Makale

ANA GİBİ YAR OLMAZ

Dr. Durak PUSMAZ / Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

ANA GİBİ YAR OLMAZ

Yüce Rabbimiz Lokman Sûresi’nin 14. ayetinde söyle buyuruyor:
“Biz insana, ana-babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu kat kat meşakkat içinde karnında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Biz insana: “Bana ve ana-babana şükret” dedik. Kıyamet günü dönüş ancak banadır.”

Anne Hakkı
Ayet-i Kerime’de insanın anne ve babasına karsı iyi davranması emredildikten sonra özellikle annenin üstün fedakarlığına dikkat çekilmektedir. Anne, evlat yetiştirme yükünün en çoğunu taşımaktadır. Bu sebeple çocuğuna karsı annenin sefkât ve merhameti, sevgi ve ilgisi, babaya nisbetle daha çoktur, daha derin his ve duygularla doludur. Bundan dolayı bir evlat ne yaparsa yapsın annesinin hakkını ödeyemez. Peki niye ödeyemez? Sorunun cevabını aşağıdaki hadis-i şeriften öğreniyoruz. Hafız Ebû Bekir el-Bezzar "Müsned" inde Bü- reyd’den, o da babasından söyle rivayet etmiştir:
“Bir adam annesini omu zunda taşıyarak Kabe’yi tavaf ettirmiş, sonra Resülul- lah (s.a.v.)’e
“-Onun üzerimdeki hakkını ödedim mi?” diye sormuş, bunun üzerine Resülullah (s.a.v.):
Hayır, bu, seni karnında taşırken teneffüs ettiği bir nefesin bile hakkı değil.” diye cevap vermiştir. (1)
Evlat, annesine ne kadar çok iyilik yaparsa yapsın, ne kadar çok hizmet ve itaatta bulunursa bulunsun, bütün yaptıkları onun kendisini karnında taşırken veya doğum yaparken alıp vermiş olduğu bir nefesin bile hakkını ödeyemez. Çünkü ayet-i kerimenin ifadesiyle, annesi onu kat kat meşakkat içerisinde karnında taşır, kanında kan, canından can verir. Onu dünyaya getirirken doğum sancıları çeker, hatta bazı durumlarda hayati tehlikeler atlatır, is bununla da bitmez, dünyaya geldikten sonra da yaklaşık iki yıl emzirir, büyüyüp kendi kendisine yeterli oluncaya kadar yedirir, içirir, hiç iğrenmeden altını temizler, yetişmesi, büyümesi için elinden gelen ’ bütün gayreti sarfeder, her türlü fedakarlıkta bulunur. Çocuğunun rahatı için gece uykularını, gündüz istirahatini terk eder. Bütün bunları hiç yüksünmeden seve seve yapar. Annenin evladına karsı fedakarlığı saymakla tükenmez, anlatmakla bitmez.
Onun için evlat üzerinde anne hakkı baba hakkından daha çoktur. Bu husus, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça belirtilmiştir.
Nitekim Ahkâf Sûresi’nin 15. ayetinde söyle buyrulmuştur:
“Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet o yiğitlik çağına erip kırk yaşına varınca der ki: “Ey Rabbim, bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın iyi amelde bulunmamı bana ilham et. Benim ve zürriyyetim için iyiliğini devam ettir. Şüphesiz ben sana döndüm ve sana teslim olanlardanım.”
Bu ayet-i kerimede anne dört defa; baba ise bir defa anılmıştır. Söyle ki “ana-babası- na...” sözünde ikisi birlikte anılmış, sonra annenin onu zahmetle taşıdığı, doğurduğu ve emzirdiği zikredilmiştir.
Resulûllah (s.a.s.) de hadis-i şeriflerinde; “En çok iyilik etmeme layık olan kimdir?” diye soran sahabiye üç defa “annen” cevabını vermiş, dördüncü de ise “baban” cevabını vermiştir. Ebu Hüreyye (r.a.)’dan rivayet edilen Hadis-i Serif şöyledir:
Rasulûllah’a bir kimse geldi
ve:
“- Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar içerisinde en layık ve en haklı olan kimdir?” diye sordu. Rasulûllah (s.a.v.)
Annendir” buyurur, o
zat;
“- Sonra kimdir?” dedi. Rasulûllah (s.a.v.)
“- Annendir.” buyurdu, o zat:
“- Sonra kimdir?” dedi. Rasulûllah (s.a.v.) yine:
“- Annendir.” buyurdu. O zat tekrar:
“- Sonra kimdir?” diye sorunca Rasulûllah (s.a.v.)
“- Sonra babandır.” buyurdu. (2)
Peygamber efendimiz bu ha- dis-i şeriflerinde anneye iyiliği üç defa tekrar etmiş, sonra babaya iyiliği zikretmiştir. Bundan, annenin evlat üzerindeki hakkının babaya oranla üç misli olduğu anlaşılır. Bunlar; dokuz ay karnında taşıması, doğurma meşakkati ve belirli müddet emzirmesidir.

Cennet Annelerin
Ayakları Altındadır
Sahabe-i kiramdan Cahime, gazaya çıkıp çıkmama konusunda Hz. Peygamberle istişare etmek için gelerek:
“- Ya Rasulellah! Gazaya gitmek istiyorum, sizinle istişare etmek için geldim.” demiş. Peygamber efendimiz de ona:
“- Annen yaşıyor mu?” diye sormuş. Sahabi:
"- Evet” deyince, Peygamber efendimiz:
“- Git annene hizmet et, onun yanından ayrılma. Çünkü cennet onun ayakları altındadır.” buyurmuştur. 131
Annene dön ve ona iyilik et, hizmette bulun.” buyurdu.
Sonra ona önünden geldim
ve:
“- Ya Rasulûllah! Seninle beraber cihad etmek istedim. Bununla sadece Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu istiyorum.” dedim. Rasulallah yine:
Annen hayatta mı?” buyurdu. Ben de:
“- Evet ya Rasulallah!” dedim. Rasulullah:
“- Git, annenin ayağının dibinden ayrılma, cennet oradadır.” buyurdu. (4)
Konu ile ilgili başka bir rivayet de şöyledir. Muaviye b. Cahime’den söyle anlattığı rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.)’e geldim ve:
“- Ya Rasulallah! Seninle beraber cihad etmek iste dim. Bununla sadece Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu istiyorum.” dedim. Rasulûllah:
Annen hayatta mı?” buyurdu. Ben de:
Evet” dedim.
“- Öyleyse ise geri dön, ona iyilik et, hizmette bulun.” buyurdu. Ben diğer tarafından Rasulûllah’a geldim ve :
“- Ya Rasulallah! Seninle beraber cihad etmek istedim. Bununla sadece Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu istiyorum." dedim. Rasulullah yine:
Annen yaşıyor mu? buyurdu.
Bende: Evet Ya Resulallah, dedim. Rasulullah:
Evet
cennet annelerin ayakları altındadır. Bunun anlamı sudur: Annelerin rızasını kazanmadan cennete girilemez, maksuda erilemez. Cennete girmenin ve maksuda ermenin yolu annelerin rızasını almaya bağlıdır.
Sair ne güzel söylemiş
Annelerin sarayıdır şüphesiz cennet,
Anaların ayakları altındadır elbet.
Bir gün bize nasip eyle ey Allah,
Analarımızın rızasını, cennete girelim inşallah.
Yukarıda nakletdiğimiz iki hadis-i şerifte de Peygamber efendimiz, kendisinden cihat etmek için izin isteyen sahabiye annesinin hayatta olup olmadığını sormuş, “hayatta” cevabını alınca gidip annesine itaat ve hizmet etmesini emretmiştir. Çünkü cihat, umûmi seferberlik ilan edilmedikçe genel olarak farz-ı kifayedir. Ana ve babaya itaat ise farz-ı ayındır. 151 Farz-ı ayın, farz-ı kifayeden önce gelir.

Anne Çocuğu
Kötü Yola Teşvik Ederse
Evlat, ana-babasına İslâm’ın mübah kıldığı konularda -müşrik bile olsalar itaat eder; ama sirk koşmasını, Allah’a karsı gelmesini emrederse, o zaman itaat etmez. Ankebût Suresi’nin 8. ayetiyle Lokman Suresi’nin 15. ayetinde bu husus gayet açık olarak belirtilmektedir. Lokman Suresi’nin 15. ayetinde söyle buyrulur: “Ey İnsan! Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme. Dünya islerinde onlara gayet iyi davran. Bana yönelenin yolunu tut. Sonra dönüsünüz ancak Banadır. Ben de size dünyada neler yaptığınızı bildireceğim.”
Ayet-i kerime sahabe-i kiramdan aşere-i mübessereden (hayatlarında cennetle müjdelenmiş olan on kişiden) biri olan Sa’d b. Ebî Vakkas hakkında inmiştir. Sa’d (r.a.) İslâm’ı kabul ettiğinde 17-18 yaslarında bir gençti. İslâm’a girenlerin yedin- cisi idi. Annesi Hamne onun İslâm dinine girmesinden hoşnut olmamıştı. Oğlunun yeni dini terketmesini, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inanmamasını istiyordu. Oğlunu bu hususta ikna edemeyince ölüm orucuna başlamıştı. Onu yeni dininden bu yolla vazgeçirmeyi denemişti. Basından geçen bu olayı bizzat Sa’d b. Ebî Vakkas söyle anlatır:
“Bu ayet benim hakkımda indi. Ben anneme hürmet ve itaat eden bir kimse idim. Ben müslüman olunca annem bana:
Ey Sa’d! Yeni icad ettiğin bu din nedir? Ya sen bu yeni dinini terkedersin ya da ben ölünceye kadar yemem içmem. Sen de benim yüzümden herkes tarafından kınanırsın." dedi. Ben de: Ey anneciğim, böyle yapma, iyi bil ki ben dinimi bırakmam.” dedim. Bir iki gün geçti hiç bir şey yemedi; epeyce hırpalanmıştı. Söyle dedim:
Allah’a yemin ederim ki senin bin canın olsa da hepsi tek tek çıksa yine de dinimi ter- ketmem.”
Annem bu kararlılığımı görünce ümidini keserek yemeye içmeye başladı. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi.”(6)
Mekke’nin ilk dönemlerinde İslâm’ı kabul eden diğer gençler de herhalde benzer durumlarla karşılaşmış oluyorlardı. Bu sebeple Ankebût Suresi’nin 8. ayetinde de aynı durum vurgulanmaktadır: “Biz insana, anne ve babasına karsı güzelliği (iyilik etmesini) emrettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle bana ortak koşman için sana karsı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz sadece banadır. Artık yapmakta olduklarınızı size ben haber vereceğim.”
Aslında böyle bir durumda kimseye itaat edilmez. Bu hususta Peygamber efendimizin koymuş olduğu ölçü gayet açıktır. “Halik’a isyan olan hususlarda hiç bir mahluka itaat edilmez.” (7)

Karşılıksız Sevgi
Hicri 8. asırda yasamış meşhur İslâm düşünürü Fârâbi, menfaate dayanmayan karşılıksız tek sevginin anne sevgisi olduğunu söylüyor. Bunun dışındaki sevgiler, dostluklar mutlaka menfaate dayanır. Çocuk annenin bir parçasıdır. Onun için annenin çocuğuna karşı olan sevgisi karşılıksızdır, bir menfaate dayanmaz, hatta çocuk büyüdüğü zaman annesine itaat ve iyilikte bulunmasa bile anne çocuğunun üzerine titrer, başına bir felaket ve musibet gelmesini istemez. Basına bir felaket ve musibet geldiği zaman en çok üzülen anne olur. Bu sebeple bir atasözümüzde: “ Ana gibi yâr Bağdat gibi diyar olmaz" denilmiştir. Çocuğun karşılıksız sevgiye ihtiyacı vardır. Bu sevgiyi kendisine doya doya veren annesi olduğu için çocuk annesini çok sever.
Bu yüzden dinimizde çocuğu terbiye hakkı öncelikle anneye verilmiştir.
Abdullah b. Amr’dan söyle rivayet edilmiştir: Kocasından boşanan bir kadın Rasulullah’a gelerek:
Ya Rasulûllah! Su oğlum için karnım aylarca kap oldu, memelerim su tulumu oldu, bağrım da onun için bırınak oldu. Onun babası beni boşadı. Simdi de onu benden almak istiyor’ dedi. Rasulûllah (s.a.v.) :
Sen kocaya varmadıkça çocuğa bakmaya daha müstahaksın.” buyurdu. (8)

Bir Zamanlar
Bizim kültürümüzde ve medeniyetimizde anne ve babaya itaat ve hizmetin ayrı bir yeri vardı. Babadan sonra aile içerisinde annenin yeri bas köse idi. Aile içerisinde çocuklar, gelinler, torunlar hep anneye bakar, onun buyruk ve direktiflerini alırlardı. Yapmak istedikleri bir şeyi mutlaka onun bilgisine arzederler, onun rızasını ve hoşnutluğunu almadan bir şey yapmazlardı. Günümüzde olduğu gibi onlara: “Zaman değişti, bunları sen anlamazsın, sen bilmezsin, kösende otur, isimize karışma.” denilmezdi. Her iste onun rızası ve duası alınırdı.
Her konuda olduğu gibi bu hususta da batıyı taklit eder olduk. Orada yaslıların yeri huzur evleridir.
Almanya’da uzun süre din görevlisi olarak vazife yapan bir kursiyerimiz anlatmıştı. Görev yaptığı mahalde yaslı bir Alman kadını varmış. Oğlu ve kızından ayrı olarak tek basına yaşıyormuş. Onun kiracısı olarak aynı apartmanda oturan bir Türk, bu kadının haline acıyor, onunla ilgileniyor, ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyormuş. Her fani gibi tür. bu yaslı kadın da günün birinde ölmüş. Bizim Türk “annen öldü, sağlığında kendisine bakmadın hiç değilse cenazesine gel” diye oğluna telefon etmiş, oğlu “ben uzaktayım gelemem” demiş. Kızına telefon etmiş o da; “ben cenazeye bakmaktan korkuyorum” diyerek gelmemiş. Cenazeyi kaldırma işlemleriyle yine Türk vatandaşımız meşgul olmuş. Önceleri ev kirasını bu yaslı kadına veren Türk, simdi ne olacak, kirayı kime vereceğim diye düşünürken vergi dairesinden mektup gelmiş. Mektupta: “Vergi borcunuzu ödeyiniz.” deniliyormuş. “Ne vergisi?” diye ilgili vergi dairesine gittiğinde söz konusu yaşlı Alman kadının, oturmakta olduğu daireyi kendisine bağışladığını öğrenmiş.
Bu, aslı esası yok bir masal veya hayal ürünü bir hikaye değil, bizzat yaşanmış bir olaydır, iste bazılarımızın hayran olduğu batılının anne ve babasına karsı tutumu böyle. Bizim kültürümüzde ise sadece anne-babaya değil, bütün yaşlılara hizmet esastır. Hatta bu olayda açıkça görüldüğü gibi, yaslılara yardımda din farkı da gözetilmez. Çünkü inancımıza göre bütün insanlar Allah’ın kuludur. Allah sadece müslümanların değil, bütün insanların Rabbidir. Onun için dinimizde “Halka hizmet Hakka hizmet” kabul edilmiştir.
Müslüman Türk evladı bu terbiye ile yetiştiği için yabancı olarak bulunduğu gayri müslim bir ülkede bile, kızının ve oğlunun bakmadığı, kendi haline terkettiği yaslı bir kadına yardımcı olmaya çalışmış, bunun karşılığını da daha bu dünyada görmüştür.

Ana Basa Tac İmiş
Bizim kültürümüzde anne baş tacı olarak kabul edilir. Nitekim yüce milletimizin bu duygusuna tercüman olan bir sairimiz bunu söyle ifade etmiştir:
Ana basa taç imiş
Her derde deva imiş,
Bir evlat pir olsa da
Anaya muhtaç imiş.


(1)- Seyyit Kutub, Fi zılâli’l-Kur’an, Lokman Suresi 14. ayetin tefsiri.
(2)- Müslim, Birr, 1.
(3)- en-Nebhani, el-Fethu’l-Kebir, 1, 540; Keşfü’l-hafa, 1, 335.
(4)- Ibn Mâce, Cihad, 12; Kesfü’l-ha- fâ, 1, 335.
(5)- el-Übbi, IkmâlLı ikmali’l-muallim VIII,481.
(6)- Ibnü’l-Esir, Üsdli’l-gâbe, II, 3689 Ayrıca bk. Müslim, Fedâilü’s-sa- habe, 43,449 Tirmizi, Tefsir, sure (29), 1.
(7)- en-Nebhânî, el-Fethu’l-Kebîr, II, 570.
(8)- Ebû Davud, Talak, 35.