukları kucaklayıp öptüğünü gören bir bedevi bunu pek tuhaf bularak:
- Hayret! Siz çocukları öpüyor musunuz? Biz çocukları hiç öpmeyiz! deyince, Sevgi Pınarı Efendimiz ona acıyarak bakmış:
- "Allah Teâlâ senin kalbinden sevgiyi söküp almışsa, ben ne yapabilirim!" buyurmuştu (2).
Mevlâ’nın en güzel nimetlerinden biri olan çocuğa ilgi duymak, onu ilâhî bir lütuf olarak görmek ve sevmek, bu ilâhî bağışın farkında olduğunu göstermek demektir. Çocuğa ilgi duymamak, onu ilâhî bir lütuf olarak görmemek mânasına gelir. Bu sebeple Efendimiz çocuğa ilgi duymayanları hep yadırgamış, onların gönüllerinde merhamet bulunmadığını belirtmiştir.
Oğlu İbrahim dünyaya gelince, Cenâb-ı Mevlâ’nın bu lütfuna pek sevinmişti. Onu sık sık bağrına basarak koklayıp öpmüştü. Bir buçuk yıl sonra sevgili yavrusunu kaybedince pek üzülmüş, gözyaşı dökmüş ve ona hasretini şöyle dile getirmişti:
- "Göz yaş döker, gönül hüzünlenir. Fakat biz Rabbi-mizin memnun olmayacağı şeyi söylemeyiz. Vallahi İbrahim, senden ayrıldığımız için çok üzgünüz" (3).
Efendimize azatlı kölesi Zeyd İbni Harise hediye edildiği zaman, Zeyd henüz bir çocuktu. O devir İslâm güneşinin daha doğmadığı bir zamandı. Herşeyin zifiri karanlığa boğulduğu bu devirde köleler horlanır, ağır işlere zorlanır, insan yerine konmazlardı. O günlerde Mekkeli bir tüccar olan Peygamber Efendimiz, engin gönlünü dolduran insan sevgisiyle hemen farkedilirdi. Kölesi Zeyd’i de böyle bir muhabbetle sevmişti.
Zeyd’i uzun zaman arayıp sonunda ona kavuşan babası, yavrusunu Peygamber Efendimizden satın alıp yurduna yuvasına götürmek istemişti. Sevgi sağnağı Efendimiz, dertli babaya Zeyd’i satın almasına gerek olmadığını, eğer Zeyd isterse, onu alıp götürebileceğini söyledi. Bu müjdeye pek sevinen baba, oğlunu alıp götürmek isteyince, hiç beklemediği bir hareketle karşılaştı. Zeyd efendisini çok sevdiğini, onu bırakıp gitmek istemediğini söyledi. Babası bu hale şaştı kaldı.
Şimdiye kadar böyle bir olay ne olmuş, ne de duyulmuştu...
Aradan yıllar geçti. Zeyd evlendi; bir de oğlu oldu. Resûl-i Ekrem efendimiz bir zamanlar Zeyd’i nasıl sev-diyse, oğlu Usâme’yi aynı muhabbetle bağrına bastı. Bir dizine ciğer paresi Hz. Fatıma’nın sevgili yavrusu Hasanı, öteki dizine Usâme’yi oturtur, onları sevgiyle kucaklar, sonra da:
-"AH ahi m! Bunlara merhamet eti Çünkü ben bunları pek seviyorum." diye dua ederdi.
Şimdi arz edeceğim hâdise, Resûlullah Efendimizin vahiy ışığıyla aydınlanmış engin gönlündeki çocuk sevgisinin derinliğini pek güzel gösterecektir. Resûl-i Ekrem Efendimizin
Meymûne validemizden dolayı bacanağı olan Şeddâd İbni’l Hâd anlatıyor:
Bir öğle (veya ikindi yahut yatsı) vaktiydi. Ashâb-ı Kiram namaz kılmak üzere Efendimizi bekliyordu. Peygamberler Sultânı yanında küçücük torunlarından ya Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin olduğu halde Mescid-i NebevTye geldi. Mihraba geçti. Zaten sünnet namazları hep evinde kılma itiyadında olan Efendimiz, Mes-cid’e girer girmez o vaktin farzına başlanırdı. Efendimiz torununu sağ yanına bırakıp namaza durdu. Namaz devam ederken secdelerden biri pek uzadı.
Bize bu hâdiseyi anlatan Şeddâd (r.a.), secde uzayın-ca acaba Hz. Peygambere birşey mi oldu, diye merak etti ve başını hafifçe kaldırıp baktı. Bir de ne görsün! Torunu ata biner gibi Resûlullah (s.a.s)in sırtında oturmuyor mu? Şeddâd başını tekrar secdeye koyup bekledi.
Namaz kılınıp bitince, As-hâb-ı Kiram secdelerden birinin neden çok uzadığını merak edip Nebiyyi Muhterem’e sordular:
- Başına bir iş geldiğini veya vahiy nazil olduğunu düşünmeye başladık, dediler.
Efendimiz gül yüzünde güller açarak güldü:
- Zannettiklerinizin hiç biri olmadı. Şu sevgili oğlum sırtıma bindi. Ben de onun oyununu bozmak istemedim. İşte bütün mesele bundan ibaret, dedi (4).
Secdenin uzamasının namaza herhangi bir zarar vermeyeceğini de gösteren bu olay, namaz kılarken çocuklarla başının derde girdiğini düşünen büyüklere ne güzel bir ibret dersidir.
Önemli bir şahsiyetin çocuklarla meşgul olması, hele onların oyunlarına katılması, bazı toplumlarda bir nevi çocukluk sayılarak yadırganır. Bu durumun çocuğu müspet yönde nasıl etkileyeceği, onu fevkalâde onurlandırıp şahsiyetini geliştireceği pek hesaba katılmaz. İşte Peygamber Efendimizin çocuklarla meşgul olmasında böyle bir incelik aranmalıdır.
Efendimizin amcazâdeleriyle ve diğer çocuklarla nasıl meşgul olduğunu gösteren hoş bir rivayet vardır. Cihan Güneşinin bu fâni âleme vedâ ettiği tarihte amcasının oğlu Abdullah İbni Abbas on üç, kardeşi Ubeydullah ise on iki yaşındaydı. Resûl-i Ekrem onları muhtemelen daha küçük oldukları yaşlarda, diğer çocuklarla birlikte yarışa sokardı. Hepsini bir sıraya dizer; yarışı kim kazanırsa ona mükâfat vereceğini söylerdi. Çocuklar vâdedilen hediyeyi almak arzusuyla var güçleriyle koşarlar; yarışı ben kazandım diye kimi kendini Efendimizin kucağına atar, kimi arkasına dolanıp sırtına sarılırdı (5).
Bir çocuğun kendisini Peygamber’e bu kadar yakın hissetmesi, O’nun kucağına pervasızca atılabilmesi son derece dikkat çekici ve üzerinde ibretle düşünülmesi gereken bir hâdise değil midir?
Babası Habeşistan’dan dönünce, Eme Binti Hâlid’i elinden tutup Peygamber Efendimizin yanına gelmişti. 0 zaman Eme küçücük bir kızdı. Arapçayı henüz iyi bilmiyordu. Üzerinde sarı bir elbise vardı. Resûl-i Ekrem (s.a.s) elbisesinin güzel olduğunu söyleyerek
Eme’ye iltifat etmek istedi. Ona elbisesini göstererek Habeşçe güzel anlamında "sene sene" buyurdu. Bu Peygamber sıcaklığından cesaret alan Eme, Efendimizin arkasına geçerek peygamberlik mührüyle oynamaya başladı. Babası onu, bu yaramazlığına kızarak azarlayınca, Sevgi Şelâlesi efendimiz, "bırak çocuğu!" diyerek Eme’nin nübüvvet mührüyle oynamasına izin verdi (6). Bu lâübâli davranışından ötürü, çocuğu babası gibi paylamak bir yana, onun azarlanmasına bile razı olmadı.
İşte o Şefkat Pınarı, çocuklarla böylesine içli dışlı olur, onlarla böylesine kaynaşırdı. Bu sebepledir ki, babaları ve anneleri gibi, çocuklar da O’nu derin bir sevgiyle severlerdi.

(1) Buhâri, Edeb 18, 27; Müslim, Fezâil 65.
(2) Müslim, Fezâil 64; Edeb 18.
(3) Buhâri, Cenâz 44; Müslim, Fezâil, 62.
(4) Nesâî, Tatbik 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned 111, 493-494, VI, 99.
(5) Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 214.
(6) Buhâri, Cihâd 188, Menâkıbu ’l-Ensâr 37.