Makale

ÇADIRDAN İMPARATORLUĞA

Merhaba

ÇADIRDAN
İMPARATORLUĞA

“Milletlerin istikbali için tarih yazmak, yapmak kadar mühimdir. Zira devrimizde tarih şuurunu taşıyan milletler, millî kudret ve medeniyet hamlelerinde bu hâzineden faydalandıkça tarihin onlar için faydası vardır. Bu sebeple tarih yazılıp bir kültür ve şuur kaynağı olmadıkça, toprak altında kalan kıymetli madenler gibi, hiç, bir mana ifade etmez. Nitekim çağımızda, her ileri millet veya her medeni hamleye girişen memleket, hummalı bir şekilde tarih tetkiklerine girişmiş ve onu çok yüksek bir seviyeye eriştirmişlerdir.” Merhum Prof. Dr. Osman Turan’ın bu tespitini “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi” adlı eserinin birinci cildinde yer alan “Başlangıç” yazısında okumuştum. Yaşadığımız dünyamızda milletler tecrübesi şunu göstermiştir ki, iyi bir tarih şuuruna sahip, geçmişiyle bugünü arasında köprü oluşturabilen, geçmişteki kazanımlarını unutmadan geleceğini bu kazanımlar üzerine kurma gayreti güden topluluklar, dünya coğrafyasında varlıklarını sürdüre bilmişlerdir.
Devlet kurmuş milletlerin pek çoğunda tarihi gelişmelerin ancak bir bölümü kendi devletlerinde geçmiştir. Ama tarihin karanlık devirlerinden beri, farklı coğrafyalarda Türk milletinin devleti devam edip gelmektedir. Nesilden nesile sürdürülen bu devlet hayatı, Türk milletinin her ferdinin şuûrunda kök salmıştır. Tarih boyunca Türk devletlerinden biri yıkılırken, enkazının üzerine bir yenisinin kurulması hep bu şuurun eseridir. Türk milleti bekasını devletiyle bir görmüş, “Allah devlete ve millete zeval vermesin” cümlesini dualarına katmıştır.
Bu sene kuruluşunun 700’üncü yılım kutlayacağımız Osmanlı İmparatorluğu da Orta Asya ile Orta Avrupa arasında büyük bir coğrafyada geçen tarihi serüvenimizin dönüm noktasını teşkil eden Moğol istilaları ile yıkılmış Selçuklu devletinin enkazı üzerine bu şuûrla kurulmuş bir devlettir. Zira Oğuz boyunun Kayı aşiretinden Ertuğrul Gazi ve yoldaşlarını Merv’den Ahlat’a, Ahlat’tan Söğüt’e yol vurduran, burada kurulan 400 çadırdan oğlu Osman’la birlikte bir Cihan İmparatorluğunu çıkaran da yine bu şuûr ve bu duygudur.
Tarih, milletleri geçmişten bugüne taşıyan bir hayat tecrübesidir. Tarih içerisinde yaşanan başarılar; milletleri yeni hamlelere, başarısızlıklar da ibret almaya yönlendirdiği sürece geleceğe emin adımlarla ulaşılması mümkün olabilecektir. Çünkü elde edilen başarılar ve karşılaşılan başarısızlıklar ile bizi bugüne getiren geçmişimizdir. Tarihte geçmişten ders almasını bilen milletler ancak varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Geçmiş tecrübelerinden yararlanmayan topluluklar, geleceğe de hazırlıksız yakalanırlar.
Geçmiş Türk ve İslam Tarihi’nin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar millî ve İslami değerlerin dahice yaptıkları sentezi, siyasi istikrar ve sosyal adalet anlayışları sayesinde üç kıtada “Aleme Nizam Verme Davası”nın en güçlü temsilcileri olmuşlardır. Bin yıllık tarihi tecrübeleri ile dinimizin beşeriyeti adalete, saadete ve insanca yaşamaya ulaştıran yüksek esaslarını birleştiren Osmanlı, döneminin barış ve ümit kaynağı olmuştur. İstanbul’un Fethinde yaşanan olaylar bunun en güzel örneğini oluşturmuştur. Fethettiği topraklara giren ordunun yöre halkı tarafından çiçeklerle karşılandığı, bilemiyorum başka bir zaman diliminde görülebilmiş midir.
Bu eşsiz örneği tarihe kazıyan gaziler, büyük tarih şuûruna sahip Yahya Kemal’e ilham kaynağı olmuş, “Yeniçeriye GazeF’inde şu mısralarm yer almasına sebebiyet vermiştir;
“Vur pençe-yi Alî’deki şemşîr aşkına,
Gülbanki âsumânı tutan pîr aşkına,
Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb, vur bugün,
Feth-i Mübîn-i zâmin tebşir aşkına.”
Böyle bir muhteşem imparatorluk ne yazık ki, XVIII. Asırdan itibaren her alanda bir gerileme sürecine girmiş, buna karşılık medeniyet ve tekniği yükselen Avrupa emperyalist taarruzlarını şiddetlendirmiş, bir de kudretli bir Rusya’nın tarih sahnesine çıkmasıyla da artık takatinin üzerinde giriştiği mücadeleler sonucu büyük bir yıkım yaşamıştır.
Bu yıkım aynı zamanda zor ahval ve şerait içerisinde yeni bir Türk devletinin üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde doğmasına da zemin hazırlamıştır. Üstat Peyami Safa’nın da belirttiği gibi “Bizim kaderimiz zamanın ve mekanın dışında değildir. Tarihin ve coğrafyanın içindedir. Doğu ile batı arasında kolan vurmuş bir milletin tarihi ve Orta Doğu’da karar kılmış bir milletin coğrafyası. Karar kılma dinamik mekikliğini kaybettiği zaman, orta boşluktur. İki ucu birleştirme hamlesinin merkezi olduğu zaman, doluluğun ta kendisidir.” (Bir Orta Doğulu’nun Düşünceleri- 1959 Tercüman)
İşte bugün tarih, fiziki olmasa bile, kültürel olarak bu iki ucun birleştirilmesi imkanım köklü bir devlet tecrübesine sahip milletimizin önüne getirmiştir. Bu fırsatı değerlendirebilmek, geçmişimizden yeterli ibreti almakla mümkün olacaktır. 700’üncü yıl kutlamaları, bu anlamda daha bir önem kazanmaktadır. Bu bakımdan dergimizin bu sayısında Osmanlıyı gündem konusu yapma ihtiyacı hissettik. Geçmiş bin yıllık tarihî tecrübemiz, sahip olduğumuz cennet vatanımızın ve devletimizin ebet müddet yaşamasına vesile olur inşallah.
Şu unutulmamalıdır ki, geçmişi unutacak kadar hafızasız, geleceği tasavvur edemeycek kadar hayal- siz bir millet yaşayamaz. Her şey gönlünüzce olsun, hoşça kalınız.

Harun ÖZDEMİRCİ
Dini yayınlar Dairesi Başkanı