Makale

Nasıl Bir Düşünce Özgürlüğü

Nasıl Bir Düşünce Özgürlüğü

SEYFETTİN YAZICI
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Bu yazımızda son zamanlarda değişik plâtformlarda söz konusu edilen ve halen de güncelliğini koruyan "Düşünce Özgürlüğü" diğer bir ifade ile "Fikir Hürriyeti" kavramını dini yönden değerlendirmeye çalışacağız.
İnsan düşünen bir varlıktır. Onu diğer canlılardan ayıran ve üstün bir konuma getiren en büyük özellik, akıl ve zekâ gibi yeteneklerle donatılmış olmasıdır. 0, bu sayede varlıkları ve olayları düşünür, zihninde şekillendirir, fikir ve kanaat olarak ifade eder. Böylece yeni görüşler, yeni keşif ve buluşların ortaya çıkmasına vesile olur.
İnsan bunları, serbestçe düşünerek, akıl ve zekâsını çalıştırarak elde edebilir. Bu sebeple dinimiz, fikir hürriyetine, başka bir deyişle düşünce özgürlüğüne büyük değer vermiş ve onu insanın tabiî haklarından saymıştır.
Kur’an Düşünmeye Çağırıyor
Dinimiz, herhangi bir şey veya konu hakkında iyice düşünüp değerlendirmeyi ve buna göre karar vermeyi tavsiye eder.
Kur’an-ı Kerim’de insanları düşünmeye çağıran pek çok ayet vardır. Bunlardan birkaçının anlamı:
"Böylece Allah, dünya ve ahi-ret hususunda düşünesiniz diye size ayetlerini açıklar."(1) "Onlar göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler."(2) "De ki görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"(3) "Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler."(4) "Düşünen bir millet için ayetleri böylece uzun uzun açıklıyoruz."(5) "Düşünen kimseler için bunda ders vardır."(6) "Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz."^)
Akıl sahiplerine seslenen bazı ayet mealleri de şöyle:
"Ders alın ey akıl sahipleri!" (8) "Ey Muhammedi De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu bunları ancak akıl sahipleri hakkiyle düşünür."(9) "Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır."(10)
Konu ile ilgili olarak Peygamberimizden rivayet edilen bir hadis-i şerifin anlamı da şöyledir: "Bir saat düşünmek bir gece ibadet etmekten daha hayırlıdır.’(1)
İslâm Dini, insan düşüncesine , ""ni ufuklar göstermiş, körü körüne taklitçiliği reddederek düşüncenin önündeki engelleri kaldırmış, aklın çalıştırılarak görevini yapmasını, taassup ve hurafelerden kurtularak gerçeği bulmasını istemiştir.
İslâm’a çağrıldıkları halde gerçekleri düşünmeyen ve atalarının yanlış işlerini körü körüne taklit etmekte ısrar eden putperestlerin durumu hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmakta-dır:
"Onlara: "Allah’ın indirdiğine uyun" denilince, "Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız" derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (12)
Ashab-ı Kiram Peygamberimizin yanında düşüncelerini serbestçe ortaya koyarlar, görüşlerini rahat bir şekilde ifade ederlerdi. Bedir savaşında İslâm ordusunun indiği yerin uygun olmadığını gören ve yöreyi iyi tanıyan Hubab b. Münzir, Peygamberimize:
-"Ya Resûlellah, buraya vahiy (Allah’ın bildirmesi) ile mi indin, yoksa harp durumuna göre mi böyle yaptınız? Eğer vahiy ile inmişseniz buna bir diyeceğimiz olamaz." dedi. Peygamberimiz, bu hususta Allah’tan bir vahiy gelmediğini, harp durumuna göre böyle hareket ettiğini söyleyince, Hubab:
-"Bedir köyünün en sonundaki kuyunun önünde ordugah kurulmasını teklif etti, Peygamberimiz de bu görüşü uygun bul-du."(13)
Hendek savaşında da düşman ordusuna karşı nasıl savunma yapılacağı müzakere edilmiş, sonuçta Selmanî Farisî’nin görüşü benimsenerek Medine’nin çevresinde hendek kazılmıştı.(14)
Görülüyor ki Ashap, yararlı olduğuna inandıkları görüş ve düşüncelerini Peygamberimize serbestçe anlatmışlar, Peygamberimiz de onların düşüncelerine değer vermiş ve yararlı olan görüşlerini kabul etmiştir. Peygamberimizin bu davranışı elbetteki bize de güzel bir örnektir.
Hz. Ömer hutbe iradederken, "Bende bir eğrilik’ görürseniz doğrultunuz." deyince orada bulunanlardan birinin; "Seni kılıcımızla doğrulturuz"(15) diye Hz. Ömer gibi halifeye böyle açık yüreklilikle görüşünü bildirmesi, İslâm’daki ifade hürriyetinin açık bir göstergesidir.
İslâm Dini, düşünmeye ve aklı kullanmaya büyük önem vermiş, İslâm bilginleri sadece içtihatla ilgili dini meselelerde değil, felsefe, sosyoloji, fizik, kimya, tıp ve astronomi gibi diğer sahalarda da Batıdan çok önce verimli çalışmalar yapmışlardır.
Son devrin büyük din alimlerinden Merhum Ord. Prof. İsmail Hakkı İZMİRLİ, Başkanlığımız yayınları arasında yer alan "İslâm Mütefekkirleri ile Garp Mütefekkirleri Arasında. Mukayese" adlı değerli eserinde, İslâm düşünürlerinin ortaçağlarda Batı düşünürlerinin selefi ve hocaları olduğunu karşılaştırmalı olarak ortaya koymuştur. Konuya ilgi duyanların bu eseri okumasını tavsiye ederim.
Düşünce Özgürlüğü
Yaşamak bir insanın tabiî hakkı olduğu gibi düşünmek, düşündüklerini söz ve yazı ile ifade etmek de tabiî hakkıdır. İnsanın gerek fert, gerek toplum olarak mutlu olması ve ileri gitmesi, aklını çalıştırarak düşünmesi ve zihninde oluşan düşüncelerini hayata geçirmesi ile mümkündür. Hür olarak düşünemeyen, düşündüğünü söyleyemeyen, yazamayan, düşünerek bulduğu yenilikleri başkalarına anlatamayan ve uygulama imkânı bulamayan kimse gerçekleri nasıl bulabilir, kendisine ve milletine nasıl yararlı olabilir?
Bugün ilim ve tekniğin başdön-dürücü bir hızla gelişmesi, hemen her gün akıllara durgunluk veren teknolojik buluşların ortaya çıkması hep serbestçe düşünen katların eseri değil midir?
Akıl, Allah’ın insanlara lütfettiği en büyük nimettir. Onu diğer canlılardan ayıran en büyük özellik de bu nimete sahip olmasıdır. İnsan, aklı sayesinde düşünür, yüce yaratıcısını onunla bilir, kâinatın sırlarını onunla keşfeder.
İslâm alimlerinden Maverdi’nin düşüncenin önemi hakkında: "Düşünce (fikir) sanatı, iş sanatından daha değerlidir. Çünkü işi meydana getiren fikirdir." (16) tarzındaki değerlendirmesi şayani dikkattir.
Bu nimet sayesindedir ki insan, göklerde uçmakta, oturduğu yerden dünyanın öbür ucundaki insanlarla konuşmakta, binlerce kilometre uzakta olup bitenleri anında görebilmektedir. Sanki koca dünya ufak bir ekrana sığmış, oturduğumuz odanın içine gelmiştir.
Diğer canlılara bir bakalım, aralarında fiziki bakımdan insandan çok daha güçlü olanları bulunmasına rağmen hiçbirinde herhangi bir ilerleme var mıdır?
Bin yıl önceki durumları ne ise bugün de aynıdır. Çünkü onlara akıl ve düşünce verilmemiştir. Eğer insanda akıl olmasaydı o, bugün bile taş devrinin de gerisinde bir hayat yaşanacak, hiçbir ilerleme kaydedemiyecekti.
Düşünce suç olur mu?
Hiç şüphesiz iyi ve yararlı düşüncelere sahip olduğu gibi ba-zan da kötü şeyler düşünebilir. Esas olan; insanın iyi ve faydalı şeyler düşünmesi, kötü düşüncelere kalbinde yer vermemesidir. Ne var ki insan, çeşitli şeylerden etkilenerek bazan elinde olmayarak, bazan da bilerek ve doğru zannederek kötü şeyler düşünebilmektedir. İnsan, iyi ve yararlı şeyler düşünmeli, kötü düşüncelere kalbinde yer vermemelidir.
İnsanın kalbine doğan ve gelip geçici olan kötü düşünceler sorumluluğu mucip değildir. Çünkü böyle düşünceler insanın iradesi dışındadır. Bu sebeple bunları Cenab-ı Hak bağışlayacaktır.
Peygamber.. Efendimiz şöyle buyuruyor: "Ümmetimin gönlüne gelen nefsanî temayülleri, (kötü duygu ve düşünceler) fiilen işlemedikçe veya diliyle söylemedikçe Allah affedecektir.’(7)
Kalbe yerleşen ve azim haline dönüşen kötü düşünce ise günahtır ve sorumluluğu gerektirir. Meselâ, başkasının malını çalmayı düşünüp buna karar veren kimsenin bazı engeller sebebiyle bu düşüncesi, fiilen gerçekleşmediği sürece dünyevî bir cezayı gerektirmez, ancak içinde böyle bir kötülüğü düşündüğü ve fırsat bulduğu takdirde yapmak niyetini taşıdığı için günah işlemiş olur. Eline fırsat geçtiği halde bu kötü niyetinden vazgeçerse hem günahtan kurtulmuş olur hem de kendisine sevap yazılır.
Düşünce nasıl değişir?
Düşünceye büyük değer veren ve düşünce hürriyetini insanın en tabiî hakkı sayan dinimiz, bir düşünceyi kişiye zorla kabul ettirmeyi veya düşüncesini zor kullanarak değiştirmeyi tasvip etmez, körü körüne başkalarını taklid etmeyi kınarken olayları iyice düşünüp değerlendirmeyi ve buna göre karar vermeyi tavsiye eder.
Bir insana "şöyle düşüneceksin, böyle düşünmeyeceksin" şeklinde baskı yaparak düşüncesini değiştirmeye çalışmanın bir faydası yoktur. Yanlış düşünce ve kanaatler, ancak daha sağlam ve tutarlı görüşler ortaya konularak gerçeklerin iyi anlatılması ve muhatabın ikna edilmesi ile düzeltilebilir. Çünkü, bir kimseye zor kullanarak söz söyletmek ve iş yaptırmak mümkündür, fakat zorla bir düşünceyi kabul ettirmek mümkün değildir.
Nitekim ünlü İtalyan bilgini Galile, yazdığı bir eserde Kopernik sistemini destekleyerek dünyanın hem kendi ekseni, hem de güneşin etrafında döndüğünü ifade ettiği için 1633’te Roma’da çıkarıldığı Engizisyon mahkemesinde diz çökerek bu görüşlerinden vazgeçtiğini söylemek zorunda bırakılmış, doğrulurken ayağını yere vurarak "Ama gene de dünya dönüyor" demekten kendini alamamıştır.(18)
Din ve Vicdan Hürriyeti
İslâm, din ve inanç konusunda vicdanlara baskı yapılmasını da uygun görmez. Nitekim Kur’an-ı Kerimde "Dinde zorlama yoktur, hak ile batıl birbirinden iyice ayrılmıştır."(19) buyurularak dinde zorlama yapılamıyacağı açık bir şekilde bildirilmiştir. İslâm’ın en önemli özelliklerinden birisi de budur.
Baskı yöntemi uygulayarak bir kimseyi inandırmaya çalışmanın faydası olmadığı gibi İslâm’ın buna ihtiyacı da yoktur. Çünkü hak ile batıl, doğru ile eğri tıpkı aydınlık ve karanlık gibi birbirinden ayrılmıştır. Akıl bunları ayırdedecek durumdadır. İslâm akla hitap etmekte, aklın iyi kullanılmasını istemektedir. Aklını iyi kullanan, kârını, zararını hesap eden doğruyu bulacak, mutluluğu seçecektir. Aklını iyi kullanmayan, yanlışı tercih eden de bunun sonucuna katlanacaktır.
Bizim görevimiz; doğruyu, en uygun metodlarla anlatmak, muhatabımızın kafasını ve gönlünü aydınlatmaya çalışmaktır. Düşünüp karar vermek, iyi ve doğru olanı seçmek o kişiye aittir.
Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimize hitaben şöyle buyurulmuştur:
"(Ya Muhammed:) Sen öğüt vericisin, onlara zor kullanacak değilsin."(20) Peygamberlerin görevi, dini insanlara tebliğ edip anlatmak, inananların mükâfatlandırılacağım müjdelemek, inanmayanların çarptırılacağı cezayı haber vermektir. Yoksa insanları zorlamak değildir.
Tarih boyunca, İslâm’ı kabul edenlerin kendi hür iradeleri ile müslüman oldukları, hiç kimsenin müslümanlığı kabul etmeye zorlanmadığı bilinen bir gerçektir. İslâm’ın hızla yayılması, onun iyi anlatılması yanında müslümanların ahlâk ve fazilet dolu örnek davranışlarının gönülleri fethetmesi sayesinde ol-ı muştur.
İfade Özgürlüğü ve Bunun Sınırı
İnsan, kafasında oluşturduğu düşünce ve kanaatlerini serbestçe ifade etme hakkına sahiptir. Yani zihninde oluşan fikir ve kanaatlerini sözle ifade edebilir, yazı ile anlatabilir. Aksi halde zihinlerde hapsedilen, başkalarına duyurulamıyan düşüncelerin kime ne faydası olabilir?
Ancak kişi, düşüncelerinde doğru ve isabetli olabileceği gibi çeşitli sebeplerle yanlış düşüncelere de sahip olabilir. Bir düşünce, zihin plânında kalıp söz ve yazı ile dışarıya çıkmadığı sürece bu, sahibini ilgilendirir. Buna kimsenin bir diyeceği de olmaz. Fakat düşünce, söz ve yazı ile ifade edildiği takdirde durum değişir.
Başkalarının hakkını gözeten, fertlere ve topluma faydalı olan düşünceler serbestçe ifade edilebilir. Edilmelidir de. Böyle düşüncelerin engellenmesi veya sınırlandırılması söz konusu olmaz. Kafa yorarak ürettikleri faydalı düşünceleri ortaya koyan ve böylece toplumun ilerlemesine katkıda bulunanları takdirle karşılamak gerekir. Her gün yeni fikirler üreterek halkımızı aydınlatan, iyiye ve doğruya yönelten aydınlara milletimizin ihtiyacı vardır.
Ancak ifade özgürlüğü demek, her aklına geleni hiçbir ölçü tanımadan ve mantık süzgecinden geçirmeden söylemek, kime ne fayda sağlıyacağını ve kime zararı dokunacağını hesaba katmadan gelişi güzel konuşmak ve yazmak -demek değildir.
Fertlerin haklarına saygısızlık ve tecavüz anlamı taşıyan, toplum düzenini bozucu, biflik ve beraberliği zedeleyici düşüncelerin ise serbestçe ifade edilebileceğini savunmak mümkün değildir. Çünkü böyle düşünceleri yayarak başkalarına zarar vermeye kimsenin hakkı yoktur. Unutulmamalı ki biz nasıl düşünce özgürlüğüne sahip isek, başkaları da aynı hakka sahiptir. Bizim özgürlüğümüz başkalarının özgürlüğünün başladığı yere kadardır. Yani ifade özgürlüğünün de bir sınırı vardır.
Dünya sadece bir kişiye ait değildir. "Ben istediğim gibi düşünür, düşüncelerimi sınırsız bir şekilde ifade ederim." diyebilmek için dünyada tek kişi olmak lâzımdır. Dünyada bizden başka insanlar bulunduğuna göre o zaman sözlerimiz ve davranışlarımız da sınırlı olacak demektir.
Hürriyet, iyi kullanılırsa toplum için pekçok faydaları vardır. İyi kullanılmadığı takdirde faydalı olamıyacağı gibi zararlı sonuçlara da yolaçabilir.
Hiç kimse, düşünce ve ifade özgürlüğünden yararlanarak başkalarına iftira ve hakaret etme hakkını kendinde göremez. Toplumda huzursuzluğa ve kargaşaya sebep olacak söz ve davranışlarda bulunamaz.
Hiç kimse, milleti millet yapan ve toplumu ayakta tutan değerleri zedeleyemez. Hürriyetleri kötüye kullanarak milletimizin birliğini, vatanımızın bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek söz ve davranışlarda bulunamaz. Bu, hep birlikte içinde bulunduğumuz gemiyi delmeye benzer. Böyle bütün milleti ilgilendiren hayati bir konuda geminin batmasına ve içindekilerin yok olmasına sebep olabilecek davranışı kim haklı görebilir?
İslâm, fertlerin canını, malını, her türlü tecavüzden koruduğu-gibi ırz ve namusunu, şeref ve haysiyetini de aynı şekilde korumuş ve bunlara tecavüz edilmesini yasaklamıştır. Nasıl fiil ve hareketlerimizle başkalarını rahatsız etmeye hakkımız yoksa, sözlerimizle de rahatsız etmeye hakkımız yoktur.
Peygamber Efendimiz veda haccında yüzbini aşkın müslümanın huzurunda iradettiği hutbesinde temel insan haklarını ve bunların dokunulmazlığını şu sözleri ile bütün cihana ilân etmiştir.
"İyi biliniz ki bu gününüz, bu ayınız ve bu şehriniz nasıl kutsal ise; kanlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de birbirinize haramdır, her türlü tecavüzden korunmuştur."(21)
İftira etmek, dedikodu yapmak, alay etmek, insanların başkalarını ilgilendirmeyen, kimseye de zararı dokunmayan özel hayatlarını araştırıp teşhir etmek fertlere karşı yapılan bir haksızlık olduğu gibi, toplumun huzurunu, birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik söz ve davranışlarla fitne ve fesat çıkarmak da topluma karşı yapılan en büyük kötülüktür.
Peygamberimiz, müslümanı, "elinden ve dilinden kimseye zararı dokunmayan kişi"(22) olarak tarif etmiştir.
Bu sebeple müslüman konuşurken ve yazarken sözlerine dikkat etmeli, bunları iyice ölçüp biçtikten sonra ifade etmeli, aşırı ve yıkıcı değil ölçülü ve yapıcı olmalıdır. Toplumun huzur içinde yaşaması, fertlerin birbirlerinin haklarına saygılı olması ile mümkündür.
Bir insanın sözle de olsa başkasını rahatsız etmeye hakkı yoktur, insan elinden geliyorsa faydalı söz söylemeli, bunu yapamıyorsa susmalı, başkalarını rencide edecek, toplumun huzurunu bozacak sözlerden sakınmalıdır.
Bu; zulüm, haksızlık ve kötülükler karşısında susulacak, kimse eleştirilmeyecek, doğrular söylenip halk aydınlatılmayacak anlamına gelmez.
Eğer bir kimsenin kötü iş ve davranışları başkalarına zarar veriyorsa, onun kötülüğünden toplumu korumak ve o kişiyi de kötülük yapmaktan vazgeçirmek için ölçülü ve yapıcı bir üslupla kötülükler anlatılarak halk bu konuda aydınlatılır.
Peygamberimiz bizi şöyle uyarıyor: "Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayırlı söz söylesin veya sussun."(23)
Önemli olan; söylediğimiz sözün kime ne kazandıracağıdır, yani elde edeceğimiz sonuçtur. Bu sebeple düşünce ve kanaatlerimizi ifade ederken sözümüzün ve yazdıklarımızın doğuracağı sonuçları iyi hesap etmemiz gerekir.
İnsanın fena sözler söylemesi ve kötü davranışlarda bulunmasının asıl sebebi, kalbindeki kötü duygu ve düşüncelerdir. Öyle ise mesele, kaynağına inilerek düzeltilmelidir. Çünkü organlar kalbin emrindedir. Kalbe kötü düşünceler yerleşmiş ise dil ve kalem zararlı olur. Organlar kötülük işleyen birer alet halini alır. Kalbe iyi düşünceler hakim olursa dil faydalı sözler, organlarda yararlı işler yapar.
Düşünceleri düzeltmenin, ifade özgürlüğünü faydalı hale getirmenin yolu kafaları gerçek bilgi ile aydınlatmak, gönüllere sorumluluk duygusunu yerleştirmektir.
(1 )Bakara: 218.
(2) Al-ilmran: 191.
(3) En’am:50.
(4) Araf: 176.
(5) Yunus: 24.
(6) Nahl: 11.
(7) Haşr:21.
(8) Haşr:2.
(9) Zümer: 9.
(10) AH Imran: 190.
(11) Suyûtf, Camiu’s-Sağir.
(12) Bakara: 170.
(13) Siretö Ibn-i Hişam, C.1, S.620.
(14) Hatemü’l-Enbiya, S.300.
(15) İsmail Hakkı İZMİRLİ- Elcevabü’s-Sedld Fi Beyani Din-i-t-Tevhid, 6.101.
(16) Maverdi, Edebû’d-Dünya ve’d-Din.
(17) Tecrid,C.12,S.237.
(18) Büyük Larousse.
(19) Bakara: 256.
(20) Gaşiye: 21,22.
(21) Buhari, Hacetü’l-Veda.
(22) Buhari, İman.
(23) Buhari, Edep.