Makale

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ VE İSLAM ÂLEMİ

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ VE İSLAM ÂLEMİ (1)

Yazan: Prof. Dr. T. B. IRVING

Çeviren: Doç. Dr. ALİ ŞAFAK

HER ŞEYE RAĞMEN BUGÜN DÜNYADA 50’NİN ÜZERİNDE İSLAM ÜLKESİ VARDIR. ONLARIN DÜNYADAKİ POLİTİK DURUMUNU, ÖNEMİNİ KİM İZAH EDER? DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTILARI BU POLİTİKANIN BİR KISMINI BAŞARIYOR AMA BASIN ONLARIN RAPORLARI VE İŞLERİYLE NADİREN İLGİLENİR, O ÖNEMLİ RAPORLARI DÜNYA ÇAPINDA YAYMAZ. BU MÜSLÜMAN MİLLETLER İKTİSADÎ GÜCE SAHİP OLMALARINA RAĞMEN BİZİM İKTİSÂDÎ VE İŞ İDARESİ OKULLARI BU HUSUSU ÖNEMSEMEKTEN ÇOK UZAKTIR.

Otomobil sanayi geçen yıl bize üç yeni tip araba imal etti: Chrysler Cordoba (Kurtuba), Ford Granada (Gırnata) ve Cadillac Seville (Sevil) marka arabalarını piyasaya sürdü ki, her üç markada Endülüs müslümanlarının kurdukları meşhur şehir adlarıdır. Bu durum bir tesadüf değil fakat her üç şehrin Kuzey Afrikalıların hala “el-Firdevs ul-Mafqud” (Kaybolmuş Cennet) dedikleri medeniyetin mahsulleridir ki lüks, ince ve zarif san’atı temsil edişleri sebebiyle arabalar da bu şekilde adlandırılmıştır. Tarihte Arab İspanya’nın sevimliliğine (büyüleyiciliğine) baktım, teshir edici cazibesi bugün hala ayaktadır.

Fakat müslümanlar arasında İspanya müslümanlarından geri kalan kim var? Müslüman İspanya’dan geri kalan İslamî miras ve eserler nelerdir? Bu soruların cevabını müslümanlar arasında kim açıklayabilir? O kültür ve medeniyet Kuzey Amerika’da Meksika yoluyla ve Karibyen’den geçerek Kaliforniya ve Teksas’a kadar esir müslüman işçiler vasıtasıyla gelmiştir. Biz Amerikalılar o sanatları İspanyol sanatı sanırız. Fakat İspanyolca konuşan eyaletlerdeki umûmî ve hususî binalara kendi sevimliliğini, cazibesini veren, her türlü sanat motiflerini yapan ve yayan çilekeş sabırlı işçilerdir. Bu sanatkârlar Engizisyon mahkemelerine rağmen gizli gizli yalnız Allah’a ibadet etmişlerdir ve bunların teshir edici sanatı ve ustalığı müslümanlartn kalbleri ve kafalarını tek Allah’ı tefekkürden alıkoyan Katolizmin köhnemiş hayaline müsamaha etmediklerini, boyun eğmediklerini gösterir. Bununla beraber farazî olarak İslam hakkında az bir müslüman mütehassıslar Batı âleminde Orta Doğulu gruplarda temsil olunur, tanınırlar.

Bu durum Amerikalı yüksek tahsil ve İstihbarat servisleri yetkililerinin İslâm âlemiyle ilgilenmelerine engel olmuştur.

Mamafih şimdi umûmî hava, onbeş yıl önce Minnesota Üniversitesindekinden veya 1958 ve 1959’da Texas ve Austin’dekinden çok daha iyidir. Bugün arap talebeler etraflarında olup bitenlerden habersizler. Ama şunu ilave etmeliyim ki Austin’de Arap öğrencilerin çok azı, siyasî liderleri umumiyetle Lübnanlı veya Filistinli Hıristiyanlar olmasına rağmen de yine İslam’ı yaşıyordur.

Böylece İslam, buraya gelmiş Orta Doğulu öğrenciler tarafından nadiren müdafaa edilir. Amerika’da kendi öz kültürlerinin fikirlere, programlara ve projelere tesiri hakkında yeterli birşey bilmezler. Suudiyeli yeni temsilciler ve Orta Doğulu bilginler Asya ve Şark’la ilgili çalışmalarda müessir kişileri bilmeyenlerin himayesinde gelmişlerdir. Onlar nerede ise kendilerini kaybedecek şekilde o tarihî eserler arasında dolaşmışlar, yine onlar kendi mahalli bölgelerinde farklı beşeri veya sosyal kurallar içinde yaşamalarına rağmen onları layıkıyla da bilmezler, gerçek dostlarını tanımazlar ve politikalarını koordine etmezler.

Biz aşağıdaki bilginleri üniversitelerimize kazanmak zorundayız: Libya’dan Prof. Nâmî, talebelerle son zamanlarda ders vermesi konusunda sözleşme imzaladıktan az sonra Ann Arbor’a gelmiştir. Dr. Aseer geçen kış Ohio Eyalet Üniversitesine gelmiştir. Bunları ülkemiz üniversite muhitine, İslâm ve Orta Doğu ilmî kadrosuna ve o bölümlerde görevli Profesör olarak nasbetmek suretiyle kazanma zamanı gelip geçmiştir bile.

Biz şu anda çevremizde aynı konu mütehassısları klasik Arapça, Farsça ve Türkçeyi bilen isimlere sahibiz. Orta Doğu bölümleri ve kürsüleri, kendi düzenbaz oyunları için hâlen piyondan ileri gitmeyen ehil olmayan adamlarını ileri sürüyorlar. Fakat bu oyunları ve hîleleri bazan muvaffak olmuyor da değil, onun için bir bakıma takdir edilebilirler de. Aynı kasıtlı hareket ve sahte, yanlış isimleri ileri sürme işi şu anda devam da ediyor. Mesela “MÜSLİM” kelimesi, ismi yerine “MOSLEM” kelimesi kullanılır ki, manası; sulh içinde yaşamayı arzulayan kişi anlamınadır. Müstehziyâne bir İspanyolca telaffuzuyla ve yazar İspanyolca telaffuza göre vurgu işaretinin nereye konulacağını bilmemesine rağmen, aslında Arapça isimler olmayan “ALMOHADES” ve “AL-MORAVİDES” kelimeleri “MUVAHHİD” ve “MURABİT” anlamına gelir ve kendi kendilerine dar anlamlı veya hiç anlamı olmayan birer kelimedir ki, Kuzey Afrika çalışmalarında Fransızların tekel ve hâkimiyetini devam ettiren kelimelerdir. Matbuatta Albay Kaddafi “Qadhdhafi”nin ismini telaffuz ve bu telaffuzdaki iltibas bir fecaattir. Albay tuhaf ve alaylı göründüğü müddetçe şarkiyatçılarımızdan böyle bir hatayı düzeltecek pek az kişi vardır ki, Albay’ın isminin doğru nasıl telaffuz edileceğine onlar da dikkat etmezler. Orta Doğu’da “HÜKÜMET” anlamına geldiği sanılan ve Türkçe bir telaffuzla “VIZERS” (vezirler)’den bahseden eserler halen basılmaktadır. “GRAND VIZIER” (Sadr-ı Âzam) ifadesine, Orta Doğu Sanatı hakkında gözden geçirilmiş yeni matbu bir eserde muasır ifadesiyle niçin Başbakan denilmiyor da hükümet kelimesiyle ifade ediliyor ve o şekilde anlam veriliyor? Gûya bugünkü anlamda hükümet ve başbakanlık görevi Batıda 18. yüzyılda Ingiltere’de Walpole ile başlamamış (Orta Doğu İslâm ülkelerine nisbetle) çok daha geç başlamıştır.

Benzeri hataları eğitimde, günlük işlerde ve gazetelerde aynen tekrar ediyoruz. Muhabirler kelimeleri muasır anlamıyla söylemek, yazmak için nereye ve nasıl gideceklerini (hareket edeceklerini) bilemezler. Sebebi ise; İngiliz, Hollanda ve Fransız imparatorlukları kurucularının devam eden şarkvâri gülünç folkloru yanlış isimlendirme ve telaffuzları, nesillere mütehassıs gibi tanıtılanlarca kasden o şekilde öğretirler, gençleri kibirli, burnu yukarıda bir pozisyon, hava içerisinde sevk ve idare ederler. Mısır’da doğmuş Sir Hamilton Gibb ve şimdi Prof. Mc Neil, İslâm için “MOHAMMEDANISM” ismini salık verirler. Gibb, İslam hakkında temel bilgiler ihtiva eden eserine bu ismi verdiği gibi, bu asrın başından beri Margoliouth’un Yahudi peşin hükmünü teyid eden bu ismi, “Muhammedanism”i kullanmış, eserine ad olarak vermiştir. Adı geçen profesörler meşhur Harvard Üniversitesinde bile istihdam edilseler biz onları cidden önemli kişiler sayabilir miyiz? Talebelerimiz ve müslüman çocuklarımız bu kelimeleri kullanmaya devam etmeliler mi?

Siyonist tesir matbuatımızda da henüz ömrünü ikmal etmemiştir. Üç yıl kadar önce cesurâne Mısır taarruzuyla ilgili olarak “Ekim veya Ramazan Savaşı” yerine “Yom Kippur Harbi” hakkında söz etmek, onu kullanmak zorundayız. “JAVLAN" değil de “GOLAN” ismi halen İsrail kuvvetlerinin işgali altındaki tepelere verilen bir isimdir. Yahudilerin Kunaytra ve Süveyş’teki ihaneti anlaşma masası başında temizlenmiş, temize çıkarılmışken ve asıl o ihanetler hakkında düşünmemiz gerekirken onun yerine yalnızca Filistinlilerin şiddet hareketinden bizlere bahiste bulunurlar, söz ederler. Hz. Süleyman Mabedi yerine bugün Christian Science Monitor (Hıristiyan İlmî Mev’ıza)’sı bile Yerusalim Yahudi Mabedi (Temple Mount) ismini kullanmakta ve aynı mecmuanın yazı kadrosu biz müslümanlara sıradan bir mecmuanın “MOSLEMS” demeleri yerine doğrusunu (“MUSLIMS” diye) yazmayı yeni öğrenmiştir. Kısacası topyekûn ilmî terimlerimiz gazeteci ifadesidir. Jibuti söylenilmesi ve telaffuzu daha kolay, fakat gazeteciler yine de matbuatta eski Fransızca söylenilişini kullanıyorlar. Sahil boyunca uzanan Somali toprağı ve hatta Aden bile Rus oyununun tuzağına düşmüşken ondört asırdır Arap-İslâm menfaati için önemli bir yeri olan Jibuti Afrika ucunda Fransız varlığını savunan bir adadır. Gazeteler Amerika-Müslüman menfaatlarımızı savunmalarında tarafsız ve sıhhatli, doğru bile değiller.

Böylece şimdilerde Orta Doğu üzerinde muâsır Amerikalı araştırıcı pek az olup yeni yeni temayüller, kıpırdanışlar vardır. Montreal Mc Gill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü şimdi Hartford Teoloji Seminerinin pratikte ölü hal almış İslâm düşmanı tarafı kucaklayıp desteklemiştir. Fakat Samuel Zwemer’in bir ara “The Moslem World” denilen ve el’an kapağında haç bulunan küfürbaz “Muslim World” dergisi İslâmî-saha ile alakalanan Kuzey Amerika’daki fikriyatın teme) yayın organı, mecmuasıdır. Georgetown Üniversitesi Washington’da Orta Doğu ve dil araştırmaları konusunda tekelci rol oynamaktadır ve bir zaman Cizvit Teşkilâtının imhaya çalıştığı müslümanların hükümetlerinden para dilenmektedir. İmanı sûre tâ mevcut, viski müptelâsı müslümanlar, eğer Amerikalıların onları istihdama gönülleri olursa Georgetown Üniversitesi mütehassısları kadrosuna bile alınırlar. Uman Büyükelçiliği galiba 16. ve 17. yüzyılda Uman’ın başkenti Muskat’a Portekiz donanmasının ne yaptığını (ne zararlar verdiğini) ve Portekizli katoliklerin Doğu Afrika sahilindeki Kilva ve Malindi’den tutun da Hindistan’daki Goa’ya kadar müreffeh şehirler incisi dizisini nasıl viraneye getirdiklerini açıkça unutmuşa benziyor veya tamamen unutmuştur. Hind Okyanusuna getirilen bu denizci papazların yaptıkları medeniyet değil hainlik ve yobazlıktır. İbnu Batuta tarafından şaşâlı durumlarıyla tarif olunan İslâm şehirleri; Hürmüz, Kilvâ, Malindi ve benzerlerinin tamamı tahribe, yağmalamaya mâruz kaldı. Müesseselerle devam eden Ann Bor da yine para temininden sonra kendine gelmiştir. Güney Kaliforniya Üniversitesi Von Grunebaum’un İslâm Ortaçağı hakkında görüşleriyle hâkim olduğu UCLAS’ın Yakın Doğu merkezini geliştirmek için Suûdi Arabistan’dan yardım almıştır.

Bir parça olumlu kıpırdanışlar da var denebilir: Müslüman İspanya hakkkında Enver Şecne’nin yeni eseri “MUSLIM SPAIN” güzel bir eserdir. Sebebine gelince; Prof. Şecne Arapça, İngilizce kadar İspanyolca’yı da bilir. Edinburg Üniversitesi profesörlerinden Montgomery Watt “Müslüman İspanya Tarihi” (A HISTORY OF ISLAMIC SPAIN) kitabını yazmıştır ki, eser yakında tab edilmek üzeredir. Hz. Peygamber’in hakkında diğer eserleri Müslüman genci ve İngilizce konuşan üniversite talebesinin, doğru veya yanlış bir kısım bilgiler öğrenmesine yardım etmiştir. Ebu’n-Nâsır’ın Cambridge Üniversitesince basılan Mağrib Tarihi (HISTORY OF MAGHRIB) eseri diye yanlış, bozuk ifadelerle, fikirlerler doludur. Cambridge İslâm Tarihi (THE CAMBRIDGE HISTORY OF ISLAM) 20. Asırda Müslümanlara halen mürted ve hainler diyen Avrupalı meşhur profesörleri de (makale sahiplerini de) yazar gibi kadrosunda tutmakta, yazı heyetine almaktadır. Toronto Üniversitesinden R. M. Savory Kanada yayın organı (radyo teşkilatı) için İslâm Medeniyeti (ISLAMIC CIVILIZATION) adlı eser bastırdı. Bu kitapda yineCambridge Üniversitesi matbaasında basılmışsa da, kitabı teşkil eden bölümlerde hiçbir Müslüman ismi yok ama gâyet âşikâr bir şekilde Yahû isimlerini havidir. Bu eser İslâm açısından hiç de önemli ve meşhur olmayan Hollanda İslâm Ansiklopedisi (ENCYCLOPEDIA OF ISLAM)’ne benzer ki, Ansiklopedi sık sık istişârede bulunduğu Danışma Kurulu üyelerini bu hizmetlerinden ötürü en başa kor ise de bu isimlerin hemen hepsi tercemelerinde hatalı, yanyış anlayan ve hattâ ilmî açıdan sahtekâr kişilerdir. “Islâm ve Arab Âlemi” (ISLAM AND THE ARAB WORD) isimli yeni bir eser Bernard Lewis tarafından yazılmış ve Amerikan Mirası (AMERICAN HERITAGE) kurumunca basılmıştır. İslâm aleyhinde gönüllü çalışan yüksek bir papaz ve diğer ırklara karşı Arapları tefrikte onlarla diğer ırkların aralarını açmakta gayet kurnaz bir yazar olan Bernard Lewis şimdi Princeton Üniversitesi öğretim kadrosunda çalışmakta ve refiki Avran Udovich mümtaz bir mevkie yükselmiştir ki o aynı zamanda Amerika Şarkiyat Cemiyeti (American Oriental Society) ile İslâm orada temsil eder, galiba Rockefeller Vakfı’nın da ikinci başkanıdır.

Bu durum A.B.D.’nin dış politikacılarının ne Araplar ve ne de İslâmî durumu niçin kavrayamadıklarını açıklar. İslâm’a zıt unsurlar burada Arap ve İslâm’a kördür. Halen aynı şartlarla bu durum devam eder. İslâm ve müslümanlar fena bir şekilde temsil ve izah edilecek, Araplar ve diğer müslüman halklarda bundan farksız olacaktır. Senatör Jackson’un elde ettiği önemsiz, gerçekle ilgisi olmayan malûmat sonucu Orta Doğu hakkında sahip olduğu tek taraflı kanâat böyledir. Yahudi olmayan seçmen üzerinde şiddetli heyecanı celbedemiyecek, uyandıramıyacaktır. Bernard Lewis’in ekibi, başkanlık için yaptığı anket ve araştırmasının neticeleri de kenara itilip kayba uğramaktan başka bir işe yaramıyor. Sebebine gelince; zeki Amerikalı seçmen kendi ülkesinde özbeöz Amerikalının rey verme hakkından mahrum bırakılmak istenildiğini bilir ve nitekim Pennsylvania’daki seçmenler karanlık ve müphem seçim beyannâmesini reddetmiştir.

Jimmy Carter da Lipshutz ve Eizenstat gibi İsrail taraftarı dostlarınca ele geçirilmiş, kontrol altına alınmıştır. Başkan adaylarından Reagan, sona ermek üzere olan bu 20. asırda siyasi bir hayalin Filistin’in siyonistlerce işgalini desteklemekten hiç de uzak kalmamıştır. İennese eyaletinden Senatör Brock, Ekim harbi esnasında İsrail tarafını tuttuğunu açıkça beyan etmiştir. Sebebi ise; Orta Doğu’da yegâne demokrasi ülkesi İsrail imiş, bir başka ifadeyle Orta Doğu’da demokrasi ancak böyle gerçekleşir. Acaba o, bu temel malumatı nereden öğrenmiş, almıştır? Senatör asıl görevini başarılı şekilde yerine getirememiştir. Çok yakın bir gelecekte yeniden seçime katılacak adaylar ve bilhassa Brock her ne kadar çok kapalı ifadelerinde İsrail’le alakasını ifade ederlerse de Filistin’de insan hakları lehinde de bazı sözler söylemek zorunda kalmışlardır.

Madalyonun öbür yüzünde Arap düşmanlığı şeklinde düzenlenen propaganda türünü görelim. Yakın zamanda John Laffin tarafından “Arap Zekâsı” (THE ARAP MIND) isimli insafsız eser Londra’da Casseli Yayınevince tabedilmiştir. Bu kitaptan mütevellit korku ve endişe yalnızca eserin son derece kötülüğü değil, aynı zamanda ilim adamlarımızın ve cemiyetlerinin posta adresleri vasıtasıyla onlara bedava gönderilişi ve dağıtılışı ve eline geçen münevverlerden böyle bir eser hakkında açıkça bir tenkit ve herhangi bir muhalefet görmemesidir. Laffin’in bu eseri Arap düşmanlığının en belirgin bir örneğidir, ama esere hiç de tenkit yazılmaz, hücum edilmez. Sebebi ise gâyet basit; eserde köle olarak bahsedilen Semitler (İbranî kavimleri) Yahûdi değillerdir ve onlar yahûdîlere mahsus yerlerde, topraklarda yaşamazlar, böyle bir hayat hakları yoktur. Eser, yakın zamanlarda doğrudan doğruya ağız dolusu küfür ve iftirayı ihtiva ederek kaleme alınmış en çirkin bir küfürbaz kitap örneğidir. Bununla beraber gûyâ din namına, gayesi dînî olan bir müessesece dağıtılmış ve dağıtılmaktadır. Her ne kadar liak bir ruh Şarkiyat araştırmalarında kendini göstermek isterse de ancak bu tarz araştırma ve küfür dolu eserler müelliflerince kendilerini vaftiz edenlere (kiliseye) ödenen en uygun bir ücrettir. İslâm düşmanı büyük din adamları hâlen Orta Doğu araştırmalarını kontrol ve idare ederler.

Mamafih son zamanlarda tefekkür gâyet az da olsa değişmiştir ve fikirde şimdi kıl payı ince ayrılıklar mevcuttur. Çünkü temel olarak ihtiyaç duyulan bilgiler hâlen bol paralı arpalıkları ellerinde tutan papazlardan gelmektedir. Petrol krizi sebebiyle OPEC (Petrol Üreten Ülkeler Teşkilâtı)’nı teşkil eden İranlılar, Nijeryalılar ve hattâ Venezüellalılar değil, sadece ve kasden Araplar kınanır. Mısırlılar, işgâl altındaki topraklarında 3 km. ileri gitmeye müsaade edildiğinde Kissinger’in bir zafer kazandığı ifade edilir. Fakat matbuatta hiç kimse (bir tek Allah’ın kulu) 2 milden daha az ve metrik sistemi ifade eden rakamları aşmayan işbu 3 km. lik Mısır işgâlîne rağmen, İsrail tarafının adım adım işgâl ve sürgün parolasına temas etmez. Eğer bir başka mukabil ifade kullanabilirsek, Mısır’ın işgâli neticesiz kalmış ve sabırsız Filistinliler zulümle karşı karşıya bırakılmışlardır ve insan haklarından mahrum edilirken İsrailliler işgâlin dokuzuncu yılında Sinâ Yarımadasının büyük bir kısmına ayrılmamak üzere yerleşiyorlar. Tanıdığım Mısırlı genç bir âlim A.B.D.’nin İsrail’i takviyeye mânen teslim ve mecbur olduğunu söyleyişinin gerçek anlamını şimdi daha iyi anladım, o derecede ki, bir noktada A.B.D.’nin bu konuda beyni yıkanmıştır. Bu gayr-i ahlâkî durum ahlâkî veya başka herhangi bir iş yapmaya götüremez, yeterli değildir. Aksi halde, yâni İsrail lehine A.B. D’nin ileri gelenlerinin beyni yıkanmış demektir.

Lübnanlılar da Yahudi müsteşrikler ile birlik halindedirler ve Yahudiler arasında A.B.D.’nde Orta Doğu araştırmalarını kontrol ederler. Bununla beraber Arap istihbarat daireleri Lübnanlıların, Orta Doğu istihbarat ve ihtisasını tekellerinde bulundurdukları gibi kendi dar gruplarının dışında herhangi bir hakiki menfaati sağlayan gücü de harekete geçiremezler. Lübnanlılar çeyrek asırdan fazla bir süreden beri Orta Doğu’nun yüksek papazları olmuşlar, fakat Arapları ve Arap kültürünü anlamaya katkıları acaba nedir? Ne ilâve etmişlerdir?

Bu durum daha önce ve stratejik bir bölge olan Lübnan’da en fecî şekliyle tam mânâsıyla vuku’ buldu. Eski günlerde Çin kulisi, perde arkası faaliyetleri, Asya’da diğer pek az hususların konu edildiği Çin hakkında mütehassıslar grubunda Asya Araştırmaları Cemiyeti’ne dönüştü. Sonra Mc Carthy çağı da 1950’lerdeki Sinolojistlerin bütün neslini ortadan sildi, yâni ortada Çin hakkında mütehassıs nâmına kimse bırakmadı ki onların görevine ve bilgisine şimdilerde daha çok ihtiyaç duyulmaktadir. Çin hakkında mütehassıs âlimler çalışmalarını zoraki 20 yıl devam ettirebildi. İslâmiyatçılar da hemen böyle oldu. Nixon ve Ford kendilerine samîmî bir şekilde Çin’den ve dünya nüfusunun üçte bir veya dörtte birini (müslümanları) ilgilendiren konularda Amerikan görüşünü açıklayan hiçbir mütehassısa sâhip değillerdi. Siyonistler, Lübnanlılar ve misyonerler Orta Doğu ile ilgili husûsatta hep aynı şeyi yaptılar, dâimâ kandırıcı, aldatıcı oyunu oynadılar. Bu durum karşısında ölü noktadan düşüncelerimizi kurtarması, uzaklaştırması gereken bir Orta Doğu araştırması lehine amel sâhibi gerçek ve samîmî müslümanları tanımaya yardımcı, o bölge halkını ve İslâm’dan ibaret ahlâkî sistemini anlamada, gerçek problemlerimizi teşhis edip ortaya koyan hiçbir kuruluş yoktur.

San Diago’lu profesör Monroe yeni eseri İspanya Arap Şiiri (HISPANO-ARABIC POETRY)’nin 66. sayfasında “Orta Çağ Hilâl Âleminden” söz eder. Her ne kadar Princeton Üniversitesinde yakın geçmişte tahsil görmüş ve genç âlimlerden biri ise de o hâlen daha eski nesillerle birlikte yaşar, düşer kalkar. O, Granada Üniversitesinden üniversite değil Granada Medresesi diye söz eder. Tıpkı 12. asrın sonundan itibaren Paris ve Oxford üniversitelerine dönüşen daha eski islim medreselerinin bulunduğu memleketlerinde (İspanya’da) ki yalnız Katolik müesseselerden İspanyalıların söz eltiği gibi ve yine İspanyalıların Mexico City (Meksika Şehri)’nin 1325 yılında oraya gelen, ilk defa yerleşen Aztekler tarafından değil 1521 yılında Ispanyalıların orayı işgâli ile kurulduğunu iddia etmeleri gibi.

Arap ve İslâm kültürü araştırmaları hakkında terimler ve müesseselerin tahlili ve anlamları diye elimizde hiçbir şey yoktur. Amerikalılar geriye doğru gitmeli ve her biri İslâm kültürünün büyük tarihçileri Oswald Spengler ve İbnu Haldun’u bir an için okumalı. Paris ve Oxford Üniversitelerine şahsiyetlerini kazandıran ve onlarda Aristo’ya ait ilk metinleri hazırlayan Faslı Muvahhidler, muhafazakâr gerici olarak adlandırılırlar ve bu ifadelere hiçbir sûrette itiraz edilmez veya çok nadiren itiraz edilir. Muvahhidler hakkında Letourneau’nun eseri gerçi ucuz, önemsiz bir Fransız propaganda broşürü (risâ- lesi) İse de Princeton Üniversitesi Matbaasında basıldı, istihbarat ve Eğitim merkezlerimiz Islâm ahlâkı lehinde hiçbir tahsisat ayırmaz, anlayış, tolerans bile göstermez. Geçen yıl bu ülkenin her tarafında Orta Doğu ve İktisâdı Ticârî Potansiyeli hakkında seminerler düzenlendi. Ama yine de pek az firma Orta Doğu firmalarıyla doğrudan doğruya temas halindedir. Çoğu firmalar Orta Doğu ile aracıları vasıtasıyla temas halinde olduğundan bu seminerlere ilgi gösterenler yok denecek kadar az idi.

Eğer A.B.D.’nde basında ahlâk konusunun ne durumda olduğuna temas etmek gerekirse; bu ancak İsrail’e karşı Arap boykotunu kınamadan başka bîr şey değildir. Mamafih Siyonist taraftan seyâhat acentalarının Meksika ve Tunus’u boykotu meşru (haklı) ve ahlâkî sayılır ama böyle bir boykot İsrail’e karşı bir başka ülke tarafından uygulansaydı kınanırdı. Milletlerarası münâsebet işbu iki ayrı ölçünün sebebi nedir?

Her şeye rağmen bugün dünyada 50’nin üzerinde İslâm ülkesi vardır. Onların dünyadaki politik durumunu, önemini kim izah eder? Dışişleri Bakanları toplantıları bu politikanın bir kısmını başarıyor ama basın onların raporları ve işleriyle nâdiren ilgilenir, o önemli raporları dünya çapında yaymaz. Bu müslüman milletler iktisâdî güce sâhip olmalarına rağmen bizim iktisat ve iş idaresi okulları bu husûsu önemsemekten çok uzaktır.

Şimdi Kuzey Amerika şehirlerinde, İngiltere’de ve Avrupa’da müslüman topluluklar vardır. Henüz üniversitelerdeki din bölümleri İslâm’ı, Siyah Afrika araştırmaları ve benzeri branşlar gibi onlarla birlikte yabancı bir vakıa gibi inceler. Siyâhîlerin okulları bile İslâm hakkında araştırmaya isteksizdir. O okulların pek azı İslâm’ı Afrika vakıası gibi araştırır, değerlendirir. Saf ve gerçek İslâm yerine yalnız Sofîlik öğretilir.

Daha tehlikeli bir durum; son yirmi yılda Millî Savunma Eğitim Kanunu tarafından muhtelif projelere milyonlarca dolar sarfından sonra Arapçayı öğretmek için kitaplar ya teksir halinde veya matbu şekilde olmayan başka nevi’ baskılar halindedir. Onları kitapçılık pazarında değiştirme, yenileme uğruna hiçbir alâka yoktur. Gerçi eğer matbaa endüstrisini ellerinde tutmak isterlerse Arap ve İran hükümetleri lehinde Amerika’da önemlî ölçüde bir menfaat vardır. Böylece Amerika ve İngiliz matbuatını daha iyi anlarlar ve bizzat kendi menfaatlarının daha çok nerelerde olduğunu iyice öğrenirler. Niçin Orta Doğu Araştırmaları lisan araştırması için oldukça kısa ömürlü teksir mahiyetindeki malzemelere dayandırılmalıdır? Niçin lâboratuvar teypleri, bandları daha iyi değildir? Yerli istihbaratçılarımızın yüzlercesi bu eğitim müesseselerinden fikirlerimiz (İslâm ülkeleri) hakkında çok cüz’î malûmat sahibi olarak geçip gitmişlerdir. İslâm ülkelerine dair yeni haritalar oldukça kötü bir tarzda hazırlanmış ve peşin hükümlerle çizilmiştir. Bu bakımdan önemli ölçüde düzeltmeye muhtaçtır.

Orta Doğu hakkında hatalarla, havadan-sudan sözlerle dolu dökük-saçık ve kasda mebni araştırma yazısı, eser yazmak, beliğ Arap dili gramerini yazmaktan daha kolaydır. Bunlar yalnız ırkî veya dînî peşin hükümlülüğün ifadesi değil, fakat bu ülkede şu andaki Orta Doğu Araştırma dâvasının açık hakikatleri, gösterdiği bir manzaradır.

Kuzey Amerika araştırma müesseselerinde Yakm Doğu Tetkiklerinin gerçekçiliğine sosyolojik açıdan tetkike büyük bir ihtiyaç vardır. Hemen araştırtırılmaya muhtaç önemli meseleler ve pek çok sâhalar mevcutken maalesef o kurumlarda cüz’î plânlamalar, kısır çalışmalar vardır.

(1) Makalenin aslı İngilizcedir ve İngiltere’de her onbeş günde bir yayınlanan İMPACT magazininin c. 6, (Ağustos 1976), s. 9-11 de yayınlanmıştır.