Makale

ORUÇ VE TIP

ORUÇ VE TIP

Dr.Tahir ÖZAKKAŞ

1958 yılında, Kayseri’de doğdu, Niğde İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Daha sonra Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi’nde "FKB" okuduktan sonra, A.Ü. Tıp Fakültesinde "Morfoloji" ve E.Ü, Tıp Fakültesinde "Stajer Doktorluk" tahsilini yaparak, Tıp Fakültesinden mezun oldu.

Aynı zamanda İ,Ü. S.B.F Siyaset ve İdare bölümünün ilk mezunlarındandır. G.Ü. Sosyal bilimler Enstitüsünde "Siyaset Psikolojisi" üzerine master eğitimine başladı.

Halen E.Ü. Tıp Fakültesinde Toplum Hekimliği Ana Bilim Dalında Doktora öğrenciliği, anestezi ve Reanimasyon Ana Bilim dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.

Yazarın Tıp ve Psikoloji İle ilgili "Hipnoz Pedîatrik Uygulamalar" gibi basılı eserleri ve çeşitli çalışmaları mevcuttur.

İnsanlar, hayatlarını idame ettirebilmeleri için temel üç besin öğesine ihtiyaç duyarlar. Bunlar; protein, karbohidrat ve yağlardır. Bunların yanında vitamin ve mineraller de gereklidir.

İnsanlar diğer canlılara (hayvanlar ve bitkiler) muhtaçtır. Çünkü hayvanlar yiye­ceklerin bir kısmını vücutlarına adapte etme yeteneklerine sahip olurken, bitkiler gıdalarım toprak, su ve ışıktan elde ederler. Halbuki insan gıdalarını hazır ve tam almak zorundadır. İnsanda ne selülozu parçalayacak bir enzim ne de fotosentez yapacak bir yetenek vardır. İşte insanoğlu yaratıldığı andan itibaren hazır ve tam gıdalara ihtiyaç duyar. Bu hazır ve tam gıdalardan birkaçı İle hayatını devam ettirmesi de mümkün değildir. Canlılığın devamını, yeterli gıdaya ihtiyaç gösterdiği gibi, bunun yanında dengeli bir besin bileşimine de ihtiyaç duyar.

İnsanın tam bir iyilik halinde olabilmesi için yeterli besin kaynaklarına ulaşabilmesi yanında, dengeli bir besin rejimini de uygulayabilmelidir. Aksi takdirde bir çok hastalıklara dûçâr olacaktır.

İşte, bu meyanda insanlar hazır aldıkları gıdayı yeterli (az veya çok değil) aldığı gibi; protein, karbonhidrat, yağ, mineraller ve vitaminlerden dengeli miktarda almak zorundadır.

Besin kaynaklarının az alınması KAŞEKSİ dediğimiz zayıflığı ve hastalığı or­taya çıkarabileceği gibi, fazla alınması da ŞİŞMANLIK hastalığım ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca vitamin ve minerallerin az veya çok alınmasıda aynı şekilde çeşitli hastalıklara neden olacaktır.

İnsanlar; dışardan aldıktan gıdaları sindirim sistemi aracılığı ile insana yararlı hale getirip kana karıştırırlar. İnsan doğduğu andan İtibaren başlayan bu sistem; yılmadan, yorulmadan ve aksamadan hayatın sonuna kadar devam eder. Gece ve gündüz, gıda alındığında sindirim sistemi yoğun bir çalışma atmosferi İçerisinde ga­yesine uygun olarak faaliyet gösterir. Bu mekanizmanın düzgün, rahat ve amacına uygun çalışabilmesi için, sistemin gerektirdiği şartların yerine getirilmesi gerekir.

Fabrikadan imalattan çıkmış yeni bir araç düşünün; Bu aracın her türlü akşamı yerinde olmasına rağmen; uzun süreli arızalanmadan muhafaza edilmek isteniyorsa, bazı kurallara uyu İmalıdır.

Meselâ; fabrikadan çıkan bu araca en başta uygun vasıfta yakıt verilmelidir. Mazot yakan araca mazot, benzin yakan araca benzin konmalıdır. Pistonlarının uzun ömürlü olması ve rahat çalışması için motora yağ konmalıdır. Fren sistemine hidro­lik konmalıdır. Bu aracın benzini bittiğinde benzin ilave edilmeli, belirli bir kilo­metreyi doldurunca .yağı değiştirilmeli, eskiyen ve yalanan kayışlar yenilenmelidir.

İşte, tıpkı insan da bu şekildedir. Cenab-ı Allah’ın Eşref-i mahlukât olarak ya­rattığı bu varlığın da: uzun ömürlü, sıhhatli ve dayanıklı olabilmesi için, uygun vasıfta gıdaya İhtiyacı vardır. Gıda sistemini yürüten organizma parçalarının, zaman zaman gözden geçirilmesi, vücutta biriken toksik maddelerin vücuttan atılması ge­rekmektedir.

Uzmanların ve diyetisyenlerin uzun yıllar yaptıkları çalışmalar sonucunda insan organizmasının nasıl bir yakıt sistemine İhtiyaç duyduğu; hangi zamanlarda nasıl gıdaların, ne kadar alınması gerektiği tespit edilmiştir.

Çağımızdaki toplumlara baktığımızda; insanların bir kısmı Afrika gibi geri kalmış bölgelerde yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı birçok hastalıkla mücadele verirken, sanayileşmiş toplamlar da İse gıdanın yersiz, zamansız ve dengesiz bir şekilde aşın tüketilmesine bağlı ŞİŞMANLIK ve buna bağlı yüzlerce hastalıkla karşı karşıya bulunmaktadır.

Burada Kur’an ve İslâm’ın hükmüne bir göz atacak olursak; Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır. Mealen; "Yiyiniz, İçiniz ancak israf etmeyi­niz" Burada da görüldüğü gibi, az, öz ve çok canlı bir ifade ile Müslüman insanın gıda rejimi beyan edilmiştir. İnsanımız, yaratılmış olan tüm helâl nimetlerden istifade edecek, yararlanacak; ancak bunları israf etmeyecektir. Yani gereğinden fazla al­mayacaktır. Vücudun ihtiyacından fazla alınan gıda, hem sindirim sistemini bozup İnsanları rahatsız ettiği gibi, hem de israfa girerek Cenab-ı Allah’ın bir hükmünü ye­rine getirmemiş olur.

Müslüman insanın yeterli ve dengeli beslenerek, haddi aşmayarak, israf etmeye­rek gıda rejimi ayarlaması; onun vücudunun sağlıklı, sıhhatli ve zinde olmasını sağlayacak. İbadetlerini, çalışmasını sağlam bir vücud içerisinde zevk alarak yap­masını temin edecektir.

WHO .a (yani Dünya Sağlık Teşkilâtına) göre İnsan Sağlığı "İnsanın bedenen, ruhen ve sosyal yönden kendini tam bir İyilik hali içerisinde hissetmesidir" diye tanımlamaktadır.

Müslüman insan; Allah’ın emri çerçevesinde israf etmeden yerken, Peygamber Efendimizin sünneti doğrultusunda yemek adabını sürdürür. İslâm hayatı bir bü­tündür. İslâm, insana en güzel ve en optimal bileşimde dünya ve ahiret hayatını mut­lu, huzurlu ve sağlıklı devam ettirecek bir reçete sunmuştur. Bu reçeteye harfiyyen riayet edenler; ömürleri boyu sağlıklarını ve zindeliklerini devam ettireceklerdir. Bu çerçevede insanların öğünleri, yeme alışkanlıkla«, gıdaların seçimi Peygamber Efen­dimizin sünnetinde de detaylı olarak yer almıştır. Bu si’isile içinde insanların ruhsal yönden olgunlaşması ve bedenin gözden geçirilebilmesi için hikmetleri pek fazla olan ORUÇ gibi bir ibadetin Cenab-ı Hak tarafından İslam’ın rükünlerinden biri ola­rak Müslümanlara emredilmiştir.

İslâm hayat adabına göre yaşamasını ve gıda rejimini ayarlayarak dengeli ve düzenli bir hayat sürdüren Müslüman yılda bir kez ORUÇ gibi bir İbadeti de yerine getirirse pek çok faydayı da elde etmiş olur.

ORUÇ yılda bit kez gücü yeten Müslümanlara Allah rızası için farz kılınmıştır. Oruç’un hikmetlerini anlayabilmek için; Oruç’un insan vücudunda neleri etkilediğini, hangi sistemlerle bağlantı kurduğunu bilmemizde yarar vardır.

Oruç’un insan organizmasında etkilediği belli başlı sistemler şunlardır

1- Psikolojik etkileri nedeniyle ruh sistemi

2- Sindirim Sistemi

3- Kardiovasküler Sistemi

4- Kan Biokimyası

5- Boşaltım Sistemi

6- Nörovejatatif Sistemi

7- Hormonal Sistem

Bu sistemleri tek tek ele alıp, detaylı olarak işlemek ciltler dolusu bilgiyi aktar­maya bağlıdır. Biz burada; yukarda bahsedilen sistemlerde orucun nasıl bir etkisi olduğunu, bu sistemlerinde rahatsızlık olan insanların oruçtan iyi veya kötü yönde nasıl etkilediğini görmek gerekir.

ORUÇ ibadeti ilk etapta gıda alımı ve cinsel perhizle ilgili bir ibadettir. Ancak Cenab-ı Peygamberden öğrendiğimiz kadarı ile oruç; temelde tüm haram olan şeylerden sakınmadır. Sadece; intibah olan, yemek ve helâlinden cimâ etmek, belirli bir zaman peryodunda yasaklanmıştır. Biz burada bu nedenle Oruç’un gıda rejimi ve psikolojik baskılama mekanizması üzerinde duracağız.

ORUÇ’U Müslüman insan tutar. Orucu tutarken İslamca yaşanan bir hayatın üzerine bir rükün olarak devam eder. Dengeli, yeterli beslenmesinin yanında, ORUÇ gibi bir ibadeti yerine getirerek ruhsal ve fizyolojik dünyasını bir ay süre ile revisyona alır. Bu alış açısından Oruç’un etkilediği sistemleri tek tek ele alalım.

I- Orucun Ruh Dünyamıza Etkileri

İnsanın Uç temel ihtiyacı vardır. Ekonominin temelinde de bu gerçek yatar. Bu üç temel Öge YİYECEK, GİYECEK ve BARINAK ‘tır. İnsanlar, genellikle bu üç şey için savaşmışlar, ölmüşler ve öldürmüşlerdir. İnsan organizmasının hayatiyetini de­vam ettirebilmesi için; insana fıtri olarak verilen bazı psikolojik mekanizmaların bu­lunması gerekir. İnsan yaratılışında bu mekanizmalar olmazsa insan yaşamaz.

İnsan acıktığında; ruhsal dünyasından gelen bir İmpuls ile yemek talebi gösterir ve yemeğe yönelir. İnsan hayatının en önemli hayat dürtüsü yemek yeme arzusudur. İnsanlar ne kadar çok aç bırakılırsa, bu dürtü o oranda şiddetlenir. Amacına ulaşabilmek için önüne konan engelleri yıkar. Uzun süre aç kalan bir insan, şahsiyetine ne kadar ters düşerse düşsün HIRSIZLIK dahi yaparak ihtiyacını gider­meye çalışır.

Aynı şekilde insan ruh dünyası bu şekilde saldırıya karşı kendini savunma, teh­likelere karşı bir barınma, vücudunu korumak için bir örtü gibi çok temel ih­tiyaçlarını karşılamak İçin faaliyet gösterir. Bunun haricinde ruhsal dünyadan gelen İkinci derecede öneme haiz İmpulslar vardır. Bu İmpulslar hayatın devamı tehlikede olmadığı zamanlar (yani yiyeceği, giyeceği ve barınağı temin edilen İnsanlarda) or­taya daha güçlü çıkar. Cinsel arzular, başarma kaygısı, başkaları tarafından kabul görme ihtiyacı, sevme ve sevilme istekleri gibi.

İşte ORUÇ; insanın en önemli ve en hayatî ruhsal dürtüsü, impulsu olan, ye­mek yeme talebine engel koymaktadır. Böyle bir engel neyi amaçlamaktadır. Mo­dem, çağdaş insan veya bizim idealimizdeki kâmil insan ruhsal dünyamızdan gelen dürtüleri denetim altına alabilen İnsandır. Dürtüleri kontrol edip, onu yönlendiren İn­sandır.

Böyle bir kontrol ancak egzersiz sistemi ile mümkündür. Belirli bir süre nef­sine gem vuran, yemek yemeyen, cinsel perhiz yapan ve bunu belirli bir amaca yönelik olarak yerine getiren insan, ruh terbiyesini yapan insandır.

İki insan tipi düşünelim; Birincisinde ruhsal terbiye ve denetim mekanizmaları yok. Bu insan nefsinden gelen talepleri yer, zaman ve mekân şartlarına bakmadan ye­rine getirmeye çalışacaktır. Böyle bir insan herhangi bir nedenle kızdırıldığında, he­men sinirlenecek, belki de karşıdakine saldıracak ve maddî, manevî birçok zararlara neden olacaktır. Hiddeti geçtiğinde ise, onulmaz yaralar açtığını farkedecek ancak iş işten geçmiş olacaktır. Bu tip insanların oluşturduğu toplumlarda da anarşi, tecavüz, hakka riayetsizlik, sabırsızlık, itaatsizlik ve kurallara uymama gibi birçok toplum­sal problem ortaya çıkacaktır.

İkinci insan tipini ele alacak olursak; bu insan yaşamanın en temel sevk-i tabisi olan yemek yeme arzusunu ve cinsel dürtülerini belirli bir zaman periyodunda engellemeye gayret göstermektedir. Nefsinden gelen dürtüleri reorganize edebilmekte ve belirli bir ruhsal olgunluk seviyesine ulaşmaya çalışmaktadır. Nefsinin taleplerine mekân ve zaman ayarlamakta, mübah olanından gerektiği kadar yerine getirmektedir. Böyle bir insan ruhsal veya nefsî dürtülerini kontrol etmesini öğrenmiş, ruh terbiye­sini yapmış birisidir. Böyle bir insan çağdaş, modem ve kâmil bir insandır. Böyle bir kişiliğe sahip olan insan kendisini savunur, ancak saldırmaz, talep eder ama aşırıya gitmez. Kısaca TOPLUMSAL UZLAŞMA’da fert olarak yerini alır, ruhsal dünyasında sükûna erişir ve toplumsal barışı sağlayan bir birey olarak hayatına de­vam eder.

İşte ORUÇ ile en güçlü dürtülerini dahî kontrol altına almasını öğrenen birey; kendi ruh dünyasında huzur ve saadet bulduğu gibi, böyle bireylerin oluşturduğu top­lumda hakka tecavüz, saldırganlık, anarşi gibi faktörlerde ortaya çıkmaz. Çünkü top­lum; bireylerden ve bireylerin ilişkilerinden ortaya çıkan sosyolojik canlı bir orga­nizmadır.

2- Orucun Sindirim Sistemine Etkisi; Orucun sindirim sistemine etki­sine geçmeden önce sindirim sistemimizin fizyolojisinden kısaca bahsetmekte yarar vardır. Sindirim sisteminin faaliyetleri psikolojik ve organik temele dayalı İki ana yapıdadır. Psikolojik mekanizma beyindeki sinirler ve hormonal sistemle etkili olurken; organik kısmı ağız ve dişlerden başlayıp anüse kadar ulaşan bir sistemi ihti­va eder.

İnsanın yemek yiyebilmesi için beyninin ve ruhsal dünyanın sağlam olması gerekir, insanda her şeyden önce, bir yemek yeme arzusunun doğması ve yemeğin imageini (hayalini) zihinde oluşması gerekir.

Yemek yeme arzusu olmadan yemek yenemez. Anareksiya Nevrozada, yemek arzularına ket vurulmuştur. Bu tip hastalar için yeme bir işkencedir, işte sindirim sisteminin tam çalışabilmesi İçin yemek yeme arzusu olmalı ve buna bağlı olarak; sinir sistemi ve hormona! sistem vücudu gıdaların emilimine hazırlamalıdır. Daha, henüz, kan biokimyamızda enerji veren maddeler azalmışken, beyinde açlık dürtüsü oluşturan sinyaller belirli, yemek arzumuz doğar, gözümüzde yemek hayâli oluşur ve yemek İçin yöneliriz. Bu andan itibaren vagus siniri ve İnestinal lokal hormanlar, faaliyete geçerek mideye ve bağırsaklara gelecek olan gıdalar için enzimler ve hor­monlar salgılamaya başlar. Şayet kişi yemeğe başlar İse ağızdan itibaren başlayan çok karmaşık bir sistem sinirsel ve hormonal açıdan tüm vücuda alarm vererek sindi­rim sistemi boyunca gerekli yerlerde gerekli tedbirlerin alınmasını ister. Bu meyanda ağızda tükrük salgısı çoğalır. PlTYALÎN salgılanır, Mide de HCL asit seviyesi ve mukus salgısı artar. Mideye ulaşan gıdaların cinsi hemen tespit edilerek ya safra kesesine veya pankreas bezine haber gönderilip yağlan, proteinleri ve şekeri parça­layacak enzimler bağırsaklara aktarılır. Karsaklara geçen gıda, taşıyıcı maddelerle kana alınarak gerekli yerlere götürülüp, gıda alma operasyonu tamamlanmış olur.

İşte bahsi geçen bu sistem düzenli yemek alışkanlığı olan bir insan için günde üç öğün cereyan eder. Düzensiz hayatı ve yeme alışkanlıkları olan insanlarda, adapte olma imkanı zayıflar ve bir çok mide barsak rahatsızlıklarına neden olur.

Kişiler, sağlıklı olmak için yemeklerini zamanında belirli ölçüler içinde yemel­idir. Peygamber Efendimiz sofradan yan aç kalkarmış. Öğüt olarak ta; midenin 1/ 3’ünü yemeğe, 1/3’ünü suya, 1/3’ünü de boş bırakmasını söylemiştir. Oruçsuz iken aşın yemeyen ve namazlar nedeniyle zamanı denetim altına alınan bir mü’minin ye­mek alışkanlıktan da düzenlidir. Sofraya oturduğunda midesinin sadece 1/3’ünü gıda, 1/3’ünü su ile doldurur. 1/3’ü boş olarak kalkar. Çünkü, bir müddet sonra midede su ile karışan gıdalar parçalanacak ve çeşitli gazlarla beraber genişleyecektir. Tıka basa doldurulan midede, mide hareketleri rahat ve serbest olmadığı gibi, gıdaların parçalanmasından sonra bu daralma daha da artacak; sonuçta mide şişkinliklerine, hazımsızlık ve DİSPEPTİK şikâyetlere yol açacaktır. Mide bu kadar yükün altından kalkamayacağından, gıdaları tam istenilen kıvama gelmeden oniki parmak bağırsağa gönderecek. Dolayısıyla barsak sisteminin yüküde artarak yoğun bir çalışma atmos­ferine girecektir.

Bu gıdaların aşın yüklenmesine bağlı safra kesesi ve pankreas aşın faaliyete koyulacak. Sonuçta tüm organlar tek tek iflas edecektir. Fasit bir devreye girilecek­tir. Aşın ve fazla yendikçe organlar yüklenecek, yüklendikçe daha az işe yarar hale gelecek veya daha az üretim yapacak, sonuçta hastalanacaktır. Safra kesesi iltihabı, taşlan buna bağlı yağların sindirilmesi, şişkinlik şikâyetleri, kabızlık oluşacak. Pankreas bezi aynı şekilde yorulacak. Şeker hastalığından enzim yetmezliğine kadar birçok hastalık ortaya çıkacaktır. Aşırı yüklenen bağırsaklar zaman zaman bu yükü kaldıramayacak hale gelecek KABIZLIK veya İSHAL gibi semptom veya hastalıkla karşımıza çıkacaktır.

İşte, bu kadar yoğun atmosfer İçinde 11 ay çalışan bu organlarımıza hiç olmazsa bir ay gibi bir süre dinlenme imkânı sağlanması, revizyona sokulması tıp açısından çok yararlıdır. Hastalıkların nekahet dönemlerinde dahi insanlar vücudlarını tam bir revizyona alsınlar diye belirli bir süre istirahate alınırlar. Aynı şekilde midenin, safta kesesinin, karaciğerin, pankreas bezinin ve bağırsaklar üzerindeki yük bir ay süre ile geçici olarak alınırsa, bu organlara kendilerini gözden geçirme, eksiklerini tespit edip onarma imkânı veririz. Vücudumuzdaki tüm organlar, hatta tek bir hücremiz bile za­man zaman bu şekilde reorganize olacak durumdadır. Tıpkı uykunun her gün vücudumuzu dinlendirdiği gibi...

3- ORUCUN KARDİOVASKÜLER SİSTEME ETKİSİ

Kalp damar sistemimiz aldığımız gıdalarla yakından alakalıdır. Dengeli beslen­meyen yeterinden fazla gıda alarak şişmanlığa yakalanan kişilerde kalp damar has­talıktan ortaya çıkar. Fazla miktarda kilolu olan insanlarda kalbin yükü artacağından, ileri yaşlarda artan bağlı kalp yetmezliği belirtileri görülecektir. Doymamı; yağ asitlerini fazla ihtiva eden hayvani yağlarla diyetleri devam eden insanlarda kanda ko­lesterol ve lipid miktar artacak. Buna bağlı damarlarda oluşan ATERON Plak’la damar cidarlarım kaplayacak ATEROSCLEROZ A’a yani damar sertliğine neden ola­caktır. Buna bağ olarak HİPERTANSİYON, KORONER ARTER HASTALIĞI, CEREBROVASKÜLER HADİSELER ortaya çıkacaktır.

Dengeli ve yeterli beslenen, aşın kilolardan kaçınan bir insanda şişmanlama ol­mayacaktır. Kiloya temayüllü insanlar ise yılda bir ay gıdalarını daha da azaltacak­larından vücuttaki KATABOLİZMA artacak. Kolesterol ve lipıd miktarı düşecek, karaciğer ve organlardaki yağ miktar azalacak ve vücut yeniden bir dinamizm kaza­nacaktır.

Kalp günlük olarak mide barsak sistemine gönderdiği kan miktarın azaltacak, dolayısıyla kalbin yaptığı İş gücü de o nispette azalmış ve kalp kısmen dinlenmeye alınmış olacaktır.

4- ORUCUN KAN BİOKİMYASINA ETKİLERİ

İnsanda enerji temel olarak kandaki glikozdan sağlanır. Kan’da glikoz belirli bir süre içinde tükenir. Kan glikoz seviyesi % 80 mg./dl. altına düştüğünde İnsülün hor­monu sayesinde Karaciğerdeki depo edilen GLİKOJEN parçalanarak glikoza dönüştürülür. KC’de ve vücutta bulunan GLUKOJEN depolanda bittikten sonra muhtelif yerlerde depolanmış olan Yağ’lar eritilerek GLUKONEOGENEZÎS denilen bir sistem İle GLİKOZ üretimi yapılır. İşte vücutta eritilen bu yağlar genellikle vücutta fazla olan gıdanın depo edilmiş halidir. Bunun aşın derecede biriktirilmesi şişmanlığa ve yağlanmaya neden olur.

Oruç tutan bir insanda bir ay süre boyunca vücutta fazla biriken yağlar eritil­miş, kana karışılmış olur. Dolayısıyla insan organ yağlanmasından ve aşın kilo­dan korunmuş olur.

Ayrıca oruç tutan İnsanlarda yapılan biokimyasal araştırmalarda bu insanların kolesterol ve lipid seviyelerinde azalmalar gözlenmiştir. (Prof. Dr. Münip Yeğin ve arkadaşlarının çalışması) Kolesterol ve lipid seviyesi azalan insanlarda da ATEROS­CLEROZ ve buna bağlı kalp damar hastalıklarının daha az görülmesi tabiidir.

Açlık halinde, açlık uzun süreli olmadığından Açlık Kan Şekeri de hypoglisemi yaratacak seviyelere İnmemektedir.

5- BOŞALTIM SİSTEMÎ

İnsanlarda boşaltım sistemi olarak idrar ve gaita bilinir. Ancak İnsandaki toksik maddeler Solunum ile ter ile Gaita ve idrar yolu ile atılabilmektedir. İnsanın dışkılama fonksiyonu da barsaklarda çok ince hesaplara dayanan barsak motilitesine, nöronal ve hormonal iletişme bağlıdır. Onbir ayın yorgunluğu üzerinde olan bardak­larımızda belirli bir süre dinlenmeye, kendini yenilemeye, bozulan kısımlarını rejenerasyona hakkı vardır. Oruç esnasında barsak sistemimizde bir ay süre ile istirahate alınıp, aşın yüklenmeye bağlı olarak meydana gelen İSHAL ve KABIZLIK gibi ra­hatsızlıklardan da kurtulmuş olur.

Ayrıca vücutta biriken toksik maddeler vücutta eriyen yağlarla ve yağların eri­mesi ile meydana gelen su ve artık maddelerle birlikte böbreklerimizden atılır.

6- ORUCUN NÖROVEJETATİF SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ

İnsan vücudunda herhangi bir nokta yoktur ki herhangi bir etki altında kaldığında diğer noktalar bundan bihaber kalsın. Yani vücudun bir hücresini rahatsız eden bir durumda, tüm vücutta milyarlarca hücre alarma geçerek tedbir alırlar. Bu da ancak çok mükemmel bir bilgi iletişimini sağlayacak TELE KOMİNİKASYON’la mümkündür. Saliselerle ifade edilen bu haberleşme sisteminde sinir sistemi rol oy­nar. Bu bilgilerin değerlendirilip, koordine edilmesi görevi beyne verilmiştir.

Aç ve tok insanın nöronal iletimi ve İhtiyaçları da buna göre farklılık arzeder. Midesi dolu ve tok olan bir insanın nöroral iletişiminde, kanın mideye gönderilmesi, oranın performansının artırılması, dolayısıyla beyindeki kanlanmanın azalması, buna bağlı İnsana bir rehâvet ve uyku halinin çökmesi, gıdaları yeteri kadar parçala­yabilmek için ihtiyacımız olan suyun giderilebilmesi için susuzluk hissimizi duyu­ran sistem hep NÖRONAL sistemimizdir.

Aç İnsanda belirli bir noktaya kadar beynin daha aktif ve canlı olması düşüncenin berraklaşması söz konusudur. Tok olan insan genellikle parasempatik nöronal sistemin etkisi altında rehâvet ve uykuya meyilli İken; Aç İnsan sempatik sinir sisteminin etkisi altında dinamik, araştıran ve canlı bir vaziyettedir. Ancak açlık sınırı belirli bir noktanın üzerine çıktığında ve insan tahammülünün sınırını aştığında, o zaman insan sadece yemek yeme dürtüsünün hegomanyası altına girmek­tedir. İşte bir ay gibi bir sürede yaptırılan açlık egzersizleri İle insan dahi bu açlık dürtüsünü bastırarak, canlılığın ve aktivitenin tefekküre kaydırılması arzulanın aktadır, ilk günlerde dayanılmaz gibi gelen bu durum, bir kaç gün sonra nöronal ve hormonal adaptasyon ile yerini canlı tefekküre bırakmaktadır.

Aç olan insanın ruhî terbiyesi daha kolay, tefekkürü daha derin ve insan olma hasletlerine daha yakındır. Bunu da ancak insanın kendi nörovejataıif sistemi sağlamaktadır.

7- ORUCUN HORMONAL SİSTEME ETKİSİ

Hormonal sistem derken; etkisini dokulara kan yolu ile yapan maddelerin etki sistemini kastediyoruz. Vücudumuzda bazı salgı bezlerinde üretilen maddeler vücudumuzdaki birçok organı kontrol etmekledir. Troid bezi, Paratroid bezi, Pankre­as bezi, Hipofız bezi gibi bezler vücuda şâmil etki gösterirken, barsaklara veya böbreğe has lokal hormonlar mevcuttur.

Tüm bir hormonlar da kendi regülasyonlarını açlık ve tokluk durumuna göre ayarlamaktadırlar, insan metabolizmasının yavaşlaması, hızlanması, sinirli veya uy­sal olması bu hormonların etkisi altındadır.

Bu hormonların etkilerinin her birini ayn ayrı tartışmak uzun bir süreyi ala­cağından burada kısaca geçiyoruz.

Aşırı şişmanlık ve tokluk hallerinde aşırı bir aktivasyon gösterecek olan bu bezler, açlık durumunda üretimlerine kısmen ara verecek ve rahatlayacaktır. Meselâ pankreas bezinin veya safra kesesinin acil olarak iltihaplanması, genellikle aşırı yağlı ve ağır yemeklere bağlı veya aşın alkole bağlı olarak bu bezlerin tahammül sınırlarının ötesinde zorlanmasına bağlıdır.

Aşırı zorlanmaya ve yormaya bağlı olarak İFLAS eden bu bezler, kişiyi KOLESlSTlT veya PANKREATİT gibi hastalıklara sokarak insanı ölüme kadar götüren bir süreci başlatabilmektedir.

Burada da görüldüğü gibi sistemin aşın derecede yüklenmesi, sistemin iflasına neden olmaktadır. Bunun tersi ise yılın onbir ayında çalışan bu kimya fabrikalarını bir ay revizyona alıp rejenerasyon imkânı sağlamak, bir yıl çalışıp, bir ay İstirahat eden memur veya İşçinin haline benzer ve en tabii hakkıdır.