Makale

PEYGAMBER (S.A.S.)’İN CAHİLİYET DÖNEMİ YAŞAYIŞI

PEYGAMBER (S.A.S.)’İN CAHİLİYET DÖNEMİ YAŞAYIŞI

Yazan: Abdül-Halim Üveys

Çeviren: Ali SERTER

“Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamber olmazdan önceki yaşayışında kapalılık var diyen müsteşriklere bir reddiyedir.”

Gerçekten büyük kişilerin insanlık tarihi sahnesine çıkmazdan önceki yaşayışlarında takdire şayan olan ve sonraki yaşayışların bir başlangıcı sayılabilen ve bir takım özellikler arzeden durumları vardır.

Önce şu bir gerçektir ki herhangi bir insanın üstünlük ve seçkinliği tesbit edilmedikçe ne kendisi, ne de tarih, geçirdiği olayların ayrıntılarına inebilir. Buna; beşer tarihinde isim yapmış birçok kimsenin hayatları örnek gösterilebilir: Tarih sahnesinde görünmezden önceki hayatları hakkında ne bilgimiz var? Belki, büyük kişiler bile kendi kendilerine düşünecek olurlarsa, tarihî görevlerine başlamadan önce geçirdikleri günlere dair pek fazla bir şey hatırlayamayacaklardır.

-Hz. Muhammed (s.a.s.) den önce gelip geçmiş Peygamberlerin, peygamber olmazdan önceki yaşayışlarına dair ne biliyoruz?

-Mesela Dokuzyüz elli yıl yaşayan Nuh Peygamber hakkında, ne biliyoruz? Keza:

-Salih, Şuayb, Lût ve Hûd- peygamberler hakkında ne bilgimiz var

-Hz. Muhammed (s.a.s.) den bir süre önce gelen Hz. Musa ve Hz. İsa hakkında ne biliyoruz?

-Musa, Firavun’ın sarayında nasıl yetişti ne gibi bir eğitimden geçirildi? Kavmi olan İsrail oğulları ile nasıl temas kurabildi?

Medyen toprağında kaç yıl kalarak Şuayb Peygamber’in koyunlarını güttü?

Tevrat’ın haber verdiğine göre Şuayb Peygamber Medyen’den döndüğü vakit, seksen yaşını bulmuştu. Musa Aleyhisselâm da Mısır’dan çıkıp, Filistin’e ayak bastığı zaman yüz yirmi yaşlarında bulunuyordu. Hz. Musa’nın Sinâ çölünde kaybolduğu ve uzun yolculuk, mucizeleri hakkında bildiklerimiz nedir ki?

-Bir de İsa, (a.s.)’ı ele alalım; Peygamber olmazdan evvel geçirdiği otuz yılı nasıl geçti?

Bunun on yedi yılı tamamen tarihin mechuludur. İsa (a.s.) hakkında bütün bildiklerimiz onun tarihen sabit olan üç senelik ömrüdür. Zira bilindiği üzre İsa Peygamber olduktan sonra ancak üç yılı tarihen tesbit edilmiştir.

Keza, Peygamberimizin ashabının İslam tarihi sahnesine çıkmadan önceki yaşayışları hakkında ne kadar bilgiye sahibiz?

Müslüman olmadan önce bir Ebu Bekir, bir Ömer, bir Osman ve bir Ebu Ubeyde hakkında ne biliyoruz?

Bunların tarih sahnesinde yerlerini almazdan önceki hayatlarına dair bilgimiz o kadar azki her biri hakkında bildiklerimizin tümü bir kaç satırı geçmez.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamber olmazdan önceki yaşayışına ait malûmatımız ne eksik sayılır ne de anlaşılmayacak bir yönü vardır?

Batılılar ve müsteşriklere rağmen biz, böyle inanır ve Peygamberimizin Peygamber olmazdan evvelki hayatıyle de müstesna bir mevki işgal ettiğini kesinlikle kabul ederiz.

Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki tarihin görevi; büyük bir kişinin tarihi görevini üstlenmezden önceki geçmişini teferruatı ile incelemek değildir.

Belki tarihi ilgilendiren şey, bu büyüklerin görevleri ile yakından ilgisi bulunan ve ileri sürdükleri uygulama metodları ile ilişkili olan hususları insanlara nakletmektir.

Bu çerçeve içinde büyüklerin hayatına göz atılmalı, milletlerine ve tarihe henüz mal olmadan önceki davranış ve fikirleri incelenmelidir.

Bu tarih anlayışına uygun olarak Peygamber Efendimizin bi’setinden önceki hayat döneminde yer alan büyük olay ve hadiseleri şöyle sıralayabiliriz:

1-M. 571 yılında (Fil senesi) Fahr-i Âlem efendimiz 12 Rabiul-Evvel Pazartesi dünyaya teşrif buyurdular.

2-En doğru rivayetlere göre Babası Abdülmuttalib oğlu Abdullah vefat ettiği zaman kendisi ana karnında idi.

3-Ömrünün beş senesine kadar bâdiye de beni sâd kabilesinin yanında kalarak sütkardeşi (Abdullah Bin Haris) ile birlikte veya öteki sütkardeşleri olan (Şeymâ ve Enise) ile beraber gâh oynadı gâh koyun güttü.

4-Aynı yıl, siyer kitaplarının kaydettiği üzere, mübarek gövsü yarıldı.

5-Annesine döndükten sonra bir yıl kendisiyle birlikte yaşadı.

6 -Altı yaşına girdiği zaman annesi Medine’ye eşi Abdullah’ın kabrini ziyarete gelmiş, dönerken yolda vefat etmiş ve Ebvâ denilen yerde defnedilmiştir.

7-Peygamber Efendimizin annesi vefat edince onu dedesi Abdulmuttalib yanına alarak iki yıl O’nu koruyup himaye etti.

8-Ancak iki yıl sonra bu müşfik dede de ölünce bu sefer birçok amcaları arasında hem ana ve hem de baba tarafından baba kardeşi olan Ebu Talip kendisini himayesine aldı. Zira Peygamberin nenesi olan Fatıma Bint-i Amr Bint-i Mahzum hem Abdullah’ın ve hem de Ebu Talibin anası idi.

9-Ömrünün on iki yaşında ise amcası Ebu Talib’in fazla ısrarı üzerine şama ticari bir maksadla seyahata çıktı. Tirmizî’nin rivâyet edip hasen dediği haberde. Peygamberin Rahip Buheyra ile olan meşhur ve sahih hikâyesi bu yolculukta gerçekleşti.

Rahip Bahîra ise eski mukaddes kitabları okumuş bir kişi olduğu için adı geçen kitaplarda bahsi geçen Peygamberin nasıl bir zat olacağını bilmesi gayet normaldir. Bunda akla ters düşebilecek hiç bir şey yoktur.

10-Amcasının himayesinde bulunduğu günlerde çoluk çocuğu çok olan fakir amcası, Ebu Talib’e koyun güttü.

11-On beş yaşında Peygamber Efendimiz Haram aylarda (Muharrem, Receb, Zilka’de, Zilhicce) Kureyş yanlısı Kinane ile Hevaz’ın ve taraftarları keys arasında vuku bulan ficar harbine iştirak etti. Bu savaşa; Haram aylarında Havaz’ın kabilesine mensup olan Amir isminde bir kervancının Hire Kralı Numan b. Münzir’e ait olan bir ticaret malını taşırken Kinane kabilesine mensup Berâd b. Keys tarafından öldürülmesi sebep olmuştur.

Peygamber Efendimiz, bu savaşa ait anısını şöyle dile getirmiştir:

“Ben, (bu savaşta) amcalarıma ok toplardım” yani düşmanın attığı okları toplayıp kendilerine verirdim(1).

12-Yirmi yaşında ise; Peygamberimiz Abdullah İbn-i Cedân’ın evinde, akdolan ‘Hilfu’l-Fudül” anlaşmasına katıldı.

Bu anlaşmada taraf olanlar, Kureyş’in içindeki boyları (Haşim oğulları, Muttalib oğulları, Esed b. Uzza oğulları Zühre b. Kılâb oğulları ve Yetum b. Murre oğulları)dır. Anlaşmaya göre, Mekke’ye giren kim olursa olsun zulme uğramayacaktı. Şayet birisi herhangi bir haksızlığa uğrasa anlaşmada imzası olan taraflar onun yardımına koşacaklardı(2).

Bu anlaşmayı gerektiren hadise; “As, bin Vail” in Zebid kabilesine mensup bir kişiden satın aldığı malın parasını vermemekten ileri gelmiştir.

Parasını alamayan kişi, durumunu Kureyşin ileri gelenlerine arzetmesi üzerine Kureyşin ileri gelenleri böyle bir karara varmak için bir araya geldiler.

Abdullah b. Cedâ’nın evinde akt olunan mezkûr sözleşmede hazır bulunan Peygamberimiz bu toplantı hakkında şöyle buyurdu.

“İslam devri (Bu günde) böyle bir sözleşmeye kabule çağrılsam tereddütsüz kabul ederim(3).

Hz. Muhammed’in yirmi beşinci yılı ise büyük aşama ve olaylarla dolu olan bir yıldır. Mekke’nin en şerefli ve zengin olan Huveylid’in kızı Hatice, Muhammet (s.a.s.)’den duyduğu sıdku emanetten ötürü herkese verdiğinin en değerli servetini emrine vereceği teklifinde bulunur. Muhammed (s.a.s.) de bu teklifi kabul ederek Hatice’nin Kölesi Meysere ile Şam’a yollanırlar. Bu yolculuktan büyük bir kazançla dönen Muhammed (s.a.s.)’in iyiliklerini Meysere’den duyan Hatice, Muhammed (s.a.s.) hakkındaki inancını daha da kuvvetlendirir. Bunun üzerine Hatice, arkadaşı “Meysere’ nin kızı Nefise”yi Muhammed’e gönderip izdivaç talebinde bulunur. Muhammed (s.a.s.) bu teklifi amcaları ile müşavere eder amcaları bunu uygun gördükten sonra Hatice’yi Amcası Amr, B. Esed’den isteyerek Muhammed (s.a.s.) ile evlenmesini sağlar.

Peygamberimiz (s.a.s.) otuz beş yaşına girdiği zaman ise, Kureyş Kâbe’nin binasını yeniden inşa etmeye başlar, sıra Hacer-i Esvedi yerine koymaya gelmişti. Her kabile bu şerefe ben nail olayım diye taşı kendisi yerine koymak istiyordu ve bu yüzden aralarında niza Çıkmış ve niza kavga halini almış iş kılıç çekmeğe kadar varmıştı. Bu uğurda canlarını fedadan çekinmeyecekleri üzerine Abduadar oğullan ile Adiyy b. Kâb oğulları kendi guruplarında sözleşerek ellerini kan çanağına batırarak and içtiler.

Meseleye; Ebu Ubeyye bin. Mugıre müdahele ederek şöyle bir öneride bulundu:

Mescid-i Haram’ın kapısına ilk ayak basan bu konuda hakemlik etsin. Sonra Kâbe’nin kapısından ilk girenin Hz. Muhammed olduğunu görenlerin hepisi memnun oldu. Bu Emin olan Muhammed’dir, hakemliğine razıyız dediler. Hz. Muhammed bir yaygı istedi, üzerine Hacer-ü Esvedi koydu, her kabileden de bir kişi seçerek bu yaygının etrafından tutmalarını söyledi. Böylece taşı yerine koyma şerefine hepsi nail oldular. Yaygının üzerinde taşınan Hacer-i Esvedi yerine kadar yükseldikten sonra onu kendi eliyle yerine yerleştirdi. Bu hareketiyle o sanki gökten Kâbe’nin ilerisi ile ilgili ilk hazırlığı yapıyordu. Bu hareketi ile kabileler arasında kan dökülmesini önleyen Yüce Peygamber, aynı zamanda ileride nefret ve düşmanlıklara yol açabilecek hareketleri de önceden bertaraf etmiş oldu...

Biz; Peygamberi (s.a.s.) Mekke’de Hatice’nin evinde geçirdiği bu onbeş yıllık süre içinde ahlakî ve insanî duygusu paralelinde bütün sosyal ve ailevî vecibelerini ifa etmiş biri olarak görmekteyiz.

Peygamberin, Mekke’den başka bir şehre çıktığı da sabit değildir. Yazı ve okuma öğrendiği de söylenemez. Zira böyle bir hususiyeti mevcut olsa idi. Peygamber olduktan sonra vahyin kitabeti için ayrıca kâtiplere ihtiyacı olmazdı. Yine şayet okuryazarlığı olsa idi zat-i penahilerine bir nakise bulmak için fırsat arayan müşriklere, ümmiliğini açıklayan ayet-i haykırmaktan çekinir ve onlara şu ayeti celile ile seslenmezdi: “Sen bundan evvel hiç bir kitap okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsa idi batıl söyleyenler elbet şüphelenirlerdi.”

Kesin olarak şunu söyleye bilirizki Peygamber (s.a.s.) 15 yıl süren bu zaman içinde Mekke’de Hatice’nin evinde kalarak ahlakî ve insanî seciyesiyle çelişkili olmayan tüm sosyal ve ailevî vecibelerini ifa etmekten geri kalmamıştır.

Peygamber (s.a.s.) in geçirmiş olduğu bu onbeş yıl zarfında bir zevç ve aile reisi olarak ev ve ailesine bağlı kalmakla birlikte muntazam bir yaşayışı tercih etmiş cahiliyet yıkıntıları arasında mamur bir yuva tesis etmiştir. O, (s.a.s.) bu evliliğinde ilk eşine sadakat göstermekle marufdur... Hatta ona ölümünden sonra bile sadakat göstermeyi ihmal etmemiştir.

O, (s.a.s.) bir baba olarak da ailesinin idaresini en ideal biçimde sürdürmüş ve bu süre içinde evlenme çağına gelen kızlarını evlendirmiştir. Örneğin: Kızı Zeyneb teyzesinin oğlu Ebil-Aslâ evlendi. Rukkiye ile Ümmü Gülsüm de Eb-i Lehebin iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evlendiler. Keza (s.a.s.) erkek çocuklarından birisi vefat ettiği zaman teslimiyeti ile birlikte arkasından gözyaşlarını tutamamış oğulları Kasım ile Abdullah’ı bu süre içinde öteki hayata teslim etmiştir.

Yine bu süre içinde O, (s.a.s.) ahlakî şöhretinden ötürü Mekke halkının danışmanı haline geldiğini kabul ediyor, zevcesi Hatice’nin ticaret mallarını gözettiğini çok iyi biliyoruz(4).

Bunu söylerken de onun bu ticaret ve sosyal girişimleri kendisine başlıca hedef seçtiğini iddia etmek asla aklımıza gelmez. Onun evinde ve Hira Mağarasında ibâdet ve tefekküre ayrılması bunun bir delilidir.

Peygamber efendimizin şöyle söylediği rivâyet edilmiştir:

“Bir gün Kureyşin genç çocukları ile birlikte oynayıp taş çekiyorduk. Bu arada herkes gibi taş çekmek için sırtımdaki elbiseyi çıkarıp boynum üzerine koydum ve hepimiz çıplanmış olduk. Ben de herkes gibi taş getirmekle meşguldüm. Birden bire bir yumruk yedimki onun kadar ağır bir yumruğu hayatımda bir daha görmedim, sonra üzerimi örtmemi söyledi. Bunun üzerine ben de elbisemi sırtıma alıp arkadaşlarım arasında giyili olarak taş çektim(5).

İbn-i Hişam’ın Peygamber Efendimizin cahiliyet dönemi yaşayışını şöyle özetlediğini görürüz: “Allah (c.c.) Peygamberlikle kendisini müşerref kılmak istediği için O’nu cahiliyetin hertürlü pisliğinden korumuş büyüyüp büyük bir insan olana kadar onu hıfzu-himaye etmiştir.

Böylece O, (s.a.s.) ahlakta, hasab ve neseb de komşuluk ve emanette, doğru söz ve uysallıkta ve insanı kötü gösteren her türlü şaibeden uzak kalmada kavmi arasında başta gelirdi(6).

Hatice’nin onu kendine zevç seçmesi, ahlak yüceliği, doğruluk ve emanetine delildir.

Kuvvetle muhtemel olan O’nun ibadetini İbrahim’in, Nuh’un, Musa’nın ya da İsa’nın dini üzerine ifa etmesinde hiç bir fevkalâdelik yoktur. Binaenaleyh bu konuyu tartışmakta gerekmez(7).

Zira Peygamber (s.a.s.) Allah’a bu yalvarışlarında her hangi bir dinin muayyen ibadet şekillerini tekrarlamıyor, nefsin terbiyesi ve temizliği ile ilgili olan Allah’ın yüceliğini ve bu maddî âlemin ötesini düşünüyordu. Bir de Roma, İran ve o gün için yokluğa yüz tutan Arap- yanmadasındaki cahiliyetin acıklı halini tefekkür ediyordu. Onun bu hareketi tüm dinlerin davet ettiği bir husustur.

Ahlâkından öğrendiğimize göre, O, (s.a.s.) hiç bir eğlenceye iştirak etmedi, herhangi bir türkülü davete de katılmadı. İki seferinde böyle bir yere gitmek istemişse de Allah kendisine mani olmuştur.

Başka bir bildiğimiz de O’nun hiç bir puta secde etmemesi, içki içmemesi ve cahiliyet kabahatlanndan herhangi bir suçu işlemiş olmamasıdır.

Kendine tabi olan bunca sahabe-i kiram hep cahiliyet devrinde kendisiyle beraber kalkıp oturmuş olan kimselerdi. - Hepisinin şahsına karşı hürmet ve bağlılıkları tarihte misli görülmemiştir. Şayet hayatında istifhama mucip her hangi bir kapalılık ya da tenkide mucip bir durum bulunsa idi daveti sırasında veya daha sonraki günlerde muhakkak suyun yüzüne çıkardı. (Oysaki böyle bir şey asla olmadı).

Düşmanları bile; hakkında doğruluk şehadetinde bulundular. Bilfiil katline teşebbüs edip kendisiyle savaşanlar bile sıdkını itiraf ettiler. Kendisine, açık adavetiyle tanınan Ebu Sufyan herkesin önünde; Ona tabi olanların kendisinden bir daha ayrılmadığını, hiç yalan söylemediğini ve hiç zulüm yapmadığını itiraf etti(8). Kureyşin düzenlediği bir toplantıda konuşan Peygamberin (s.a.s.) baş düşmanlarından biri olan en-Nadir b. Haris Kureyşin ulularına şöyle hitab etti: “Muhammed sorunu bizi büsbütün perişan etti. Ona bir çözüm getirme imkânından da yoksun kaldık. Muhammed büyüyene kadar aramızda yetişip büyüdü. Siz onu en sevimli ve doğru bir insan olarak tanıdığınız için kendisine emin diye hitap ettiniz. Ne zaman ki yaşlanmaya başladı bu sefer başınıza böyle bir mesele açtı. Sizde ona gâh kahin, gâh şair ve gâh deli dediniz. Andolsun ben onun konuşmasını dinledim bu söylediklerinizin hiç birine benzemiyor, konuştuk1arı(9).

Ona inanmayan bu Mekke halkı düşmanlığını sürdürdükleri halde kıymetli eşyalarını kendisine emanet ederlerdi. Bu da, onun Mekke’den Medine’ye arkadaşı Ebu Bekir’le birlikte hicrete çıktığı zaman emanetleri sahiplerine teslim etmek için Hz. Ali’yi yerine vekil bırakmaya mecbur etti. Arkadaşlarının kendisine karşı besledikleri samimiyetinde ayrı bir özelliği vardır. Bu samimiyetin bir örneğini, Ebu Bekr’in, kendisine “Senin arkadaşın sanıyor ki Allah, kendisini gök’e çıkardı” diyenlere verdiği şu sözünden çıkarıyoruz: “öyledir şayet o, böyle bir şey söyledi ise o söylediği hak ve gerçektir.”

Ahlakî bakımdan onun Allah’ın elçisi olmaya engel teşkil edebilecek hiç bir kötü alışkanlığı yoktu. O, hiç bir zaman bir kral gibi hareket etmedi. Belki daima kendileriyle kalkıp oturduğu kimseler arasında onlardan biriymiş gibi kalkıp oturdu. Yemesinde içmesinde oturup gezmesinde ve namaz kılıp ibadet etmesinde daima insanların arasında bulundu. Zatı, penahileri, her zaman sadeliği ve acık gönüllülüğü sever tekel lüften nefret ederdi. Sahabelerden bazısı, nübüvvetten öncede nübüvvetten sonra da yıllarca peygamberle birlikte kalkıp oturdular. Bu sahabeleri de ne egoist kişiliği olan kimselerdi ne de dünya ile ilgilerini kesmiş olan kimselerdi. Onların bir kısmı tüm Arapların hacc mevsimi dolayısıyla ziyaret ettikleri Mekke şehrinin sakinleri idi ki Mekke şehrinin üstün bir yeri vardı. Mekke halkının ayrıca, ticaret sebebiyle kültür merkezleri olan Şam ve Yemen’le de münasebetleri vardı.

Onun sahabesi de gerek hayatında olsun gerekse vefatından sonra olsun milletleri idare etmede büyük bir maharet gösterdiler. Dar ve sınırlı imkânlarla büyük devletleri dize getirip yönetmeleri de bunun bir delilidir(10).

Peygamber efendimizin bisetten önceki hayatının bisetten sonraki yaşayışı ile çelişkili olduğu katiyyen söz konusu değildir.

Peygamber Efendimizin hayatı her zaman müşriklerin tenkidine maruz idi. Şayet, hayatında herhangi bir kapalılık mevcut olsa idi Onu dillerine dolayıp en ağır biçimde eleştirirlerdi.

Cahiliyet devrinde de cahiliyet değerlerine buğzu olan bazı insanlar vardı ve bunlara hanif denirdi. Fakat bunlardan hiç biri Peygamber (s.a.s.)’in eriştiği ahlakî yücelik ve faziletin binde birine ulaşmadı.

Onun bu ahlak yüceliği, milletler arasında adeta bir darbı mesel gibi dilden dile dolaşmıştır. Hanif dediğimiz bu kimseler bile ona uyma ihtiyacını hissetmişler başta ge­lenlerinden biri olan Varaka b. Nufel, hakkında şöyle konuşmuştu: “Sen bu ümmetin Peygamberi olacaksın, sana gelen, Musa’ya gelen büyük melektir. Sana yalancı diyecekler. Eziyet edecekler, yurdundan çıkaracaklar ve seninle savaşacaklar. Şayet ben o günlere yetişirsem sana Allah için yardım ederim”(11).

(1) İbn-i Hişam: 1-198.

(2) Aynı kaynak: 141.

(3) Es Sire: 1-141.

(4) el-Ankabut: 148.

(5) Peygamber’in Medine Hükümeti: 32.

(6) İbn-i Hişâm: 1-191.

(7) Aynı kaynak.

(8) Bkz. Muhammed’in Hayatı, 131, Heykel Saadet asrı, 191, Dr. Ali Ceybe ve insanlığın Peygamberi Muhammed, 85, Ali Cumeylatı ve et-Tunusî.

(9)el-Taberî, 3-56 Aynı hikâye Sahih-i Buhari ve Müslim’de varit olmuştur.

(10) er-Risâle el-Muhammediye 116, Süleyman Nedvf

(11) Said Havva er-Resûl: 1-24.

DÜZELTME VE ÖZÜR

Dergimizin bundan önceki sayısında neşredilen, Merhum Prof. M. TAYYİB OKİÇ’e ait makalenin başlığı “İSLAMİYETİN EHL-İ KİTAP ÜZERİNDEKİ DİNÎ TESİRİNE DAİR BİR KAÇ MİSAL” olması lazım iken, bir zarûretten dolayı “EHL-İ KİTAP” şeklinde kısaltılarak konulmuştur. Düzeltir, özür dileriz,