TEVBE VE TEVBEYE OLAN İHTİYAÇ
Hain KARLIK
1940 yılında Antalya’nın Korkuteli ilçesi Başpınar Köyünde doğdu. 1960 yılında Antalya İmam Hatip Lisesi’nden, 1967 yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı Taşra Teşkilâtında çeşitli kademelerde görev yaptı. Daha sonra İmam-Hatip Liseleri ve öğretmen oklularında öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu. Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünde sırasıyla; Şube Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü ve Birim Müdürü olarak çalıştı. Evli ve iki çocuk babası olan KARLIK, halen Din Öğretimi Genel Müdür Yardımcısı olarak görevini sürdürmektedir.
"...Çok samimi bir dönüşle Allah’a tevbe ediniz." (1)
Tevbe, lügatte; günah ve suçtan dönüp Allah’a yönelme, işlenmiş bir günah ve suçtan ötilrii pişman olup, bir daha yapmamağa söz verme anlamına gelir. Bu, Müslüman bir kimsenin, vicdanî yönden daha çok kendi kendine hesaplaşmasının sembolik bir tezahürüdür. Yapılan hatadan veya işlenen günahtan dolayı, insanın kendi vicdanîyle hesaplaşması sonucunda meydana gelen bir pişmanlığın teyidi olarak yapılır. Bu pişmanlık, daha çok nefsin muhasebesi yolu ile ortaya çıkar. Müslüman b İr kimsenin, herhangi bir konudaki hareket, davranış ve fiillerinden dolayı pişmanlık duyarak kesin dönüş yapmasıdır. Bu, günahlardan, kötülüklerden, kötü düşünce ve duygulardan sıyrılışın bir simgesidir. Nitekim, Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; "Şüphesiz ki, Allah daima kendine dönenleri ve çokça tevbe edenleri yargılayıcıdır."(2) buyurmaktadır.
insanoğlu, bu kâinatta yaratılmış bütün canlı varlıklar içerisinde ayrı özelliklere ve meziyetlere sahip bulunan yegane varlıktır. Onun pek çok özettiklerinin başında, hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir nitelikte yaratılmış olması gelir. O, kendi hüriadesiyle iyilik de, kötülük de yapabilir. Kısaca; iyilik ve kötülük diye vasıflandırılan fiillerden islediğini seçerek yapabilme İradesi, bütün canlı varlıklar içerisinde ona verilmiştir.
Bu dünyada her varlık, yaratılış gayesine uygun olarak tabii seyir içinde kendi görevini icra etmektedir. Canlı varlıklarının bir sınıfını teşkil eden, kara ve denizde yaşayan hayvanların bir kısmının etinden, sütünden, yününden, derisinden ve daha bir çok yönlerinde1.! İstifade edilmektedir. Orman, bağ veya bahçeyi oluşturan çeşit Çeşit ağaçların da bir kısmının meyvesinden yiyecek olarak, diğer kısmının da ham maddesinden sanayi alanında değişik şekillerde, insan hayatının günlük yaşayışındaki ihtiyaçları elde edilmektedir. Ayrıca, bir ülkenin zenginlik ve hayat kaynağı olarak görülen ağaçların, İnsan ve toplum hayatında sayılamayacak kadar yaran pek çoktur.
Güneş, yer, su ve kısaca her şeyin insanoğlunun istifadesi için yaratıldığım biliyoruz. Bütün bunlar, her cins sınıf canlı yaratıkların hayat kaynağı olarak görevlerini icra etmektedir. Bunlar olmasaydı, hiç bir canlı varlık, hayatını sürdüremezdi. İlmî çalışmalar da, günlük müşahadelerimiz de bunu açık olarak ortaya koymaktadır. İnsan, bu kâinattaki her varlıktan şu veya bu şekilde istifade ederek hayatını sürdürmektedir. Havayı tenefüs etmeden, normal hava alıp vermeden yaşamanın mümkün olmadığını biliyoruz. Uzun müddet susuz kalmamız halinde, biyolojik varlığımız tehlikeye girer ve çıldıracak duruma geliriz. Güneşten, güneşin vermiş olduğu enerjiden yeterince yararlanamayan canlıların, hiç de sağlıklı bir şekilde yaşama şansları yoktur. Çok kısa zamanda sıhhatleri bozularak, ümitsizlik ve bedbinlik hayatlarının kaçınılmaz bir kâbusu olur.
O halde her insan, biyolojik varlığını sağlıklı bir biçimde koruyarak hayatını normal sürdürebilmesi için, Allah’ın yaratmış olduğu sayısı/ meşru nimetlerden istifade edecektir. Bunun için de, her türlü gayreti göstermek durumundadır. Bir bakıma, buna, hayat mücadelesi de diyebiliriz. Soğuk, sıcak demeden; her türlü sıkıntı, zorluk ve güçlükler sağlam bir irade gücü ile aşarak, hayatını sağlıklı ve dengeli bir zemin üzerine kurmak zorundadır. Çünkü dünyaya gelmek kişinin kendi elinde olmadığı gibi, bu dünyadan göçüp gitmek de, İnsan İradesinin dışında tezahür etmekledir. Bu bakımdan, hayatın bütün zorluk, güçtük ve sıkıntıları göğüslemek zorundadır, ümitsizliğe düşmeden, her gün yeni bir ümitle, karşılaştığı engelleri ve zorlukları aşarak hayatını güzelleştirmeye çalışmalıdır. Hiç şüphesiz, bugün medeniyet sahasında görülen gelişmeler de, bu anlayış ve gayretin bir neticesidir.
Günlük hayatta insanı, değişik şekillerde hareket, davranış ve fiillere iten pek çok sebepler vardır. Biz, bunlara İnsan davranışlarını etkileyen faktörler olarak, psikolojide, kısaca, "motivasyon" diyoruz. Açlığın, susuzluğun veya tabiatın diğer etkilerine karşı, insanın takındığı hal, hareket ve tavırlar, buna bir örnek teşkil eder.
Maddî ihtiyaçlar, çağımızda giderek çoğalmakta ve çeşitlenmektedir. Yeme, içme, giyinme ve barınma gibi fizikî ihtiyaçlar, tarihin her devrinde insan hayatının gündemini sürekli olarak meşgul etmiştir. Buna İlave olarak, günümüz teknolojik gelişmeleri de, insan ihtiyaçlarım giderek daha da fazlaştırmaktadır. Ayrıca, nüfusun hızla artış göstermesi de beraberinde, sosyal, ekonomik ve benzeri bir çok problemleri getirmektedir. Bunun yanı sıra, insan ihtiyaçlarının temini de o nisbette güçleşmekledir. Toplum hayatında bunun sebep olduğu sıkıntılar ve huzursuzluklar zaman zaman değişik şekillerde görülmektedir. Böyle durumlarda, insanın maddî ihtiyaçlarının yanında, manevî ihtiyaçlarının karşılanmasının gerektiği gerçeği de ortaya çıkıyor. Manevî yönden insan desteklenmediği sürece onu sadece maddî yönden tatmin etmek imkân dâhilinde değildir. Madde ve mana arasındaki dengesizlik, yine, cm un huzursuz ve bedbin olmasına yetmektedir. Çünkü bir maddi ihtiyacın temini yanında, başka bir maddî ihtiyaç daha başgösteriyor. Bu, insanın tabiatında mevcut olan hırsın, giderek ihtirasa dönüşmesinin tabiî bir sonucudur.
Nefsi, böyle kötü bir âkibete sürüklemekten alıkoymanın yolu, günlük yaşamımızda lâzım olan maddî ihtiyaçları temine çalışırken, bu çalışmaları, manevî yönden de destekleyerek pekiştirmektedir. Başka bir deyişle, bu çalışmaları, iş hayatı ile manevî hayatı bütünleştirecek şekilde çalışarak dengelemektir. Hergün, bir önceki günden daha ileri gitmek, kendine, ailesine, çevresine ve bütün insanlığa faydalı, güzel ve hayırlı işler yaparak Allah’ın kendisine ihsân etmiş olduğu ömrünü en iyi şekilde geçirmektir. Aslında böyle faaliyetlerle zamanını değerlendirmek zor bir iş de değildir. Bu, bir inanç, anlayış, fedakârlık, sebat ve azim işidir.
İnsanoğlu, bu çalışmayı gerçekleştirebilecek, hayat tarzını buna göre düzenleyerek güzelleştirip, günlük yaşantısına bir anlam kazandırabilecek özellik ve kabiliyette yaratılmıştır.
Nitekim insanın erginlik çağından itibaren, bütün hayatı boyunca ondan istenen de, iyilik, takvâ ve doğruluk üzerine yaşayışını kurarak, hayatının her alanım güzelleştirmektir. Bunu aldığı eğitim ve sahip olduğu kültür yoluyla elde edecektir.
Hal böyle olmasına rağmen, zaman zaman, onun bu yaşayışında bazı sapmaların olduğu görülür kimi zaman bilmeyerek, kimi zaman yanılarak, kimi zaman da gafletinden veya düşünce yetersizliğinden hata yapar, günah işler. Bu, insanın şahsiyetinin geliştirilmesi sırasındaki bazı ihmallerin "bir neticesidir. Ana kucağında başlayarak, şahsiyetini tamamlayıncaya kadar çocuk terbiyesi, bu yönden çok önemlidir. Bu müddet içerisinde çocuğa verilecek bilgi, kazandırılacak davranış ve alışkanlıklar; ister doğru, ister yanlış olsun, bütün hayat boyunca onların etkisi devam edecektir. Bu bakımdan, her ana baba (aile) ve öğretmen, çocuğun iyi duygularını geliştirecek ve ona İyi alışkanlıklar kazandıracak ve bunları daima destekleyip devamlılığını sağlayacak temel esaslarını öğretmekle yükümlüdür.
Yeri gelmişken hemen belirtmeliyiz ki, günlük hayatımızda, insanlarda zaman zaman görülen bazı kötülüklerin önlenmesinde, iyilik ve doğruluğa dayalı bir hayat tarzının gerçekleştirilmesinde; bunun da devamlılığının sağlanmasında namaz, oruç, zekât v.b.’i birçok ibadetlerin başlıbaşına büyük önemi vardır. Çünkü, İslâm da bu yükümlülükler, inanan kimseler için, günlük hayatındaki muhtemel hatalar ile kötülükleri önleyecek bir dinamik güçtür. Mesela, dinin temel direği durumunda olan beş vakit namaz, insanın bütün kötülüklerden arınması bakımından başlı başına büyük bir değer taşır. Çünkü Allah’a teslimiyetin en büyük göstergesi olan bu ibadetin yerine getirilmesi için, her Müslüman dünya meşgalelerinden kendini sıyırarak yaratıcısının huzuruna günde beş defa çıkıyor. Böylece, o kimse, günün diğer zamanlarımda disipline etme imkanı elde etmiş olacaktır,
İnanmanın, yani Allah’a teslimiyetin bir gereği olarak, sürekli yapılan bu günlük ibadetimiz çevre temizliğinden, düşünce temizliği ve olgunluğuna kadar uzanarak, İnsanlar arasında iyi münasebetlerin kurulmasını sağlayacak alışkanlıkların elde edilmesine vesile olur.
Yine, Allah’a karşı olan bir başka kulluk borcumuzun bir ileticise olarak, O, yüce yaratıcının rızasını kazanmaya vesile olmak üzere yılda tutulan (bir ay) oruç ibadeti de, kişiye sayılamayacak kadar pek çok meziyetler kazandırmaktadır. Gerçekten, uzun, kısa, sıcak soğuk, iş ve güç demeden her türlü şartlara rağmen, yılın belirli ve sayılı günlerinde, yeme, içme gibi nefsanî birçok arzulardan fedakârlık yapmak suretiyle oruç tutmak, irade eğitiminin sembolik en güzel bir örneğidir.
Yukarıdaki bu kısa açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, Namaz ve Oruç gibi ibadetler, günün ve yılın belirli zamanlarında yerine getirilmektedir. Bu, sadece, şekil ve hareketlerden İbaret bir görevin yerine getirilişi değil, sosyal ve ekonomik bakımından insan hayatının her sahasını müspet yönden şekillendirerek geliştiren İlâhî bir vazifenin ifası olarak değerlendirilmelidir. Çünkü bu ulvî ve yüce görevi; bütün kurallarıyla birlikte şuurlu bir şekilde yerine getiren kimse, manevî yönden devamlı bir yükseliş halinde olduğundan, bu durum, onun duygu, düşünce ve her çeşit faaliyetini müspet yönden etkileyerek, büyük ölçüde güvenilir; mutlu ve huzurlu olmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, insanoğlu, "Allah’ın yeryüzüne lütfettiği, üstün yapıcı yeteneklere sahip, fakat organik ve biyolojik mahiyeti yönünden zayıf olan bir varlıktır."(3) Bu bakımdan O, hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir özelliktedir. Ondan İslenen ise, İnanıp hayırlı işler yapmak; hayatını iyilik, güzellik ve doğruluk temelleri üzerine kurmaktır, bu da, İlâhî emirlerin ışığında her hareket, davranış ve fiillerde ölçülü ve dengeli olmak, hak ve hukuk İlkeleri dahilinde hakkına rıza göstererek, başkasına haksızlık etmeden, günlük yaşayışını en güzel biçimde düzenlemek suretiyle yerine getirilir.
Ancak, insanın yaratılış özelliği itibariyle, onun sahip olduğu nefis gücü, istese dc birçok günahlara yöneltir. Onu da yönelişten, nefsin ve arzularından uzaklaştıracak olan Allah’ın buyruklarına uymak, yasaklarından kaçınmaktır. İnanan kimse, bu temel esaslar içerisinde hayatını sürdürerek, değerlendirmek zorundadır. - Bununla beraber, bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz bir günahın vebalinden kurtulmak için, sık sık Allah’a tevbe ve istiğfar etmek de şarttır. Çünkü tevbe, insanın kurtuluşuna vesile olan bir yol olup, geçmişin kötülüklerinden, günahlarından sıyrılmanın ve temizlenmenin son ümit kapısıdır. İnsanoğlu İçin, geçmişe tekrar dönmek imkan dahilinde olmadığına göre, günahlarım sık sık hatırlayıp bu günahlarından temizlenmek, arınmak ve af edilmek için, Allah’a yalvarmak ve O’nun merhametine sığınmaktan başka çare kalmamakladır. Nitekim, Hz. Ömer de; "Kıyamette hesabının sorulmadan önce dünyada kendinizi hesaba çekiniz, orada tartılmadan önce burada kendi kendinizi tartınız" (4) demek suretiyle, kendimize çeki düzen verme bakımından, bu dünyada zaman zaman nefis muhasebese yapmanın gerekli olduğunu belirtmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde; "Cenab-ı Hak, gündüzün fenalık yapanların tevbe etmesi için, geceleyin elini uzatır. Geceleyin günah işleyenlerin (günahkâr olanların tevbe etse için de gündüzün elini uzatır (lütfunu açar). Yani gece ve gündüz tevbe edenlerin tövbesini kıyamete kadar kabul eder." (5) buyurmuştur. O üstün insan ve yüce Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadislerinde de; "Allah’a yemin ederim ki, kulunun tevbe- sinden dolayı, Allah’ü Teâlâ’nın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zaman ki sevincinden daha büyüktür. Bana bir karış yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelene ben de koşarak gelirim, teveccüh ederim" (6) buyurmaktadır.
Demek oluyor ki, İnsanlar, iyi İşler (ameller) yapmak suretiyle, Allah’ın Lütfü ihsanına yaklaşır. Cenab-ı Hak da, onlara bu iyi amellerinden dolayı, fazla keremini ihsan eder. Çünkü O’nun ihsanı bol ve merhameti de sonsuzdur. Şu halde, Allah’ın vermiş olduğu bu kadar sayısız lütfuna karşı, insanın ümitsizliğe düşerek bedbin olması hiç de doğru bir hareket değildir. Çünkü onun kurtuluşunu sağlayacak, tevbe kapısı her zaman açıktır. Önemli olanı, bundan yararlanmasını bilmektir, Bunun için de, kendi kendimizi her gün nefsimizi hesaba çekmek suretiyle kontrol edip, yaptıklarımızın İyi ve fena olanlarım vicdanımıza karşı itiraf ederek Allah’ın merhametine sığınmalıyız. Bu anlayış, bu pişmanlık bizi ruhî rahatlığa ve tevbe kapılarına her zaman ulaştırır. Esasen kendi kendini tartmaya yeterli olan kimse, güvenilir ve hayırlı kararlar verebilir. Böylece, hayatını sağlam zemin üzerine kurmak suretiyle, dünya ve ahiret hayatını dengeleyerek, yaşayışına bir anlam kazandırır.
Dipnotlar:
1- Kur’an-ı Kerim, Tahi im S. Ayet :8
2- İsra Sûresi, ayet 25 120
3-Nisa Süresi, Ayet :28
4- Kubanlı (Keskin), Atiye, Bir Nükte Bir Işık c.7, s.320
5- Müslim- Riyazüs’salihm c.l sh. 361
6- A.g. e. s 361