Makale

İLM-İ KIRAAT OTORİTELERİNDEN: İMÂM GEZERİ VE TORUNU KASIM PAŞA

İLM-İ KIRAAT OTORİTELERİNDEN: İMÂM GEZERİ VE TORUNU KASIM PAŞA

Recep AKAKUŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi

1938 yılında İnegöl Aşağı Ballık köyünde doğdu. 195) yılında hıfzını tamamladı. Hafız Ab­durrahman Gürses’ten lecvld ve tashih-i huraf dersleri aldı. İstanbul tmam -Hatip Lisesi­ni ve Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi.

Müezzin - kayyımlık, imam - hatiplik, müfıü yardımcılığı ve müftülük görevlerinde bulun­du.

Nisan 1978 de Din işleri Yüksek Korulu üyeliğine atandı. 20 Eylül 1990 tarihinde kendi is­teğiyle emekli olan AKAKUŞ’un"Eyüp Sultan ve Mukaddes Emanetler" adında bir eseri bulanmaktadır.

İMAM CEZERÎ LALA KOCA KASIM PAŞA

İmam Cezerî (751-833/1350­1429), İslam kültür ve ilim tarihinin temel taşlarından biridir. Özellikle Kı­raat ilminde emsâli bulunmayan bir otoritedir. O, sekizinci asır ortaların­dan dokuzuncu asrın ilk yansına kadar geçen süre içinde başta Mısır olmak üzere Hicaz, Anadolu, İran ve Orta Asya coğrafyasını dolaşmış ve Kur’an ilimleri ile ilgili en geniş araştırmayı gerçekleştirmiştir( 1).

İmam Cezerî, kendinden önceki asırlarda oluşan Kur’an kültürünü, hem yazılı metinlere hem de şifahî ananesi­ne bağlı kalarak yetkili üstâzlardan almıştır(2). Altmış kadar kıraat kitabını, yetkili üstâzlardan bizzat okumuştur.

Yirmi yaşlarında iken fiilen Şam-Ümeyye Camii’nde tedrisata başlayan Îmam Cezerî, başarılı bir eğitim-öğretim faaliyeti yanısıra, verimli bir telif faâliyetini de gerçekleştirmiştir.

Diğer yandan hem Mısır hem de Memlûk Sultanlari; hem Osmanlı Sultanları nezdifide hem de Timur nezninde itibarlı bir kişi olan îmam Cezerî, her üç İslam ülkesinde üst yönetimleri etkilemiş ve çalışmalrına geniş destek sağlamıştır.

Geçmiş asırlârdan kendisine inti­kal eden Kur’an kültürünü, tenkîdî bir süzgeçten geçiren İmam Cezerî, şöhret derecesinde bulunan üç kıraatin, tevâtür derecesinde bulunduğunu ispat etmiş ve "Kırâat-ı Seb’a"nın, "Kırâat-ı Aşere"ye yükseltilmesini sağlamıştır.

Kaleme aldığı güçlü, eserler ile ­yaşadığı asır bilginlerini de, sonraki asırlarda yetişen bilginleri de derinden etkilemiştir(3): Biyografisi incelendiğinde görüleceği üzere; İmam Cezerî, Orta Asya, İran ve Anadolu Türklerine Kur’an-ı Kerîm tilâvetinin, öğretilmesi hususunda büyük hizmetler vermiştir.

İMAM CEZERÎ VE KISA Bİ­YOGRAFİSİ ,

İmam Cezerî, (1350-1429) yıllan arasında yaşadığına göre takrîben sek­sen yaşlarında iken vefat etmiştir. Bu uzunca hayatın;

— 43 yıllık bölümü, Şam ve Mı­sır coğrafyasında geçmiştir.

— 7 yıllık bölümü, Osmanlı coğ­rafyasında -Bursa’da- geçmiştir.

— 3 yıllık bölümü, Orta Asya coğrafyasında -Semerkant’da- geçmiş­tir.

— 25 yıllık bölümü ise İran coğrafyasında - Şîrâz’da- geçmiştir.

İmam Cezerî;-25 Ramazan 751/ 1350’de Şam’ın "Hattü’l-Kassâîn" sem­tinde dünyaya gelmiştir. Pederi Muhammed Cezeri’nin yazılı tesbitine gö­re doğumu, bir cumartesi gecesi vukû bulmuştur.

İmam Cezeri’nin adı, MUHAMMED’dir. “Ebül-Hayr”, lakabıdır. "Cezerî” ise nisbesidir. "Ebü:l-Hayr Muhammed b.Muhammed b.Muhammed b.Ali b.Yusuf El-Cezerî" di­ye künyelenmiştir(4).

"Ebü Abdillah" diye de anılan İmam Cezerî’nin, pek çok ünvanı var­dır. Ancak; bunlardan en çok şöhret bulanı, "ŞEMSÜDDÎN” dir. Ayrıca; kendisine "CEZERΔ nisbesi dışında pekçok nisbeler de verilmiştir. Bunla­rın en meşhur olanları: Dımeşkî, Ömerî, Şîrâzî, Arabî, Kureşı..." gibi ırk ve ikâamet yönünü gösteren nisbeler olduğu gibi "Selefi, Şafiî, Mukrî, Mii- fessir, Muhaddis, Müverrih, Hâfız, Fa- kîh ve Nahvi.,. gibi mezhebi ve mes­lekî durumlarını gösteren nisbelerî de vardır.

"CEZERÎ" nisbesi üzerinde kay­naklar, değişik yorumlar yapmışlardır. Eski kaynaklar, bu terimin nisbet sigası olduğuna dikkati çekmişler ve söz­lükte bunun karşılığının: "Kesilmiş ve çevreden ayrılmış parça" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bu sebepten; deniz ortasında bulunan adalara, "Ce­zire" adı verilmiştir. Fırat ve Dicle ne­hirleri tarafından çevrilen ve diğer ka­ra parçalarından ayrılan topraklara da "Cezîre-i İbn Ömer" adı verilmiştir.

Son devir kaynakları, bu terimi Mardin İline bağlı "Cizre" kasabasıyla da bağlantılı görmekıedirler(5).

İmam Cezerî, üçüncü göbekten dedesi olan Ali b.Yusuf, Fırat-Dicle arasındaki beldelerden olduğu İçin bu "Nisbeyi" almıştır.

Künyesinde görüldüğü üzere; İmam Cezerî’nin, kendi adı da, baba adı da Muhammed’dir. Pederi Dımeşk’ın sayılı kâri’lerindendir. Aynı zamanda ticâretle meşgul bulunmakta­dır. Sağlam bir fiziki yapıya sahip olan İmam Cezerî de, baba mesleğine bağlı kalarak zaman zaman ticari faâliyette bulunmuştur.

İlk dinî bilgileri pederinden alan İmam Cezerî, yüzünden Kur’an-ı Ke­rîm okumayı "El-Hudûsî" diye anılan zâttan öğrenmiş ve 762/1360 yılında ilk hatmini yapmıştır.

Hıfz hocası ise Ebû Abdillah Mu- hammed b.Îsmail El-Habbâz El-Ensârî

(v.785/1383) dir. İmam Cezerî, 764/ 1362 yılında hıfzını tamamlamış ve bir yıl sonraki Ramazari’da hatim ile teravih namazı kıldırmıştır. Bunun üzerine; aynı zamanda dayısı olan hıfz hocası El-Habbâz, kendisine hıfz ica­zetnamesi vermiştir(6).

İMAM CEZERÎ VE İLM-İ KI­RAAT ÖĞRENİMİ

13 yaşlarında iken hıfzını tamamlayan İmam Cezerî, zaman kaybetme­den ilmi kıraat çalışmalarına başlamış ve Dımeşk’ın tanınmış kârilerinden ders okumaya başlamıştır. Şam’daki üstazlan şunlardır:

— Ebu Ali Haşan b.Abdillah Es- Sürûcî (v.764/1362). Bu zât, imam Cezerî’nin pederi Mu ham m ed El- Cezerî’nin de üstâzıdır. Kıraat İmamla­rından Ebu Amr’ın kıraatini, infirad tarîkıyla (*) bu üstazından okumuştur.

— "İbn Recep" diye şöhret bulan Şİhâbüddîn Alimed (v,770/1368). Bu zâttan; Rusğî (v.661/I262)’nin "Tî" isimli kasidesi ile Mevsîlî. (v.656/ 1258) nin, "Şem’a ve Zâlü’İ-Halâ" isimli eserlerini okumuştur.

— "Ibn Sellâr" diye şöhret bu­lan Ebû Muhammed Abdü’l-Vehhâb (v.782/1381). Üınm’s-Sâlİh Türbesi Şeyhü’l-Kurrâsı olan bu üstazından in- firâd tarîkıyla kırâat okumuştur.

— İbrahim El-Hamevî (v’,771/ 1369), Bu üstazından Ebû Amr Ed Dânî’nin, "Teysîr" isimli kitabı ile imam Şâtıbî’nin, "Hırzü’i-Emânî" İsimli kitabını okumuştur,

* Her kıraat imammın okuyuşuyla ilgili müstakil halım yazma usulüdür.

— "İbn Tahhân" diye şöhret bu­lan Şihabüddîn Ahmed b. İbrahim (v.782/1380). Bu zâttan; Ahvezt’nin "El-Vecîz" isimli eserine dayalı ola­rak; tbn Âmir (v, 118/736) ve Âsim (v. 127/744) kırâatlarmı indiraâc meto­du ile okumuştur.

— Ebu’l-Meâlî Muhammed b. Lebân (v.776/1376). Bu zâttan; Kalânisî’nin “Irşâd" isimli eserine dayalı olarak; "KIRÂAT-I SEB’A" yı, bütün rivayet ve tarîklan ile birlikte okumuş­tur,

Şam’da otorite kabili edilen ve isimleri yukarıya çıkarılan üstazlardan; imam Cezerî, usûlüne uygun bir tarzda ilmi kıraat okumuş ve icazet almıştır. Görüldüğü üzere; 765/1363 yılında başladığı ilm-i kıraat çalışma­larını, 768/1366 yılı sonuna kadar sür dürmüştür(7).

İMAM CEZERÎ YE DIŞ SE­YAHATLERİ

İmam Cezerî, Şam kültür çevre­sinde ilm-i kırâat çalışmalarını tamam­ladıktan sonra; "ÂB Isnâd”(*) elde et­mek için dış ülkelere gitme ihtiyacını duymuştur. Bu konuda pederinin rıza­sını almak için uzun süre beklemiştir. Sonunda; pederi, ancak kendisiyle bir­likte hac yapmasına ve Hicaz Coğraf­yasına gitmesine müsâade etmiştir. Bundan dolayı; İmam Cezerî, 768/ 1366 yılında ilk defa Şam dışına çık­mış ve pederiyle birlikte Mekke’ye git­miştir. Hac farizasını İfâ ettikten son­ra; Medine’ye geçmişler ve burada Ha­rem şeyhi olan Ebu Abdillah Muham­med b. Salih El-Medenî (v.785/1383), den "Et-Teysîr" ile "El-Kâfî" adlı kıra­at kitaplarını okuyarak icazet almıştır.

İmam Cezerî’riin, ilk defa gerçek­leştirdiği, bu yurtdışı seyehatı O’na Mısır yolunu açmış ve ertesi yıl yani: 769/1367 yılında ihtisas yapmak ve "Âlî tsnâd" elde etmek üzere Mısır’a gitmiştir. Mısır’a vardığında; Herat’lıların kaldığı "El-Bilâd" diye anı­lan hana yerleşmiş ve kısa zaman için­de Mısır’daki İlm-i kırâat otoriteleri ile tanışmıştır. Bunların başında:

Ezher Şeyhi ve reisü’l-kurrâ Fah- rüddîn Osman b. Abdirrahman El-Bulbeysî (v.804/1401) ile "İbnü’l- Cündî’’ diye tanınan Seyfüddîn Ebu Bekr b. Aydoğdu (v.769/1367) ve "Îbnü’s-Sâiğ" diye şöhret, bulan Şemsüddîn Muhammed b, Abdirrahman El- Hanefî (v.776/1374) gelmektedir.

İmam Cezerî, Mısır’a yaptığı bu ilk seyahatında isimleri kaydedilen bu üç üstâzdan ilm-i kırâat okumuş ve aradığı "Âlî Isnâdı" elde etmiştir.

770/1368 yılı sonlarında Şam’a dönen İmam Cezerî, Şam’da Ümeyye Camiinde “KUBBETÜ’N-NEŞR" adı verilen mahalde ilm-i kıraat Öğretimi­ne başlamıştır. Bir yıl kadar buradaki öğretimi sürdüren İmam Cezerî, 771/ 1369 yılı sonlarında tekrar Mısır’a git­miş ve ailesinin bir bölümünü de Mı­sır’a götürmüştür. Bu dönemde; İmam Cezerî, kırâat ile ilgili yapağı ihtisasın yanısıra; hadis sahasına da ağırlık ver­miştir. İkinci Mısır seyahatinde temas kurup kendilerinden feyz aldığı üstâzlar, şunlardır:

* "Âli isnâd": Hadisin sened zincirinde yer alan ravî sayılarının lam, fakat sayıca az olmasıdır.

— Abddurrahman b.El-Bağdâdî (v.781/1379). İmam Cezerî, bu zâttan Ahmet b. Ali El-Bağdâdî (v.496/ 1109), nin,; "El - MÜSTENÎR" isimli kitabı ile İbn Gaİbûn (v.377/987)’nun, "ET-TEZKÎRA" isimli kitabını ve Ebü’l-Kasım Abdurrahman b. Ebî Bekr.(v.516/1122) in; "ET-TECRÎD" İsimli eserini okumuştur. Bu kitapların muhtevasına göre "Kırâat-ı Aşere"ye İlâveten şâz kırâatlardan da üç kırâatı ahzeylemiştir.

Bilindiği üzere Kırâat-ı Aşere imamları şunlardır:

Nâfi (v. 169/785) - İbn Kesîr (v. 120/737) - Ebû Amr (v. 154/770) - İbn Âmir (v.118/736).- Âsim (v,128/ 745) - Hamza (v. 189/804) - Ebû Cafer (v.130/747) - Yakûb El-Hadramî (v.205/820) - Halefü’l-Âşir (v.292/ 904)... Şâz kırâatların üç tanesi ise:

EI-Âmeş (v. 148/765) - îbn Mu- haysın (v, 123/740) - Hasenü’l-Basrî (v. 110/728)’dir.

İmam Cezerînin hadis okudu­ğu üstazları ise şunlardır:

— Cemalüddîn Ebû Muhammed Abdurrahman b. Hasan El-İsnevî (v .772/1370).

— Bahaüddîn Ebû Muhammed El-Mekkî (v .777/1375).

— Ebrukûhi (v.875/1466) ve Ed- Dimyâtî (v.705/1306)’nin eshabı...

Bu zevattan hadîs okuyan İmam Cezerî, Zeynüddîn Irakî’nin ve Nureddîn Ali b. El-Heysemî’nin hadis metedolojisini takip etmiştir. Aynca; ha­diste ünlü bir otorite olan Ebü’l-Hasan Ali b. Şeddâd EI-Bürâî Ez-Zebîdî (v,771/1369)’den de hadis okumak İçin bir Yemen seyehatı planlamıştır. Ancak; adı geçen üstazın öldüğü habe­rini alınca İmam Cezerî, bu seyahattan vazgeçerek Şam’a dönmüştür.

Geçici olarak Mısır’a yerleşmiş olan îmam Cezerî, Şam’a döner dön­mez, Ümeyye Camii’ndeki ders halka­sını yeniden kurmuş ve kendisini telif ve tedrîse vermiştir. Bir taraftan da Şam’ın ünlü bilginlerinden ders alma­yı ihmal etmemiştir. Bu dönemde; kendilerinden feyz aldığı Şamlı üstâzlar, şunlardır:

— Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed El-Ahvazî El-Mîzî (v .780/1378). ’

— Ahmet b. Yusuf b. Malik Er- Ruaynî el-Gımâtî (v .780/1378). ’

— Kâdî Ebû Yusuf Ahmed b. Hüseyn El-Kefrî El-Hanefî (v.776/ 1374).

Bu zevattan, usulüne uygun ola­rak, "TEYSÎR" ve "HIRZÜ’L- EMÂNÎ" adlı kitapları okumuş ve ica­zet almıştır. Ayrıca; Er-Rüaynîderi; El-Kaycâtî (v.730/1329)’nın telif ettiği "Kitabü’l-müfîd" isimli eseri de oku­muş ve icazet almıştır.

Yine bu devrede; İmam Cezerî, Ba’lbek şehrine gitmiş ve buradaki ün­lü Hanbelî bilgini Ebül-Abbâs Ahmed b. Abdi’l-Kerîm Es-Sûfi’dende icazet almıştır. Şam’ın ünlü bilginlerinden Ebü 1-Fidâ İsmail b. Kesîr (v.774/ 1372) de kendisine fetva ile ilgili ola­rak icazet vermiştir.

İmam Çezerî, kesintisiz yedi yıl kadar Şam-Ümeyye Camii’ndeki öğre­tim faâliyetini sürdürdükten sonra; tekrar Mısır seyahatına çıkmıştır. Mı­sır’a yaptığı bu üçüncü seyahatinde; kıraat, hadis konularına ilaveten fıkıh ve Arap Edebiyatı konularına da ağır­lık vermiştir.

Bu devrede; İmam Cezerî, özel­likle, telife yönelmiş, başta; "Eri- Nihaye" olmak üzere bazı kıraat kitap­larım yazmaya başlamıştır(8). Üçüncü Mısır seyahatında feyz aldığı üstadlar şunlardır:

—Şeyh Ziyaüddîn Sa’düllah E1 Kazvînî (v.778/1376).

—Şeyhu’l-İslam El-Bülkûnî (v.805/1403).

— Muhyiddîn Abdü’l-Vehhâb Elr Karavi (v.788/1386).

İmam Cezeri, El-Karavî (v.788/1386)’den okumak üzere; bu dönemde Kahire’den İskenderiye’ye geçmiş ve bu zâttan; İmam Malik’in (v. 179/795) "El-Muvattâ" adlı eseri ile Es-Sayrafi (v.748/1347)’nin, "Kitabü 1-ilân’’ isim­li eserini okumuştur. Ayrıca; bedî, be­yân ve maânî gibi Arap Edebiyatı ile ilgili dersler de almıştır(8).

İMAM CEZERÎ VE RESMÎ GÖREVLERİ

Giriş bölümünde kısaca temas edildiği üzere; İmam Cezerî, Memlukîler’in Mısır’a hâkim olduğu bir dev­rede yetişmiştir. Memlûk Sultanı Berkûk (v.802/1399)’un nezdinde bü­yük bir itibar kazanmış ve üst yöne­timle ilgili önemli mevkilere gelmiş­tir, Ayrıca; Şam ve Kudüs’te öğretim kurumlannda kendisine tedris görevi verilmiştir.

Hicrî 780 - 795 yıllan arasında İmam Cezerî, maddede ve manada ol­gun bir âlim olarak şöhretin zirvesine çıkmıştır. Denebilir ki Memlûk ülke­sinde taçsız bir hükümdar durumuna yükselmiştir. Bu sebepten; İleriki ba­hislerde görüleceği üzere; sahip oldu­ğu bu üstün şöhret, Sultan Berkûk ile arasını açmış ve başına dert olmuştur.

İmam Cezerî’nin öğretimle ilgili görevleri şöyle sıralanabilir:

— Şam Ümeyye Camii’ndeki "Kubbetun-Neşr" de yaptığı İlm-i kıraâat çalışmaları

— Şam Ümm’ü Sâlih Türbesi’nde Kurrâ şeyhliği. İmam Cezerî, bu göre­ve üstazı "İbnü’s-Sellâr" vefat eyledik­ten sonra getirilmiştir.

— Şam Âdiliyye Medresesi mü­derrisliği.

— Şam Eşrefıyye Medresesi mü­derrisliği.

— Şam Camiü’t-Tevbe hatipliği.

— Kudüs Salârhiye Medresesi müderrisliği.

Yönelimle ilgili görevlerine ge­lince:

İmam Cezerî, "Melik Zahir Baybars” diye de anılan Sultan Berkûk’un yakın itimadını kazanmış ve "TEVKÎ’UD-DEST" diye ifade edilen nişan­cılık ve tuğrakeşlik makamına kadar yükseltilmiştir. Bir ara; Şam valiliğine de getirilen İmam Cezerî, Hicrî 793 Milâdî 1390 yılında Şam-Şafiî kadılı­ğına atanmıştır.

Yaklaşık 15 yıl kadar süren bu parlak dönem, Şam valisi Aytemis ta­rafından ortaya çıkarılan fitne sebebiy­le gölgelenecek ve ileriki bahislerde görüleceği üzere; İmam Cezerî’nin, Memlûk ülkesini terketmesine vesile olacaktır(9).

İMAM CEZERÎ VE YETİŞ­TİRDİĞİ TALEBELER

İmam Cezerî, yüzlerce talebe ye­tiştirmiştir. Bunlar arasında; Hint’ten, Çin’den, İran’dan, Endülüs’ten, Irak’dan ve Anadolu’dan gelen Öğren­ciler vardır. Şam’da ve Ümeyye Cami- i’ndekİ "Kubbetü’n-Neşr" altında feyz verdiği öğrenciler arasında önde ge­lenler şunlardır:

Büyük oğlu Ebü’l-Feth Muhammed El-Cezerî - İkinci oğlu Ebû Bekiir Ahmet El-Cezerî - Mahmud b. Hüse­yin Eş-Şîrâzî - "Hatibur-Rûm" diye şöhret bulan Mümin b. Ali b. Muham- med Er-Rumî - Ebû Bekr b. Misbâh El-Hamevî - Necibüddîn Abdullah b. Kutup El-Beyhaki - Ahmed b. Mah­mud b. Ahmed El -Hicâzî -Yusuf b. Ahmed b. Yusuf El-Habeşî -Mûse’l- Kürdi- Ahmed b. İbrahim Er- Rûmânt... (10)

Yetiştirdiği bu öğrencilerden "Hatibur-Rûm" diye şöhret bulan Mü’min b. Ali b. Muhammed Er- Rûmî, İmam Cezerî’nin Osmanlı ülke­sine göç etmesini sağlayacaktır.

İMAM CEZERÎ VE KIRÂAT LA İLGİLİ ÖNEMLİ ESERLERİ

İmam Cezerî, kendinden önceki asırlarda meydana gelen kırâat kültü­rünü bütün detayları ile öğrenmiştir. Ayrıca; kırâata ilgili bu kültürü, usûlüne göre incelemiş, değerlendir­miş ve tenkîdî bir süzgeçten geçirerek telif ettiği eserlerine aktarmıştır.

Esas İtibariyle; İmâm Cezerî, ilm-i kırâat konusunda Endülüslü Ebû Amr (v.444/1058)’ı ve aslen Endülüs­lü olduğu halde Mısır’a yerleşmiş olan İmam Şatibî (v.590/1193)’yi izlemiş­tir. Sehâvi (v.643/1245), Ebûsâme (v.665/1266) ve Câberî (v.732/1331) vasıtasıyla kendisine intikal eden bu metodu geliştirmiş ve "Kırâat-ı Sebâ’yı, "Kırâat-ı Aşere"ye yükseltmiştir.

Hatırlanacağı üzere; Hicrî beşinci asır başlarına kadar kıraat ilmi "İnfirâd Tarîki" ile yani: her imamın kıraati, ayrı bir hatim indirilerek tedris edilir­di. Ebû Amr ed-Dânî ise İlm-i kırâatın tedrisinde "İndirâc Metodu” kullandı. Böylece; "Kırâat-ı Seb’a’nın, tek ha­tim yapılarak tedris edilme yolu, açıl­mış oldu. Ebû Amr’ın yapmış olduğu bu iş, çağına göre, bir inkılâb idi. O’nun koyduğu sisteme göre; herbir mütevatir kıraat, bir imam ve bu ima­mı temsil eden iki ravî tarafından tilâ­vet ediliyordu. Bundan dolayı; "Kırâ- at-ı Seb’a" deyince yedi kıraat imamı İle onları temsil eden ondört ravînin ti­lâvetleri kast ediliyordu. İmam-ı Cezerî, işte bu metod üzere; "Kırâat-ı Selâse’yi "Kırâat-ı Seb’a”ya ilâve ederek ve bu üç kıraatin, tevâtür derecesine ulaşmış kırâatlar olduğunu ispat etmek suretiyle; ilm-i kırâatda Ebû Amr Ed- Dânî’den sonra ikinci bir inkılab daha yapmıştır.

İmam Cezerî, hem başanlı bir öğ­retim hayatı sergilemiş hem de verimli bir telif hayatı yaşamıştır. Yetmişi aş­kın değerli eseri vardır. Bunlardan ilm-i kırâatla ilgili olanların başlıcalan şunlardır;

I— "MUKADDİME"

Tevcid ka­idelerini ihtiva eden İmam Cezerî’nin bu eseri, ençok okunan kitabıdır. 1310/1892 yılında İstanbul’da tab edil­miştir. Kütüphanelerde yüzlerce yaz­ma nüshası bulunmaktadır. Bu kitabın asıl adt; "EI-Mukaddime Fîmâ Yecibü Ale’l-Kârii En-Ya’leme,’dir. Tecvid-i Cezerî diye de meşhurdur. Manzum olarak telif edilmiştir.

II— “MÜNCÎDÜL-MUKRIİN"

Kırâat konularını genel hatlar içinde ele alan ve kırâatlar hakkında özet bil­gi veren İmam Cezerî’nin bu eseri, 1980 yılında Beyrut’da basılmıştır. Kütüphanelerde birçok yazma nüsha­sına rastlanmaktadır. Asıl adı: "Müncidü’l-Mukrıîn ve Mürşidü’t-Tâli- bîn’dir.

III— “TEMHÎD”

Tecvid konula­rını İhtiva eden bu kitabın, kütüphane­lerde yazma nüshaları bulunmaktadır. 1950 yılında da Kahire’de basımı ya­pılmıştır. Asıl adı: "Et-Temhîd Fî İlm’ı-Tecvîd”dir.

IV—"TUHFETÜ’L-İHVÂN"

İmam Şaubî’nin, "Hırzü’l-Emâni" isimli eseri ile Ahmed b. Muhammed El-Merâkeşî (v.721/132 l)’nin, "Unvâ- nü’d-Delıl Mersûmi Hattı’ı-Tenzıl" İsimli eserlerini hedef alan ve bir yö­nüyle onları tamamlayan bir eserdir. Bir yazma nüshası, Istanbul-Nuru Os­maniye Kütüphanesi, 53 numarada ka­yıtlıdır. Sözkonusu eserin asıl adı: "Tuhfetü’l-İhvân Ei’l-Hulfi Beyn’ş- Şaubiyyeti ve’l-Ünvân"dır.

V— "USÛLÜ’L-KIRÂA’’

Hadis metodolojisine göre (kırâatlann değer­lendirmesini yapan iş) bu eserin asıl adı; ’’Usûİü’l-Kırâati’d-Dâira Alâ İhti- lâffl-Kırâa"dır. Yazma bir nüshası, İstanbuI-Süleymaniye Kiıaplığı, Kılıçâlİ Kısmı, No: 1029/16’da görülmektedir.

VI—"HİDÂYETÜL-MEHERA”

Kırâat-ı Seb’ayı, Kırâat-ı Aşere’ye tamamlayan meşhur üç kırâatı konu alıp değerlendiren işbu eserin, yazma nüshalarından biri, Süleymaniye Kitaplığı Ayasofya Kısmı No:39/ l’de diğeri ise aynı kitaplığın Laleli Kısmı No:70’te bulunmaktadır.

VII— "GÂYETÜ’N-NÎHÂYE"

Zehebi’nin ve Ebû Amr Ed-Dâni’nîn, ,TABAKÂTÜ’L-KURRÂ"lanni esas alarak yazdığı bu eser, İmam Cezerî’nîn en hacimli eserlerinden biridir. Cezerî, bu eseri, "EN-NÎHÂYE" adıy­la; önce mufassal bir surette kaleme almış, sonra da "GÂYETÜ’N - NİHAYE" adıyla muhtasar hale getirmiştir. Kütüphanelerde birçok yazma nüshası­na rastlanan bu kıymetli eseri, Alman müsteşriklerinden G.Bergs Traesser, 1932 yılında Mısır’da neşretmiştir, İki cild halinde neşredilen bu kitabın asıl adı: "Gâyetü’n-Nihaye Fi Esmâi Ricâli’l-Kırâat Evle’l-Rivâye ve’d-Dirâ- ye"dir.

VIII—“TAHBİR”

İmam Cezerî, bu eserini Ebû Amr ed-Dânî (V.444/ 1058)’nin, ’TEYSÎR" isimli eserini bir yönü ile şerhetmek diğer yönü ile de tamamlamak amacı ile kaleme almışıır. Hatırlanacağı üzere; Ebû Amr, ’’Teysîr" adlı eserini "Kırâat-ı Seb’a"yı açıklamak ve bu kırâatlarm, "TED­RİÇ" metoduna göre nasıl tedris edile­ceğini göstermek için yazmıştır,

Cezerî de tevatür derecesine ulaş­tığını isbat euiği "Kırâat-ı Selâse"nin,

"Tedriç" metoduyla nasıl tedris edile­ceğini bu eserinde ortaya koymuş ve bu yönden; Ebû Amr’ın eserini ta­mamlamıştır.

Konunun daha iyi anlaşılması için şu noktaların hatırlanmasında ya­rar vardır.

Hicrî beşinci asır ortalarına kadar kıraat bilginleri, geleneğe uyarak, her kıraat imamının kıraatini müstakil bir hatim yaparak öğrenirdi. Bu sebepten; yedi kıraat imamının kırâatını öğren­mek ve icazet almak İçin yedi ayrı ha­li yapması gerekirdi.

Ebu Amr ed-Dânî, "Kırâat-ı Seb’a" imamlarından herbirini ikişer ravî tarafından temsil ettirmek ve ara­larındaki ortak noktaları belirlemek suretiyle; İndirac metodunu ortaya koymuş ve tek hatim de "Kırâat-ı Seb’a"yı tedris eyleme usûlünü ortaya koymuştur. Bir diğer ifade ile 7 Arap Lehçesi ile bu lehçelere bağlı 14 Arap Şivesi, Kur’an-ı Kerîm tilâvetinde dik­kate alınmış ve ortak noktalan, göz önünde bulundurularak tedrisi yapıl­mıştır.

İmam Cezerî de aynı usûlü, "Kırâat-ı Selâse" adı verilen üç kıraatin tedrisine uygulamak amacı ile işbu eserini kaleme almıştır. Hadis metodo­lojisine göre; şöhret derecesine ulaştı­ğı bilinen Ebû Cafer (V.130/747)’in kıraati ile Yakûb El-Hadramî (Y.205/ 820)’nin ve Halefü’l-Âşir (V.229/843)’ in kırâatlarının tamamını Cezerî, tahkik ey­lemiş, ve bu üç kıraatin da, diğer mütevatir yedi kırâat gibi, levâlür dcrecesine ulaştığını ispat eylemiştir.

Diğer yandan; İmam Cezerî Ebû Amr Ed-Dânî’nin izlediği yolu takîb ederek her üç imamı, ikişer ravi ile temsil ettirmiş ve aralarındaki ortak noktaları dikkate alarak bunların da tekhatim halinde tedris yolunu göster­miştir.

Görüldüğü üzere; İmam Cezerî, "TAHBÎR" isimli eseri ile şu iki ilmi gerçeği onaya koymuştur: Bunlardan birincisi, mütevâtir kırâatlann yedi ol­mayıp on adet olduğudur. Diğeri de bu üç kırâatın, Ebû Amr’ın ortaya koydu­ğu indirac metoduna göre tedris edile­bileceği gerçeğidir.

İmam Cezerî’nin telif ettiği "Tahbîr" isimli eserde; Ebû Amr’ın telif ey­lediği ’’Teysîr" isimli eserde olduğu gi­bi; her İmam ve bu imamlara bağlı iki­şer ravî, birer rumûz "HARF" ile anıl­mıştır. Okuyuştaki ortak noktalar, bir defa tilâvet olunmuş, farklı lehçe ve şi­veler ise ayrı ayrı tekrar edilmek sure­tiyle bir hatim indirilmiştir.

Bundan dolayı; İmam Cezerî’nin telif eylediği bu kitaba hem "Teysîr"in şerhi hem de onu, muhteva ve konu İtibariyle tamamlayan bir eser gözüyle bakılır. Kütüphanelerde birçok yazma nüshası görülen "TAHBÎR", 1972 yı­lında Kumhavi Muhammed Es-Sıddîk tarafından tahkik edilerek Halep’de neşredilmiştir.

IX— "DÜRRE"

İmam Ceze­rî’nin bu eseri, bir evvelki kitabının ya­ni: "TAHBlR"in, yazma çekilmiş hali­dir. Zirâ; Ebû Amr’ın eseri olan "Et- Teysvi, İmam Şâtıbî diye şöhret bu­lan Kasım b.Füyyirah (V590/1193), "Hurzü’l-Emânî ve Vechü’t-Tehânı" adıyla, nazma çekmiş ve bu kitabın tedrisini kolaylaştırmıştır.

İmam Cezerî de aynı yolu izleye­rek kendi eseri olan “TAHBÎR"i yaz­ma çekmiş ve adına da: "ED- DÜRRETÜL-MÜDÎE ALÂ KIRÂ ÂTİ’S-SELÂSETİ’L-MERDIYYE" demiştir.

X—"EN-NEŞR"

İmam Ceze­rî’nin kaleme aldığı en hacimli kırâat kitabı, bu eseridir. Tevâtür derecesine ulaşsın, ulaşmasın bütün kıtaatlar, bu kitapta incelenmiştir. "KIRÂAT-I AŞERE” esas alınarak bunlara bağlı rivayet ve tanklar değerlendirilmiştir. Cezerî, bu eserine 900 civarında tarik almıştır.

Cezerî, Ebû Amr ed-Dânî’nin or­taya koyduğu "İNDİRÂC METODU"nu, geliştirmiş ve genişletmiştir. "İNDİRÂC METODU"nun, geliştiril­miş ve genişletilmiş şekline "TAKRIB METODU" denir. Şöyleki: İmam Ce­zerî, Ebu Amr’ın ortaya koyduğu her kırâat imamının, iki râvî tarafından temsil edilmesi prensibini genişletmiş ve her ravînin de dörder veya aşamalı olarak ikişer ravî tarafından temsil edilebileceği usûlünü ortaya koymuş­tur.

İmam Cezerî’nin ortaya koyduğu bu sisteme göre;

- On kırâat imamından her biri, ikişer ravî tarafından, bir diğer ifadey­le; yirmi ravî tarafından, temsil edile­cektir.

- Yirmi ravîden her biri de dörder tarîk sahibi tarafından, bir diğer ifade ile seksen tarik sahibi tarafından, tem­sil olunacaktır.

- Yahut da birinci derecede kırk tarîk sahibi, yirmi raviyi temsil edecek ikinci kademede de kırk tarîk sahibi ikişer tarîk sahibi tarafından temsil olunacaktır(ll). İşte Cezerî tarafından geliştirilerek kırâat ilminin tedrisinde uygulamaya konan bu yeni metoda, "TAKRÎB METODU" ismi verilir. Bir parantez açarak şu hususu teyiden ha­tırlatalım ki; indirac metoduyla kırâat ilmi tedrîs edilirken bu iş, üç aşamada yapılır;

a- Kırâat-ı Seb’a... Bu seviyede öğretim yapılırken sadece 7 kırâat imamı ve bu 7 imamı temsil eden 14 râvî dikkate alınır.

b- Kırâat-ı Aşere... Bu seviyede öğretim yapılırken 10 kırâat imamı ile bunlan temsil eden 20 râvî dikkate alı­nır.

c- Takrîb.- Bu seviyede öğretim yapılırken; 10 kıraat imamı, 20 râvî ve bu râvîlere bağlı 80 tarîk sahibi alınır.

İmam Cezertnin, ortaya koyduğu bu ölümsüz eserini isimlendirirken; 20 yaşlarında tedrisata başladığı Şam-Ümeyye Camii’ndeki "Kubbetü’n- Neşr"den esinlendiği düşünülmektedir. Zira O, Hİcrî 770 yıllarında ve 20 yaş­larında iken Şam-Ümeyye Camii’nde

"Kubbetü’n-Neşr" denen mahalde öğ­retime başlamıştır. Telifle ilgili en ha­cimli ve muhtevalı eserini de "KİTA- BÜ’N-NEŞR Fİ’L-KIRÂATİ’L-AŞR" adıyla ortaya koymuştur.

İmam Cezerî, oıtaya koyduğu bu hacimli eseri ile kıraat sahasında ken­dinden önce gelen müellifleri aşmış ve kendinden sonra gelen müelliflere ise tükenmeyen bir hazîne bırakmıştır. Kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan "Kitabü’n-Neşr", Ed~Debbâ Ali b. Muhammed tarafından tahkik edilerek Mısır’da bastırılmıştır.

XI— "TAKRÎB"

İmam Cezerî, "Kitabü’n-Neşr" isimli hacimli eserini "Takrîbü’n-Neşr" adıyla; hulasa eyle­miştir. "Kİtabü’n-Neşr’în, muhtasarı olan "Takrîbü’n-Neşr, tedrisatta daha fazla rağbet görmüş ve kitabın adı, ilm-i kırâat tedrisinde uygulanan bir metoda, işim olmuştur. İndirac meto­du ile ilgili açıklama yapılırken veri­len bilgiler değerlendirildiğinde görül­düğü üzere; "TAKRÎB METODU" în- diıâc Metodu’nun, en geniş biçimde ilm-i kırâata uygulanışıdır.

Takrîb adlı eserin, birçok yazma nüshaları kütüphanelerimizi süslemek­tedir. İbrahim b.Utve b.İvaz tarafından tahkîk edilen bu kıymetli eser, 1961 yılında Mısır’da tabedilmiştir. Bazı yazma nüshalarda tmam Cezerî’nin, bu eserini Bursa’da iken telif ettiği kaydedilmektedir (12).

XII-"TAYYİB£TÜ’N NESR"

İmam Cezerî’nin bu eseri, bir evvelki eserinin nazma çekilmiş şeklidir. Bir diğer ifade ile İmam Cezerî, önce "Ki-tabü’n-Neşr"i kaleme almıştır. Sonra muhtemelen Bursa’da İken- "Takrı- bü’n-Neşr"i yazmıştır. Hayatının sön devrelerinde İken de -muhtemelen Mekke’de mücavir bulunurken "Tay- yİbetü’n-Neşr"i, telif eylemiştir. Kü­tüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan bu eserin, Ali b. Muhammed Ed-Debbâ ’tarafından tahkîkî yapılarak 1950 yılında Mısır’da bastırılmıştır,

İMAM CEZERÎ VE KIRÂATLA İLGİLİ ESERLERİNİN BAŞLI­CA ÖZELLİKLERİ:

İmam Cezerî 80 yıllık hayâtının -İlk yirmi yılı hariç- 60 yılını telif ve tedris ile geçirmiştir. "Gayetü’n- Nihaye” İsimli tabakâtü’l-kurrâ konu­suyla alakalı kitabının son bölümünde şöyle demektedir

"Bu satırlar, "Gayetü’n-Nihaye" adlı eserimin son satırlarıdır. Allah, onu bana derlemeyi kolaylaştırmıştır. Esasen bu kitabımın aslı olan "En- Nihaye" İsimli eserimi Hicrî 772 yılın­da Şam’da yazmaya başlamış ve 16 Cemaziyel-Âhir 774 Pazar günü yine Şam’da tamamlamıştım. Aynı eserimi, Hicrî 782 yılında Mısır’da kısaltmaya ve hulasa etmeye başladım. 16 Rama­zan 795 Pazar günü Kahİre’deki evim­de tamamladım. Elinizdeki nüsha ise Hicri 805 yılında ana nüshadakilerle mukabele yapılarak istinsah edilmiş ve karşılaştırma, 14 Zilhicce 804 Salı gü­nü sona ermiştir. Başta büyük oğlum Ebü’l-Feth Muhammed Cezerî olmak üzere diğer oğluni Ebû Bekr Ahmed Cezerî, bu eserimin büyük bir bölü­münü benden ahzetmiş ve icazet al­mıştır.

Bundan dolayı; büyük oğlum Ebü’l-Feth Muhammed Cezerî başta olmak üzere; Ebû Bekr Ahmed El- Cezerî’ye, Ebü’l-Hayr Muhammed El- Cezerî’ye, Ebü’l-Bakâ İsmail’e, Ebü’l- Fadl ishak’a okutma konusunda icazet verdim. Aynca; kızlarımdan Fatıma’ya, Âişe’ye, büyük ve İkinci oğlu­mun kızları olan torunum iki Fatıma’ya da yine kitaplarımı okutma hu­susunda İcazet verdim. Aynı tarzda içinde yaşadığım işbu asır bilginleri de bu kitabımı okutmaya yetkilidirler."(13).

Görülüyor kİ İmam Cezerî, telif eylediği eserler üzerinde uzun yıllar çalışmıştır. Bu da onun, dinamik ve enerjik bir yapıya sahip olduğunu ve kendini daima yenilediğini göstermek­tedir. Tarihî seyri içinde ilm-i kıraat konularını değerlendiren İmam Ceze­rî, bunları inceleyip tetkik ederken de aynı perspektifi muhafaza etmiştir. Çünkü "En-Neşr" adlı eserini telif ederken de aynı perspektifi kullanmış­tır. Önce: "EN-NEŞR", sonra "TAKRÎB", daha sonra da "TAYYİBE" şek­linde kaleme alınan Ölümsüz muhte­şem eseri, bunu göstermektedir.

İşte bu eserin ışığı altında Os­manlı Coğrafyasında İlm-i kıraat tedrîsi yapılırken; SEB’A-AŞERE- TAKRÎB Tankları tarzında üç aşamalı olarak öğretim yapılmıştır. Okunan ki­taplar dikkate alınarak; birinciye "Tey-sîr" veya "Şâtıbiyye" tarîki dendiği gibi İkinciye de "Tahbîr" tarîki denmiş­tir. İndirac Metodu’na dayalı olarak yapılan en üst seviyedeki ilm-i kıraat tedrisinde ise okutulan kitaplar dikkate alınarak bu tarik, "TAKRÎB" veya ’TAYYİBE" tarîkıdiye adlandırılmış­tır.

İmam Cezerî’nin tesis eylediği bu usuller, günümüzde de halen geçerlili­ğini muhafaza etmektedir.

İMAM CEZERÎ, ÇOCUKLA­RI VE KENDİSİNİ ETKİLEYEN TALEBELERİ:

İmam Cezerî’nin 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere; 8 çocuğu olmuştur. Bun­ların sırasıyla isimleri şunlardır;

- Ebü’l-Feth Muhammed b.Mu- hammed El-Cezerî (777/1374-807/ 1404).

- Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El-Cezerî (D.780/1378-859/1454)

’ - Ebü’l-Hayr Muhammed b.Muhammed El-Cezerî (V .867/1662)

- Ebü’l-Bakâ İsmail El-Cezerî

- Ebü’l-Fadl İshak El-Cezerî

- Kızlan: Fâtıma, Âişe ve Selmâ’dır.

İlk üç çocuğu dışında kalanlar hakkında; kaynakhara fazla bir bilgi aksetmem iştir. Ancak hepsinin bilgili ve kültürlü kişiler oldukları anlaşıl­maktadır. Zira; İmam Cezerî, yukarıda

İktibas edilen kaynakla görüldüğü üzere hepsine eserlerini tedris eyleme hususunda icazet vermiştir. Torunlan iki Fauma’nın bile icazet aldıkları aynı kaynakta görülmektedir. Kurrâlık, muhaddislik ve edîplık, İmam Cezerî’nin çocuklarına ve torunlarına bir ata yâdigân olarak intikal eylemiştir.

Üç oğlu ile alâkalı bilgileri şöylece Özetlemek mümkündür:

- Ebü’l-Feth Muhammed El- Cezerî: İmam Cezerî’nin büyük oğlu­dur. Hicrî 777 yılında Şam’da dünyaya gelmiştir. Babasından ve Şam’daki bü­yük bilginlerden ders okumuştur. Pe­deri ile Mısır’a gitmiş bir müddet ora­da yaşamıştır. Pederi İmam Cezerî, Bursa’ya göç ettikten sonra O’nun Şam’daki görevlerini üstlenmiştir. Hicrî 807 yılında Şam’da vefat etmiş­tir. Vefat edinceye dek tedris faaliyeti­ni Şam’da sürdiirmüştür(14). İmam Cezerî, büyük oğlu Ebü’l-Feth Mu- hammed’in ölüm haberini Şırâz’da iken öğrenmiştir.

- Ebû Bekr Ahmed El-Cezerî: İmam Cezerî’nin ikinci oğludur. Hicrî 780 yılında Şam’da dünyaya gelmiştir, ilk dini bilgilerini pederinden ve ağabeysi Ebü’l-Feth Muhammed El- Cezerî’den almıştır. O da aileyle bir­likte Mısır’a göçetmiş ve hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir.

Pederi İmam Cezerî, Diyar-ı Rûm’a yani Anadolu’ya (Bursa) göçedince küçük kardeşleriyle birlikte Ebu Bekr Ahmed de Bursa’ya göçetm iştir. Yıldırım Beyazıt’ın çocuklan ile bir­likte ders gören Ebû Bekr Ahmed, ağabeysi gibi O da pederinin kırâaüa ilgili eserlerini okumuş ve usûlüne gö­re okutmuştur. Sesi çok güzel olan Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El- Cezerî, Bursa-Ulu Camii Külliyesi ya­pıldıktan sonra; Yıldırım Beyazıt tara­fından tesis edilen ve vakfiyye metni İmam Cezerî tarafından kaleme alına­rak ilk Osmanlı Şeyhu’l-lslamı Molla Fenârî tarafından da tescil ve tasdik edilen Yıldırım Vakıflarının mütevelli­si olmuştur. Ulu Cami de Yıldırım Va­kıflarına bağlı olduğu için Bursa-Ulu Camii’nin İlk mütevellisi, bu zât ol­muştur.

Bursa-Ulu Camii bittiğinde külliyeyi tamamlayan bir unsur olarak in­şâ edilen "HUNDÎ HÂTÛN MEKTEBî”nde pederi İmam Cezeri ile birlikte kırâat tedrisinde bulunmuştur.

Yıldırım Beyazıt’ın, Ankara- Çubuk Meydan Muharebesi’nde yenil­mesi ve Timur’un oğlu tarafından Bursa’nın yağmalanması üzerine pederiyle birlikte o da Ankara’ya götürülmüş, Timur’un huzuruna çıkarılmış ve pede­ri İmam Cezerrnin bilgisi tahtında Ti­mur tarafından Mısır-Memlûk Sultanı Nasırüddîn Ferecb Berkûk’a elçi ola­rak gönderilmiştir.

Babası İmam Cezeri, Orta Asya Coğrafyasına, bir diğer ifade ile Semerkant’a Timur tarafından gönderil­dikten sonra; Ebu Bekr Ahmed b.Muhammed el-Cezerî tekrar diyar-ı rûm’a dönmüş ve uzun yıllar Bursa’da yaşamıştır.

Ancak; ağabeysi Ebü’1-Feıh Muhammed El-Cezeri’nin, Hicri 807/1404 yılında vefat etmesi üzerine Mı­sır Coğrafyasında yaşayan Cezerî aile­si, etkili ve de yetkili bir aile reisinden mahrum kalmıştır. Bundan dolayı Şîrâz’a yerleşmiş bulunan İmam Cezerî, oğlu Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El-Cezeri’nin Osmanlı coğrafyasından ayrılarak Mısır’a göç etmesini öner­miştir. Hatta bu amaçla; 826/1422 yı­lında İmam Cezerî, Şam üzerinden Mısır’a bir seyehat yapmış ve oğlu Ebû Bekr Ahmed de Bursa’dan kalka­rak Kahİre’ye gitmiştir. Baba-oğul, du­rum değerlendirmesi yapmışlar ve o devrede Memlûk hiikümdân olan Sul­tan Eşref ile de yakın temas kurmuş­lardır.

Mısır Memlûk Sultanı Ebü’n- Nasr Baybars Tokmak Tahir, Ebû Betar Ahmed b.Muhammed El- Cezerî’ye ilgi göstermiş ve ağabeyi Ebü’l-Feth Muhammed El-Cezerî’ye âit bütün tedris görevlerini ona tevdi eylemiştir. Hatta Mısır diyarındaki bü­tün iftâ, yani fetva verine işlerini bile Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El- Cezerî’ye bırakmıştır. Bundan dolayı; Hicrî 826 Milâdî 1422 yılından itiba­ren Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El-Cezerî, Osmanlı coğrafyasından ayrılmış ve âilesiyle birlikte Mısır Coğrafyasına yerleşmiştir.

- Ebü’l-Hayr Muhammed El-Cezerî: îmam Çezerî’nin küçük oğlu­dur. Mısır Coğrafyasında dünyaya gel­miş ve çocukluk çağlan Osmanlı Coğ­rafyasında geçmiştir. Pederi İmam Cezerî ile birlikte Orta Asya Coğrafya­sına giden Ebü’l-Hayr Muhammed Eİ- Cezerî, gençlik dönemlerini burada ge­çirmiştir. Timur’un vefatı üzerine He­rat yoluyla Şîrâz şehrine intikal eden Ebii’l-Hayr Muhammed, uzun yıllar pederi İmam Muhammed ile birlikte Şîrâz’da yaşamıştır. Ancak ağabeysi Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed El- Cezerî’nin, Bursa’yı terkederek Mısır’a yerleşmesi üzerine Ebü’l-Hayr Mu- hammed el-Cezeri, Osmanlı Coğrafya­sına göç etmiştir.

Fatih Sultan Mehmed’in ilk nişan­cıları arasında yer alan Ebü’l-Hayr Muhammed el-Cezerî, pederi İmam Cezerî’nin yakın dostlan arasında yer alan Fenârî ailesiyle de sıhriyyet ağı kurmuştur. Fenârî âilesinden kız alan Ebü’l-Hayr Muhammed El-Cezerî, ay­nı zamanda bu âileye kız vermiştir.

İmam Cezerî’nin kendisini etkile­yen meşhur talabel erine gelince; bunların başında "HATÎBÜ’R-RÛM" di­ye şöhret bulan Mü’min b.Ali b.Muhammed Er-Rûmî gelmektedir, İşte bu ünlü talabesi, İmam Cezerî’yi Yıldırım Beyazıt’a medh-ü sena ede­rek Onun, Bursa’ya davet edilmesini sağlamıştır. Denebilir ki İmam Cezerî’ye Bursa yolunu açan işte bu ünlü ta- labesidir. Yukarıda işaret edildiği üze­re; İmam Cezerî "TAKRÎBÜ’N- NEŞR" adlı eserini bu talabesinin evinde İkmâl eylemiştir.

Diğer ünlü bir talabesi de İlk tale­beleri arasında yer alan Mahmud b.Hüseyin Eş-Şîrâzî’dir. Muhtemelen bu ünlü talebesinin telkin ve teşvikiyle İmam Cezerî, İran Coğrafyasını kendi­sine daimi mesken seçmiştir.

"İbn Fahr" diye şöhret bulan Heratlı talebesi de İmam Cezerî’ye eser­lerini telif ederken büyük destek sağ­lamıştır.

İMAM CEZERÎ VE OSMAN­LI COĞRAFYASINA İNTİKALİ

İmam Cezerî, Hicrî 770 li yıllar­dan itibaren Şam Coğrafyasından Mı­sır Coğrafyasına doğru kaymıştır. İhti­sas çalışmalarına yönelik’seyahatlar, yıllar geçince ve Memlûk hükümdârları ile yakın ilişki kuruldukça Mısır’a yerleşme biçimine dönüşmüştür.

Bu dönemde denebilir ki İmam Cezerî, bir ayağı Şam’da, diğer ayağı Mısır’da yaşamıştır. Eğitim ve öğretim faaliyetlerini, hem Mısır, hem de Şam’da sürdürmüştür. Şöhreti hızla ar­tan İmam Cezerî, bü dönemde Memluk idaresinde üst yönelimlere kadar tırmanmış ve "Tuğrakeşlik" gibi etkili mevkilere gelmiştir.

Ancak; şöhretinin enginliği, imam Cezerî’nin başına den olmuştur. Şam valisi Aytemiş’in tahriklerine de kapılan Memlûk hükümdarı Sultan Berkûk, İmam Cezerî’yi bütün görev­lerinden azletmiş ve onu Ödeyemeye­ceği kadar ağır bir mâlî cezaya çarptırmıştır. Aynca İmam Cezerî’nin Mı­sır’daki bütün emlâkine el koymuştur.

Kaynakların tetkikinden anlaşıldığına göre; İmam Cezerî, kurtuluşu Osmanlı Coğrafyasına intikalde gör­müştür. Ünlü talebelerinden olan ve "HATÎBÜ’R-RÛM’’ diye şöhret bulan Mü’min b.Ali’nin araya girmesiyle; Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt, kendisini Bursa’ya davet eylemiş ve onu kendisine "HÂCE" edinmiştir,

İskenderiye ve Antakya üzerin­den Osmanlı Coğrafyasına intikal eden İmam Cezerî, Bursa’ya gelince hükümdârlar gibi karşılanmış ve "HA­CE-İ SULTÂNI" olarak görevlendiril­miştir. Yıldırım Beyazıt İle İstanbul muhasarasına ve Niğbolu Meydan Sa­vaşına katılan İmam Cezerî, bir taraf­tan ilm-i kıraat tedris eylerken, diğer taraftan Osmanlı’nm kuruluş dönemin­de görev üstlenen Hamıdü’ddin’i Aksarâyî, Molla Fenârî, Emîr Muhammed Buharı ve Süleyman Çelebi... gibi seçkin zevat ile dini-milli kültürün ma­yalanmasını sağlamıştır.

Çünkü; İmam Cezerî, 798/1395 yılında Bursa’ya gelir gelmez hemen tedrîs faaliyetine başlamıştır. Öncelik­le; Sultan Yıldırım Beyazıt’ın çocukla­rıyla meşgul olmuştur. Bursa-Ulu Ca­mii Külliyesi yapıldıktan sonra; kıble ciheti İtibariyle ve mabedin sol ön kıs­mına rastlayan yerde Sultan Yıldırım’ın kızı ve Emîr Sultan ın zevcesi "Hundî Hatun" adına tesis edilen mek­tepte de halka eğitim hizmeti sunmuş­tur.

Kuruluş döneminde; Bursa Ulu Camii KülliyesiYıde tesis edilen ve mi­mari yapıyla bütünleşen fikrî kompo­zisyon, son derece anlamlıdır. Şöyle ki:

Kaynakların verdiği bilgiye göre Ulu Camii’nin, kıble ciheti itibariyle sağ ön tarafında "VA’ZÎYYE MED­RESESİ" tesis edilmiştir. Sol ön cihe­tinde ise "HUNDÎ HATUN MEKTE­Bİ" inşâ edilmiştir. Yirmi kubbeli ca­mi İse büyük bir cemâat kütlesini bağ­rına basabilecek büyüklüktedir. Caminin mihrabı, minberi ve kürsüsü, aktif hizmetlere tahsîs edilmiştir.

Bu ünitelerden;

- VA’ZÎYYE MEDRESESİ’nde Molla Fenârî,

- HUNDÎ HATUN MEKTE­Bİ’nde İmam Cezerî,

- Cami mihrabında Süleyman Çe­lebi,

- Cami minberinde Hamîdü’d- Dîn-i Aksarâyî,

- Cami kürsüsünde Muhammed Buharî, görev üstlenmiştir. İşte bu ze­vatın temsil ettiği fikrî atmosfer içinde 7 yıl kadar Bursa’da kalan İmam Ce­zerî, başta; Bursa-Yeşil Camii’nin mi­marı İvaz Paşa (*) olmak üzere birçok kişiye ilm-i kıraat okutmuştur.

* İvaz Paşa, vezârel payesine yükselmiş ilk Osmanlı bilginlerindendir. Bursa-Yeşil Camii’nin mi­marıdır. Kıble ciheti itibarîyle; Bursa-Ulu Camii’nin sot ön köşesine ve kendi adına "Esediyye Medrese­si"nı yapmıştır. Medresesi, yot genişletme çalışmaları sebebiyle yıkılmıştır. Ancak mezan, halen yerinde muhafaza edilmektedir.

İmam Cezerî’nin Bursa’da yetiş­tirdiği öğrencilerin önde gelenleri şun­lardır:

- İvaz b.Beyaz

- Süleyman b.Beyaz

- Ahmed b.Recep

- Ali Paşa

- Safer Şah

- Mahmud b.İlyâs

- Ebu Saîd b.Başlamış b.Menteşe

- Ahmed b.Hüseyin Es-Sivâsî

-Emînüddîn Muhammed b.Beyâz Et-Tebrîzî.

İmam Cezerî, Niğbolu Savaşı’ndan elde edilen ganimetler ile inşâ edilen Bursa-Ulu Camii, müştemilâtı ile birlikte hizmete açıldıktan sonra; ağırlıklı olarak kendini tedris faaliyeti­ne vermiştir. Kendisine Yıldırım Be­yazıt tarafından, harp esirleri arasın­dan seçilerek gönderilen ve ayn ayrı diller konuşan Balkan menşeli yeni Müslüman olmuş gençlere bile İmam Cezerî kısa zamanda Kur’an-ı Kerim okutmayı başarmıştır.

Yıldırım Külliyesi etrafında oluş­turulan bu fikrî atmosfer içinde çalış­malar sürdürülürken; Timur-Beyazıt ihtilafı baş göstermiş ve iki Müslüman hükümdar, Ankara-Çubuk Meyda- nı’nda karşılaşmışlardır. Yapılan kanlı bir savaştan sonra; Yıldırım Beya­zıd’ın ordusu mağlûbolmuş ve Sultan Yıldırım Beyazıt Timur’a esir düşmüş­tür.

Yıldırım Beyazıt’m mağlûbiyyeti, İmam Cezerî’nin hayatında büyük de­ğişikliğe sebep olmuştur. Zira; Timur, Ankara-Çubuk Meydan Muharebesini kazandıktan sonra; oğlunu büyükçe bir askerî birliğin başında Bursa’ya göndermiş ve Bursa’yı baştan aşağı yağmalatmıştır. Bu arada; Molla Fenârî’yi, Muhammed Buharîyi ve İmam Cezerî’yi de yakalatıp tutuklayan Ti­mur’un oğlu, bu üç seçkin kişiyi Kü­tahya’ya göndermiştir. Babasından al­dığı talimat üzere; Molla Fenârî ve Muhammed Buharî’yi serbest bırakan Timur’un oğlu, İmam Cezerî’yi Anka­ra’ya götürmüştür.

Çocukları ile birlikte Ankara’ya getirilen İmam Cezerî, Timur’un tali- mâtı üzerine oğlu Ebu Bekr Ahmed’İ Mısır Sultanına elçi göndermiştir. Kendisi de Semerkanı yakınındaki Keş şehrinde yeni kurulan medresede hadis okutmak üzere Orta Asya’ya gönderilmişti (15).

İMAM CEZERÎ VE ORTA ASYA’YA GÖTÜRÜLÜŞÜ:

İmam Cezerî (798/1395 - 805/ 1402) yıllan arasında takriben 7 yıl kadar Osmanlı Coğrafyasında yaşa­mıştır. Hicrî yıl İtibariyle; 27 Zilhicce 805, mîlâdî yıl itibâriyle; 28 Temmuz 1402’de vukubulan Ankara-Çubuk Meydan Muharebesinden sonra; Orta Asya Coğrafyasına geçmiştir. Görünü­şü itibariyle bu göç, zoraki bir göçtür. Zira Timur’un karşı durulmaz baskı­sıyla bu göç yapılmıştır. Ankara’dan ayrıldıktan sonra; evvelâ Keş şehrine varan İmam Cezerî, aldığı talimat üze­re buradaki medreseyi faaliyete geçir­miştir, Bu medresede tedris edilmek üzere de "Mesâbîh" şerhini telif eyle­miştir.

Timur, Orta Asya’ya döndükten sonra; İmam Cezerî’yi yanına yani Semerkant’a almıştır. Kendisine yakın il­gi gösteren Timur, vefat edinceye ka­dar İmam Cezerî’yi yanından ayırma- mıştır. Hatta; ümerâ ve ulemâ ile bir­likte yaptığı toplantılarda Cezeri’yi sağ yanına oturtmuş, Teftâzânî ve Cürcânî’ye onu tercih eylemiştir.

Mesâlik İsimli eserinin, 16 ncı varakında Taşköprülü bu konuya te­mas etmiş ve Seyyid Şerif Cürcânl (v.816/1413)’ye karşı yapılan tercihin gerekçesini açıklamıştır.

Timur, 807/1404 yılında "İNZÂR" şehrinde ölünce; İmam Cezerî’ye yeni ufuklar açılmıştır. Çünkü Ti­mur’un yerine geçen torunu Sultan Halil Mîrân Şah, Gezerinin Semerkant dışına çıkmasına ve dilediği şehre yer­leşmesine izin vermiştir. Bunun üzeri­ne; İmam Cezerî, Herat’a gitmek üzere Semerkant’dan ayrılmıştır. Ancak; Sul­tan Halil Mîrân Şah, çevresindekilerin tahrikiyle verdiği izini geri aldığından birkaç gün sonra İmam Cezerî, yan yoldan geri çevrilmiş ve Buhara’da beklemesi emredilmiştir.

Bir müddet Buhara’da bekleyen İmam Cezerî, ikinci defa Sultan Ha­lil’den izin talebinde bulunmuştur. Ya­pılan talep kabul edilince ertesi yıl yani 808/1405 yılında; Buhara’dan He­rat’a ve oradan da Yezd şehri üzerin­den Şîrâz’a geçmiştir.

Âdeti olduğu vechiyle; hem He­rat hem de Yezd şehirlerinde birçok kişiye ilm-i kıraat okutmuş ve icazet vermiştir. Özellikle Herât emîri Sultan Şâhrûh, kendisine geniş imkânlar bah­şetmiş, lütuf ve ihsanlarda bulunmuş­tur, Şîrâz’a geldiğinde buranın emîri Sultan Pır Mehmed, İmam Cezerî’ye sahip çıkmış ve dedesi Timur gibi o da İmam Cezerî’ye Şîrâz dışına çıkma­yı yasaklamıştır, Şiraz kadılığına ata­dığı İmam Cezerî’ye her türlü İmkânı hazırlamış ve İmam Cezerî’yi Şîrâz’a yerleşmeye zorlamıştır. İlm-i kırâatla ilgili çalışmalarını burada da kesintisiz sürdüren İmam Cezerî, yavaş yavaş Şîrâz’a ısınmış ve kendi adına bir dâ- rul-kurrâ yaptırarak buradaki iskânını pekiştirmiştir.

Böylece; İmam Cezerî, Şam, Mı­sır, Bursa ve Semerkant’dan sonra 5 nci vatanına yerleşmiştir. Yaptığı bazı dış seyahatlar hariç tutulursa hayaunın son 25 yılı, Şîrâz’da geçmiştir.

İMAM CEZERÎ VE ŞÎRÂZ’DA GEÇİRDİĞİ YILLAR

İmam Cezerî, olgunluk çağını İran Coğrafyasında geçirmiştir. Büyük oğlu Ebü’l-Feth Muhammed’in vefa­tından sonra kendini daha fazla tedrîs çalışmalarına vermiştir. Bir taraftan da yazdığı eserler üzerinde tekrar tekrar çalışmalar yapmış, mufassal olanlan muhtasar hale getirmiştir. Muhtasar olanları da manzum şekle sokmuştur.

İMAM CEZERÎ VE HAC SEYAHATLARI

İmam Cezerî, yoğun tedrîs ve te­lif çalışmaları yanısıra; zaman zaman Hac ibâdetini yerine getirmeyi de ih­mâl etmemiştir. Hatta hac için yaptığı Hicaz seyahatlanndan sonra Mekke ve Medine’de mücavir olarak kalma gele­neğini de sürdürmüştür.

Mekke ve Medine’de mücavir ha­yatı yaşarken bir taraftan kendini ağır­lıklı olarak ibadete vermiş, diğer taraf­tan; tedris ve tederrüs faaliyetine de­vam etmiştir. Ayrıca kaleme aldığı eserler üzerinde de çalışmayı İhmâl et­memiştir.

Hac ile ilgili seyahatlarım şöyle sıralamak mümkündür:

- İlk hac seyahati, 768/1366 yılın­dadır. 16 yaşlarında İken pederi Muhammed El-Cezerî ile birlikte yapıl­mıştır. Bu seyahat, Şam’dan Hicaz’a yapılan bir seyahattir.

- İkinci hac seyahati, 792/1389 yılında gerçekleşmiştir. İmam Cezerî’nin bu İkinci seyahati, Mısır- Memlûk yönetiminin en üst kademele­rinde görevli iken ve şöhretinin zirve­sine ulaştığı yıllarda yapılmıştır.

- Üçüncü hac seyahati, İran Coğ­rafyasında iken gerçekleşmiştir. Geç­miş bölümlerde anlatıldığı üzere İmam Cezerî, Herat üzerinden Şîrâz’a geldi­ğinde büyük oğlu Ebu’l-Feth Muhammed El-Cezeri’nin vefat haberini al­mıştır. İşte bunun üzerine; "İbn İfıi- hâr” diye şöhret bulan^öğrencisiyle birlikte Basra üzerinden 802/1406 yı­lında Hicaz’a gitmişlerdir. Birlikte hac farizasını edâ ettikten sonra Medine’ye geçmişler ve ertesi yıl, hac mevsimine kadar burada mücavir kalmışlardır. İbn İftihar, bu seyahat süresince; İmam Cezerî’den hem ders okumuş hem de onun eserlerinin tashih ve telif çalışmalarına yardımcı olmuştur. Dö­nüşlerinde de Şam üzerinden Şıraz’a gelmişlerdir.

Şırâz’da kendi adına yaptırdığı dârü’l-kurrâda ilm-i kırâat okuturken diğer yandan da kâdîlik görevini sür­dürmüştür. Ancak büyük oğlu Ebü’l- Feth Muhammed El-Cezeri’nin bırak­tığı Şam’daki boşluk doldurulamamış­tı. Bu husus, kendisini derinden meş­gul ediyordu. Düşündü, taşındı ve Bursa’da Ulu Camii ve Yıldırım Külliyesi mütevellisi olarak hizmet veren ikinci oğlu Ebu Bekr Ahmed El-Cezeri’nin, Mısır Coğrafyasına dön­mesini kararlaştırdı. Buna zemin ha­zırlamak üzere de Mısır Sultanı nez- dinde gerekli teşebbüslerde bulundu. 823/1420 yılında, -muhtemelen Şîrâz ve Herat emirlerinin yaptıkları fiilî mücadelenin dışında kalmak için- Basra üzerinden Hicaz coğrafyasına intikal etti. Amacı hac farizasını yeri­ne getirdikten sonra bir mUddet Mek­ke ve Medine’de mücavir kalmaktı.

Basra’ya geldiğinde; İmam Cezerî, Ebü’l-Haşan Tahir b.Azîz El- İsfabânî İle tanıştı. Kendisine "Neşrü’i- Kebîr" isimli eserini okuttu ve icazet verdi. Basra’dan, Necid yoluyla; Mek­ke’ye gitmek üzere yola çıktı. Kendile­rine Muînüddîn b.AbdiIlah b.Kâdî El- Kazrûnı refakat ediyordu. Yol boyun­ca Kazrûnî, kendisinden ilm-i kıraat okumuştu. Ancak; Necid çölünü aşar­ken bedevilerin hücumuna uğrayan İmam Cezerî ve yanındakiler, esir edilmişlerdir. O civarda bulanan "UNEYZE" köyüne mensup bir kişi­nin yaptığı müdahale sonunda esaret­ten kurtulmuşlardır. Yol emniyeti sağ­landıktan sonra yine Necid yoluyla Mekke’ye ulaşan İmam Cezerî, hac fa­rizasını yerine getirmiş ve buradan Medine’ye geçmiştir. Bir müddet Me­dine’de mücavir kalan İmam Cezerî’den Harem şeyhi Et-Tavâşî kıraat al­mıştır.

Bir evvelki hac seyahatında; ken­disine refakat eden ve "İbn Fahr" diye şöhret bulan Ebu Bekr Muhammed b.Şemsüddin Muhammed b.Ebi Bekr Muhammed b.Hüseyin El-Gavrî El- Herevî El-Hanefl’nin yaptığı çalışma­ların benzerini, Kazrûnî yapmıştır. İmam Cezerî’ye eserlerini telif ve tas­hih işlerinde yardımcı olmuştur.

Bu hac seyahati sırasında imam Cezerî, "Tahbîr" adlı eserini nazma çekmiş ve adına: "Ed-Dürretü’l- Mudîe" demiştir. İmam Cezerî, Medi­ne’deki mücâveret durumu sona erin­ce; Şam üzerinden Şîrâz’a dönmüştür.

829/1425 yılında İmam Cezerî’nin, son defa hac farizasını yerine getirdiğine şahit olmaktayız. Şöyleki:

İmam Cezerî, yukarıda işaret edildiği üzere; büyük oğlu Ebü’l-Feth Muhammed El-Cezerînin vefatıyla Şam’da meydana gelen âilevî boşluk doldurulamamıştı. Baba ocağı olan Şam coğrafyasında ve şöhretin zirvesi­ne ulaştığı Mısır Coğrafyasında kaza­nılmış imkân ve İtibarın, kaybedilme­mesi gerekiyordu. Bunun için Bursa’ya yerleşmiş olan ikinci oğlu Ebû Bekr Ahmed’e haber gönderdi. Hac mevsimi öncesinde Mısır’da buluşma­yı kararlaştırdı. Bunun üzerine; baba-oğul, Mısır’da buluştular. Memlûk hukümdarı ile gerekli temaslar yapıldı. Ebû Bekr Ahmed El-Cezerî’ye, vefat eden ağabeysi Ebü’l-Feth Muhammed Eİ-Cezerî’nin yaptığı bütün görevler tevdi edildi. Ayrıca; Mısır diyarındaki fetvâ İşleri de ona verildi.

Baba-oğul ve Memlûk hükümdârı arasında sağlanan bu mutabakat üzerine Ebu Bekr Ahmed El-Cezerî, âile-efrâdını almak üzere Bursa’ya ge­ri döndü. îmam Cezerî de son hac fari­zasını îfâ etmek üzere; Mısır’dan Hi­caz’a gitti. Hac farizasını yerine geti­ren imam Cezerî, âdeti vechiyle; ertesi yıl hac mevsimine kadar Mekke ve Medine’de mücâvir olarak kaldı. Hac mevsiminde oğlu Ebu Bekr Ahmed ile Mekke’de buluştular. Son haccını oğ­luyla beraber yaptılar ve birlikte; Mı­sır’a döndüler. Mısır’da uzunca sure kalan imam Cezerî, oğluyla birlikte; baba-ocağı Şam’a geldiler. Buradaki ailevî prob­lemleri çözüme kavuşturdular. Oğul Ebu Bekr Ahmet El-Cezerî, işlerini tasfiye edip Mısır’a dönmek için Bur- sa’ya gitti. İmam Cezerî de son vatanı olan Şîrâz’a gitmek için yola çıku.

Görüldüğü üzere; İmam Cezerî, hayâtı boyunca 65 defa hac seyahatına. Çıkmıştır. Ancak; bunların son üçünde bir yılı aşkın mücavir olarak Mekke veya Medine’de kaldığı için yaptığı hac sayısı 9’u bulmuştur. Bir diğer ifa­de ile hac seyahati 6’dır. Yaptığı hac sayısı ise 9 dur(16).

İMAM CEZERİ’NİN SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ

İmam Cezerî, son haccını yaptıktan sonra; Şîrâz’a döndü. Herat emiri adına Şîrâz kadılığına devam etti. Ted­ris faaliyetini de kesintisiz sürdürdü.

Taçsız bir kral misali, itibarlı ve şerefli bir hayat yaşayan İmam Cezerî, artık yaşlanmış, vücûdça direnci azal­mış. İmam Cezerî, 80-82 yaşlarında iken 5 Rabîu’l-Evvel 833/1429 Cuma günü Şîrâz’da Hakk’a yürümüştür. Başta Şîrâz emîri ve Şîrâz ileri gelen­leri olmak üzere; büyük bir cemâat topluluğu, cenaze namazına iştirak et­miştir. Naaşı, evinin yakınında yer alan ve kendi adına inşâ edilmiş olan dârü’l-kurrâ bahçesine defriedilmiştir (17).

CEZERÎ ZÂDE MEHMED ÇELEBİ VE LALA KOCA KASIM PAŞA

Cezerî Zâde Mehmed Çelebi (v,869/1464), İmam Cezerî’nin küçük oğludur: Ebü’l-Hayr Muhammed b.Muhammed El-Cezerî diye künyelenmiş ve Osmanlılar’da "Cezerî Zâde Mehmed Çelebi" diye şöhret bulmuş­tur. Bu zât, Mısır’da dünyaya gelmiş­tir. Çocukluğunun bir kısmı Bursa’da, diğer kısmı ise Orta Asya’da geçmiş­tir. İlk dini bilgilerini ağabeyi Ebu Bekr Ahmed El-Cezerî’den ve pede­rinden almıştır. Hace-i Sultânî sıfatıy­la; İmam Cezerî, Yıldırım Beyazıt’ın çocuklarını eğitirken kendi çocukları­nı da aynı eğitim şartlarında öğretime tabi tutmuştur.

Pederi İmam Cezerî’nin direkti­fiyle Osmanlı Coğrafyasına gelen Ce­zerî Zâde Mehmed Çelebi, Fenârî Şile­siyle sıhriyyet bağı kurmuş ve Molla Fenârî’nin oğlu Ali Efendi’nin kızını almıştır. Böylece kuruluş döneminde Bursa’da bir araya gelen Cezerî ve Fe­nârî âileİerî arasında sıhriyyet bağı kurulmuştur(18).

İstanbul’un fethinden sonra da iki âilenin aynı semte yerleştiğine şahid olmaktayız. Fetih sonrasında Sultan Fatih uyguladığı genel politika çerçe­vesinde; İstanbul Muhasarasına iştirak eyleyen ümerâ ve ulemâ’dan herbirine dilediği yere yerleşmesini ve birer ma­halle kurmalarını önermiştir. Bu cüm­leden olmak üzere; Cezerî ve Fenârî âilelerİ de Eski Saray ile Yeni Sarayı birbirine bağlayan aha yol güzergâhın­da mescidlerini İnşa etmişler ve ma­hallelerini kurmuşlardır.

Günümüz İstanbul’unda Cağaloğlu diye anılan semtte ve birbirine çok yakın mesafede bulunan Fenârî ve Cezerî Kasım Mescidleri, bu tarihî vaka­nın, bugüne intikal etmiş mad­dî kanıtlarıdır.

Ayvansarayî’nin telif ettiği "Hadîkatü’l-Cevâmi" İsimli eser ile Ekrem Hakkı Ayverdi’nin telif eylediği "Fe­tihten Sonra Kurulan İstanbul Mahal­leleri" adlı eserde bu mescidlerin çev­resinde aynı isimle anılan birer mahal­lenin de bulunduğu kaydedilmektedir.

Kaynakların verdiği bilgiye göre; fetihten sonra Fatih, fetih nişanesi ol­mak üzere Ayasofya Kilisesi’ni cami­ye çevirmiş ve ilk cuma namazını bu­rada kılmıştır. Sonra da İstanbul Üniversitesi’ne âit merkez binanın bulun­duğu sahaya sarayını yaptırmıştır. Günümüzde Topkapı Sarayı diye bili­nen sarayı Fatih, daha sonraki yıllarda yaptırmıştır. Bu ikinci saray, "YENİ SARAY" diye anılmış, diğeri ise "ES­Kİ SARAY" olarak İsimlendirilmiştir.

Fetihten sonra; genellikle Eski Sarayın batı kısmına ulemâ yerleşmiş­tir. Doğu kısmına ise ümerâ yerleşmiş­tir. Halen ayakta bulunan cami ve mescid isimleri, bunu açıkça göster­mektedir. Fenârî ve Cezerî âileleri, bir yönüyle ümerâdan diğer yönüyle de ulemâdan sayıldığı için Eski Sarayın doğu cihetine yerleşmişlerdir.

Birbirlerine sıhriyyet bağlan ile de irtibatlanan bu âile fertleri, uzun yıllar Osmanlı üst yönetiminde önemli hizmetler vermişlerdir, İşte Lala Koca Kasım Paşa’nın pederi, Cezerî Mehmed Çelebi Efendi, bu zevatın başında gelmektedir. Fatih Sultan Mehmed Han’a nişancılık yapan bu zât, uzun yıllar Osmanlılar’a hizmet vermiş ve 869/1464 yılında vefat etmiştir(19).

Oğlu Lala Koca Kasım Paşa, fe­tihten sonra İstanbul kadısı olan Hızır Bey’in yetiştirdiği değerli bilgin ve ediplerdendi (19). Darb-ı Mesellerin, edebî bir tür olarak işlenebileceğini ilk ortaya koyan Koca Kasım Çelebî, "SAFÎ" mahlasıyla şiirler yazmıştır (20).

Nihat Sami Banarlı, "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" adlı eserinde Koca Kasım Paşa’nın edebî yönünü şöyle açıklamaktadır: "Rûm’da atasö­zü söylemek, SAFÎ ile yani Sultan Be­yazıd’ın vezirlerinden Kasım Paşa ile başlamış, fakat kemâlini Necati’de bulmuştur.

"SÂFÎ", terimi, İkinci Beyazıt devri vezirlerinden Cezerî Kasım Paşa’nın şiirde kullandığı mahlasıdır. Sa­fî, devrinin hatın sayılır şairlerinden­dir. Şiirde kullandığı ifade, Ahmet Pa­şa üslûbuna yakındır. Tezkireci Sehî, O’nun şiirde mesel söylediğine dikkati çeker. Latifi ise; "Şuarây-ı Rûm’da mesel-gûyluk, evvelâ ondan sâdır ol­muş ve Necati’de kemalini bulmuş­tur." cümlesini kullanır (C/2 s/469 ve dipnot/30).

İlme ve fikre saygılı olan Sultan Fatih ve oğlu Sultan II.Beyazıt, başta Mahmud Paşa olmak üzere, Karamânî Mehmed Bey, Fenârî Zâde Ahmed Pa­şa, Çandarlı Zâde İbrahim Paşa, Veliyyüddîn oğlu Ahmet Paşa, Tazarruât sahibi Sinan Paşa ve Cezerî Kasım Pa­şa gibi kıymetli âlim vezirleri daima himaye etmişlerdır(19).

Lala Koca Kasım Paşa, Sultan II.Beyazıt’ın, padişah olması üzerine 886/1481 yılında nişancı olarak Os­manlı üst yönetiminde görev aldı. Bir yıl sonra da kendisine vezâret payesi verildi(20). Uzun yıllar Osmanlı hü­kümdarlarından Sultan ILBeyazıt’a, oğlu Yavuz Sultan Selim’e ve Ya­vuz’un oğlu Kanunî Sultan Süleyman’a hizmet etti. Her üç Osmanlı padişahı­na, hem şehzadelik hem de hükümdar­lık dönemlerinde yakın bulunmuştur. Zaman zaman onlara lalalık yapmış, zaman zaman da Hazine-i Hassa def­terdarlığı Hizmeti görmüştür. Vezâret payesiyle; başdefterdârlık görevlerin­de de bulunmuştur(2l).

887/1482 yılında vezir olan Lala Koca Kasım Paşa, nişancılık ve defter­darlık gibi önemli devlet hizmetlerin­de bulunurken kritik anlarda da daima önemli görevler üstlenmiştir. Sözgeli­mi:

Yavuz Sultan Selim, 918/1512 yı­lında pederi Sultan ILBeyazıt’ı Uğraş Deresi’nde mağlup edince onu kendi isteği üzerine Dimetoka’ya göndermek üzere yolcu etmiştir. Yanma refakatçi olarak verdiği üç kişiden biri de Cezeri Lala Kasım Paşa’dır. Diğer 2 üst yö­netici ise Sultan II.Beyazıt’ın doktoru Ahi Çelebi ve Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’dır(22).

Yukarıda işaret edildiği üzere; Lala Koca Kasım Paşa’nın hizmetleri uzun yıllar sürmüştür. 1481-1542 yıl­ları arasında geçen fiili hizmetleri, alt­mış yıldan fazladır. 1482 yılında vezâ­ret payesi alan Lala Koca Kasım Paşa, 1420’de 4 ncü vezirliğe; 1529’da ise 2 ncİ vezirliğe yükselmiştir(23).

LALA KOCA KASIM PA- ŞA’NIN BIRAKTIĞI HAYRÎ ESERLER

Lala Koca Kasım Paşa’nın Hayrâtla ilgili eserlerinin, bir bölümü, İs­tanbul’da Eyüp beldesindedir. Günü­müzde halk arasında "Akarçeşme Ca­mii" olarak anılan cami, gerçekte "CE­ZERÎ KASIM CAMİÎ"dir. Kay­nakların verdiği bilgiye göre bu cami­nin çevresinde bir medrese ve bir de mektep vardır(24). Cami ve külliyesi, 921/1515 yılında inşa edilmiştir. Med­resesi uzun yıllar hizmet vermiştir. Önceleri otuzlu medrese iken daha sonraki yıllarda kırklı ve ellili medre­se haline getirilmiştir. 1063/1652 yı­lında ise "Dahil Mertebesi"ne(*) yük­seltilmiştir (25).

İstanbul’da diğer hayrat eseri, İstanbul-Cağaloğlu semtinde kâin mes­cididir. Bu mescid, fetihten sonra Ce­zerî Koca Kasım Paşa’nın, baba ocağı şeklinde ifade edebileceğimiz mahal­lesinin mescidi olarak inşa edilmiştir. Uzun yıllar Müslümanlara hizmet veren bu mabed çıkan bir yangın sebe­biyle harap olmuştur. Ancak; Abdüla- zîz devrinde 1283/1866 yılında adı ge­çen hükümdar tarafından onarılmıştır. Aynı dönemde ktrâaıla ilgili kitapların da ilk defa tabedildiğine şahit olmakta­yız. Sözgelimi: "Zübdetü’l-İrfan" ve onun şerhi olan "Umdetü’l-Hullân”, bu dönemde bastırılmıştır. Şüphesiz, bun­da meşhur huffaz arasında yer alan ve birinci hünkâr imamı iken Şeyhu’l- İslamolan Haşan Hayrullah Efendinin Önemli rolü olsa gerektir(26).

* Medreselerde o zaman en yüksek dereceyi ifade eden "Fatih-Sahn Medreselerimin bir alt sevi­yesidir.

Lala Koca Kasım Paşa, takriben 1530’lu- yıllarda ihtiyarlığı sebebiyle emekli olmayı İhtiyar eylemiş ve yap­tığı taleb, Kânûnî * tarafından kabul edilmiştir. Bunun üzerine; Bursa’ya çe­kilmiş ve buraya yerleşmiştir. Bursa- Emîr Sultan Külliyesi’nin kıble ciheti­ne bir medrese ve bir de hamam yap­tırmıştır. Düzenlediği vakfıyye İle bu­radaki hayrat eserleri, Emir Sultan Vakfına ilhak eylemiştir(27).

Bilecik-Bozyük İlçesi Merkez Camii de, Cezerî Lala Koca Kasım Pa­şa hayratıdır. Cami civarında mektep, hamam gibi hayrat eserler bulunduğu gibi işham gibi akar vakıflan da var­dır. Sözkonusu ilçe merkez camisi ve imaret, halen faaliyettedir(28).

Yavuz Sultan Selim tarafından oğlu Süleyman’a lala olarak tayin edi­len Koca Kasım Paşa, şehzade Süley­man’ın valilik yaptığı eyâlet merkezle­rinde yıllarca kalmıştır. Bu sebepten; başta Karadeniz’e bağlı Azak Denizi kıyısında yer alan KEFE eyâlet merke­zi, Manisa eyâlet merkezi, Selanik, Edime, Gediz ve Silifke gibi yerlerde muhtelif hayrat eserleri mevcuttur (29). Ancak bunlardan bazıları zaman­la unutulmuş ve başkasına İzafe edilir olmuştur. Bursa’daki medresesinin, Emîr Sultan Medresesi olarak anılma­sı gibi(30).

LALA KOCA KASIM PASA VE ÇAĞDAŞI KASIM PAŞALAR

Cezerî Zade Mehmed Çelebi’nin oğlu olan Koca Kasım Paşa’nın, do­ğum tarihi bilinmemektedir. Ancak 1482 yılında kendisine vezâret payesi verildiğine ve defıerdârlık makamına getirildiğine göre bu yıllarda 35-40 yaşlarında olmalıdır.

Kaynakların verdiği bilgiye göre çok ileri yaşlarda iken 1543 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Kabri, Emîr Sultan Camii hariresindedir(31).

"Hadîkatü’l-Cevâmî" ve "Vefeyâ- tü Selâtîn" isimli eserlerinde Ayvansarâyî Hafız Hüseyin Efendi, bu zâtın hem nesebini hem de vefat tarihini ha­talı tesbit eylemiştir. Bu zatın; "îbn Cezeri’ye hizmet eden ve ona karşı de­rin sevgi besleyen bir zât olduğu için Cezerî lakabını almıştır." tarzındaki kayıt, Koca Kasım Paşa’nın nesebinin karışmasına sebep olmuştur. Halbuki; Aşık Paşa tarihindeki tesbit, gerçeğe uygun olan bir tesbittir(32).

İstanbul’da bir semte adım veren Kasım Paşa, kaynaklarda "GÜZELCE KASIM PAŞA" olarak tescil edilmiş­tir. Bu zât, saraya devşirme olarak alınmış ve saray geleneğine göre ye­tiştirilmiştir. Rikâp Ağalığına kadar yükseldikten sonra; taşraya vali olarak atanmıştır. İlk valiliği Yavuz Sultan Selim’in padişah oluşundan sonradır.

Halep ve Mısır valiliklerinde bulun­muştur. Daha sonra Kânûnı’nin, Belg­rat Seferine iştirak eylemiş ve Budin Valiliğine atanmıştır. Budin valiliğin­den geri çekilen Güzelce Kasım Paşa, Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle; İstanbul’daki nüfûs kesafetini dengele­mek amacıyla bu gün kendi adıyla anı­lan semte yeni mahalleler kurmuştur. Uzun yıllar kubbe vezirliği yapan ve Cezerî Lala Koca Kasım Paşa’ntn da çağdaşı olan bu zât, 1537 yılında Mora Sancak beyliğine atanmıştır. Dört yıl kadar bu görevi sürdürdükten sonra 1541 yılında emekliye sevkedilmiş ve Gelibolu’ya yerleşmiştir. Başta; İstan­bul Kasım Paşa semtindeki cami, med­rese, tekke, mektep ve hamam olmak üzere ülkenin birçok yerinde hayrat eserleri vardır. Vefat, tarihi, Lala Koca Kasım Paşa ile çakışmaktadır. O’nun da vefatı, 1542-43 yıllan olarak kay­naklara aksetmiştir. Mezan, Gelibo­lu’dadır. Fakat yeri, kesin olarak bilin­memektedir).

Lala Koca Kasım Paşa ile çağdaşı Güzelce Kasım Paşa’ya ilâveten aynı devirde paşalık rütbesine yükseltilen ve Osmanlı üst yönetiminde önemli hizmetler veren iki Kasım Paşa daha vardır.

Bunlardan biri, Gazi Mihaloğlu Kasım Paşa diğeri ise Kefe Beylerbeyi olan Kasım Paşa’dır.

Gazi Mihaloğlu Kasım Paşa, Akıncı beylerindendir. Kanunî Sultan Süleyman devrinde Macar ve Avustur­ya içlerine doğru yapılan akınlan yö­neten gözü pek komutanlardandır, Mo- haç Beyi iken yaptığı akınlarla ün sal­mış ve "Timeşvar", eyalet merkezi ha­line getirilince buranın ilk beylerbeyi, bu Kasım Paşa olmuştur. Bir ara; Bu­din Beylerbeyliği de yapan bu zât, Kanuni Sultan Süleyman’ın Alman imparatoru Şarlken’e karşı açtığı sa­vaşta şehid düşmüş, birçok silah arka­daşıyla birlikte; Hakk’a yürümüştür.

Şehid edilen Gazi Mihaloğlu Ka­sım Paşa’nın miğferi ve silahlan, Al­manlar tarafından gösterilen üstün bir başarı nişanesi olarak, imparator Şarlken’e takdîm edilmiştir(34).

Kefe beylerbeyi Kasım Paşa’ya gelince; bu zât, aslen Kafkasya men­şelidir. "Şıkk-ı Sânı Defterdarlığı"na kadar yükselmiştir. Bu görevde iken; Sokullu Mehmed Paşa tarafından Kefe beylerbeyliğine atanmıştır. Aynca kendisine özel bir görev verilmiştir. Bu özel görev, Don nehri ile Volga nehri arasını bir kanal açarak birleştir­mekti. Bunun için emrine yeterince aş­ka: verilmiş ve kendisine geniş mâlî destek sağlanmıştır.

Hatırlanacağı üzere; Kefe Eyâle­ti, Osmanlı yönetiminde son derece önemli bir eyâlet merkezidir, Vezâret pâyesi verilen valiler veya bizzât şeh- zâdeler tarafından yönetilmiştir, Kara­deniz’e bağlı bir iç deniz mesabesinde olan Azak Denizi kenânnda yer alan Kefe, stratejik konuma sahip bir kale­dir. Yavuz ve oğlu Kanunî Sultan Sü­leyman, burada sancak beyliği yap­mışlardır. Kırım Hanlığı’m kontrol al­tında bulundurmak ve Kafkasya’da ya­şayan kavimlere ulaşmak için burası bir üs olarak kullanılmıştır. İşte bu önemli ve Özel konumlu eyalet merke­zinin valisi de "Şıkk-ı Sanî Defterdân" olan Kasım Paşa’dır ki yukarıda kısaca kimlikleri verilen Kasım Paşalardan ayrıdır ve diğer Kasım Paşalara göre; en gencidir. "Çerkez Kasım Paşa" diye şöhret bulmuştur (35).

CEZERÎ LALA KOCA KASIM PAŞA VE BIRAKTIĞI HAYRÎ ESERLERİN MİMARİ DEĞERİ

Cezerî Kasım Paşa, Kasım Paşa­ların en uzun ömürlü olanlartndandır. Çok ileri yaşta iken kendi arzusu ile vezirliği bırakmış ve Bursa’ya çekilmiştir.

Soyca, hem anne hem de baba ta­rafından, bilgin yetiştiren iki tanınmış aileye mensuptur.

Fatih devrinin büyük bilginlerin­den olup ilk İstanbul kadılığına atanan Hızır Bey’in talebesidir. Sultan 2 nci Beyazıt, padişah olunca; kendisini ön­ce nişancılığa sonra da vezâret pâyesiyle başdefterdârlığa atamıştır. Oğlu Selim’e ve torunu Süleyman’a yani Kânûnî Sultan Süleyman’a lalalık ya­pan Cezerî Kasım Paşa, bu şehzâdelerin* sancak beyliğinde bulunduktan eyâlet merkezlerinde uzun süre kal­mıştır. Bu sebepten; Cezerî Lata Koca Kasım Paşa’nın yaptırdığı hayrî eserle­rin bir kısmı İstanbul’da ise de diğerle­ri sözkonusu eyâlet merkezlerindedir. Sözgelimi, Kefe’de büyük bir kervan­saray, Selanik’te cami ve imaret, Ay- dın-Edincik’te bir mescid, Edirne’de bir mescid, Silifke’de bir imâret ve Gediz’de de bir köprü yaptırmışür. Ayrıca; lstanbul-Eyüp’te, cami, med­rese ve mektepten oluşan bir külliyesi vardır. Bursa’da Emîr Sultan Cami’nin kıble tarafında ve yolun sağında kalan yörede bir hamam ve bir medrese inşa ettirmiş İse de zamanla medrese yıkıl­mış ve yerine günümüzde eğitim ve öğretim hizmeti üstlenmiş olan "Emîr Sultan İlkokulu” yapılmıştır. Hamam ise halen ayaktadır(36).

Bilecik İline bağlı Bozhöyük İlçe merkezinde de Lala Koca Kasım Paşa, cami, İmaret ve hamamdan meydana gelen bir hayıî eser kompleksi yaptır­mıştır. Halen merkez camii olarak iba­dete açık bulunan Cezerî Kasım Paşa

* Bozüyük Kasımpaşa Camiî KüUiyesi, inşa edilirken:

Cami-şadırvan-sıbyan meklebİ-medfese-hamam-imaret ve kervansaray olarak planlanmıştır.

Cami ve külliye, Mimar Sinan’ın esétidir. İnşâ tarihinin bitimi 935/1528 olarak kitabesinde tescil edilmiştir.

Cami, şadırvan, imâret ve sibyatı mektebi hâlen ayaktadır.

Cami harem kısmı kare plan üzerine oturmuştur. Büyük ve bir lek ana kubbe ile örtülmüştür. Kuzey tarafında yer alan son cemaat mahalli ise açık revak şeklindedir Bu ktsım, 4 sütun ve 4 sivri kemer üzerine oturan ü; küçük kubbe ile örtülmüştür. Kesme taştan yapılmış minare ise caminin kıble ciheti itibariyle; sağ arka köşede yer atmıştır.

Haziratı/1989 ayında yaptığım inceleme sırasında camiyi ve imaret binasını hizmete açık buldum. Sıbyan mektebini ise son derece harap bir vaziyetle kendisine uzanacak bir himmet sahibini beklemekte­dir. .

** Lala Koca Kasım Paşa dedesi İmam Cezeri’nin soy itibariyle menşei olan toprakları da unutma­mı; buralarım da hayri eserler ile süslemiştir. Söz gelimi Mardin iline bağlı Cizre kasabasına medrese ve külliye inşa ettirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı Din işleri Yüksek Kurulu arşivinde yer alan 1340-1341/ 1923-1924 tarihli heyeti müşavere karar deflerinin 177.sayfasında yer alan ve bir sureıi aşağıda gösterilen. Karardan Mardin il merkezinde de Kasım Paşa tarafından yaptırılan bir medresenin bulunduğuna şahid ol­maktayız.

Camii, biitün haşmetiyle hayaüyyetinİ sürdürmektedir. İmaret de ayaktadır ve aşevi olarak kullanılmaktadır. Hamam ise haraptır. Kendisini imâr ve İhya edecek hayır sahiplerini beklemekte­dir, Selanik ve Edime gibi il merkez­lerinde birçok vakıflar tesis eden Lala Koca Kasım Paşa’nın Manisa’da da mescid, mektep ve hamamdan meyda­na gelen hayrı eserleri vardır(38)*. Lala Koca Kasım Paşa dedesi İmam Cezeri’nin soy itibariyle menşei olan toprakları da unutmamış buralarını da hayrî eserler İle süslemiştir. Sözgelimi Mardin İline bağlı Cizre kasabasına medrese ve külliye inşa ettirmiştir.

Îzmir-Tire’de Kanunî Sultan Sü­leyman tarafından; oğlu Selim adına yaptırılan dârü’l-kurrâ’da uygulanan müfredât programı da dikkat çekicidir. Adı geçen dârü’l-kurrâ ile ilgili olarak tanzim edilen ve hâlen İstanbul’da Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde muha­faza edilen Arapça vakfiyyede müfre­dat ve bu müfredât okutulurken takıp edilecek kitaplar sıralanmiştır.

Vakfiyye’de yer alan şartlara göre dârü’l-kurrâ’da; ilm-i kırâat, tefsir ve hadis konuları tedris olunacaktır. An­cak; ilm-i kırâat tedris olunurken İmam Şatıbî ile İmam Cezerî’nİn eser­leri esas alınacaktır. Haftanın dört gü­nünde Öğretim, kesintisiz devam ettiri­lecektir.

Mimar Sinan’ın çağdaşı olan Lala Koca Kasım Paşa, hayrî eserlerinin hepsini bu büyük mimara inşa ettir­miştir. Hâlen ayakta bulunan İstanbul-Eyüp’te kâin camisi (Halk arasında Akarçeşme Camii olarak anılmakta­dır.), Bilecİk-Bozhöyük’te kâin ve kendi adıyla anılan cami, hamam ve imareti, bunu açıkça göstermektedir. Muhtemelen; İstanbul-Cağaloğlu’nda kâin mescidi ile Bursa-Emîr Sultan Küllİyesi’ne bağlı olarak inşâ ettirdiği medrese ve hamam da yine Mimar Si­nan’ın eseridir*.

Soy itibariyle; bilgin yetiştiren iki seçkin aileye dayanan ve Fatih Sul­tan Mehmed devrinin fikrî ortamında yetişen Koca Kasım Paşa, asırlık bir çınar misâli, üç Osmanlı hükümdarına lalalık, defterdarlık ve nişancılık yap­mıştır. "Sâfii mahlasıyla şiir yazan (40) bu zât, ilmî, edebî ve mâlî saha­daki tecrübesiyle uzun yıllar çevresini aydınlatmıştır, İnşa ettirdiği hayrî eserler ile de günümüze kadar yaşa­mıştır.

Baba tarafından dedesi olan İmam Cezerî, kırâat ilminin tedrisinde inkılap yapmış ve bu sahada ölümsüz eserler ortaya koymuştur. Hem Memlûk, hem Osmanlı hem Ortaasya ve hem de İran coğrafyasında yaşa­mıştır, Milyonlarca Müslüman, onun açtığı çığırdan giderek Kur’an-ı Kerîm tilavetini öğrenmiş ve Hak kelamını* Kasım Paşa’nın İnşâ ettirdiği bu hayrî eserlerinin imarı, Mimar Sinan’dır. 1989 yılı Haziran ayında Bursa Emir Sultan Camii ve çevresini incelerken gördüğüm ve balen bîr vatandaşın mülkiyelinde olarak hizmet gören Cezerî-Kasım Paşa Hamamının fiziki yapısı, buradaki eserlerinde Sinan’a ait olduğu­nu göstermektedir.

Türkiye Diyanet Vakfı’nca ihya edilen İstanbul-Cağaloğlu’ndaki Kasımpaşa Camii, 1866 yılında abdülaziz tarafından inşâ edilen caminin fiziki yapısı esas alınarak inşâ edilmiştir. Onun tesbit ettiği ölçüler içinde belle­miştir.

Torunu Lala Koca Kasım Paşa da büyük çoğunluğunu Mimar Sinan’a in­şâ ettirdiği hayrî eserler ile dedesinin hatırasını asırlar ötesine taşımıştır. Her ikisini hayırla yâd ediyor ve bıraktıkla­rı eserlerin daha nice yıllar İslam’a ve Müslümanlara yarar sağlamasını dili­yoruz.

İstanbul’un fethini müteâkıb, Fa­tih’in çizdiği program gereği, İstan­bul’un İslamlaşması hedefine yönelik olarak İstanbul-Cağaloğlu semtinde kurulan Cezerî Kasım Mahallesi ve bu mahallenin ortasında inşâ edilen Ceze­rî Kasım Mescidi, yüz yıllarca Müslümanlar’a hizmet vermiştir.

Geçirdiği bir yangın sebebiyle; harap olan sözkonusu mescid 1283/ 1866 yılında Sultan Abdülazîz tarafın­dan onarılarak ibadete açılmış ve 1957 yılııia kadar kesintisiz Müslümanlar’a hizmet vermiştir. Ancak; 1957 yılında bu mabed yıktırılmış ve yeri, park ha­line konmuştur.

Şu kadar varki; yıktırılan ve yeri park haline konan Cezerî Kasım Camii’nin bu hazîn akıbeti, çevre sakinlerini derinden yaralamıştır. Bundan dolayı; İstanbul-Eminönü Müftülüğü’nün Ön­cülüğünde hayırsever vatandaşlar, bir­leşmişler ve Türkiye Diyanet Vakfı Genel Merkezi’nin de katkılarıyla Ce­zerî Kasım Camii, yeniden ihyâ edil­miştir.

Konferans salonu, kütüphanesi ve diğer sosyal tesisleri ile birlikte bir kültür merkezi haline gelen bu eseri, Ülkemize kazandırıp 28 Nisan 1989 Cuma günü ibadete açan Eminönü İl­çe müftümüz Sayın Mehmed Doğru’yu ve ona destek veren hayır sahip­lerini kutluyoruz. Umuyoruz ki, gele­cek nesiller de kendilerini hayırla yadedeceklerdir.

DİPNOTLAR

(1) Ali b. Muhammed Ed - DebbS, En - Neşr Fil - Kırââtiİ - Aşr, C/l, s/(B - V), Mukad­dime Bölüm il;

İbrahim b. Uıve b. İvaz, Takribün-Neşr, S/ 2 - 8; Mecdi Efendi, tecreme-i Şekayık, S/ 59 - 66: Ebtil - Hayr Muhammed b. Mu­hammed El - Cezen, Gayelü’n - Nihaye fi- tabak-til - Kurrâ, C/2, S/247 - 251, Mısır, 1933 (G. Berogsıraesser neşri); Ali Osman Yüksel, Kıraat timinde ibnül-Cezeri ve tayyibetü’n - Neşr, S/138 - 190 (Öğretim üyeliği tezi), İst.

(2) Ali b .Muhammed Ed. Debbî, En - Neşr fil - Kıraati - Air, C/l, S/5 - 10, Mısır.

(3) İbrahim b. Utve b. îvaz, Takıibün * Neşr, S. 65 - 66.

(4) Mecdi- Efendi, Terceme-i Şekayık, S/59 - 62; En - Nejr, C/l, S/2 - 6

(5) Ali Osman Yüksel, Kıraat İlminde Ibn Ge­zeri ve Tayyibetü’n - Neşr, S/138 - 142, İsı. (Öğretim Üyeliği Tezi)

(6) Gayettin - Nihaye, C/2,S/248 - 249)

(7) Aynı eser, aynı sahifeler

(8) Takribü’n - Neşr, S/2 - 8

(9) En - Neşr, C/t, S/5 - 6; Ali Osman Yük­sel, Kıraat İlminde Ibn Cezeri ve tayyi be- lü’n - Neşr, S/170 - 180

(10) takribü’n - Neşr, S/20 • 30,

(11) Aynı eser ve aynı yer

(12) En - Neşr, C/l, S/5 ve devamı mısır,

(13) Gayetü’n - Nihaye, C/l, S/3; Ayni eser, C/ 2, S/409 (G. Bergstraesser Neşri);

(14) terceme-i Şekayık, S/62 - 66;

(15) En - Neşr, C/l. S/6 - 10; Takrib, S/25 - 30; Terceme-i Şekayık, S. 59 - 62.

(16) Ali Osman YÜKSEL, Kıraat İlminde Ibn Cezerî ve Tayyibetü’n - Neşr, S/185 - 290

(17) Terceme-i Şekayık, S/l 62 - 166; Neşr, C/ 1, S/5 - 6 Takribü’n - Neşr, S/25 - 30.

(18) Terceme-i Şekayık, S/62 - 66.

(19) İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osm anlı

* Diyanet Gazetesi Temmuz/1989, sayı 365 sayfa 27.

Tarihi Kıronolojİsİ, C/l, S/46I, Isı., 1947, Türkiye Yayınevi; t. Hakkı Uzun ÇARŞI- Ll, Osmanlı Tarihi, C/2, SI591 - 592;

(20) Nihat Sami BANARLI, Resimli Türk Ede­biyatı Tarihi. C/2, SJ469 ve Dipnot/30, Milli Eğitim Basımevi

(21) İsmail Hami Danışment, izahtı Osmanlı Tarihi Kıronolojîsı, C/l, S/456; C/2, S/ 442, tst, 1947, Türkiye basımevi

(22) İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, C/2, S/245, T. Tarih Kurumu yayı­nı

(23) Yılmaz ÖZTUNA, TÜRKİYE TARİHİ, C/8, S/457

(24) DR. Cahil BALTACI, XV ve XVI. Asırda Osmanlı Medreseleri, S/178 179; Aynı eser S/274 - 277,1si., 1976; Tahsin öz, İst. Camileri, C/l, S/39 - 40 ve dip not: 62, Arık., 1962 Türk Tarih Kurumu yayını

(25) Aynı eserler ve aynı yerler

(26) Abdül - Fettah El - Palevi, Ziibdettil - ir­fan Mukaddimesi, S/2 - 4; Eyyubi Mehmet Emin Efendi (Molla Efendi), Umdetü’l - Hullan fi, Izah-ı Zübdetil - irfan, S/l - 4; ilmiye söz’namesi, S/605, 1334, Darül - Hilafeti - Aliyye

(27) "Zübdetiil - vekayi der -Belde-i Celüe -; Bursa" ile" hadikatül - Cevami"ye atfen Dr. Cahil Baltacı, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, S. 274 - 276, İst., 1976

(28) Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivi, Bilecik Esas Defteri: 190; S. 17, Sıra: 12 ve şahsi­yet Kaydı 1060. (Hicri 997 tarihli bu vak­fiyeye bağlı tesisler, Hicri 1334 yılında mazbut Vakıflar arasına alınmıştır.)

(29) Dr. Cahit BALTACI. XV. ve XVI. Asır­larda Osman İt Medreseleri, S/275 - 276, İst, 1976.

(30) Adı geçen eser ve aynı sahife

(31) Dr. Cahid Baltacı XV ve XVI Asırlarda Osmatılı Medreseleri S/275 İst. 1976.

(32) adı geçen eser ve yer ve bîr gözlemi Emir Sultan Camii ve killiyesi değişik devirlerde onarılmış ve Küîliyeye bazı ilaveler yapıl­mıştır. Sözkonusu caminin doğu tarafında yer alan bahçedeki çeşme kitabesinde gö­rüldüğü üzere Suttan Abdül mecid tarafın­dan Emir Sultan Camii ve Külliyesi, ona­rılmış ve geniş çapta ilaveler yapılmıştır. Evliya Çelebi, Emir Sultan Külliyesi ile il­gili olarak iki medreseden söz etmektedir. Muhtemelen Abdülmecid tarafından yap­tırılan onanm sırasında Cami ile türbe ara­sında yer alan ve hücre sistemi esasına gö­re inşa edilmiş bulunan Emir Sultan Medresesesi yıkılmış, Cezeri kasım Paşa medresesesi, Emir Sultan Medresesi diye anılmaya başlanmıştır.

Aslında Cezeri Kasım Paşa medresesi ol­duğu halde "Emir Sultan Medresesi” diye anılan eser, günümüzde "Emir Sultan İlko­kulu” olarak hizmet gören binanın yerindedir. Bitişiği ise Cezeri kasım paşa hama­mıdır.

Abdülmecit tarafından yaptırılan onanm sırasında caminin kıble tarafında yer alan hazîne (küçük mezarlık) kaldırılmış ve yo­la ilave olunmuştur. Muhtemelen bu sıra­da Cezeri Kasım Paşanın mezarı da nakledilmiştir. 4.6.1989 pazar günü mahallinde yaptığım araştırma, bende bu kanaati uyandırmıştır.

Medrese yıkılmış, yerine ilkokul yapılmış ise de hamam halen ayakta olup halka hiz­met sunmakladır.

(33) İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihî, C. 2, S/320, Ank., 1983; Türk an­siklopedisi C. 2, S, 372.

(34) İsmail HAKKI UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, C/2, S/334 - 335 ve 341, Ank., 1983.

(35) Yılmaz ÖZTUNA, Türkiye Tarihi, C. 13, S. 124-125 ’

(36) Dr. Cahit BALTACI,-adı geçen eseri, s. 274 - 276; mahallinde tarafından yapıla ninceleme.

(37) Aynı eser ve aynı yer

(38) Aynı eser ve aynı yer

(39) Aynı eser, S. 611

(40) Nihat Sami BANARLI, Resimİl Tüık ede­biyat Tarihi, C. 2, S. 469; Türk Dili ve Edebiyatı ansiklopedisi, C. 5, Ş. 204, Der­gah yayını İstanbul.