Makale

HIRİSTİYANLIK PROPAGANDASI MÜNASEBETİYLE İKİNCİ AÇIKLAMA

HIRİSTİYANLIK PROPAGANDASI MÜNASEBETİYLE

İKİNCİ AÇIKLAMA

(Geçen sayıdan devam) M. Asım KÖKSAL

Muhammed aleyhi’s-selâm Medine’de dâhili ve hârici düşmanlarla çev­rili bulunuyordu. Fedakâr sahabeler Onu canlarından ziyade esirgerler, ge­celeri çadırının etrafında nöbet tutarak beklerlerdi. «Allah, seni insanlardan koruyacak...» va’dini taşıyan âyet nazil olunca,[1] Resûl-i Ekrem, çadırın­dan başım çıkararak: «Cenâb-ı Hak, beni muhafaza edeceğini va’d buyur­du; gidiniz, siz de istirahat ediniz!» dedi.

İş’aya kitabında şöyle deniliyor:

«Ve kör gözleri açasın, mahbusları zindandan, karanlıkta oturanları ha­pishaneden çıkarasın diye seni kavme ahd, milletlere ışık olarak verece­ğim!»[2].

Bu fıkra; basireti bağlı, gözleri kapalı olanlara, Onun hak ve hakikati anlatacağını, karanlıklar içinde yaşayanları hak ve hakikatin ışığına çıka­racağım ifâde ediyor.

Â’raf sûre’sinin 157 nci âyeti de, Muhammed aleyhVselâm’ın Tevrat ve İncil’de isim ve sıfatının yazılı bulunduğunu ve insanlara nûrla gönderildi­ğini bildirir. Ve Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif sûrelerinde de şöyle buyrulur:

«Ey peygamber! Biz seni şâhit, âhiret nimetlerini müjdeleyici, âhiret azabiyle korkutucu, Allah’ın izniyle, Allah’a dâvetçi, aydınlatıcı bir meş’ale ola­rak gönderdik.»[3]

«Ey insanlar! Size Rabb’ınızdan hakikî bir burhan geldi. Size apaçık bir nur gönderdik.»[4]

«Allah’a, Allah’ın peygamberi’ne ve Ona indirdiğimiz nûra îman edi­niz...»[5].

«Yâ Muhammed! Seni, âlemlere rahmet olarak gönderdik.»[6]

«Bu, öyle bir kitab ki insanları, Rablannm izniyle, karanlıklardan aydın­lığa, o Azîz ve Hamîd olan Allah’ın yoluna çıkarman için Onu sana indir­dik.»[7]

«... Biz Onu, kullarımızdan dilediğimizi hidâyete erdirmek için bir nûr yaptık. Yâ Muhammed! Muhakkak sen, doğru yola götürürdün.»[8].

Pakistan’ın millî ve ünlü şâiri tslâm mütefekkirlerinden merhum İkbal ne güzel söylemiş:

Toprağında insanlığın dilekleri coşan renkli, ruhlu hiç bir kata parçası yok ki, orada Hazret-i Mahammed Mustafa’nın nuru parti parıl parlamasın! Onun nur’u aranmasın![9].

İş’aya kitabında şöyle deniliyor:

«Ben, Yehova’yım, ismim Odur; ve izzetimi bir başkasına ve hamdimi oyma putlara vermiyeceğim.»

«İşte, öncekiler vâki oldu ve yenileri ben bildiriyorum. Onlar meydana yıkmadan önce size işittiriyorum.»

«Denize inenler ve onun içindekilerin hepsi, adalar ve onlarda oturan­lar, Rabb’e yeni bir ilâhî ve yerin ucundan Onun hamdini terennüm edin!»

«Çöl ve onun şehirleri, Kedar’m oturduğu, köyler, seslerini yükseltsinler; Sela’da oturanlar terennüm etsinler, dağların tepesinden bağırsınlar... Rabb’i ta’ziz etsinler ve adalarda Onun hamdini bildirsinler.»[10]

Bu fıkralarda, eski dinî telâkki ve terennümlerin, putperestlik itiyatları­nın bırakılması, karalarda, deniz aşırı memleketlerde, mâmur, gayr-ı mâmur .şehirler, kasaba ve köylerde dağlarda, taşlarda, ıssız çöllerde... yaşayan her kesin, yalnız Allah’ı anmaları, O’nun yüce adını yüksek sesle terennüm etmeleri, Allah’a hamd ve senâda bulunmaları gerektiği beyan ve ifade edil­mektedir ki, dinler tarihi de, Kur’an-ı Kerîm de, vâkıalar da şehâdet eder ki, iütün bunlar ancak peygamberliği, bütün beşeriyete şâmil bulunan Muhammed aleyhi’s-selâm’ın zuhûriyle gerçekleşmiş, Allah’ı, Allah’ın dilediği şekilde tevhid, tahmid, tekbir edenler yalnız Müslümanlar olmuştur.

Hiç bir peygamber, Muhammed aleyhi’s-selâm kadar put-perestlikle mücâdele etmediği gibi, hiç bir kitap da Allah’ın zâtı, sıfatı, ve hukûku ile Kur’ân-ı Kerîm kadar meşgul olmamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan ve Müslümanlar tarafından her gün beş vakit namazda kırk defa okunan Fâtiha sûresi Rabbu1-âlemîn olan Allah’a hamd ile başlar.

Kur’ân-ı Kerîm’in böyle, Allah’a hamd ile başlayan dört suresi daha var­dır: En’âm, Kehif, Sebe’, ve Fâtır sûreleri.

En’âm sûresi şu mealdeki âyetle başlar:

«Hamd O Allah’a yaraşır ki, gökleri ve yeri yarattı, geceleri, gündüzleri vâr etti...» Kehif sûresi şu mealdeki âyetle başlar:

«Hamd o Allah’a yaraşır ki, kuluna hiç bir eğriliği olmayan, inanmayan­ları en şiddetli ceza ile korkutmak, yararlı işleri işleyen mü’minlere, içinde ebediyyen kalacakları en güzel mükâfatı müjdelemek (Allâh, oğul, edindi) diyenleri korkutmak için dosdoğru kitabı gönderdi.» Sebe’ sûresi şu meâlde- ki âyetle başlar:

«Hamd o Allah’a mahsustur ki, göklerde ve yerde ne vatsa hepsi onun­dur. Âhirette de bütün hamdü senâ, yalnız O’na yaraşır. Her işi hikmetle îdâre eden, her işten haberdar bulunan O’dur.

Yere giren, yerden çıkan, gökten İnen, gök’e yükselen her şeyi bilir». Rahmim ve Rahîm’dir O.» Fâtır sûresi de şu mealdeki’ âyetle kaşlar:

«Hamd, o Allah’a ki, gökleri, yeri yaratandır...»

İsra sûresi’nin 44 üncü âyetinde ise: Kâinattaki canlı cansız her şeyin Allah’a tesbîh ve tahmîd eylediği açıklanır.

Bugün, dünyanın hemen her tarafında, en büyük şehirlerden en ücra köylere, karalardan denizlere, mâmürelerden bâdiyeleıe kadar her yerde Allah’ın büyüklüğünü, birliğini, ibâdete, ubûdiyete Ondan başka lâyık Hak Ma’bud bulunmadığını, yerleri gökleri dolduran İlâhı bir gülbânk halinde her gün beş dela Allahu Ekber! nidâlariyle i’lân ve İnsanları Allah’a ibâdete davet ettiren peygamber, Muhammed aleyhi’s-selâm’dan başkası mıdır?

Beş vakit namazın sonlarında otuz üçer dela teşbih, tahmîd, tekbîr oku­mayı ümmetine tavsiye buyuran:

Her sene Hac esnasında yüz binlerce insan’ın «Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk...» nidâlariyle dağlann, taşların dile geldiği kurban bayramında Teşrik tekbîri denilen ve Allah’ın büyüklüğünü, birliğini, hamd ve senâ’nın yalnız O’na yaraştığını ifâde eden tekbîri, tek başına veya cemâat halinde kadın, erkek, mukîm, müsafir her Müslüman’a 23 vakitte namazlar’ın arkasında Dînî bir vecîbe olarak okutan da ancak o şanlı Peygamber değil midir?

İş’aya kitabında bu cihetin daha açıkça iiâde edildiği görülüyor. Orada deniliyor ki; «Ve son günlerde vâki olacak ki, dağların başında Rab edinin dağı pekiştirilecek ve tepelerden yukarı yükselecek ve bütün milletler O’na: akacaklar.»[11]

Bu fıkradaki dağın, Arafat dağı olduğunda zerre kadar şüphe edilebilir mi?

Her sene, dünyânın her tarafından muhtelif milletlere mensup yüz bin­leri aşan insan kafilesinin dînî bir farizanın îfâsı maksadiyle şimdiye kadar Arafat dağı’nın başından başka bir yere akın ettiği görülmüş müdür?

SON SÖZ:

Geçmiş peygamberler ve kitaplar tarafından geleceği bu şekilde haber verilen âhir-zaman Peygamberi Hz. Muhammed aleyhi’s-selâm’ı ve Onun tebligatını tanımamak dînen ne kadar ağır bir günahsa, Hazreti İsâ gibi bir peygamberi ilâhlaştırarak bütün insanları ve husûsiyle Müslümanları ona taptırmağa kalkışmak da o derece ağır bir günahtır. Bu suçu işliyenlere, doğruyu görmeleri ve yürüdükleri yanlış yoldan geri dönmeleri için Cenâb-ı Hak’tan hidâyetler diler, açıklamamızı İş’aya kitabının şu ibretli fıkrası ile bitiririz:

«Oyma putlara güvenenler, dökme putlara: ilâhımız sîzsiniz! diyenler geri döndürülecekler, çok utanacaklar.[12]



[1] Mâide : 67

[2] Bab 42, fıkra : 6-7

[3] Ahzab : 45, 46

[4] Nisa’; 174

[5] Tegâbün : 8

[6] Enbiya : 107

[7] İbrahim : 1

[8] Şûrâ : 52

[9] Siretün’Nebl - Süleyman Nedvî.

[10] Bab 42, Akra: 8-12

[11] Bab 2, fıkra : 2

[12] Bab 42, fıkra : 17