Makale

İSLAM’DA ŞİRKETLER HUKUKU ÜZERİNE KISA BİR ETÜD

İSLAM’DA ŞİRKETLER HUKUKU ÜZERİNE KISA BİR ETÜD

Dr. Fahrettin ATAR
Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü Fıkıh ve İslam Hukuku Öğretmeni

“DOĞRUSU İNSANLAR İÇİN İLK KURULAN EV, MEKKE’DE, DÜNYALAR İÇİN MÜBAREK VE DOĞRU YOLU GÖSTEREN KÂ’BEDİR." Âl-i İmran: 96)

Şirketlerin Tarihçesi:

İnsanlar sok eski zamanlardan beri şirketler kurmuşlar ve bu teâmülü zamanla tekâmül ettirmek süretiyle devam ettirmişlerdir. Hadis âlimi Ahmed b. Hanbel(öl.241)’in bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke devrinde Saib b. Abdullah ile bir şirket kurarak ticâri faliyette bulunmuştur. Rasûlullah (s.a.s.) Mekke fethi günü ortağı Sâib b. Abdullah’ı görünce onunla yaptırmış olduğu. ticarî faâliyeti anlatırken, “Onunla câhiliyye devrinde (îslâmdan önce) ticarî ortaklık yaptım. O, ne kavga ne de haksızlık yapardı.”1 dedi. İslâm Hukuku âlimi Şemsü’l-Eimme Serahsi (Öl. 483 H.) müslümanların Hz. Peygamber zamanından kendi zamanına kadar şirket kurduklarını ve bu teâmülü devam ettirdiklerini ifade etmektedir.2

Şirketlerin İktisâdî Fonksiyonu:

Şirketlerin toplumun ihtiyaç ve zarûretleri sebebiyle ortaya çıktıklarını ve iktisâdi kalkınmada fonksiyonlarının son derece önemli olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü fertlerin şahsi sermaye ve gayretleriyle başaramayacakları işleri, teşebbüsleri küçük tasarruf ve sermayelerin toplanmasına vesile olan şirketler gerçekleştirir. Büyük sermayelerin doğmasına sebep olan şirketler, halkın ihtiyaçlarını gidermek üzere üretime geçerek iktisâdî faaliyette bulunur. Böylece iktisâdî kalkınma meydana gelir. Alâaddin Kâsânî (Öl.587 H.) çalıştırılmayan veya toplumun istifadesine sunulmayan sermayenin şirketle değerlendirildiğini, çalıştırıldığını istifade edilir hâle getirildiğini söylemektedir.3

Şirketin Tarifi:

İslâm Hukukunda şirket mefhumu çok geniş mütalâa olunarak ticarî, zirai veya başka sebeplerle hissenin bahis konusu edildiği her ortaklığa, şirket denilmiştir. Bu cümleden olarak;

1.İştirâk hâlindeki mülkiyet (miras şirketi), müşterek mülkiyet4 (şirketü’l-mülk 5,

2.Toplumun istifadesine sunulan su, av hayvanları gibi veya toplumun ortak malları dağlar, mer’alar gibi (şirket’ül-ibâhe)6.

3.Ticari (şirketü’l-emvâl, şirke tü’l-vücûh, şirke tül-mudarebe), sınâî (şirke tü’l-sanâyi) ve zirâi (şirketü’l-müsâkât, şirketü’1- musâkât), maksatlarla akdedilen şirket nevileri şirket olarak vasıflandırılmıştır. Şirketü’l-mülk ile şirketü’l-ibâhe bugünkü hukukta şirket olarak kabul edilmemektedir. Bugün şirket derken daha ziyade istihsal gayesiyle kurulan veya sınâî, ticarî vasfı galip şirketler kastedilmektedir. Bunlar İslâm Hukukunda şirketü’l-emvâl. şirketü’l-mudârabe, şirketü’l-sanâyî, şirketü’l-vücuh, şirke tü’l. musâkât ve şirketü’1-muzâraa kısımlarıdır.

Şirket, lügatte ortaklık veya iki hissenin birbirinden ayrılmayacak derecede karışması veya karıştırılmasıdır7. Şeyhzâde Dâmâd (öl. 1078 H.) “Mecma’ul-Enhur” adlı eserinde şirketi ıstılahî olarak “sermaye (asl) ve kâr (ribh) hususlarında (en az) iki kişinin yaptıkları bir akit (anlaşma)” diye tarif etmektedir8. Tarifte geçen sermaye (asl) nakit para alacağı gibi emek (amel) ve kredi (itibar) de olabilir9. Böylece şirketlerin akitle kurulmuş olduklarını tespit etmiş bulunuyoruz. Akit “tarafeynin bir husûsu iltizam ve taahhüd etmeleridir ki icap ve kabulün irtibatından ibarettir” şeklinde ifade edilmiştir10. Bu bakımdan şirketler tarafların yâni şeriklerin irâde beyanlarının bir ifade ve neticesi olarak kurulurla.

Şirketin Unsurları:

Şirketler akitle kurulduklarına göre her şeyden önce bir şirketin kurulabilmesi için taraflar yâni şerikler, akit ve akdi ilgilendiren hususlar bahis konusu olacaktır. Başka bir ifade ile bir şirketin kurulmasında taraflar, akit ve buna bağlı olarak gâye ve sermaye olacaktır ki bunlara “şirketin unsurları” denilmektedir11. Yukarıda zikrettiğimiz şirketin tarifini tahlil ettiğimiz zaman şirketin unsurlarını kolayca tespit edebiliriz. Tarifte geçen akd “akit unsurunu”, müteşârikeyn “şahıs unsurunu”, ribh “gâye unsurunu”, asıl “sermaye unsurunu” teşkil etmektedir. Şimdi bunları kısaca izah edelim.

I-Şahıs Unsuru:

Şirketin tarifinden de anlaşılacağı gibi bir şirketin kurulabilmesi için en az iki kişinin bulunması gerekir. Hattâ şirket için yapılmış tariflerde “iki veya daha ziyade şahıs” ifadesi geçmektedir12 Buna göre şirket, şahıs tahdidi olmaksızın iki veya daha ziyade şahısla kurulabilir.

İslâm hukukçuları şirketin işletilmesi, sevk ve idaresini tasarruf ve faaliyetlerden meydana gelecek hukuki neticeleri nazar-ı itibara alarak şirket kuracak veya şirkete katılacak kimselerin vasıflarını tespit etmişlerdir. Tespit edilen vasıflar şirket nevilerine göre değişmektedir.

Mufâvada şirketini kuracak şahıslar tasarruf yapabilme bakımından birbirlerine eşit ve aynı zamanda birbirlerinin kefil ve vekili olacaklarından vekâlet ve kefalet ehliyetlerini hâiz olmalıdırlar 13. Bir zimmi ile müslümanın, rüşdürü İspat etmeyen bir çocukla, rüşdünü ispat eden bir kimsenin, hür olan bir şahısla köle olan bir şahsın mufâvada şirketini kurabilmeleri hukuken mümkün değildir. Mufâvada şirketini sadece hür, âkil, bâliğ müslümanlar kurabilirler14. Zimmîlerin kendi aralarında mufâvada şirketini kurabileceklerini ilâve edelim15. Hattâ Ebû Yûsuf’a göre bir zimmî ile bir Müslümanın mufâvada şirketi kurabilmeleri mümkündür16. Çünkü gerek zimmi ve gerek Müslüman kefalet ehliyetlerini haizdirler. Mufâvada şirketinin kurulmasında mezhep farkının bir mânia olamayacağını ifade edelim17. Binâenaleyh bir Şâfiî ile bir Hanefi mufâvada şirketi kurabilirler. Şirket kurulmasında cinsiyet farkının bir mânia’ olacağının hukukçular tarafından bahis konusu edilmediğini hatırlatalım.

İnan şirketini kuracak şahıslarda kefalet değil sadece vekâ­let ehliyeti aranır18 ki bunlar temyiz kudreti ile akıl vasfıdır19. Çünkü şerikler şirketin sevk ve İdaresinde, tasarrufunda aynı hakka sahiptirler. Ayrı ayrı olsun müş­tereken olsun bu hakkı vekâlet ehliyeti sâyesinde kullanırlar. ’İnan şirketini kuracak şahıslarda kefalet ehliyeti aranmadığından veli ve vâsilerinin izinleriyle köleler ile matuh (deli) ve çocuklar da bu şirkete girebilirler20. Burada inân şirketini kuracak Şahısların birbirlerinin kefili şartını zikrettiklerinde kefalet ehliyetinin aranacağını ilâve edelim21.

Sanayi’ şirketinde meslek farkının şirketin kurulmasına engel teşkil edemiyeceğini savunan hukukçulara rağmen İmam Mâlik ile İmam Züfer’in bu hususta müsbet düşünmediklerini söyleyelim22.

Mudârebe şirketinde mudârib (sermayeyi çalıştıran) de kefalet ve vekâlet ehliyeti aranmasına rağmen din ihtilâfının önemi olmadığını ifade edelim23.

Zirâî şirketlerden ister musâkât, ister muzâraa olsun akit yapan tarafların akıllı olması şart koşulduğu halde rüşdünü ispat etmeyen mezun ve akıllı çocukların, bu şirketi kurabilecekleri zikredilmektedir24.

II-Sermaye Unsuru:

İslâm Hukukumda sermaye unsurunun “asl” kelimesiyle ifade edildiğini zikretmiştik. Ancak sermaye unsuru özellikle şirke tu’l-emvâl’de re’sül’l-mâl ıstılahıyla gösterilmektedir25. Sermayenin mahiyeti şirket nevilerine göre değişmektedir. Sermaye ya nakit gümüş para, altın para veya ticari kredi (itibar) veyahut emek (amel) olur. Mufâvada ve inân şirketlerinde sermaye (re’sü’l-mâl) gümüş ve altın para kabilinden olması şart koşulmuştur26. Ancak hukukçular tedâvüle çıkarılmış her türlü nikel paraların27, külçe halindeki gümüş ve altın’ın, kuyumcular tarafından işlenmemiş gümüş ve altın’ın halk arasında tedavül aracı olarak kullanılıyorsa sermaye olabileceğini kabul etmişlerdi28. Paraya tahvil edilebilecek her türlü eşya ve malların sermaye olabileceğini hatırlatalım29. Mufâvada şirketinde sermayenin eşit ve aynı cinsten olması şart koşulduğu halde inân şirketinde eşit ve aynı cinsten olmayabilir30. Burada sermaye olabilecek para ve malların deyn (alacak) değil ayn olmasının şart konulduğunu zikredelim31.

Mudârebe şirkettinde rabbü’l-nıâ.1 (sermayedar) sermaye olarak gümüş ve altın para koymak mecburiyetindedir. Mudârib (çalışan)’in ise çalışması (emek) sermaye olarak kabûl edilir32.

Sınai şirketlerde (şirketü’l- sanâyii) “emek” sermaye olarak kabül edilmiştir33. Mufâvada ve inân şirketlerinde dükkân, ev, nakil vasıtaları sermaye olarak kabul edilmediği halde34 sınaî şirketlerde âlet, edevat ve dükkânın sermaye kabul edileceği zikredil­miştir35. Şöyle ki, sınaî şirkette dükkân birinin, emek diğerinin veya dükkân birinin âlet ve edevat diğerinin sermayesi olabilir.

Şirket-i vücuhda şeriklerin ticari kredi {itibar’ leri sermaye olarak kabul edilmiştir36. Musâkât ve muzâraa şirketlerinde bir taraftan tarla ve ağaçlar, diğer taraftan emek sermaye olarak tespit edilmiştir37.

III-Akit Unsuru:

İslâm hukukunda şirketleri, akit açısından “akitli şirketler”, “akitsiz şirketler” olarak iki bölümde mütalâa edebiliriz. Şirket-i mülk ve şirket-i ibâha’nın dışındaki şirketler akitli şirketlerdir38. Her şirketin değişik bir akit şekli ve lâfzı vardır. Mufâvada şirketinde akit mufâvada lâfzıyla veya onun şartlarını haiz bir lâfızla yapılır39. Diğer şirketlerde de akd yaparken kullanılacak belirli lâfızlar tespit edilmiştir40. Hukuk kitaplarında şirket akdinin sözlü veya yazılı olacağı hakkında herhangi bir kayıt, bulunmamaktadır. Ancak şirket akitle kurularak ticârî muâmelelere vesile olacağından ’Bakara Sûresinin 286. âyetinin şümûlüne girmesi düşünülebilinir. Bu sebeple akdin yazılı olması daha uygun ve ihtilâf ânında ispat bakımından daha kolay olur. et-Tahavî (öl. 321 H.) Şurûti’l Kebîr” adlı ese­rinde şirket akdinin yazı ile tespitinde hangi usûllere dikkat edilmesi ve şirket senedinin tanzim şeklinin nasıl olması gerektiğini sarahaten göstermiştir41. Nüveyri (öl. 733 H.)’de şeriklerin ileri sürdükleri şartları, sermayenin miktarını ve kâr taksiminin hangi ölçüler içinde yapılacağı esasları havi yazılı akdin tanzim şeklini vermektedir42.

IV-Gaye Unsuru:

Şirketler kâr gayesiyle kurulurlar. Mufâvada şirketinde kâr sermaye nispetine göre eşit tevzi edildiği hâlde, ’inan, mudarebe, sanâyi, vücûh şirketlerinde elde edilecek kârın sermaye nisbetindee veya şeriklerin anlaşacakları herhangi bir nisbette tevzi yapılır43

Musâkat muzaraat şirketlerinde mahsul ortaklar arasında eşit, üçte bir veya anlaşılacak herhangi bir nispette tevzie tabi tutulur44.

Şirketler kâr gayesiyle kurulmasına rağmen aksilikler yüzün­den zarar etmesi hâlinde zarar, sermaye nispetine veya ortakların anlaşacağı bir nispete göre bölünür45.

I-Akitli Şirketler:

Akitli şirketlerin gayesinin husûsiyetlerine göre ticarî, sınâî ve zirâi olarak üçe ayırabiliriz.

1-Ticari Şirketler:

Ticâret şirketlerini, şirketü’l. emval, şirketü’l. vücûh ve şirketü’l-mudârebe olmak üzere üç bölümde toplayabiliriz.

Muhtelif Şirket Nevileri:

İslâm Hukukunda şirket mefhumunun sok geniş mütalâa olunarak ticârî, sınâî, zirâî veya başka sebeplerle hissenin bahis ko­nusu edildiği her ortaklığa şirket denildiğini ve şirket-i mülk ile şirket-i ibâhe’nin bugünkü anlamda şirket kabûl edilemeyeceğini evvelce zikretmiştik. Gerçekten ibâhe ve mülk şirketlerinde herhangi bir istihsal veya ticârî veyahut sınâî gâye bulunmamaktadır. Hâlbuki diğer şirket nevileri istihsal veya ticâret gâyesini gütmektedirler. Bu bakımdan şirketleri bir gâyenin_ tahakkuku için kurulan akitli şirketler, herhangi bir kâr ve kazancı tahakkuk ettirmeyi gâye edinmeyen akitsiz şirketler olarak iki bölümde toplayabiliriz.

1-Ticarî şiketler

Ticaret şirketlerini, şirketü’l emval, şirketü’l vücuh şirketü’l mudarebe olmak üzere üç bölümde toplaya biliriz.

A.Şirketu’l Emvâl:

a. Şirketü’l Mufâvada

b. Şirketü’l-İnân

a.Şirketü’l Mufâvada

Şirketü’l-Emval’in bir bölümü olan mufâvada lügatte eşitlik mânâsını İfade etmektedir46. Hukuk ıstılahında ise "tasarruf, sermaye, kâr veya zararın bölüşülmesi hususlarında eşitliğin bahis konusu edildiği” bir şirket nevi olarak tarif edilmektedir47.

Hukukçu s. Şakir Ansay "Hukuk Târihinde İslâm Hukuku1’ adlı eserinde mufâvada şirketini bugünkü kollektif şirketlere benzetmektedir. Ancak mufâvadanın hükmi şasiyeti hâiz olmamakla diğerinden farklı olduğunu söylemektedir48.Coşkun Üçok da hükmî şahsiyet konusunda S. Ş. Ansay gibi düşünmektedir49. Mufâvada şirketinde her şerik şirketin işletilmesi, sevk ve idaresinde aynı hak ve sorumluluğa sâhiptir, Şerikler aynı za­manda birbirinin hem vekili ve hem de kefilidirler50. Bu sebeple şerikler mufâvada şirketinde kollektif şirketlerde olduğu gibi üçüncü şahıslara karşı bütün mâmelekleriyle sorumludurlar.

İslâm hukukçuları mufâvada şirketinde sermayenin eşit ve ayn hâlinde olması gerektiği üzerinde ittifak etmişlerdir51. Mufâvada şirketi sadece Hanefî mezhebi hukukçuları tarafından kabûl edilmiş olmasına karşılık, Şafiî, Mâliki Ve Hanbelî mezhebi hukukçuları tarafından makbûl ve. meşrû kabûl edilmemektedir52.

b.Şirketü’l-İnân:

İnân şirketi “tasarruf, kâr veya zararın bölüşülmesi hususlarında eşitliğin veya kararlaştırılan herhangi bir nisbetin bahis konusu edildiği” bir şirket nev’i olarak tarif edilir53. Bu şirkette her şerik kararlaştırılan şartlar muva­cehesinde şirketin sevk ve idaresine katılabilir. Bu şirkette şerikler birbirinin kefili değil sadece vekilidirler54. Bu sebeple şerikler sermayeleri nispetinde üçüncü şahıslara karşı mes’uldürler. Şirket-i İnânda sermayenin eşit ve aynı cinsten olması şart değildir55. Şirket-i İnân’ın, Hanefi, Şâfii, Hanbelî ve Mâliki mezhepleri tarafından ittifakla meşrûluğu kabûl edilmiştir56.

B.Şirketü’l-Vücûh (Kredi Şirketi):

Şeriklerin nakit olarak para sermayeleri olmadığı halde kendi ticarî itibarlarını (kredilerini) sermaye etmek sûretiyle veresiye alış veriş yapmak ve kazanılacak kârı aralarında taksim etmek üzere kurdukları şirkete denir57. Bu şirkete "Şirke tü’I-Mefâlis" de denir58.

Bu şirkette kâr ve zarar, şeriklerin hisseleri nispetinde tevzi edilir59. Bu şirkette şeriklerde vekâlet ehliyetinin aranmasına rağmen kefâlet ehliyeti ancak şerikler birbirlerinin kefili olduklarını şart koştukları zaman aranır60. Hanefiler, şirketü’l-vücûh’u kabûl etmelerine karşılık İmam Şâfîi bu hususta müspet düşünmemektedir61.

C.Mudârebe Şirketi:

Bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek (amel) olmak, üzere elde edilecek kâr veya husûle gelecek zararın bölüşülmesi hususunda eşitliğin veya kararlaştırılacak herhangi bir nispetin bahis konusu edildiği şirke t nev’ine “şirke tü’l-mudârebe” denir62. Sermaye sâhibine rabbû’l-mâl, çalışacak şahsa, mudârîb denir63.

İslâm hukukçuları mudârebe şirketinde sermayenin para, (gümüş ve altın) kabilinden olmasını şart koşmuşlardır64. Bu şirketlerde mudâribin kasd-ı mahsus olmaksızın yapacağı zararları kârdan ödenir. Kâr zararı kapatmıyorsa, o hallerde zarar rabbü’l-mal (sermayedar)’e âlttir65.

2.Sınâî Şirketler:

Şeriklerin, emek (amel)’lerini sermaye ederek iş alıp yaparak kazanacakları kârı (ribh) aralarında taksim etmek üzere akdettikleri şirket nev’ine “şirket-i sınâyî” denir66. Şirket-i sınâyi klâsik hukuk kitaplarında "şirket-i sanayi”, “şirket-i amel”, “şirket-i takabbül’, “şirket-i ebdan” ve “şirket-i muhterife”, ıstılahlarıyla ifade edilmektedir67. Bu şirket zanaat sahipleri tarafından kurulmakla birlikte bugünkü sanâyi ve teknolojinin sahası dâhiline giren bütün İşler bu tip şirket nev’i ile başarılabileceğinden böyle bir ıstılâhı kullanmayı yâni şirket-i sanayi ıstılahını kullanmayı uygun bulduk.

Şeriklerden her biri iş alıp yapmak, iş yapmayı taahhüt etmek tasarrufunu yapabilecekleri gibi, şeriklerden birinin iş alıp diğerinin yapması da mümkündür68. Şerikler iş alıp yapmakta biri diğerinin vekilidir69. Üçüncü şahıslara karşı maddi yönden mes’ul olma durumu vekâlet esasları dâhilinde cereyan eder.

Şirket-l sanâyi’de, dükkân birinin, âlet ve malzemeler diğerinin70 veya birinden dükkân, diğerinden çalışma71.sermaye olarak kabul edilebilir. Şirket-i sanâyi’de kazanılacak kâr veya zarar, eşit veya herhangi bir nispette tevzie tabi tutulabilir72.

Şirket-i sanâyi’i Şâfiî ile Hanefilerden Züfer kabul etmemektedirler. Onlara göre mücerret emek (çalışma), ayn hâlindeki sermaye ile değer kazanabilir73. Burada Mâlik, Züfer ve Ahmed b. Hanbel’in şirket-sanâyi’î aynı iş ve aynı yer olmak şartıyla kabul ettiklerini ilâve edelim74.

3.Zirâî Şirketler:

A. Muzâraa Şirketi:

Bir taraftan arazi, diğer taraftan emek (amel) yâni ekip biçmek olmak üzere elde edilecek ürünün bölüşülmesi hususlarında eşitliğin veya kararlaştırılacak herhangi bir nisbetin bahis konusu edildiği şirket nev’idir75. Muzâraa’ya İslâm hukukunda “muhabere”, "muhâkale”, "karalı” da denir76.

Muzâraa şirketinde tarafların akıllı olması şart olup, rüştünü ispat etmeleri şart değildir77. Muzâraa’da ürün eşit veya başka bir nisbette taksim edilebilir.78.

B. Musâkât Şirketi:

Bir taraftan bağ bahçe, diğer taraftan emek (amel) olmak üzere elde edilecek ürünün bölüşül­esi husûsunda eşitliğin veya kararlaştırılacak bir nispetin bahis konusu edildiği şirket nev’idir79. Musâkât’a muâmele de denir80. Bu şirkette tarafların baliğ değil akıllı olması kâfidir81. Ürün eşit, üçte bir veya herhangi bir nispette tevzi edilebilir82.

II-Akitsiz Şirketler:

Akitsiz şirketler, şirket-i mülk ve şirketi ibâhe olmak üze­re iki kısımda incelenebilir.

I. Mülk Şirketi:

İslâm Hukukunda iştirak hâlindeki mülkiyet (şirketü’l-miras) ile müşterek mülkiyetin (şirketü’l-mülk) şirket olarak vasıflandırıldığını evvelce zikretmiştik. Şirket-i mülk, Mecelle’de “esbab-ı temellükten olan iştira (satın alma) ve ittihab (hîbe etme) ve kabul-i vasiyyet ve tevârüs gibi bir sebeple yahut halt (karıştırma ) ve ihtilât (karıştırılma)’ı emval ile yâni malları yekdiğerine karıştırmak veyahut mallar o surette yek diğere karışmak ile bir şeyin birden ziyade kimseler beyninde (arasında) müşterek yani ol şeyin onlara mahsus olmasıdır" diye tarif edilmiştir83.

Şirket-i mülk’de her şerik kendi hissesi üzerinde tasarruf hakkına sâhip olmasına rağmen ortağının hissesi üzerinde-ortağın izni olmaksızın-herhangi bir surette tasarrufta bulunması mümkün değildir84

2.İbahe Şirketi:

Şirke t-i ibâhe, “bir kimsenin dâire-i nüfuzuna dâhil olmayan sular, otlar, sahipsiz yerlerdeki büdâi nâbit otlar, sahipsiz yerlerdeki büdâi nâbit ağaçların meyveleri nas arasında şirket-i ibâhe ile müşterek olup bunlardan istifade etmeleri kendilerine mubahtır.” diye tarif edilir. 85

Şerikler Arası Münasebetler:

Ortakların birbirlerine kargı duydukları itimat ve güven neticesinde ve kendi istekleriyle kurdukları bir şirket, faaliyete geçtikten sonra her şerik (ortak) doğru olarak şirketi çalıştırmak, sevk ve idare etmek mecburiyetindedir. Her ortak-akd yapılırken sorumluluğunu üzerine aldığı hususları eksiksiz olarak yapmalı ve şirketin kuruluş gayesinin dışına çıkacak bir hareket ve sû-i istimalde bulunmamalıdır. Kuran-ı Kerim’de ortakların birbirlerine karşı hile ve kurnazlık yapmamalarını tavsiye etmektedir86. Hz. Peygamber şeriklerin birbirlerine karşı sadâkat duygularıyla muamele etmelerini tavsiye ederken Allah’tan aldığı kudsî bir hadisi, “Allah buyurur ki, biri diğerine hıyanet etmedikçe Ben İki şerikin Üçüncüsüyüm. Fakat her hangi birisi arkadaşına, hıyanet edince Ben aralarından çıkarım.”, diğer bir rivayette, Allâh’ın yardımı biri diğerine hıyanet etmediği müddetçe iki şerik üzerindedir. Fakat biri diğerine hıyanet etti mi yardımını onlardan kaldırır.” şekliyle ifade etmektedir87.

Nüveyri (öl, 733 H.) ortakların doğru ve dürüst olarak hareket etmelerini, “Her ortak arkadaşına alış verişte, alım satımda gerek gıyabında ve gerekse huzurunda izin vermiştir. Her ortak emaneti yerine getirmelidir, hıyanetten uzak kalmalıdır. Gizli ve âşikâr tasarrufunda Allah’tan korkmalıdır. Muamele ve hareketlerini adâlet ve insaf ölçüleri dâhilinde yapmalıdır.” ifadesiyle belirtmektedir88.

Ortakların, şirket kazancından hisselerine göre kâr almaları bir hak olduğu gibi zarar ve ziyan durumlarında zararı kabul edip ödemeleri de bir borçtur. Şirketin işleri yürütülürken kast-ı mahsus olmadığı halde vukua gelecek zarar, zararın husûle gelmesine sebebiyet veren şerike tazmin ettirilmemektedir89. Şerikler şirketteki hisselerinin vergi ve zekâtını bizzat kendileri vermek mecburiyetindedirler90. Şeriklerden her biri şirketi sevk ve idare ederken, işlerini takip ederken yapacağı yol, otel, kira vs. masraflarını şirketin kârından, kâr olmadığı zaman sermayesinden alır91.

Şirketlerin Son Bulması:

Şirket bir gayenin tahakkuku için kurulur. Gaye tahakkuk edince şirket son bulur ve gayenin tahakkuku bazı durumlarda imkânsız hâle gelir veyahut akd yapılırken tespit edilen müddet nihayete erer. Veyahut akit mülzim olmadığı için her şerik mukaveleyi feshedebilir. İslâm hukukçuları şirketin son bulma ve fesh durumlarını aşağıda sıralayacağımız maddeler halinde tespit etmişlerdir92.

1.Şeriklerin ittifakla şirket akdini feshetmeleri,

2.Şeriklerden birinin şirket akdini feshetmesi,

3.Şeriklerden birinin ölümü,

4.Şeriklerden birinin harb ülkesine (dârü’l-harb) gitmesi,

5.Şeriklerden birinin İslâm dininden çıkması, mürtet olması,

6.Şeriklerden birinin iflâs ve hacredilmesi,

7.Şeriklerin iflâs etmesi dolayısıyla şirketin iflâs etmesi,

8.Şeriklerden birinin deli olması (cünûn-ı mutbik),

9.Şirket için tayin edilen müddetin sona ermesi,

10.Şirket akdinde maksut gayenin gerçekleşmesi,

Bu bahsi bitirirken şirketin son bulması durumlarında şeriklerin vazife ve sorumluluklarının ortadan kalktığını, vekâlet ve kefalet münasebetlerinin son bulduğunu ilave edelim93.

(1) Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mısır,1313, C.3, s.426.

(2) Serahsî, Mebsût, Mısır, 1324, C, 11,s. 151.

(3) Kâsânî, Bedâyi’, Mısır, 1327, C. 6, s. 58; Şirketlerin iktisadi fonksiyonu ve hikmeti için ayrıca bk. Dâmâd, Mecma’u’l-Enhur, İstanbul. 1301, c. 1, 3. 651; Bilmen, Ö. N, Hukuku İslâmiye, İstanbul, 1970, c. 7, s. 64,

(4) “İştirak hâlindeki mülkiyet"; “müşterek mülkiyet1’ mefhumları için bk, Ansay, S. Ş, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ankara, 1958, 3.baskı, s. 83.

(5) Mecelle, md. 1060; Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm, İstanbul, 1330. C. 3, s. 223;’ Bilmen, Ö. N., a.g.e., C. 7, s. 65.

(6) Ali Haydar, a.g.e,’. C. 3, s. 223; Bilmen, Ö. N. a.g.e., C. 7, s. 76-77.

(7) Dâmâd, a.g.e., C. 1, s. 651; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, Kahire, 1349, C. 3, s. 362.

(8) Dâmâd, a.g.e., C. 1, s. 51; Şirketin tarifi için bk. Mecelle, md. 1049, 1329;Bilmen. Ö. N., a.g.e., C. 7. s. 63, 79; İslâm Hukukundaki şirket tarifiyle bu günkü modern hukuktaki tarifi mukayese etmek bakımından aşağıdaki tarifi veriyoruz: “şirketi iki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahsın bir gayeye erişmek maksadıyla bir kısım sermayelerini birleştirmek hususunda yaptıkları bir antlaşmadır. Domaniç, H., Şirketler Hukuku, 3. baskı, İstanbul, 1968, s. 7.

(9) Bilmen, Ö. N., a.g.e„ C. 7, s.79.

(10) Mecelle, md. 103.

(1l) Domaniç, H., a.g.e., s. 1-7.

(12) Mecelle, md. 1329: Bilmen, Ö., N., a.g.e., C. 7, a. 79.

(13) Kudûrl, Muhtasar, İstanbul, 1315. s. 79; Mergînânî, Hidaye, İstanbul, 1290, C. 1, s. 473; Kâsânî, a.g.e., C. 6, s. 58, 59, 60; Dâmâd, a.g.e. C, 1, s. 651.

(14) Kudûri, a.g.e., s. 79; Merginânî, a.g.e., C. 1, a. 473: Kâsânî. a.g.e., C. 6, s. 61; İbnü’l-Hümâm, Fethü’l-Kâdir, Mısır, 1316, C. 5, s. 7-8; İbn Nüceym Nüceym, Bahrü’r-Rak, Mısır. 1311, a 5, s. 182; Dâmâd, a.g.e. C. 1, a. 654.

(15) Merginânî, a.g.e,, C. 1, a, 473; Dâmâd, a-g.e., C. 1, s. 653.

(16) Mergiânî, a.g.e., C. 1, s. 473; Kâsânî, ag.e. C. 6, s. 61; Dâmâd. a.g.e,. C. 1, s. 653.

(17) Merginânî,a.g.e., C. 1, s. 473; İbnü’l-Hümam, a.g.e., c. 5. S. 7-8.

(18) Merginânî, a.g.e., C., 1, s. 476; Dâmâd, a.g.e., C. 1. s. 657.

(19) Mecelle, md. 1333.

(20) Kâsânî, a.g.e, C. 6, s. 62; Bilmen, Ö.N., a.g,e., C. 7, s. 81.

(21) Mecelle, md. 1335; Bilmen, Ö.N. a.g.e., C. 7, s.81.

(22) Merginânî, a.g.e., C. 1, h. 479-480; Dâmâd. A.g.e., C. 1. s. 650.

(23) Kâsânî, a.g.e., C. 6, s. 81.

(24) Kâsânî, a.g.e,, C. 6, s. 176, 185; Mecelle, md. 1433-1443.

(25) Mecelle, md.1057.

(26) Kudûrî, 79; Kâsânî, C. 6, s. 59; Merginânî C. 1, s. 475; İbn Nüceym, C. 5, s. 185; İbn Âbidin, C. 3, s. 370.

(27) Kudûrî, s. 79; Kâsânî, C. 6, s. 59; Merginânî, C, 1, s. 475; Dâmâd, C. 1, s. 655; Mec, 1339.

(28) Kudûrî, s. 79; Merginânî, C. 1, s. 475; Dâmâd, C. 1, s. 655.

(29) Kudûrî, s. 79; Merginânî, C. 1, s. 476: Kâsânî, C. 6, s. 59.

(30)Kâsânî, C. 6, s. 61-S2; Merginânî. C. 1. s. 475-476

(31) Kâsânî, C. 6,s. 60; İbn Âbidin. C. 3, a.371; Mecelle, 1341.

(32) Kasanî, C. 6, s. 82; Merğanânî, Ç. 2, s. 188: Ebû Bekir er-Râzî (öl. 481), Muhtasâru’l-İhtilafi’l-UIemâ, Carullah Kütüphanesi, no. 872:/M. c. 4, vr. 4b.

(33) Kasânî, c. 6. s. 67; Mecelle, 1332.

(34) İbn Abidin. c. 3, s. 382; Mecelle, 1343, 1344; Ali Haydar. Dürer, c. 3, s. 638-639.

(35) Mecelle, 1395. 1396; Ali Haydar, Dürer, c. 3,s. 707-708.

(36) Serahsî, Mebsût. C. 11, a,152; Kâsânî. c. S. s. 57.

(37) Merğînânî, c. 2. s. 332. 338.

(38) Merğînânî, C. 11,s. 172; C. 2, s. 188, 332, 338; Kasanî, C. 6, s, 56: AH Haydar, 3/223.

(39) Merğînânî, C. 1, s. 473; Kasanî, c. 6. s. 62; İbn’ül Hümam, c. 5,s. 7; Mecelle, 1351.

(40) Kasanî. a.g.e. c. 6, s.62, 63. 79, 185, 175.

(41) Tâhavî, K. eş-Surûti’l-Kebir. Şirket Bölümü, Ş. Ali Paşa, no.: 881, 882.

(42) Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb. Mısır,1949, C. 9. s. 17, 103-104.

(43) Serahsî, Mebsût. c. 11, s. 152; Merğinânî, a.g.e,, C. 1, 3. 472, 476 ve dev,: Dâmâd, a g.e’, c. 1, s. 652, 657 ve dev.

(44) Mecelle, md. 1444; Bilmen, Ö, N., a.g.e,, c. 7. s. 123.

(45) Bilmen, Ö. N., a.g.e, C. 7, s. 88, 97.

(46) Serahsî, Mebsût, C 11, s. 152.

(47) Merğînânî, c. 1, s. 472; İhtiyâr, c. 3, s. 12; Dâmâd, C. 1, s, 652; Arapça metin için bk. Mebsût, C. 11, s. 152.

(48) Ansay, Ş. Ş., İslam Hukuku; s. 178.

(49) Üçok. C.,Şirket maddesi, İA., C. 10, a. 569-570.

(50) Kudûrî, s. 79; Merğinânî, C. 1. s. 473; Dâmâd, C. 1, s. 653.

(51) Kudûrl,s., 79; Kasânî, c. 6, s. 60; Mecelle, md. 1341: Bilmen, Ö. N., c. 7, s. 83.

(52) Merğinânî, C. 1. S. 473;-Kâsânî C, 6, s. 57; İbn Hübeyre, el-İttifak, vr. 63.

(53) Merğînânî, C. 1. s. 476; Dâmâd. C. 1, S. 657; Îhtiyâr, C. 3,s.15, Bilmen, C. 7, s. 80; Arapça metin için bk. Mebsût, c. 11, s. 151-153.

(54) Merğinânî, c.. 1. s. 476; Dâmâd, c. 1. s. 657.

(55) Kudûrî, s. 79; Merğinânî, c. 1, s. 477; Dâmâd, C. 1, s. 657.

(56) Şa’ranî, Mizân’ul Kübra c. 2, s. 71; İbn Hübeyre, el-ittifak ve’l-İhtilaf Şehit Ali Paşa, No: 682, vr. 636.

(57) Merğinânî, C. 1. s. 480: Mecelle, md. 1332: Arapça metin için bk. Mebsût, C. 11, s. 154;

(58) Serahsî, Mebsût, C. 11, S. 152; Dâmâd, C. 1, 3, 660; İbn Âbidîn, C. 3, B. 380.

(59) Mecelle, md. 1401, 1402, 1403.

(60) Merğinânî, c.1; s.480: Kâsânî, c, 6, s. 65; Dâmâd, c. 1, s. 680.

(61) Serahsi, Mebsut, c. 11, 3. 154;’ Merğinânî, c. 1, s. 480; Kâsânî, C. 6. S. 65.

(62) Arapça metin için bkz. Merğinânî, c. 2, s. 188.

Dâmâd, C. 3, s. 507, İst. 1248.

(63) Kâsânî, c. 6, a. 81; Dâmâd, c. 2, s. 507, İstanbul, 1248. (64) Merğinânî, C. 2, s. 188.

(65) Bilmen, Ö. N. c. 7, s. 108.

(66) MebsÛt, C. 11, s. 151; İbn Abidîn, C. 3, s. 378; Dâmâd, C. 1. s. 659; Kâsânî. C. 6, s. 56; Mecelle md, 1332; Arapça metin için bkz. İbn Abidin. C. 3. s. 378:

(67) Mebsut, C. 11. s. 152;’ Merğinânî C. 1,s. 479; Dâmâd, C. 1, s. 659; Kudurî, s, 80.

(68) Mecelle. 1386. .

(69) Mecelle, 1387; Merğinânî, C. 1, s. 480; Dâmâd, C, 1, s. 660.

(70) Mecelle, 1395.

(71) Mecelle, 1396.

(72) Mecelle, 1390.

(73) Kasânî, C. 6, s. 67; Mebsût. C. 11,s. 154; Merğinânî, C. 1. S. 479; Dâmâd, C. 1, s. 659; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, C. 5, s. 266, Mısır, 1357.

(74) Dâmâd, C. 1, s. 660; Merğinânî. C. 1, s. 480.

(75) Mecelle. 1431; Arapça, metin 1 için bkz. Merğinânî, C. 2, s. 332¸İhtiyâr, C; 2, s. 74.

(76) Dâmâd, c. 2, s. 594, İstanbul, 1248

(77) Mecelle, 1433.

(78) Mecelle. 1435.

(79) Mecelle. 1441; Dâmâd, C. 2, s. 596, İstanbul, 1348 .

(80) Kasânî, C. 6. s. 185.

(81) Mecelle, 1443.

(82) Mecelle, 1444.

(83) Mecelle, 1060.

(84) Kasâni, C. 6, s. 65; Mebsût, C. 11, s. 161.

(85) Bilmen, Ö, N., C. 7, s, 76-77; Mukayese ediniz.: ’ Ali Haydar, Dürer’ül-Hükkâm, C, 3. S. 223.

(86) Sa’d suresi, âyet 24.

(87) Sevkâni, Neylü’1-Evtâr, Mısır, 1387, C. 5, s. 264.

(88) Nüveyrî, Niyanet’ül-Ereb, Mısır, 1949 C. 9 s.18.

(89) Bilmen, Ö. N., a.g.e., C. 7, s. 86.

(90) Merğinânî, a.g.e., C, 1, s. 482; İbn Âbidin, a.g.e . C 3, s. 383: Dâmad, a.g.e., C. 1 s. 662.

(91) İbn Âbidin, a.g.e . C. 3, s. 376; Bilmen, Ö. N., a.g.e., C. 7, s. 100.

(92) Kasânî, a.g.e., C. 6, S. 77. 78, 184, 186; İbn Abidin; a.g.e, C, 3, e. 382. Mecelle, md. 1352, 1353, 1423; Ali Haydar, a. g e., C. 3, s. 684; Bilmen, Ö. N., a.g.e., C. 7, s, 86.

(93) Kâsânî, a.g.e., C. 6, s. 77-78.