Makale

AMATEM Klinik Şefi Doç. Dr. Mansur BEYAZYÜREK ile RÖPORTAJ

RÖPORTAJ:

AMATEM Klinik Şefi Doç. Dr. Mansur BEYAZYÜREK ile RÖPORTAJ

Alişen BAŞGÖNÜL

AMATEM’İN Kuruluşu hakkında bilgi alabilir miyiz? Çalışmalarınız nasıldır?

1983’de Dr. Yıldırım AKTUNA’ nın önderliğinde bir kampanya oluşturularak kurulmuş bir müessese. Akıl hastanesinin bir vakfı kurulmuş, arkasından da halktan toplanan bağış ve yardımlarla Alkol ve Uyuşturucu Madde Tedavi ve Araştırma Merkezi adıyla, kısa adı AMATEM kodu ile hizmete girmiş. 1983 yılından beri hasta kabul etmekteyiz..
Ülkemizde bu tip merkez olarak ilk olma özelliği taşımaktadır. Halen de tek merkez durumundadır. Bir benzeri yoktur. Şöyle ki bu merkez açılana kadar, alkol ve uyuşturucu kullanan hastalar, diğer akıl hastaları ile birlikte tedavi ediliyorlardı. Yani akıl hastası gibi kabul edilip, en ağır akıl hastaları ile yan yana tedavi ediliyorlardı. İlk defa bir alkol, uyuşturucu hastasına daha farklı bir hasta gözüyle bakmamız açısın-dan da, bu kavramın gelmesi açısından da ve bunların kullanımının bir hastalık olduğu mesajının verilmesi bakımından da önemlidir, ayrı bir özelliği vardır.
Aralık ayı başında bizim de katıldığımız Yunanistan’da yapılan Balkan Ülkeleri Uzmanlar Toplantısında böyle bir ön karar alındı. Bu karar halen gündemdedir. Yapılan anlaşmaya göre, Balkan ülkelerinden bize uyuşturucu, alkol konusunda hem hasta, hem de eğitim görmek üzere eleman, bu konuda çalışan insanlar gelebilecekler.
Bu konunun gündeme gelmesi ile 1991 yılı içerisinde Sofya’da yapılan benzer bir toplantıda bir ön çalışma yapıldı. Bu toplantıya bende katılmıştım. Diğer ülkelerden gelenler, kendi ülkelerindeki rakamları verdikleri zaman bizim verdiğimiz rakamların düşük olmasının sebebini sordular. Biz bir çok sebep söyledik. Aile yapısı, kültür, gelenek dedik, din dedik. Fakat bizlere benzer özellikler taşıyan ülkeleri örnek gösterdiler. Iran, Pakistan, Afganistan... Buralarda da aynı din var ama, meseleler daha fazla Acaba sizin ülkenizde sizin de bile-mediğiniz, bizim de ortaya koyamadığımız başka bir şey mi var dediler. Biz de açık bir toplum olduğumuzu, dolayısıyla araştırma yapabileceklerini söyledik. Bu da hem Birleşmiş Milletler temsilcilerine, hem de diğer ülke temsilcilerine oldukça cazip geldi. Hatta toplantıyı yöneten başkan şöyle bir şey dedi: "Sizde bu konunun çok büyük boyutlara ulaşmayışının nedenlerini bulursak, belki ülkemizde benzer şeyleri telkin etmeye ve benzer politikalar takip etmeye çalışırız."
Daha sonra Atina’da yapılan toplantıda bir Balkan Ülkeleri Uyuşturucu ve Araştırma Merkezi gündeme gelince, bunun bir bölümünün Türkiye’de olması Bulgaristan tarafından teklif edildi. Oybirliği ile de kabul edildi. Şu anda Dışişleri ve Sağlık Bakanlığı, bu konunun tamamen uygulamaya geçmesi için yoğun bir çalışma içerisindeler.
Merkezimizin kapasitesi 120 yatak alkol bağımlısı hastalar için, 60 yatak ta uyuşturucu kullanan hastalar için olmak üzere 180 yataklıdır.
Bize müracaatta, bazı prensiplerimiz var. Hastanın mutlaka gönüllü olması gerekiyor. Yani kendi isteği ile, "ben bu illetten kurtulmak istiyorum" demesi lazım. Eğer gönüllü değilse, hekimin yapacağı fazla bir şey yok. Bunun yanında hastayı buraya müracaat ettirmeye zorlayan bir çok nedenler oluyor. Aile yapısındaki kopukluklar, işinden uzaklaşma, sağlığını tehlikede hissettirmesi gibi nedenler, buraya müracaata sebep oluyor. Bizlere daha çok alkol kullanımını durduramayan veya kullandığı maddeden dolayı normal hayatını sürdüremeyen, ağır durumdaki insanlarımız müracaat ediyorlar. Bizim burada belli tedavide bütün dünyada ve bizde çok büyük bir başarı söz konusu değil. Önemli olan bağımlı olmamak, bu işe başla-mamak.
Gençler arasında yaygınlaşan alkol ve uyuşturucu bağımlılığını teşvik edici unsurlar sizce nelerdir?
Olayı mutlaka geniş düşünmek lazım. İnsanlık meselesi olarak görmek lazım. 2. Dünya Savaşımdan bu yana teknolojinin gelişmesine bakalım. Bir 45 yıllık geçmişi var. Fakat bu süre-deki gelişme, geriye döndüğümüzde yüzyıllarca meydana gelen gelişmeyi kaplayacak derecede. İnsanın ne ruhsal, ne de bedensel yapısı bu teknolojik gelişmeye ayak uydurabilecek güçte değil. Yani insanın bedensel varlığını zorlayan bir olay bu. Ben eğer 40 kiloluk yük taşıyabiliyorsam, bana birden bire 100 kg. Iık ağırlık verirlerse ben onun altında ezilirim.
Araban var ama daha iyi arabalar var. Teknoloji size satılacak her şeyi satmaya çalıştı. Bunu satmak için de bir takım reklamlar kullanıldı. Siz ancak bunları alırsanız mutlu olursunuz imajı verildi. Halbuki insan, insanî değerlerle mutlu olur. Yani insanın bir ruhsal yapısı var. Bir fiziki yapının bir de ruhsal yapının tatmini var. Bunlar hep ihmal edildi. Bir TV olayı. Hemen hemen her evde var. Televizyonun olmadığı yıllara dönelim. İnsanlarımız akşamları bir araya gelip dertleşme ve meseleleri paylaşma durumunu yaşarlardı. Vaktin nasıl geçtiği bilinmezdi. Geniş geniş sohbetler edilirdi. Biz hekim olarak insanları problemlerinden arındırmak için yaptığımız tek şey onlarla konuşmak, muayenelerimiz konuşma şeklinde geçiyor. İşte insanımız bu sıcak sohbetleri kaybediyor. Hatta kaybetti de.
Bir sigara reklamı görüyorsunuz. Tabiatın içinde yalnız başına bir insan. Güzel yüzlü erkek ve kadınlar görüyorsunuz ve bu sigara reklamında kullanılıyor. Şimdi ben soruyorum. Bu reklamlarla bu maddelerin ne alakası var. Sigara insanı çirkinleştirir mi, güzelleştirir mi? İşte teknoloji insana devamlı satılabilecek her şeyi satmaya çalışıyor ve bu uğurda da insana devamlı madde ile mutlu olacağı mesajını veriyor. Ama insanın bu şekilde madde ile mutlu olması değil, tam tersine bunalıma girmesi söz konusu oluyor. Eğer bu şekilde mutlu olunsaydı, teknoloji bakımından bizden çok daha ileride olan ülkelerde yaşayanların böyle dertleri olmazdı. Bizden daha mutlu olurlardı. Mesela İsveç olayı var önümüzde. İnsanlar doğuştan zengin olarak doğuyor, devlet onlara borçlu bir durumda doğuyor. Ama intiharların en çok görüldüğü ülkelerden birisi İsveç’tir. Demek ki bu teknoloji insanı mutlu değil, tam tersine mutsuz ediyor.

“Hayatını değil, Sigaranı söndür.”

Alınacak tedbirlere gelecek olursak, bu tek sektörlü bir olay veya tek başına devletin halledeceği bir şey değildir. Ben bir hekimimim. Hastalıkla uğraşıyorum. Yani kişi bana artık bu işe bulaşmış bir vaziyette geliyor ve ben onu ancak, bir parça daha ondan ne kadar uzak kalabilir onun savaşını vermeye, bundan sonraki hayatını alkolsüz ve uyuşturucu kullanmadan sürdürmesine gayret ediyorum. Önemli olan bu işe başlanmasını durdurmak. Onu da durduracak olan kişi veya kuruluşlar, hekimlerin dışındaki insanlar, M.E.B., Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, bunların hepsinin bir araya gelip koordineli bir va-ziyette çalışması gerekiyor. Yoksa ben hekim olarak, mesela orta öğretimdeki çocukları ne kadar eğitebilirim. En başta Milli Eğitimin bu konuyu benimsemesi gerekiyor. Olayı yok kabul edersek, bu iş bulaşıcı hastalık gibi en masum insanlarımızın başını saracaktır. Çünkü artık devletler arasında sınır yoktur.
Yeşilay’ın, Başbakanlığa bağlı olarak, Uyuşturucu Maddelerle Mücadele Müsteşarlığı kurulması konusundaki gayretlerini nasıl buluyorsunuz?
Başbakanlığa bağlı olarak kurulursa bahsettiğimiz kurumları da içine alacağı için oldukça verimli olur. Ancak bu şekilde, sosyal yaptırım olabilir. Mücadele yaptığınız herhangi bir olayda sosyal yaptırım gücünüz yoksa başarılı olmanız söz konusu değildir. Yani insanın kendi utanma duygusuna, vicdanına hitap edeceksiniz ki o mücadelede başarılı olabilesiniz. Meselâ, ben sigara içiyorsam, siz bana istediğiniz kadar zararlarını sayınız. Zararları bana derim. Ama ben sigara içerken bana derseniz ki arkadaş içtiğiniz sigaranın dumanı beni zehirliyor, beni böyle zehirleme. Bu karşıdaki insanın vicdani yönüne hitap etmektir. Yani bir işin mücadelesini yaparken bile karşındakini suçlamak yerine, sen iyi insansın ama, bana niye zarar veriyorsun gibi hoşgörü ile yaklaşmakta yarar var. Bugün Amerika’nın sigara konusundaki başarısının sebebi bu. Sigara içebilirsin, fakat tuvaletin yanındaki masada. Mesela benim servisimde sigara serbesttir. Yani hasta sigara içebilir, ama onun için ayrılmış odada. Hemşire de isterse orda içer, doktor da. Ama dumanlar içindeki böyle bir odada kimse içmek istemiyor. Sayıları da gitgide azalıyor. Yani yasak değil, sosyal yaptırım şart.
Hastaneye başvuran hastaların tedavi oranı nedir?
Tabiî ki bu tedaviden anladığımız şeye bağlı. Hiç içmeyecek şekilde buradan ayrılanlar, alkolde § % 20-25, uyuşturucuda da % 3-5 dir. Başta da söylediğimiz gibi önemli olan bu işe başlamasını önlemektir. Yani başlandıktan sonra tedavisi maalesef çok güç. Bugün bütün dünya tedaviden çok, önlemeye önem vermiş durumda.
Bugün camide bir görevlinin verdiği vaaz çok önemlidir. İnsanlar bundan etkileniyor ve yasaktan çok, sen karşındakine zarar verme, etrafına zarar verme, gibi telkinlerle etkili sonuçlar alınabilir.
Eğer bir çok tedbirin yanında, dinî yönden oc yaklaşılırsa çok önemli başarılar elde edebiliriz. Şöyle ki, benim birkaç hastam var. Namaz kılmaya, oruç tutmaya başladıktan sonra bu işten kurtulduklarını söylüyorlar. Bazı hastalarım da var ki, 11 ay sabah akşam içiyor, içmeden duramıyor. Biraz kesse hemen krize giriyor, ama Ramazan gelince hiç içmiyor. İçmeden Ramazanı geçiriyor. Yani biz hekimiz. Hastanın sağlığı için her türlü tedbiri kullanmak zorundayız. Eğer insanın inancı varsa ve o inancı pekiştirirseniz, tedavide başarı mutlaka daha fazla oluyor.
Bu maddelerin kullanımını önlemek için başvurulacak en etkili yol, özellikle gençleri-mizin manevî boşluklarını doldurmaktır. Bizi insan yapan en büyük değerler, manevî değerlerdir. Biz insanız. Psikolojik ve sosyolojik bir yapısı var insanın. Bu yapı da huzurla, insanlar arası ilişkilerle, manevi değerlerle sağlanacak bir durum.