Makale

Dünden Bu güne- Hangi Terbiyeden Hangi Terbiyeye

Prof. Dr. Ayhan SONGAR

HANGİ
TERBİYEDEN
HANGİ
TERBİYEYE?

Her toplum, kendini daha iyiye programlamak zorundadır.
21 inci yüzyılın eşiğinde, "Bilgi Çağı" arefesinde Türk Toplumu "dün" ne idi, "bugün" nereye geldi, yarınlara yönelen istikbali hedefi nedir?
"Dün"ün bizi ayakta tutan; şerefli kılan değerlerini nasıl kaybettik, niçin muhafaza edemedik?
Bugünkü ahlâki aşınma, kültür aşınması ile yarının karmaşık dünyasında nasıl ayakta kalabiliriz?
Toplum psikolojisini çok iyi bilen "Ruhbilim"ci Prof. Dr. Ayhan songar Hocamız bu çok önemli konuyu, Diyanet-Aylık Dergi için değerlendirdi..


TERBİYE, aile içinde başlar, okulda devam eder. Ama bugün çocuk, çok kısa bir süre, 7 yaşına kadar aile yanındadır. Geri kalanı okulun, öğretmenin elindedir.
İnsan, cemiyet kurma içgüdüsüyle dünyaya gelir. Cemiyet olabilmek için ise, bir işbölümü ve haberleşmenin bulunması şarttır. Bu da öğrenme ile oluyor. Terbiye de, öğrenmeye dayanır.
Çocuk, ilk terbiye unsurlarını ailesinden alır. Aile, eskiden toplu, büyük aile halindeydi. Dede, çocuk torun beraber, aynı çevrede yaşarlardı. Böylece törenin devamı; ahlâkî normların belli ölçüler içinde kalması sağlanırdı. Bugün bu normlar yavaş yavaş gevşedi ve değişti...
Terbiye sistemimizdeki aşınmanın sebeplerinden biri, belki de ilki, aile yapımızdaki bu değişmedir. Ama şüphesiz başka sebepler de vardır.

AHLÂKÎ NORMLARDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN SEBEPLERİ
Ahlâkî normlardaki değişikliğin sebepleri tek değil, çok boyutludur.
Bir defa aile parçalanmıştır.
İkinci olarak, çocuk çok küçük yaşta okula verilmek suretiyle, artık ailenin değil, okulun çocuğu olmuştur. Böylece çocuğun yakından takibi, yakından eğitimi güç-leşmiş; sanki kısmî - kollektif bir toplum şuuru-, gençlik serbestliği, ailevî normların yerini almıştır.
Üçüncü olarak, çevre çok değişmiştir. Çocuk aileden kop-muş-, okul ona sahip çıkamamış; sonunda sokak ortak olmuştur. Biz fakültede okurken bile, akşam güneş battıktan sonra dışarıda sokakta kalamazdık. Bugün, sabaha karşı evine gelen, ya da sabaha kadar hiç gelmeyen bir lise talebesine babası "Nerede kaldın" diye sorduğu zaman, evde kavga çıkıyor, öyledir, çocuk sokağın malı olmuştur.

Bir de "İdantifikasyon" meselesi var. Çocuk, psikolojik olarak, bir yandan kendisini çevrede bulduğu ideal tiplerle eşleştirin özdeşleştirir. Hem de kendini çevreden ayırıp, kendi şahsiyetini bulma gayreti içine girer. Bu birbirine zıt gelişen iki ruh hali, gençlik çağında birtakım ruhî çatışmalara sebebiyet verir. İşte ailenin ve okulun kazandırmak istediği terbiye sisteminin etkisiz kalmasına yol açan bunalım böyle başlar.
Terbiye sistemlerinin alarma geçmek zorunda olduğu dönem, bu dönemdir. Çocuk bu dönemde çevresine uyum sağlayamazsa, her otoriteye karşı çıkar. Aile içinde anne-babaya; okulda öğretmene-, sokakta polise, devlet otoritesine; memuriyette âmirlerine karşı uyumsuz tipler, bu tiplerdir.
İdeal tipler bulma ve onlarla özdeşleşmeye gelince: şimdi o da tersine işliyor. Vurucu-kıncı kurgu filmler, kavga temalı romanlar, çocuklarımızı küçük yaşlardan itibaren bir yıkıcılık duygusu, hevesi i-çine atıyor, özenme duygusu, kötü örnek ve tiplerle çok olumsuz sonuçlar doğuruyor. Çocuklar küçük yaşta mahalle arası çatışmalara kadar gidebiliyorlar. Yaşanmış bir vakıa okumuştum. Amerika’da iki genç kız, otostopla bindikleri otomobilde, zevk için sürücüyü öldürmüşler. Sorgulandıklarında verdikleri cevap, işte o özenme/taklit duygusunun insanı nerelere götürdüğünü sembolize ediyor: "Niçin öldürdünüz?" sorusuna, "Bir insan nasıl ölüyor, onu görmek istedik" diyorlar..
Bu şekilde tahrip edici, parçalayıcı birtakım içgüdüler, meraklar sergileniyor.
Bugün terbiyecilerin en büyük güçlüğü bu çevre unsuru...

ESKİ TERBİYE SİSTEMİNDEN SAPMA ÖRNEKLERİ
Eski terbiye sistemimiz neydi?
Eskiden kalıcı ahlâkî normlarımız vardı. Biz bütün hayatımızda o normlar içerisinde kalmaya uğraşırdık; Allah’a, büyüklere - küçüklere, çevreye saygı normları.. Yalandan, kötülüklerden uzak kalma disiplini.. Tabiatı, hayvanları bile kucaklayan sevgi kuşağı.. Zamanın boşa geçirilmemesi, okulunda-işinde başarılı olma teşvikleri..
Şimdi gençler, çocuklar, bu gibi normların içinde kalmamanın iyi olduğunu öğreniyorlar. Çarpık bir terbiye telkini... Bunu kim yapıyor? Okuduğu kitap, seyrettiği film, beraber olduğu arkadaş ve çevre...
"Ahlâk" nedir ahlâk?. Ahlâk, insanın ve toplumun, birtakım normların içinde yaşamasıdır. O normlan "Din" belirler, cemiyet, anane ve görgü kuralları belirler.
Ahlâkî normlar yaşanmaz olursa, toplum işte böyle mi’yarsız bir boşluğa düşer..
Şimdi bu boşluğa dair bazı yaşanmış örnekler vereceğim. Türkiye bir istihale geçiriyor. Olumsuzluklar yanında müsbetler, artılar da var tabiî..
Telefonla sizden bu yazı siparişini aldıktan sonra, cuma namazı için hastahaneden çıkıyordum.
Odamın önündeki merdivenin başında biri kız, diğeri erkek iki genç oturuyor. Laubali, saç-baş dağınık.. İkisinin üzerinde de doktor gömleği var. Merdivene geçecek yer yok.. "Müsaade eder misiniz?" dedim. Ellerinde sigaralar, şöyle bir dönüp, baktılar. Hiç onmadılar.. Aralarından zorlukla geçtim.. Ben bunların hocasıyım. Benim elimden imtihana girecekler. Benden ders okudular. Sizinle konuştuktan, sizinle terbiye sistemimizle ilgili olarak konuştuktan sonra bunu gördüm karşımda ilk defa..
Konuştuğumuz cuma günü idi, biliyorsunuz. Biraz sonra camide idim. Bizim hastahanenin mescidine gittim. Gencecik talebeler tıklım tıklım.. Nur yüzlü, pınl pırıl.. Her birine canınızı vereceğiniz çocuklar, gençler.. İşte aynı gün yaşadığım iki örnek..

BOZULMA NEREDEN BAŞLADI?
Biz ruh hekimleri çok enteresan olaylara şahit oluruz: Bir gün bir anne-baba geldi. Yanlarında lise çağındaki delikanlı çocukların.. "Çocuğumuz hasta" dediler. "Bir takım saçma sapan şeylere inanıyor. Namaz kılmaya, dindar olmaya başladı".. Baba avukat, anne de belli ki, okumuş bir hanım. "Peki, siz çıkın da biraz konuşayım" dedim. Çocuk masum, önüne bakı-yordu. Anne-babası çıkınca gülmeye başladı. "Efendim bunlar sizi tanımıyorlar, tanısalardı, getirmezlerdi" dedi.. Çocuk akıllı, temiz,terbiyeli.. Namaz öğrenmiş, kılmaya çalışıyor.. Anne-baba ve büyük kardeş bunu yadırgamış. Seccadesini önce saklamışlar, sonra kirletmişler. Çocuk namaz kılarken onu kıbleden çevirmişler, yere yıkmışlar. Önce alay, sonra eziyet et-mişler.. Sonunda da işte böyle doktora, ruh hekimine getirmişler. İşte aykırı iki örnek daha..
İKİ sene önce Ankara Hacı bayram Camiinde son teravih namazını kıldık İmamı daha önceden tanımıyorum. Çok tatlı bir adam. Namazdan sonra cemaata seslendi. "Dağılmayın cemaat, bugün son teravihi kıldık biraz sohbet edelim" dedi. Çok güzel şeyler konuştu. Bir de çarpıcı örnek verdi: "-Ben buranın eski imamıyım" dedi. "-Eskiden buraya hep yaşlılar gelirdi. Onlara sorardım. Sizin çocuklarınız nerde, diye.. Şimdi bakıyorum, hemen hepsi genç. Şimdi de soruyorum, Babalarınız nerde, diye.. İşte o zamanın çocukları, bugünün babaları.. Bu orta nesil, bundan kayboldu.."
Hoca doğru söylüyordu tabiî., çarpıcı bir tesbitti anlattığı..
BİR başka misal: 1961’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kuranlardan biriyim. O yıllarda fakültenin kenarında bir ufak mescit vardı. Bu mescitte cuma günleri ancak iki saf kadar olurduk O da işte bekçi, hademe falan.. Bir iki de öğretim üyesi gelirdi. Ben o öğretim üyelerine derdim ki, her cuma bu mescide geleceksiniz. Başka bir yerde olsanız da, buraya geleceksiniz. Hani ibadet te, kabahat ta gizli derler. Bu bence yanlış. Kabahat gizli kalsın ama, ibadet aşikâr olsun. Cemaatın bir hikmeti de bu olmalı.. İsterdim ki, öğrenciler hocalarını görsünler, onlar da gelsinler. Mescit bir müddet sonra yet-memeye başladı talebelere, öğretim üyelerine. İlaveler yapıldı. Bugün 3 tane oldu fakültenin içinde.. 3 tane de dışında var.. Bugün biz oralara gidemiyoruz. Çünkü yer bulamıyoruz. 30 sene içinde oldu bu değişiklikler..
Allah bizi tefrikadan korusun.. Bir istihale geçiriyoruz. Olumsuzluklar da var, müsbet ve artılar da.. Temennimiz o ki, olumludaki gelişme daha çok daha hızlı olsun..
Bozulma Osmanlı’da başladı. Yükselme, yücelme de o dönemde, duraklama, gerileme ve bozulma da...
Benim annem, Sultan Hamit devrinin Valide Sultanı teyzesinin elinde büyümüş.. O devri yaşamış, halen de sağ.. Osmanlının nasıl içeriden, saraydan bozulup-çürüdüğünü bilmüşahade biliyoruz. Sultan Hamit dönemini, Sultan Reşat dönemini ve sonrasını..
Bir milleti millet yapan, kültür unsurlarıdır. Edebiyat, sanat, musikî gibi.. İşte bir misal: Osmanlı sarayının son zamanlarında "Türk musikîsi" saraydan kovulmuştu âdeta.. Batıdan birtakım adamlar getirilir, keman dersi, piyano dersi verdirilirdi. Dil öyle, kıyafet öyle. Sofra â-dabından diğer yaşayış usullerine kadar Batıyı körü körüne taklit başlamıştı.
Medenileşme ve alafrangalaşma hevesleri ile evlerimizden-saraylarımızdan millî kültür gitmişti. Halbuki kültür ayrıdır, medeniyet ve medenîleşme ayrıdır, teknoloji büsbütün ayrıdır: "Kültür" insanın ve toplumun-milletin alt şuurudur. Onunla düşünür, onunla bir yargıya varır, onunla diğer toplumlardan ayrılır, farkedilir. -Medeniyet" onun üzerine giydirilmiş elbisedir. "Teknoloji" ise hayatı daha güzel yapabilmek için birtakım vasıtalardır.
Geriye doğru gidersek bunların üçü de bizde idif Teknoloji dahil.. zaman geldi, içe kapandık, dışarıda olanları farkedemedik Buhar enerjisi keşfedildi. Arkasından elektrik devreye girdi. Peşinden makina, fabrika ve matbaa.. Biz bunları almadık tuttuk "kültür" denilen onlara ait alt-şuuru almaya kalktık..
Matbaa bize 200 sene sonra girdi. Kristof Kolomb Amerika kıt’asını keşfe çıkarken, önce bizden yardım istemiş.. Buharı, makinayı alsaydık belki büyük bozgunlar yaşamayacaktık Sarayda Fransız sofrası, Fransız modası, Fransız musikîsi talimleri yapacağımıza, meselâ şu matbaayı hemen kendimize aktanp, adapte etseydik bizim de bir aydınlanma çağımız olabilirdi.. Kristof Kolomb’un yapmak istediğini farkedip, birkaç kalyonluk gemiyi biz verebilseydik bugün Amerika müslümandı. Yok böyle bir şeyi idrak edemiyoruz. Donanmasıyla Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Barbaros’un çocukları öyle bir içe ka-panmış ki, dışarının toparlanmasını görememiş..
Fatih İstanbul’u ne ile fethetti? Macaristan’dan aldığı toplarla.. Ama o topların dahi? iyisini, daha büyüğünü döktürerek.
Batıdan alınacak olan o idi. Teknoloji idi.. Batı bizimle rekabet halinde idi. Yarışta bizi geçti. Bizim gönüllü Batılılaşma, kültürde Batılılaşma, Batıyı körü körüne taklit hevesimizi çok iyi kullandı. Aramıza soktuğu birtakım olta fikirlerle ise millî hislerimizi dumura uğrattı, öldürdü.. İşte Tanzimatlar, Meşrutiyetler peşi peşine böyle geldi. Bunlarla da temele inilemedi. Yüzeyde kalındı.


YAPILMASI İCABEDEN ŞEY

Nereden bozulduk "insan”dan. Önce onu ele almak zorundayız.
İnsanımızın millî altyapısını kurmak.. Önce bu!.. Onu millî kültürüne, inançlarına, mukaddesatına bağlı insanlar yapmak Çalışma disiplini de, zamanın kutsallığı da, bütün mahlûkatı kuşatan sevgi pınarları da, bizim millî kültürümüzde var. Alt şuurumuz, altyapımız bu değerler üzerine kurulmuş.. Gönlünü Allah’a bağladıktan sonra, maddeye hükmetmek. Müslümanlık bu değil mi?, öyleyse neyi nereden alacağımızı iyi bilmeliyiz..
Önce şu ruh boşluğumuzu bir dolduralım. Müslüman mıyız, değil mi?. Bunun azı-çoğu, gizlisi-saklısı olmaz. Müslümanlık bir şuur, iman, hayat şekli.. Önce bunu halledelim. Çocuklarımız müslüman mı olalım, yoksa çağdaş mı olalım diye iki tercih, iki yol arasında kal-masın!. Hem müslüman olmak hem ileri ve çağdaş olmak mümkün değil mi? Bizim için teknolojide ileri, düşüncede çağdaş olmak ancak müslümanlığımızı önce kabul, sonra yaşamakla mümkün..
Zira teknoloji bir altyapıya oturursa sürekli olur. Bizim için o altyapı müslümanlıktır. Başka yolu yok. Yoksa sürekli olamazsınız. Dışarıdan birşey alırsınız, fakat devam ettiremez, yenilerinin peşine takılırsınız. Sonunda ise kendinizi o girdapta boğar, kaybedersiniz.
Öyleyse şu tereddüdü, müslümanlığımız üzerindeki gel-git, git-gel tereddüdünü bir kaldıralım. Müslümanız diyelim, müslümanlığın hayat veren güzelliklerine bir sarılalım. Arkamızı yaradana dayayalım, gönlümüzdeki, rehavet ve yel değirmenlerine düşmanlığı bir atalım. Maddeye esir olma yerine, onu önümüze bir katalım, zihnimizi, düşüncemizi, ardından da işimizi ve yurdumuzu bir imar edelim. Bak sen, bizim bu yeni devir röne-sansımıza kim yetişebilir?
Nesiller arası uçurumu böyle kapatabiliriz. Aile müessesemizi böylece güçlendirebiliriz. Batı-doğu taklidi maymunluktan böyle kurtulabiliriz. Aramızdaki kin, öfke ve düşmanlıkları böylece kaldırabiliriz. Geleceği bu altyapı üzerine kurabiliriz. Çağı ancak bu silkinme ile yakalayabiliriz.
Yoksa ne GAP, ne ekonomik tedbirler paketi, ne dışa açılma hevesi, hiçbiri devamlı olmaz..
Kaybettiklerimiz ile kazanamadıklarımız, elimizde kalan son potansiyel ümidi de alabora eder gider...İstikbal "dün"ün üzerindedir. Dün bizimdi. Geleceği o "dün" ile yakalayabiliriz.


“Müslüman mıyız, değil mi? önce ona karar verelim. Ondan sonra da ahlâkımızı tahkime yönelelim. Göreceksiniz, herşey bir bir yoluna girecek.”

“Fatih İstanbul’u Macaristan’dan aldığı toplarla fethetti.. Ama o topların ’ daha büyüğünü, daha iyisini döktürerek.. Ya bugün, batının neyini alıyoruz?.”