Makale

KIRÂATLER VE KIRÂAT İMAMLARI

KIRÂATLER VE KIRÂAT İMAMLARI

Terceme: Mehmet Ali SARI
Yüksek İslam Enstitüsü Kur’an-ı Kerim Öğretmeni

KONUYA KISA, ARAŞTIRICI BİR BAKIŞ

KIRAATLERİN MENŞEİ

El-Burhan adlı eserinde İmam Bedruddîn ez-Zerkeşî’nin de ifade ettiği gibi “Kur’an” ve “Kıraatler” birbirinden ayrı gerçeklerdir.

Bunlardan Kur’an, ilahi hakikatleri beyan etmek ve inanmıyanları acze düşürmek için Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vahyedilen belli lafızlardır.

Kırâatler ise bu lafızlarda uygulanan telaffuz ve okuyuş vecihleridir. Hz. Peygamberin okuyup ondan sahih ve mütevâtir senet ile nakledilen med ile (çekerek), kasır ile (çekmeden), şeddeli, şeddesiz veya diğer okuyuşlar gibi.

Bunun izahı, bilindiği gibi Hz. Osman mushaflar istinsah ettirip onları belli şehirlere göndermiş, halktan onlarda olanı okumalarını istemiş, diğer harf (vecih, lehçe) lerden olup da gönderilen mushaflara uygun olmayanı terk etmelerini emretmişti. Bunun üzerine halk, okumakta olduğu kıraatlerinden, mushafın yazısına uygun olmayanı terketti. Uygun olanı ve Allah’ın rasûlünden mütevatir senet ile rivayet edildiği sabit olan diğer kırâatleri ise okumaya devam etti.

İşte zikrettiğimiz bu esasa uygun olarak Sahabe ve Tabiîlerin okuduğu bu vecihler (okuyuş tarzları), el-Ahrufu’s-Seb’a (Yedi Harf) ya dâhil okuyuşlardır ki, bunlara kırâatler denir(2).

KIRAATLERİN MEŞRÛ OLUŞUNDAKİ HİKMET

0. Kur’an okumada kolaylığı ve genişliği te’min etmek içindir. Bu kolaylık ve genişliği gerektiren derin hikmetleri bu ilmin âlimleri sayıp dökmüşlerdir ki iki noktaya getirilebilir:

1. Birbirinden (lehçe bakımından) farklı Arap kabilelerine, Kur’an-ı herhangi bir surette tahrif etmeden ve günaha girmeden tıpkı nazil olduğu gibi sahih bir kırâatle okumağa yol bulmaları için gösterilen kolaylıktır.

2. Arap kabilelerinin ve Arap toplumunun hepsinin, bildikleri ve dillerinde kullanmalarından dolayı aşınası oldukları muhtelif vecihler (lehçeler) ile Kur’an Mucizesine vakıf olmalan ve Tehuddî (meydan okuma)’nin bütün bu vecihlerle önlerine dikilmiş olması ki, hangi nevi, hangi ifade ve üslup şekil ile imkân bulurlarsa Kur’an’la onunla muâraza (boy ölçüşme) yapmaları, mislini onunla getirmeleri için.

Bu sebeple Kur’an dilce birbirinden farklı bütün Araplara ve Arap toplumlarına karşı apaçık bir hüccet (risaiet delili) dir. Ve Kur’an’la tehaddî (meydan okuma) hepsinedir.

KIRAATLERİN YEDİ İLE TAHDİDİNİN ANLAMI NEDİR, BU ADET İLE NE ZAMAN TAHDİT EDİLMİŞTİR

Peygamberin (s.a.s.) okuduğu ve ashabın kendisinden öğrendiği kıraat vecihleri yedi veya on kıraate münhasır değildi. Bilakis çok kere kıraat vecihleri bütünü ile bu sayının üstünde idi.

Sahabenin hiç birinin gönlünden bu vecihleri belli sayıya hasretmek, saymak için toplamak ve hepsi ile okumak böylece Kur’an’a dair bir fen ve Kur’an ilimlerinden başlı başına bir ilim meydana gelsin diye, bir fikir geçmemiştir.

Fakat Sahabe-i Kiram-özellikle içlerinden Kur’an okuma ve okutmakta ün yapanlar, Kur’an’ı Allah’ın rasûlünün ağzından tıpkı okuduğu gibi aynı vecih ve yollarla alıyor, elde ediyorlardı. Sonra onlardan herbiri o vecihlerden kendisine kolay geleni veya benimsediğini okuyordu. Mevcut sahih hadisler bunu göstermektedir.

Kur’an okuma ve okutmada çok sayıda sahabî meşhur oldu. Bunların başında, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Talib. Übeyy b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Mesûd, Ebudderdâ ve Ebû Musa el-Eşarî gelir. Şehirlerdeki birçok sahabe ve Tabiîler Kur’an’ı bunlardan öğrendiler. Ve her biri seçtiği, okumaya devam ettiği ve halka okuttuğu kıraat vecizlerinden oluşan bir kıraatle meşhur oldu.

Artık bu Abdullah b. Mesûdun kıraati, bu Übeeyy’in kıraati, bu Zeyd b. Sabit’in kıraati ila ahir... denilir oldu. Bu zevatı kirâmın hepsi iyi biliyordu ki kendilerinin tercih etmediği diğer vecihler (kıraatler) de sabittir ve Allah’ın rasûlünden menkuldür(3).

Durum bu minval üzere Tabiîler asrının ortalarına kadar devam etti. Halk Kur’an’ı iki yolla, kitabet (yazı) ve müşâfehe (karşılıklı okuyuş) yolu ile elde ediyordu. Şöyle ki, peygamberden gelişi sabit olan kırâatlerden muhtelif vecihteri Ashab’dan öğreniyorlar sonra herbiri sahih ve sabit bir yolla elde ettiği bu okuyuş nevilerinden istediği birini okuyordu.

Tabiiler asrının sonlarında halkın dildeki safiyetinin bozulması. Yabancıların çokça ortaya çıkışları ve şivede meydana gelen kaymalarla insanlarda bir çözülme ve gevşemenin başlaması Kur’an âlimlerinin birçoğunu harekete getirdi. Onlardan bir kısmı kolları sıvayıp tıpkı tefsir ve hadis ilminde yapıldığı gibi kırâatlerin tespiti, tahsisi hususunda da aynı şeyi yapmak üzere işe giriştiler. Bu vadide çalışanlar arasında, çeşitli şehirlerdeki güvenilir ulemâ ve kurrânın itimadını üzerlerinde toplayan yedi imam meşhur oldu. Bugün Yedi Kırâat onlara nisbet edilir.

Bunlar, Ebû, Amr b. el-Alâ (vt. 154), Abdullah b. Kesir (vt. 120), Abdullah b. Âmir el-Yahsubî (vt. 118), Asım b. Behdele el-Kûfi (vt. 169) ve Ali b. Hamza el-kisâî (vt 189) dir.

Kıraatlerin tesbiti hususunda kendilerine itimat olunan imamların yukardaki zevata inhisarı, Kur’an lafızlarındaki müteaddit okuyuşların Yedi Kıraati aşmayacağına delil değildir. Bilakis Hz. Peygamberin okuduğu, ashab-ı kiramın da o okuyuşta kendisine uyduğu kıraatler ve vecihler bilindiği gibi ne yediye ne de ona münhasırdı.

Başkası değil de bu yedinin şöhret bulmasının sebebi,-Ebû Muhammed Mekkî ve diğerlerinin de belirttiği gibi-Osman (r. a.), mushafları yazdırmış ve onları belli şehirlere göndermişti. Giderek II. ve III. asırda kurranın sayıları çoğaldı. Bunun üzerine IV. asırda Müslümanlar kurrayı Osman Mushafına uyana hasretmeyi istediler. Artık fıkıhta şöhrete ermiş, nakilde güvenilir, dînî kemalî ve ilmî salabeti haiz, yaşı ilerlemiş, davranışlarındaki dürüstlüğü ile ün yapmış, adaleti hususunda şehir ahalisinin hepsinin fikir birliği ettiği bir imam araştırdılar. Hz. Osman’ın bir mushaf gönderdiği her şehir, bir kıraat imamında birleşti ki onun kıraatindaki hususiyet o şehrin mushafına uygundu.

Basralılar İmam Ebû Amr’ı, Küfe ve havâlisi İmam Hamza ve Asım’ı Iraklılar İmam el-Kisâi’yi, Mekkeliler İmam İbnu Kesîr’i, Şamlılar İmam İbnu Amiri, Medineliler de İmam Nâfi’i kabul ettiler.

Bunların hepsi, ilim ve faziletçe herkes tarafından imam kabul edilen, ömrünü okutmakla geçirmiş, uzak diyarlardan taliplerin kendilerine okumaya geldiği kimselerdi(4)

KIRAATLERE İTİMAD ETMEDE İLMİ PRENSİP

Bu yedi imamın kıraatine âlimler ancak bir ilmî prensip dahilinde itimat ettiler ki, nereden gelirse gelsin ve kime nisbet edilirse edilsin kıraatleri kabul etme ve onlara güvenmede bu prensip âlimler için esas oldu. Bu prensip şudur:

1) Allah’ın rasulüne varan senedinin sahih olması,

2) Osman (r.a.) mushafının yazışma-ihtimalen de olsa-uygun olması,

3) Arapçaya muteber vecihlerinden biri yolu ile muvafık bulunması,

İster Yedi imam’dan, isterse onların dışındakilerden nakledilmiş olsun bu şartları taşıyan bir kıraatin reddi caiz değildir, inkarı da helal olmaz.

Eğer bu üç şart birleşmemiş ise o kıraat şâz’dır. Hangi İmamdan nakledilirse edilsin okunmaz.

Kıraatin Osman mushafının yazısına ihtimâlen de olsa uygun olmasından maksat, Osman Mushafının yazıldığı resm ve yazı tarzının kıraati içine alması, takdîren de olsa vecihlerinden biri ile kabul eder olmasıdır.

Mesela, Allah Teâlânın “Meliki Yevmiddin” kavil şerifinde olduğu gibi. Buradaki “Melik” kelimesinde iki kıraat vardır. Biri kasr ile “Melik”diğeri de med ile “Melik” dir. Osman Mushafındaki yazı ise “Melik” resmindedir. Bu durumda “Melik” kelimesi kasr ile olan kıraate TAKDÎREN uymaktadır. Çünkü “Melik” deki yazı şekil hem med ile (uzatarak) okunanı, hem de meddin hazfi ile (kaldırılması sureti ile) okunanı içine almaktadır.

Allah Taâlânın, “Yuhdiunellahe vellezîne emenû vemâ yehdeûne illâ enfusehum vemâ yeşurûn” kavli kerimindeki “vemâ yehdeûun” kelimesi de yukardaki misalde olduğu gibidir. Med ile “Yuhâdiûn” sükûn ile de “yehdeûun” okunur.

Yine Allah Tellinin “essırâda” kavli şerifinde de durum aynıdır. Kelimedeki “sad” harfi, hem de “sin” ile okunur.

Mushafın yazısı “sad” iledir. Şu kadar vak ki, yazı şekli bu okuyuşları içine alır. Çünkü hem “sin” ile okuma, hem “sad” ile hem de ikisinin arası bir okuyuş olan “işmam” ile (ez-Zırâtadiye) okuma, TAKDîREN, TAHKîKAN (işmam vechi ise ihtimâlen) delâlet etmek üzere ancak bir tek yazı ile yazılabilir. Çünkü bu üç telaffuz şekli bir harf ile temsil ediliyor ve bir kök (mahreç) tendir(5).

İşte kıraatlerin kabul ve reddinde bütün âlimlerin bu prensibe bağlı kalmalarına dayanarak âlimler yukarda zikrettiğimiz şartları taşımalarından dolayı kıraatleri sahih olan diğer üç kıraat imamını daha imam kabul ettiler. Bunlar, Yezîd b. el-Ka’kâ’ Ebû Cafer el-Medenî (vt. 132), Yakub b. İshak el-Hadrami (vt. 185) ve Halef b. Hişam (vt. 229) dır.

Tamamı on olan bu kıraatlerin hepsi sika (sağlam) ve âdil (güvenilir) kimselerin nakilleri ile Allah’ın rasulünden geldiği sabit olmuş sahih kıraatlerdir.

Sakın, bu on kıraat imamından her biri sadece ve yalnız kendi kıraatini kabul eder, diğer kıraatlere değil de sadece kendi kıraatine davet eder, diye bir düşünce akla gelmesin. Bilakis onların herbiri, kendi kıraatinin sabit olduğunu bildiği kadar diğer kıraatlerin de sabit ve sağlam olduklarını bilirlerdi. Ne var ki onlar o kıraati elde etmiş, onu okuma ve okutmaya devam etmiş o kıraatin senetlerini (râvî zincirini) daha iyi öğrenmişlerdir.

MÜTEVATİR KIRAATLERLE ŞÂZ KIRAATLER ARASINDAKİ FARK

Bil ki mütevatlr kıraatleri, onların hemen arkasından gelen saz kıraatlerden ayıran asgari fark tevatür ve şöhrettir(6). Yedi ve onlardan sonraki diğer üç kıraatte yukarda zikrettiğimiz şartlardan en başta bulunması gereken şey tevatür ve şöhrettir. Ve yine bu esas diğer kıraatlerde bulunmayan asgari niteliktir.

Demek ki sabit olan kıraatte esas, peygamberden gelen senedinin kesinlikle mütevatir olmasıdır. Ancak kıraatin keyfiyeti ve tatbikî ölçüleri, her ne kadar sahih oluşu ve sahih oluşunun sebepleri mevcut bulunsa da tevatür derecesinden bazan düşer. Mesela, bazı medlerin miktarlarında kıraatlerin ihtilafları böyledir. Bazı kurrâ medleri çekmiş, bazıları çekmemiş (kasr), bazıları da kasr’da ileri gitmiştir(7).

Bütün bu izahlara binâen Kur’an ve Kıraatler birbirinden ayrıdır. Bu hakikati biz bu bahsin başında söylemiş ve orada izah etmiştik.

Şimdi Kur’an tümü ile mütevatirdir; yalan üzerine birleşme ihtimali bulunmayan topluluklardan muttasıl, müselsel bir senet ile hem kitabet (yazı) hem de müşafehe (karşılıklı okuma) yolu ile nakledilmiştir.

Kıraatlere gelince, zikrettiğimiz üç şart bulunanı katı bir şuhutla sabittir. Kur’an olarak okunur.

Senet ve rivayet cihetinden sahih olarak ya mütevatir veya meşhurdur. Ve hepsi de on kıraattir.

ŞAZ KIRAATLERİN HÜKMÜ

Zikri geçen üç şart bulunmayan kıraat, ya naklindeki başlangıcı itibariyle veya senedindeki keyfiyet cihetinden red edilmiştir, şâzdır.

Bu durumda olan bir kıraatle, namazda veya herhangi bir ibadette veya tilavet için Kur’an okunmaz.

Bu tür şâz kıraatlerin mazmunu (taşıdığı mana) ile amel etmeye gelince şâz kıraatin senedine bakılır. Eğer sahih olmasının şartları bakımından Ahad Hadis’te bulunması gereken nitelikler onda da mevcut ise hadise itibar edilir ve onunla amel etmek caiz olur.

Bunun sebebi şudur: Şâz kıraatlerden çoğunun çıkış noktası, bazı sahabiler kendi özel mushaflarına tefsiri mahiyette kelimeler yazıyorlardı. Çoklan Kur’an’ı ezberledikleri ve onu tam olarak bilip zaptettikleri için o tefsirî mahiyetteki kelimelerin Kur’an’la karışacağından da korkmuyorlardı.

Mesela, Abdullah b. Mesûd’un “Fesıyamu selâseti eyyami” ayetini “Mütetebiâtin”

kelimesi ile kayıtlaması, Abdullah b. Abbas’ın, “Leyse aleykûm cünehun en tebteû fezlan min rabbikum fî mevâsîmilhacci” diye koyması bunlardandır(8).

Sonra, onlardan sonra gelen ve onların bu mushaflarına bakan kimseler, bu tefsîrî mahiyetteki kelimeleri görünce onları peygamberden (s.a.s.) gelişi sabit olan kıraatlerden zannettiler. Onları da aynı esaslarla rivayet etmeye başladılar. Ve mushafları o rivayetlerine şahit tuttular.

Halbuki o kelimeler, İbnu’l-Enbârî ve diğerlerinin kesinlikle belirttikleri gibi sadece açıklayıcı lafızlardır.

Bu gibi lafızlar, sahih kıraat yönünden her ne kadar düşük iseler de Kur’an’ın bazı ayetlerini tefsir edişleri bakımından sabit ve değerlidirler. Bu cihetten tıpkı Kur’an’da bir ayetin tefsiri veya Kur’an hükümlerinden bir hükmün istinbâtı (çıkarılması) hususunda İbnu Abbas’tan rivayet edilen bir hadisin kabul edildiği gibi kabul edilirler.

(1) Bu yazı Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî’nin Şam, 1970 tabı’ tarihli “Min ravâii’l Kur’an” adlı eserinden terceme edildi.

(2) Bkz. Mekkî b. Talib, el-İbânetu an Meâni’l-Kırâat, s. 18: Dr. M. Said Ramazan, Min Revaii’l-Kur’an, s. 59.

(3) es-Suyûti, el-Îtkan, I, 83: ez-Zerkeşî, el-Burhan, I, 320.

(4) el-Burhan, I, 329-330.

(5) el-İtkan. I, 75; es-Safakısi, Ğaysü’n-Nef’i, s. 7.

(6) Tevatür, yalan üzere ittifakları âdeten mümkün olmayacak kadar çok sayıda topluluğun mahsusu ta ait bir haberi nakletmeleridir. Böyle bir habere mütevatir haber denir.

Şöhret, bir haberin I. asırda en az üç tarik ve isnad ile naklolunurken II. ve III. asırlarda şuyû bulmasına denir. Böyle bir haber de meşhur haberdir. Ebû Bekir el-Cessâs Meşhuru mütevatirin bir nev’i addeder. Bkz. Ahmet Naim, Tecrid’i Sarih terc., I, 100-106 (M. S.)

(7) el-Burhan, I, 319; el-İtkan, I, 78.

(8) el-İtkan, I, 77.