Makale

İSLAM’A GÖRE İNSAN

İSLAM’A GÖRE
İNSAN
YAKUP ÜSTÜN
Diyanet İşleri Başkan Yrd.

İnsan, canlılar âlemînin en son ve mükemmel halkası, başka bir deyişle en yukarı basamağıdır. Ondaki özellikler hiçbir canlı ile mukayese edilemeyecek kadar değişik, gözleri kamaştıracak kadar parlaktır. Kâinattaki takriben 900 bin canlı içinde, âlet yapan, kendinin farkına varan, evrenin sırrını araştıran ve onun İçine nüfuz etmek isteyen yegâne canlıdır. İnsan da diğer canlılar gibi doğar, büyük, ölür. Toplu olarak yaşar. Hayâtını sürdürmek îçîn tabiatın kanunlarına, mutlu olmak için toplumun kurallarına uymak zorundadır.

İnsanı tanıma ve tanımlamanın zor olduğunu söylemek bile yersizdir. Düşünmeye başladığı günden beri insan, kendini tanıma gayreti içinde bulunmasına rağmen kesin bir sonuca ulaşamamıştır. Bu alışma bugün de devam etmekte, yeryüzünde tek insan kalıncaya kadar da devam edeceğe benzemekledir.

Özellikle felsefe ve mantık kitaplarında insan için çeşitli tanımlar yer alır. Bazıları onu "düşünen canlı", "âlet yapan canlı" diye biyolojik ve psikolojik özelliklerine göre tarif elmiş, bâzıları "toplu yaşayan, toplu yaşamak zorunda olan canlı" dîye tanıtmış, bazıları ise onu "nüfuz edilmez, anlaşılmaz bir canlı" olarak görmüştür. Diyebiliriz ki bu tariflerin hemen hepsi insana âit birtakım özellikleri ifade etmekle beraber onu tam olarak tanıtmaktan uzaktır. Ancak onda biri su yüzünde görünen buz dağları misâli, insanın henüz bilinebilen yönü, bilinmeyene oranla çok küçük bir yekûn teşkil etmektedir. 1

Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, iman sayıları yüzbinleri bulan hayvan türünden bir tür değildir.

O, yaratılanların en üstünü, âlemin özü, kâinatın sırrıdır. Bununla beraber diğer canlılara ait birtakım özellikler insanda da vardır. O, yükselmeye lâyık olduğu kadar alçalmaya da müsaittir. Cenâb-ı Hakk’ ın, "Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık."2 buyurmuş olması bu gerçeği ifade eder.

İslâm, insana gerçekçi bir gözle bakmış, onu bir canlı olarak görmekle beraber, taşıdığı diğer meziyetler sebebiyle orta apayrı bir yer ve değer vermiştir. Onun şerefli ve üstün yetenekleri yanında zaaflarını ve eksikliklerini de dile getirmiş, bütün bunları insan olmanın tabii bir sonucu saymıştır.

İnsan ne kadar zayıf, ne kadar kusurlu olursa olsun insanlıktan çıkmaz, ne kadar güçlü, ne kadar meziyetli olursa olsun insanın üstünde bir şey olamaz. Kısacası eksiğiyle, üstünlüğüyle, faziletiyle, kusuruyla İnsan insandır, insanlar arasında eşitlik prensibini bozacak her şey İslâm’a aykırıdır, İnsanların bir kısmının putlaştın iması, tabiî olarak diğerlerinin küçülmesine sebep olur. Bâzı insanların yükseltilip birtakım imtiyazlarla donatılması, diğerlerinin hukukuna saygısızlıktır. Allah’ın dînini tebliğ eden bütün peygamberler, insanlara, "Biz de sizin gibi bîr insanız.’’ demişlerdir. Cenâb-ı Hakk’rn şu hitabı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır:

"Ey Rasûlüm, onlara de kî: Size Allâh’ın hâzineleri elimdedir demiyorum. Ben gaybı bilmem,

Size ben, meleğim de demiyorum, Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum."3 Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.) Allah’ın emri ile tekrar tekrar "Ben de sizin gibi insanım."4 buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’de insanın ilah olamayacağı5, Allah’ın insan şeklinde tasavvur edilemiyeceği kesinlikle belirtilmiş bu gibi yanlış ve akıl dışı inançlara savaş; açılmıştır.

İslâm’da her konunun kaynağı Kur’an-ı Kerîm’dir, İslâm’ın insana bakışını âyetlere dayanarak söyle sıralayabiliriz.

a — İNSAN BİR CANLIDIR.

Allah ilk insanı topraktan, karada yaşayabilecek kabiliyette yaratmıştır. Aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz, Âdem, ilk insandır. Diğer insanlar O’nun neslinden gelmiştir. Bir canlı olması sebebiyle insan da diğer canlıların uyduğu kanuna tâbidir. Her canlıda bulunan neslini sürdürme meyil ve kabiliyeti insanda da vardır, insan da bir erkekle bir dişinin birleşmesinden belli şartlar altında belli bir ortamda hayat bulur.

Doğar, belli bir süre yaşar ve ölür. Bu bir kanundur. Göz kamaştıran ve hızta ilerleyen teknik bu kanunu değiştiremediği gibi değişeceğine dair de en ufak bir belirli görülmemektedir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: "O, (Allah) sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını tâyin edendir."6

"Biz insanı muhakkak çamurun özünden yarattık. Sonra onu sağlam bir yerde (ana rahminde) bir nutfe yaptık.’’ "Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik. Daha sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline çevirdik. Kemiklere et giydirdik.

Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Bak gör) şekil verenlerin en güzeli olan Allâh’ın şanı ne kadar büyüktür."7

"Gerçekten biz insanı birbiri ile karışık bir damla sudan yarattık.

(Sorumluluklar yükleyerek) Onu

deniyeceğiz, Bu sebeple onu işiticive görücü yaptık."8

b — İNSAN MADDE İLE RUHTAN MÜTEŞEKKİLDİR.

Diğer canlılarda mevcut biyolojik özelliklerden başka insanda ruh denilen bir yetenek vardır. Cenâb-ı Hak bunu insanın maddî varlığının üzerine ilave etmiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’de söyle buyrulur:

"Sonra Allah onu (şeklini) düzeltip tamamladı ve bizzat kendi ruhundan ona ruh üfürdü. Sîzin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı. Ne kadar az şükredersiniz."9

"Ben onun (insanın) yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın."10

Ruh nedir sorusu henüz gereği gibi cevaplandırılamamış. "Ey Rasûlüm, bir de sana ruh’tan (ruhun hakikatinden) soruyorlar. De ki:

Ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Ve size (O) ilimden az bir şey verilmiştir."11 Gerçeğinden fazla bir noktaya ulaşılamamıştır. Ancak bu konu ile uğraşanlar inkârı kabil olmayan belirtilere rastlamışlardır.

Mevlânâ’nın dediği gibi: "Gerçekten beden ruhtan, ruh bedenden gizli değildir. Fakat ruhu görebilmek için kimseye izin verilmemiştir.

İNSAN ŞEREFLİ BİR VARLIKTIR.

Kendinin, etrafıdakilerin, bütün alemin farkında olabilen, bütün bunların ötesinde ve üstünde olan yüce varlık Allah’ı düşünebilen tek yaratık insandır. İnsan, anlama gücünün (idrâkinin) sınırlı duyularının bir noktada yetersiz olduğunun da farkındadır. Düşünme ve anlama denilen hârika mekanizma sadece insana mahsustur. İnsandaki bu yetenek, dünyalara değecek kadar kıymetlidir. İnsanin şerefi de buradan gelmektedir. Taşıdığı manevi özelliklerle olduğu kadar, İnsan, dış görünüşü ile de mükemmeldir.

İnsan kadın olsun erkek olsun, kör olsun kötürüm olsun, hattâ inansın veya inanmasın şerefli ve kıymetli bir varlıktır. Bu sebeple evrendeki her şey onun emrine sunulmuş, aklını, gücünü kullanarak onlardan yararlanması emredilmiştir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Andolsun ki biz Ademoğullarını üstün bîr izzet ve şerefe mazhar kıldık. Onlara karada, denizde taşıyacak vasıtalar, güzel güzel rızıklar verdik. Onları yarattıklarımızın hepsinden üstün kıldık."12

"Hanî Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde Benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur mutlaka bir halîfe (insan) yaratacağım, demişti.”13

"Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık."14

İslam, insan için, İnsanın mutluluğu için konulmuş bir dindir. Asıl amaç, insanın haysiyet ve şerefinin korunması ve kurtarılması, ona lâyık olduğu değerin verilmesidir.

Peygamberimiz (s.a.s.), kim olursa olsun, hattâ ölülere dahi işkenceyi yasaklamış, kendisine hakaret ve düşmanlık edenlere bile, "Allah’ım onlara Sen doğru yolu göster, çünkü onlar cehaletleri sebebiyle ve yaptıklarını bilmiyorlar’’ diye dua etmiştir.

Düşmanlarına beddua etmesini tavsiye edenlere iltifat etmemiş, Allah’ın varlığını kabul etme kabiliyetinde olan bu kimselerin daha sonra inanabileceği, yahut da bunların çocuklarının müslüman olabileceği gerçeğini dâimi göz önünde tutmuştur.

d — İNSAN SORUMLU BİR VARLIKTIR.

Madem ki insan alelâde bir canlı değildir. O halde insana şerefi ile mütenasip birtakım emanetler verilmiş ve kendisine sorumluluklar yüklenmiştir, Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

"Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Bundan endişeye kapıldılar. İnsana gelince, o bunu sırtına yüklendi.15 "İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?"16 Bu emânet, düşünme, Allah’ı bilme, O’nun emirlerine uyma, İnsanlara insanca davranmadır. İnsanın hukukuna saygı göstermektir. İnsan bu sorumluluğu idrâk ettiği ve ödevlerini yerine getirdiği ölçüde şeref kazanır, öğretim ve eğitimin asıl amacı da İnsanı sorumluluğunu ve ödevlerini öğrenecek düzeye ulaştırmaktır. İnsanın yaratıcısı Allah’a, kendi şahsına, ailesine, vatan ve milletine, bütün insanlara karşı birtakım sorumluluk ve ödevleri vardır.

e — BÜTÜN İNSANLAR EŞİTTİR.

Bütün canlılar erkek-dişi çift çift yaratılmıştır. Canlıların bir erkek ve bir dişiden yaratılması Allâh’ın kanunudur. Erkek-dişi birbirini tamamlayıp, bir bütün teşkil ederler.

Nesillerini ancak böyle devam ettirir, bu görevde her ikisi de eşit rol oynarlar.

İnsanlarda büyüklük ve üstünlük Allâh’ın hoşuna gidecek şekilde davranmak ve insanlar için yararlı iş yapmakla mümkündür. Irk, soy, renk, zenginlik veya fakirlik insanların imtiyaz sahibi olmaları veya hakir görülmeleri için bir sebep teşkil etmez. İslâm, toplumda ırk, sınıf ve zümre esasına dayanan görüşlere iltifat etmemiş hiçbir zümreye imtiyaz tanımamıştır.

Kur ân-ı Kerîm’de: "Ey iman edenler, gerçekten Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirlerinizle tanışasınız diye büyük topluluklara, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz kî Allah yanında en şerefliniz Allâh’ın rızâsını en çok gözeteninizdir. ’

Gerçekten Allah her seyi bilen, her şeyden haberdar olandır." buyurulmuştur.

Sahabiden bir kişi diğerine hakaret kasdı ile "Siyah kadının oğlu" diye hitabetmişti. Bunu duyan Peygamber (s. a. s.) üzülerek;

"Yanlış bir ölçü, yanlış, bir ölçü, yanlış bir ölçü, bir beyazın oğlunun bir siyahın çocuğuna hiçbir üstünlüğü olamaz." buyurmuştur.

"Nazargâh-ı Hûda’da müsavidir cümle mahlûkat, Hukuken farkı yoktur bir şehinşâhın çobandan."

beyti bu gerçeği açık bir şekilde dile getirmiş bulunmaktadır.

Şeyh Galib’in bir beytini burada kaydetmek yerinde olur:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i alemsin sen Merdum-i didei ekvan olan âdemsin sen.

(Kendine bir dikkatlice bak, âlemin özüsün sen Varlıkların göz bebeği olan insansın sen.)

(1)et-Tin: 4-5.

(2)İbrahim; 11

(3)el-En’âm: 80.

(4)el-Kehf: 110 - Fussilet; 6.

(5)Al-i İmran: 64.

(6)el-En’am: 2.

(7) el-Mü’minun: 12-14-

(8) el-însan: 2.

(9) es-Secde: 9.

(10) el-Hicr: 29

(11) el-İsra: 85

(12) el-İsrâ; 70,

(13) el-Bakara: 30.

(14) Tin; 4,

(15) el-Ahzab: 72.

(16) el-Kıyamet: 36