Makale

İSLAM’A GÖRE SADECE NİYET

İSLAM’A GÖRE SADECE NİYET (1)

Yazan: Dr. ABDÜLKERİM ZEYDÂN

Terceme: Haşan GÜLEÇ

“ŞÜPHESİZ ALLAH, İYİLİKLERİ DE KÖTÜLÜKLERİ DE YAZMIŞTIR. SONRA BUNLARI AÇIKLAMIŞTIR. KİM BİR İVİLİK YAPMAYA NİYET EDER DE BUNIJ YAPMAZSA ALLAH KENDİ KATİNDA ONA TAM BİR İYİLİK SEVABI YAZAR. KİM BİR İYİLİK YAPMAYA NİYET EDER VE BUNU YAPARSA AZİZ VE CELİL OLAN ALLAH ONUN SEVABINI

10 KATINDAN 7QQ KATINA KADAR VE DAHA ÇOK MİSLİNE VARINCAYA KADAR YAZAR. KİM BİR KÖTÜLÜK YAPMAYI İSTER VE BUNU YAPMAZSA ALLAH ONA TAM BİR İYİLİK SEVABI YAZAR. EĞER KÖTÜLÜK YAPMAYA NİYET EDER VE YAPARSA ALLAH ONA BİR KÖTÜLÜĞÜN GÜNAHINI YAZAR.”

ÖNSÖZ VE SUNUŞ:

1-Niyet, maksad ve irade demektir. Terim olarak tarifinde âlimler şöyle demişlerdir: Fiile bağlı olarak bir şeyi yapmayı istemektir. Fakat dinî metinlerin delaleti ve âlimlerin kullanışlarına göre niyet kelimesi ile iki mana ifade edilir: Birincisi, belirli bir işi yapmayı veya yapmamayı istemek. İkincisi, fiili yapıp yapmama hususunda belirli bir gayeyi veya maksadı istemektir. Niyet, bu ikinci manası ile “bâis” yâni “sebep-sâîk” adını alır.

2-Niyet kelimesi söylenir ve bununla aynı zamanda iki manada kastedilir. Yine bununla ikinci yani “sebep-sâik” manası da ifade edilir ve bu istiğmalde daha çoktur. Niyet ile sadece birinci mana da kastedilir. Fakat bu mana isti’malde azdır; ancak cevaz ve müsamaha yolu ile kullanılması doğru olabilir. Çünkü akıllı insan bir şeyi ancak belirli bir gaye için yapmak ister. Fakat bu gaye açık olmadığından veya sırf içgüdü sâiki ile bir fiili yaptığı için, “onun fiili gayesiz veya o, iradesini düşüncesiz yani maksatsız olarak bir işi yapmaya sarfetti” denir.

(1) Bağdad’da yayınlanan, “et-Terbiyetü’l-İslamiyye” isimli aylık darginin 8. yıl, 10. sayı ve Cemaziyülevvel 1396h/30 Nisan 1975 m. tarihli nüshasının 10-21 sahifelerinden bazı tasarruflarla Türkçe’ye çevrilmiştir.

3-İslam dininde kesinlikle ibadet sırf Allah Teâlâ’nın hakkıdır. İbadet, ancak iki şartla makbul olur: Birincisi, ibadet, emredilen şekilde olmalıdır. İkincisi, sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Yani ibadeti yapan, yaptığı kulluk ile Allah’a inkıyâdı ve O’nun hoşnutluğunu kasdetmelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hâlbuki onlara sadece dinde ihlas erbabı... olarak Allah’a ibadet etmeleri için emredildi.(2)

4-Buna göre sevap kazanma ve ibadetlerin kabûlü için bunların zahiren şer’î şekillere uygun olması kâfi değildir. Bunun yanısıra ayrıca bu amellerin gerisinde derûnî niyetler ve bunlarla Allah’a yaklaşmayı gaye edinen maksatların da bulunması zarûridir. Peygamberimiz (s. a.s.) şöyle buyurur: “Ameller ancak niyetlere göredir. Kişiye sadece niyet ettiğj şey vardır.(3) Allah katında amellerin (ibadetlerin) sahih olması, kıymetlerinin derecesi, kazanacakları sevap veya ikab, niyetlere bağlıdır. Niyet, yalnız Allah ve O’nun hoşnudluğunu kazanmak ise ameller makbuldür; Allah bunlardan razı olur ve bunlara karşılık sevap vardır. Niyet, masivaya (Allah’tan başkasına) ise ameller makbul değildir ve bunlara karşılık sevap yoktur. Aksine-hatta müslümanlar istifade etseler bile-bunlara karşılık bazan ceza bile gerekir. Buna, Ebû Mûsa’l-Eş’arî’nin, Rasûlullah (s.a.s.)’den rivayet ettiği şu hadis-i şerif delalet eder: Rasûlullah (s.a.s.)’a, kahramanlık, bencil gayret ve riya için çarpışan kimselerden hangilerinin Allah yolunda oldukları soruldu. Rasûlullah şöyle buyurdular: “Allah’ın kelimesini yüceltmek için savaşan kimse Allah yolundadır.”(4) Malumdur ki Allah yolunda savaşmak, kulu, Allah’ın dinine yardım etmeye sevkeden Allah rızasını istemeyi hedef alır. Bu gayeden başka bir şey için savaşmak ise “Allah yolunda” mefhumuna dâhil olmaz. Netice de böyle bir gayret, savaşanın ölümüne sebep olsa ve onun ölümünün müslümanlara faydası dokunsa bile sevap kazanmaz. Gerçekte bu niyet ve maksatlarını sırf ve yalnız Allah’a ve O’nun rızasına has kılıncaya kadar müslümanı daima arınmaya sevkeden korkutucu bir ikazdır. Fakat konumuz bu meselenin izahı değildir.

5-Amele ait sâikin bir cüzünde Allah rızasını kazanmanın hedef alınması kâfi değildir. Aksine sâîkin tamamı Allah rızasını kazanma olmalıdır. Niyeti, ne olursa olsun Allah’tan başkası (mâsivâ) ortak olursa amel makbul olmaz.

Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Noksan sıfatlardan beri yüce Allah şöyle buyurdu: Ben, şirk mevzûunda koşulan ortaklardan müstağni ve beriyim. Kim Benden başkasını Bana ortak koşarak ibadet ederse onu şirki ile başbaşa bırakırım.” Allah rahmet eylesin İmam Nevevî’nin dediğine göre hadis-i şerifin manası ve izahı şöyledir: Kim hem Allah hem de O’ndan başkası için bir amel işlerse Allah bunu kabul etmez. Bu sebepten dolayı onun amelini koştuğu şirke bırakır. Ameli ile Allah Teâlâ’dan başkasını murat eden mürâînin ibadeti batıldır ve o, riyakârca ameli ile sevap kazanamaz, günahkâr olur(5).

6-Bundan sonra niyet mubah işlerde Allah Teâlâ’ya ve O’nun rızasına yönelik olduğu müddetçe kurbet (ibadet) olur. Kim harp sanatını (bilgilerini) Allah yolunda cihâda hazırlanmayı niyet ederek öğrenir ve kendini harbe hazırlarsa sevap kazanır. Yine biniciliği ve muayyen bir ilmi öğrenen kimse de böyledir. Yemek, içmek, uyumak gibi diğer mubahlar da eğer bunlarla Allah’a ibadet etmek maksadı ile hayatı devam ettirmek gayesi güdülürse sevap kazanılır.

7-Aynı fiil, sıfatı değişince niyete ve maksada bağlı bu vasıf değişikliğine göre helal veya haram olur. Hayvan boğazlama böyledir. Etinden faydalanma niyetine göre helal olur. Kurbanda öldüğü gibi kan akıtmakla Allah Teâlâ’ya yaklaşma niyetine göre kurbet (ibadet) olur. Boğazlanan hayvanın etini sadaka etme niyetine göre sadaka olur. Bir putu ululama veya Allah’tan başkasını tazim niyetine göre de haram olur. Yabancı bir kadına nikahlama maksadı ve niyeti ile bakmak mubahtır. Fakat güzelliğinden zevk alma maksadı ve niyeti ile bakmak haramdır. Zevceyi, evlilik bağını devam ettirmek maksadı ile alıkoymak, dinde teşvik edilen bir şeydir. Fakat onu zarar vermek maksadı ile tutmak ise haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Boşadığınız kadınları, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde, tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur.”(6)

8-Yukarıda zikredilen şeylerin hepsinden alıyoruz ki İslam dininde niyetin büyük bir yeri, amellerin kabul edilip edilmemesinde ve bunlarla sevap kazanılmasında veya azaba uğranılmasında yine niyetin çok tesiri vardır. Müslümana düşen vazife, sadece niyetini düzeltmesi ve Allah’ın rızasını kazanıncaya kadar ibadet ve bütün fiillerindeki gayesini Allah’a has kılmasıdır.

(2) El-Beyyine (98)/5.

(3) El-Buhari: Sahih, bed’ü’l-vahy 1 (1/2 İstanbul 1315 h.),

(4) Ahmet b. Hanbel: Müsned 4/397 Beyrut 1389h./1969 m.

(5) Nevevî: Şerhu Sahihi Müslim 12/398 Mısır 1326 h.

(6) Bakara (2)/231.

ESAS KONU:

9-Önsöz ve sunuşta belittiğim gibi konumuz amele bağlı niyet değildir. Konumuz sadece amelsiz niyettir. Yani “fiile bağlı olmaksızın belirli bir gaye için muayyen bir fiili yapma isteğidir.” Başka bir ifade ile sırf niyet, insanın bir işi yapmayı istemesi, bunu gönlünden geçirip kararlaştırması demektir. Bu fiil ister hayır ister şer, ister ibadet ister ma’siyet olsun aralarında bir fark yoktur. Niyeti fiil sahasına çıkmamış bir şahıs acaba, kendisini iyi fiile ve bunu yapmaya yönelten hayırlı niyetine göre sevap kazanır mı? Kendisini kötü fiile yönelten ve bunu yapma kararı vermeye sebep olan-bu fiil işlenmese bile-kötü niyet sahibi, kötü maksadına göre ceza görür mü? İşte asıl konumuz budur.

KONUNUN PLANI:

10-Mevzûu kolaylaştırmak, basitleştirmek, mana ve cüzlerini birbirlerine yaklaştırmak için iki kısma ayıracağız: Birincisi, eğer niyet güzel ve dürüst ise amelden ayrı olarak sadece bu niyete sevap olup olmadığı; ikincisi de kötü fiile yönelten kötü ve bozuk niyete, fiil işlenmese bile ceza var mıdır?

11-Yukarıdaki iki kısmı da ele alıp incelerken takip edeceğimiz yol, Allah Teâlâ’nın Kitabına, Peygamberinin (s.a.s.) Sünneti ve-Allah rahmet eylesin-âlimlerimizin sözlerine müracaat etmek olacaktır. Sonra da her iki kısma şümûlü olan kaideleri gücümüz nisbetinde çıkaracağız. Allah, yegâne başarılı kılıcıdır.

BİRİNCİSİ: SIRF NİYETİN SEVAPLA İLGİSİNİN DERECESİ:

12-A) Kur’an-ı Kerim’den:

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlara Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olamaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları, derece itibariyle oturanlardan çok üstün kıldı.”(7)

Kurtubî tefsirinde bu ayet-i kerime şöyle açıklanmıştır: Şüphesiz özür sahipleri, kendileri harpten geri kalan mazeretlilerdir. Bu mana, özür sahibinin, gazinin ücretini vermesi lazım geldiğini ifade eder(8).

Er-Râzî bu ayeti şöyle tefsir eder: Ayetin manası şudur: (Evlerinde oturan sıhhatli mü’minlerle Allah yolunda savaşanlar bir olmaz, “özür sahipleri müstesna”da ihtilâf edilmiştir. Acaba bu, özür sahibi olup da evlerinde oturanların, savaşanlara denk olacağına delalet eder mi etmez mi? Neticede er-Râzî,-Allah rahmet eylesin-şöyle der: Bil ki bu durumda denklik mümkündür. Nakil de akıl da buna delalet etmektedir(9).

13-Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kim evinden Allah’a ve O’nun Peygamberine muhacir olarak çıkıp da sonra kendisine ölüm yetişirse onun mükâfatı Allah’a aittir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”(10)

Bu ayet-i kerimenin izahı Kurtubî tefsirinde şöyledir: Ayet-i kerime, Mekke’den, Medine’deki Rasûlullah (s.a.s.)’a hicret etmek isteyen bir müslüman adam hakkında nazil olmuştur. Fakat onu ölüm yolda yakalamıştır. Bazı sahabîler şöyle demişlerdi: Eğer bize yetişseydi ecri tamam olurdu. Bunun üzerine ölen zatın oğulları Peygamber (s.a.s.)’e gelip hâdiseyi haber verdiler ve akabinde bu ayet-i kerime nazil oldu(11). Kurlubî’nin, bu ayet-i kerimenin nüzûl sebebi hakkındaki sözünden, hicreti tamam olmasa bile o zatın hicret sevabı kazandığı anlaşılmaktadır. Çünkü maksadı sırf Allah rızası idi ve hicret etmeye de azmi tamdı. Gücünün yettiği kadar hicret fiilini yaptı ve hicreti tamamlamış bir kimsenin sevabı kadar sevap kazandı.

Er-Razî, tefsirinde bu ayet-i kerimenin izahına dair şunları söyler: Maksat Allah’a tâati istemek sonra da bunu tamamlamaya güç yetirememektir. Acaba Allah böyle bir kimseye bu tâati tamamlayıp bitireninki kadar ecir verir mi? Sağlam olduğu zaman yaptığı ibadeti yapmaktan aciz kalan hasta gibi. Buna, daha önce yaptığı tarzdaki ibadetin mükâfâtı verilir. Rasûlullah (s.a. s.)’dan böyle rivayet edilmiştir. Bazı âlimler şöyJe demişlerdir: Ona niyetinin ve bu amelden yapabildiği mikdarın ecri verilir. Fakat fiilin tamamının ecrinin verilmesi ise imkânsızdır. Daha sonra er-Râzî şöyle der: Bil ki birinci görüş efdaldir. Sonra bunun efdaliyetine ve bu ayet-i kerimenin nüzulüne dair delilleri serdeder ki biz bu nüzûl sebeplerini Kurtubî tefsirinden alarak biraz önce zikretmiştik(12).

(7) es-Nisa (4)/95.

(8) Tefsirü’l-Kurtubî 5/342 Kahire 1387 h./1967 m.

(9) Tefsîrür-Râzi 11/7-8 Kahire 1937 m.

(10) en-Nisa (4)/100.

(11) Tefsîrü’l-Kurtubî 5/349 Kahire 1387 h/ 1967 m.

(12) Tefsîrü’r-Razi 11/15-16.

14-B) Hadis-i Şeriften:

a) İmam Buharî-Allah rahmet eylesin-Enes (r.a.)’den söyle bir hadis rivayet ader: Peygamber (s.a.s.) bir gazvede idi-ki bu Tebûk gazası idi-şöyle buyurdular: “Bizim arkamızda, Medine’de bölük bölük insanlar var. Her geçit ve vadide onlar bizimle beraberdirler. Kendilerini mazeret bize katılmaktan alıkoymuştur.” Kastalânî bu hadis-i şerifin izahında şöyle der: “Onlar gazve (savaş) sevabında bizimle beraberdirler. Bu hadis-i şerife göre ameli yapmaktan bir özür alıkoymuşsa mü’min, niyeti ile o işi yapanın ecrini kazanır. Mesela gece namazını kılmak isteyen bir kimsenin uyuyakalması gibidir. Ona bu namazın ecri verilir; ayrıca uykusu da kendine Rabbinden bir sadaka olur.”(13)

15-b) Buhârî, Sahih’inde, Ebû Mûsa’l-Eş’arî (r.a.) den şu hadis-i şerifi rivayet eder: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kul hasta olunca veya yola çıkınca kendisine sıhhatli ve mukîm iken yazılan sevabın aynı yazılır.” Kastalânî bu hadis-i şerifin izahında şunları söyler: “Hastalığından önce ibadet eden mü’min kul hastalanmışsa ve kendisini de ibadet; yapmaktan bu özrü alıkoymuşsa, eğer engel olmasaydı niyeti de yine ibadete devam etmek idiyse yahut böyle bir kul tâate müteallik bir sefere çıkmışsa, yolculuk yapmakta olduğu ibadetlere engel olmuşsa, niyeti de ibadetlere devam etmek idiyse ona mukîm ve sıhhatli iken yapmakta olduğu ibadetlerin sevabı aynen verilir.”(14)

16-c) Tirmizî, Camii’nde, Ebû Kebşe el-Enmârî’den şu hadis-i şerifi rivâyet eder: Rasûlullah (s.a.s.)’ı şöyle derken işittim: “Dünya, sadece dört kişinindir: (Birincisi) bir kul ki Allah ona mal ve ilim vermiştir. Bu kul Allah’ın ihsanından dolayı ondan korkar, akrabasını gözetir; Allah için gerçeği öğrenir; bu, mertebelerin en efdalidir. (İkincisi) bir kul ki Allah kendisine ilim vermiş fakat mal vermemiştir. Bu kulun niyeti dürüsttür ve şöyle demektedir: Şayet benim malım olsaydı falancanın yaptığı gibi yapardım. Niyeti böyle olunca bu kul o fiili yapanınkine denk ecir kazanır. (Üçüncüsü) bir kul ki Allah kendisine mal vermiş fakat ilim vermemiştir. Bu kul malı yüzünden bilgisizce alçalmakta ve Rabbinden korkmamaktadır; malı ile hısım-akrabasını görüp gözetmemektedir; malındaki Allah hakkını düşünmemektedir. Böylesi en kötü derecededir. (Dördüncüsü) bir kul ki Allah kendisine ne mal ne de ilim vermiştir ve o şöyle demektedir: Şayet benim malım olsaydı falancanın yaptığı gibi (kötü) fiil yapardım. Onun niyeti böyle olunca günahı, kötü fiili yapanınkine denk olur.”(15) Tuhfetü’l-Ahvezî müellifi Hafız el-Mübarek Fûrî, bu hadis-i şerifin şerhine dair şunları söylemektedir: “Allah’ın ilim verdiği kul, yani şer’î, faydalı ilim verdiği kul. İbadet yönünde infak edecek mal vermediği kul, içinden halisane zengin kulun tâatteki infakı gibi yapmayı geçiriyorsa bu niyetine göre ecir alır; her ikisinin ecri de denk olur. Aynı zamanda ilim sahibi olup da malından infakta bulunanın kazanacağı sevap ise daha fazladır.”(16)

17-d) Buharî ve Müslim, Sahih’lerinde, İbn Abbas’dan şunu rivâyef etmişlerdir: Allah’ın Rasûlü (s.a.s.), Yüce Rabbinden rivayet ettiği kudsî hadisde şöyle buyurdular: “Şüphesiz Allah, iyilikleri de kötülükleri de yazmıştır. Sonra bunları açıklamıştır. Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de bunu yapmazsa, Allah kendi katında ona tam bir iyilik sevabı yazar. Kim bir iyilik yapmaya niyet eder ve bunu yaparsa Aziz ve Celîl olan Allah onun sevabını 10 katından 700 katına kadar ve daha çok misline varıncaya kadar yazar. Kim bir kötülük yapmayı ister ve bunu yapmazsa Allah ona tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötülük yapmaya niyet eder ve yaparsa Allah ona bir kötülüğün günahını yazar.”(17)

18-Hadis-i şerifteki “niyet”ten maksat, fiili yapma ve tercih etme isteğidir. Bu hadisi şerif, Delîlü’l-Fâlihîn’de şöyle açıklanmıştır: “Kim bir iyilik yapmaya niyet ederse...” yani bunu ister ve kendince yapmayı tercih ederse... Bundan azim sahipleri anlaşılır. Azim, iyiliği yapmaya kesin karar ve gayret demektir. “İyiliği yapmasa, Allah ona kendi katında bir sevap yazar.” Çünkü iyiliği istemek, bunu yapmaya sebeptir. Hayrın sebebi (sâiki) de hayırdır(18).

Burada niyet, siyâkın delâleti ye hadis-i şerifteki “onu yapar” ve “onu yapmazsa” ibarelerinden anlaşıldığına göre bir iyilik veya kötülük yapmaya gücü yeten kimsenin kesinlik kazanmış iradesidir. Yine işi yapmaya gücü yetenin isteği olduğuna, el-Kirmânî’nin, el-Hattâbî’den alarak rivayet ettiği şu sözler de delalet eder: el-Hattâbî şöyle demektedir: Bir kötülük yapmaya muktedirken kötülüğü isteyip yapmayana bir sevap yazılır. Çünkü gücü yetmeyen bir insana “bir şeyi terketti” denmez(19).

Buna göre kim bir ibâdet yapmaya veya hayır işlemeye niyet ederse, bu kararı kesin olmasa ve bu fiili yapıp yapmamaya da muktedirse Allah ona bu niyetine göre sevap verir, bir ecir yazar. Çünkü hayrı istemek, hayırdır, ibadettir, tâati işlemeye sebeptir. Niyet ettiği şeyi yaparsa Allah Tealâ onun ecrini kat kat artırır; iyiliğini on misli ve daha çok fazlası ile yazar.

19-Bir kimse kötülük yapmayı ister ve bunu yapmaya muktedirken vazgeçerse Allah Tealâ ona günah yazmaz ve bundan dolayı onu sorguya çekmez. Çünkü onun irade ve azmi, istediği şeyi yapmadığı için kat’î değildir. Bu husus, Müslim’in Sahih’inde, Ebû Hureyre’den rivayet ettiği şu hadis-i şerife uygun düşmektedir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdular: “Şüphesiz Allah, yapmadıkları veya söylemedikleri müddetçe ümmetimin (fertlerinin) gönüllerinden geçen şeyleri bağışladı, affetti.(20) Gönülden geçen şey, gönülde kesin karar ve istikrarın mevcut olmaması yönünden niyete benzemektedir. Bundan dolayı müslüman sorguya çekilmez.

20-Kişi kötülüğe niyet eder de bunu yapmazsa ya Allah korkusundan ya da O’ndan utandığından veyahut da bunlardan başka bir sebepten dolayı onu terkediyor demektir. Eğer bu fiilden vazgeçmesi Allah için ise Allah ona bir sevap verir. Kendi nezdinde ona tam bir iyilik ecri yazar. Başka bir tarîkle gelen hadis-i şerifteki ibare şöyledir: “Eğer kul kötülüğü yapmazsa ona tam bir iyilik sevabı yazınız. O bundan sadece benim için vazgeçmiştir.”(21) Fakat kul kötülüğü Allah Tealâ’dan başka bir şey için terkederse ona ne günah ne de sevap yazılır. Müslim’in Ebû Hüreyre’den rivayet ettiği şu hadis buna delalet eder: “Kul kötülük yapmaya niyet eder de bunu yapmazsa ona günah yazmam.”(22)

21-Burada şu düşünülebilir ki iyiliğe veya kötülüğe niyet, üzerine ceza, (karşılık) terettüp eden sadece kalbî işlerdir. Fakat hadis-i şerif, kötülüğe niyetin günah veya ceza ile ilgisi olmadığını açıklarken iyiliğe niyetin sevapla alâkasını beyan etmiştir. İkisi arasındaki fark, sırf Allah’ın lûtfundan ibarettir. Çünkü O, kulları kötülüğe niyet edip onu yapmadıkları zaman onları bağışlamış, yine iyiliğe niyet edip bunu yapmadıkları vakit de kendilerine sevap vermiştir.

(13) Kastalânî: İrşadü’s-Sarî li Şerhi Sahihi’l-Buharî 6/177 Mısır 1326h.

[14) A.g.e. 5/137.

(15) et-Tirmizi: el-Câmiu’s-Sahih, Zühd 17 (4/562-563).

(16) el-İmam el hafız Ebu’l-Ulâ Abdurrahman b. Muhammed el-Mübarek Fûri; Tuhvetü’l-Ahvezi bi Şerhi Camii’t-Tirmizî 6/616-617 Mısır 1385 h/1965 m.

(17) Buhârî, riqâq 31; Sahibu’l-Buhârî bi Şerhi’l-Kirmânî-23/13; Müslim, İman 206; Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî 2/150 Mısır 1349 h.

(18) Muhammed b. Allân: Delilü’I-Fâlihin li Turukı Riyâzi’s-Sâlihin 1/75 Mısır 1385 h/1966 m.

(19) Sahihu Müslim bi Şerh’in-Nevevî 2/147 Mısır. 1349 h.

(20) Müslim: Sahih. 200-209, Sahihu Müslim bi Şerhin-Nevevî 2/147.

(21) A.g.e., 2/147.

(22) A.g.e., 2/147.

Diğer bir düşünce de şudur: Kötülük yapmaya niyet eden ondan Allah için vazgeçerse bundan dolayı Allah ona bir iyilik sevabı yazar. Çünkü kötülüğü terketmek, iyiliktir. Böyle bir kimse kötü niyetten sona kalmış ve adeta onu neshetmiş olur. “Çünkü iyilikler, kötülükleri bertaraf eder.”(23)

SEVABIN SIRF NİYETLE İLGİSİNE DAİR UMÛMÎ KAİDELER:

22-Yukarıda zikrettiğimiz Kur’an-ı Kerim, pak sünnet-i nebeviyye naslarından ve Allah rahmet eylesin âlimlerimizin sözlerinden, salih amel hâline intikal etmemiş iyi niyetin sevapla ilgisine dair şu kaideleri özet olarak ortaya koymamız mümkündür:

BİRİNCİ KAİDE:

23-İyi niyet kat’î ise ve bu iyi niyetin sahibi gücünün yettiği kadar bunun gereklerinden bir kısmını yaparsa ona bu fiilin tamamını yapmış sevabı verilir. Bu kaidenin delili 13. paragrafta söylediklerimizdir. Şu mealdeki ayet-i kerime de bu deliller arasında idi: “Kim evinden, Allah’a ve O’nun Peygamberine muhacir olarak çıkıp da kendisine ölüm gelirse şüphesiz onun mükâfatı Allah’a aittir.”(24)

İKİNCİ KAİDE:

24 -İyi niyet sahibinin kararı kesinse ve bunun gerektirdiği fiili yapmaktan aciz kalmışsa bu fiili tam işlemiş gibi sevap kazanır. Bu kaidenin delili, 12., 14., 15. ve 16. paragraflarda soylediklerimizdir ki bu paragraflarda şu mealdeki ayet-i kerime “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın evlerinde oturanlarla…” (25) ile “Bizim arkamızda, Medine’de bölük bölük insanlar var…”. "Kul hastalandığı zaman...” ve “Dünya sadece dört kişinindir...” hadis-i şerifleri vardı.

ÜÇÜNCÜ KAİDE:

25-Kat’î olmasa da henüz fiil sahasına intikal etmemiş iyi ve güzel niyetin sevapla ilgisi vardır. Böyle bir niyet amel olmasa da bir iyilik sevabı kazanır. Bu kaidenin delili 17. pa­ragrafta zikrettiğimiz, “Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de bunu yapmasa…” hadis-i şerifidir.

DÖRDÜNCÜ KAİDE:

26-Kötülüğe niyet edip bunu yapmamanın da sevapla ilgisi vardır. Böyle niyet sahibine tam bir iyilik sevabı yazılır. Bu kaidenin delili, 17. paragrafta zikrettiğimiz “Kim bir kötülüğe niyet eder ve bunu yapmazsa...” hadisi ile ilimlerimizin bu hadis-i şerifi izah sadedinde ve bundan anlaşılan mefhuma dair söyledikleri şeylerdir.

İKİNCİSİ: SIRF NİYETİN GÜNAHLA İLGİSİNİN DERECESİ:

27-Sıhhatinde ittifak hâsıl olan bir hadis-i şerif şöyledir: Ebû Bekre (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İki müslüman kılınçlarıyle karşılaştıkları zaman katil de maktul de Cehennemdedir.” “Yâ Rasûlâllah, katil böyle, ya maktûle ne oluyor?” diye sordum. “Maktul, arkadaşını ödürmeye haris idi de ondan.” buyurdu (26). İmam Kastalânî bu hadis-i şerifin şerhinde ve “O arkadaşını öldürmeye harîs idi de ondan” ibaresinin izahında şunları söyler: Günahı işlemeye gönülden kat’î karar veren ve bu niyeti kalbine adamakıllı yerleştiren kimse bu kesin karar ve inancından dolayı günahkâr olur. Bu hadis ile meali şöyle olan hadis-i şerif arasında bir tenakuz yoktur: “Kulum bir kötülük yapmaya niyet eder de bunu yapmazsa ona bu yüzden kötülük yazmayınız.” Bu sonuncudan maksat, gönüle iyice yerleştirilmeyen, uzun süre devam etmeksizin gönülden gelip geçen kötü niyettir(27). Öyleyse yukarıdaki hadisin manası, maktuldeki arkadaşını öldürmeye sevkedecek kesin iradedir. O, gücü yettiği kadar dövüşmüş fakat iradesini tahak­kuk ettirecek fiili yapmaktan aciz kalmıştır. Bu iradesi arkadaşını öldürtmekti. Böyle bir kimse bu fiili işleyen gibi ceza görür. Bu manaya açıklık getiren şey, maktulde, arkadaşını kesinlikle öldürme kararı ve gücünün yettiği kadar bu fiili icrasıdır. Yukarıdaki hadis-i şerîf başka bir lafızla da rivâyet edilmiştir ki şöyledir: “İki müslüman kılınçlarıyla karşı karşıya gelirlerse bunların her ikisi de ateşte (Cehennem’de) dir.”

“Karşı karşıya gelirlerse” demek, bunlardan birisi, diğerini öldürmek maksadı ile ona vurursa demektir(28). Maktul, arkadaşını öldürmeye kesin kararlı idi ve gücünün yettiği kadar bunu yaptı ki bu, arkadaşının canına kıymaktı. Fakat aciz kaldığı için buna güç yetiremedi. Bu hadis-i şerifin iki mukatil ile ilgili olması görüşü, caiz bir te’vil ve makbul bir ictihad değildir.

28-16. paragrafta zikrettiğimiz İmam Tirmizî’nin Ebû Kebşe el-Enmârî’den rivayet ettiği hadis şöyle idi: “(Üçüncüsü) bir kul ki Allah kendisine mal vermiş fakat ilim vermemiştir. Bu kul malı yüzünden bilgisizce alçalmakta ve Rabbinden korkmamaktadır; malı ile hısım-akrabasını görüp gözetmemektedir; malındaki Allah hakkını düşünmemektedir. Böylesi en kötü derecededir. (Dördüncüsü) bir kul ki Allah kendisine ne mal ne de ilim vermiştir ve bu kul şöyle demektedir: Şayet benim malım olsaydı, falancanın yaptığı gibi (kötü) fiil yapardım. O, bu niyeti ile kötü fiili yapanınkine denk günah kazanır.” Bu hadis-i şerif, kötü fiili yapmak için niyet besleyen ve yapan kimsenin, eğer malı olsaydı tıpkı bununki gibi hareket etmeyi temenni edenin, bu konuda da irade ve kesin karara sahip olanın günahlarının denk olacağını yani aynı cezaya uğrayacaklarını açıkça bildirmektedir.

GÜNAHIN SIRF NİYETLE İLGİSİNE DAİR KAİDE:

29-27. ve 28. paragraflarda geçen şeylere istinaden, günahın sırf niyetle ilgisine ait özet olarak şu kaideyi çıkarmamız mümkündür:

“Sahibi, aciz kaldığından yapamasa veya gücünün yettiği kadar bir kısmını yapıp aczi sebebiyle gerisini yapamasa, niyeti de tam ve kararı kesin ise henüz fiil olamamış böyle bir kötü niyete ceza vardır. Bu ceza (günah), o fiili tamamen yapanınkine denktir.”

SIRF NİYETE GÜNAH (CEZA) GEREKMESİNİN SEBEBİ:

30-Niyet, gönülden geçen şeydir. Gönle ait şeylerin sevap ve günahla alâkası vardır. Allah ve Rasûlünü sevmek, Allah’a karşı temiz duygulu (ihlâs), O’na mütevekkil olmak, O’na güvenmek ve bunun gibi gönle ait şeyler, dinin en mühim farzlarıdır. Üstelik Allah ve Rasûlüne karşı sevgi, amelde Allah için ihlas, iman esaslarının en büyüğüdür. Hiç şüphe yok ki imanın gerektirdiği ve dinin farz kıldığı şeylerin sevapla ilgisi vardır. Dinin yasak ettiği âdi ve kötü olan kalbî şeylere gelince, mesela hased, riya, kötülüğü isteme vs. de günah terettüp eder. İmam Nevevî şöyle demiştir: “Kalbin kesin karar verdiği şeylerden dolayı insanın sorguya çekileceğine dair dinî nasslar açıktır. Şu ayet-i kerimeler böyledir: Kötü sözlerin, iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) Dünyada da ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır”(29). Ey iman edenler, zannın birçoğundan kaçının. Çünkü bazı zan vardır ki günahtır(30). Bu konuda daha birçok ayet vardır. Hased, müslümanları hakir görme ve onlara kötülük yapmayı isteme vs. gibi gönle ait şeylerin ve kesin kararların haram kılındığına dair dinin nassları açıktır ve bu mevzuda âlimlerin icma’ı vardır.”(31)

(23) Hûd (11)/114; Delillü’l-Fâlihîn 1/76.

(24) en-Nisa. (4)/100.

(25) en-Nisa (4)/95.

(26) el-lü’lüü vel-Mercan fima’t-Tefeqa aleyhi’ş-Şeyhan /303 Mısır (İsa el-Bâbî el-Halebî).

(27) Kastalânî: İrşâdü’s-Sârî li Şerhi Sahihi’l-Buhârî 1/117.

(28) Sahîhu’l Buhari bi Şerhi’l Kirmanî 24/156-160.

(29) en-Nur (24)/19.

(30) el-Hucurât (49)/12.

(31) Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevi 2/151-152.

SONUÇ:

31-Sırf niyet ve bunun günahla-sevapla alakası mevzuunu araştırmada Allah’ın bize anlamayı nasib ettiği şeyler bunlardır. Her müslümandan istenen şey, gönlüne yönelmesi, gayesini Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hâlis kılıncaya kadar yaptığı-yapmadığı, verdiği-vermediği her şeyde niyetlerini, iradelerini ve maksatlarını iyice tetkik etmesidir. Neticede bütün yaptığı ve yapmadığı işlere karşılık inşâAllah sevap kazanacaktır. Allah, yegâne başarılı kılıcıdır. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.