Makale

İSLAM VE İLİM

Şükrü ÖZBUĞDAY / Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


İSLAM VE İLİM

İslâm bir ilim ve irfan dinidir. Öğrenmeye, öğretmeye, incelemeye ve araştırmaya büyük önem vermiştir.
İslam’da ilk emir "oku" seklinde gelmiştir. Böylece daha başlangıçta Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelen ilk vahiy ile okumak emredilmiş ve insanın bilmediğini öğrenirken istifade ettiği kalemden ve ta’limden bahsedilmiştir.(1)
İlim, âlim, öğrenme, öğrenci; Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yüceltilmiştir. Su âyet-i kerimede Allah ve meleklerden sonra üçüncü sırada âlimler yer almıştır: "Kendisinden başka ilah olmadığına Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri sâhit olmuşlardır."(2 ) Konu ile ilgili diğer bazı âyetlerin mealleri de şöyledir: "Allah içinizden iman edenlerin ve ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir." ( 3), "De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (4), "Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar." (5 ), "İnsanlara bu misalleri getiriyoruz, bunları ancak âlimler idrâk eder." (6 ) Mısırlı Tefsir Bilgini Tantavî Cevherî, Kur’an-ı Kerim’de ilme teşvik eden ve ilimden bahseden âyetlerin sayısının 75ü kadar olduğunu söyler.
Hadislerde de; ilim öğrenmek, ibâdetten üstün sayılmış(7 ), ibadete gösterilen ihtimamın ilimde de gösterilmesi istenmiş, âlimlerin kalemlerinden akan mürekkebin, şehitlerin kanlarına bedel olduğu (8 ), ilim tahsil ederken ölen bir kimse ile Peygamber arasında sadece bir derece fark bulunduğu (9 ) bildirilmiştir.
Yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) hadislerinde; "İlim tahsil etmek kadın, erkek her müslümana farzdır."’(10 ), "Hikmet, özlü bilgi mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır."(11) buyurarak, müslümanların ilim öğrenmelerini ve ilmi nerede bulursa almalarını tavsiye etmişler ve kendisi de "Ya Râb. Benim ilmimi artır." (12 ) diye Cenab-ı Hakk’a dua etmişlerdir.
Müslümanlar, İslâm’ın bu ve benzeri yüksek talimatına uyarak ilme sarılmışlar, ilimlerin her dalında ilerleyerek medeniyete hizmet etmişlerdir. Zâten Kur’an-ı Kerim, bir çok vesilelerle müslümanları, akıl ve fikirlerini kullanarak âlemdeki varlıklar ve olaylar üzerine dikkatlerini çekmektedir. Yerlerden, göklerden, yıldızlardan, yağmurdan, buluttan, rüzgardan, aydan, güneşten, bitkilerden, ağaçlardan, hayvanlardan, denizlerden, karalardan ve daha nice şeylerden bahseden Kur’an-ı Kerim, bunlardan ibret almaları için insanları uyarmaktadır. Bu yönden müslümanlar, çevresini ve çevresindeki olayları incelemek, onlardan ibret almak hissini duymuşlar, din ilimlerinde olduğu gibi, diğer ilim ve fen dallarında da değerli çalışmalar yapmışlardır.
Bir Türk şâiri her türlü ilmin alınması gerektiğini söyle ifade eder:
Ulûmun cümlesin kesbe harîs ol,
Sakın bir ilimle kalma keselden.
Kamu ezhâra konmağıyle arı,
iki cevher verir sem’u aselden.
Birisi bir nurdur verir ziyayı,
Halas eyler biri nice ilelden.
Yani: Bütün ilimleri öğren, tembellik gösterip biriyle yetinme. Arı, bütün çiçeklere konup bal toplar ve iki cevher verir: Biri mum olup ısık saçar, biri de nice dertlere deva olan baldır.
Bu beyitlerde de ifade edildiği üzere Müslüman âlimler, arının her çiçekten bal topladığı gibi, her türlü ilimden faydalanmışlar, ilim ve medeniyetin ilerlemesinde büyük katkıları olmuştur. Bu hususu gerek doğulu gerekse batılı düşünür ve yazarlar söylemektedirler. Bunlardan bir iki örnek vermek yerinde olur: Filip Hitti söyle der: "Ortaçağın baslarında insanların ilerlemesine müslümanlar kadar hizmet vermiş başka bir millet yoktur."
Gustave Le Bon ise, "Arap Medeniyeti" isimli eserinde su itirafta bulunur: "Avrupa karanlık içinde yüzerken Bağdat ve Kurtuba medeniyet merkezi idiler ve bunlar bütün aleme ilim ve fen ışıkları saçıyordu."
Hükümdarlar ilmin gelişmesini sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Halife Me’mun 820 yıllarında Bağdat’ta Beyt’ül-Hikme’yi kurdu ve bu ilim akademisi medeniyete büyük hizmette bulundu. Buna paralel olarak Fatımîler de 1005’te Kahire’de Dârul-Hikme’yi kurdular. Bu kurumlar, ilim ve fenne unutulmaz yardımda bulundular, ilim meşalesi, doğunun, batının her yerini aydınlattı. Müslümanlar, aklî ve nakfî ilimlerde nice çalışmalar yaptılar, îcad ve kesiflerde bulundular. İlim ve fennin her dalında şöhret sahibi oldular. Nitekim; Kimyada Câbir, ibn-i Hayyam, Ibn-i Heysem, Bîrû-nî; Tıpta; Râzî ve Ibn-i Sinâ; Sosyolojide: ibn-i Haldun; Astronomide: Ali Kuscu, Kadı Zâde Rûmî; Felsefede: Gazâlî, ibn-i Rüsd ve Fârâbi bunların basında gelenlerdendir.
Fakat daha sonra medeniyet meşalesi el değiştirdi. Batılılar medeniyeti müslümanlardan aldılar. Batı ancak Hristiyanlığın baskısından ve bilginleri cezalandıran engizisyon mahkemelerinden kurtulduktan sonra uyandı.
Ziya Pasa:
Ger Endülüs olmasa ziyadar, Kim Avrupa’yı ederdi bidâr.
Yani: Eğer Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa’yı kim uyandırırdı? demekle, müslümanların Avrupa’ya medeniyet götürdüklerini, bugünkü medeniyete onların ışık tuttuğunu anlatmaktadır.
Görüldüğü gibi, müslümanların ilim âlemine çok büyük ve değerli hizmetleri vardır. Bu konuda Türklerin payı da çoktur. Bursalı Mehmet Tahir: "İslâm medeniyet ve maârifine hizmet edenlerin yarısı değilse de üçte birinin mutlak surette Türk olduğu sabittir. Hele tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh, kelâm ilimlerinde eser yazan değerli zatların yarısının Türk oldukları meydandadır." diyerek bu gerçeği ifade etmiştir. (13 )
Ancak ne acıdır ki, önceleri mevcut olan bu hamleci ruh, sonraları, aynı ask ve şevkle devam etmemiş, müslümanlardan ilim ve teknoloji bayrağını alan Avrupalılar, bayrak yansında onları geçmişlerdir.
Su bir gerçektir ki, günümüzde ne dini sahada ne de diğer alanlarda, kendinden önce geçen ilim adamlarını asacak seviyede ilim ve fikir adamları yetişmemiştir. Seneler önce Milli Şâirimiz Mehmet Akif de bundan yakınır ve mısralarında söyle der:
Haydi göster bakayım simdi de İbn-ür-Rüsd’ü?
ibn-i Sina niye yok? Nerde Gazali, görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzi gibi üç bes halim?
En büyük fâzılınız; bunların asarından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru mânâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin hâlâ,
İhtiyacını kaabil mi telâfi, asla.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.
Kuru dâva ile olmaz bu, fakat ilm ister;
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster.’(14 )
Bugün İslam ülkelerinin ilim ve teknikte geri kalmalarının sebebi İslam dini değildir. Akla ve onun ürünü olan ilme bu kadar çok değer veren bir dinin mensuplarının câhil ve geri kalmalarını izah için ileri sürecekleri hiçbir makul ve makbul mazeretleri yoktur.
İlim ile din arasında ortak noktalar bulunmaktadır. Hatta dinimize göre din, ilmin kaynaklarından birisidir. Vahiy ilmi destekleyen, teşvik eden, ona yol gösteren mesajlarla yüklüdür.
Yine İslâm’a göre, bilginin bir diğer kaynağı akıldır. Din aynı zamanda, kendisine aklı muhatap almaktadır. Dinî sorumluluk akıl iledir. Aklı olmayanın dini olmaz. Aklı olmayan kimsede, bilgi de sözkonusu değildir. Zira insan aklı ile insandır. Bu nedenle ilmin din ile çatışması, bunların birbirine ters düşmesi düşünülemez. Ancak tarihin bazı dönemlerinde ilim din çatışmasının varlığı da bir vakıadır. Bunun sebebi de, dinin ruhunun iyi anlaşılamama-sıdır. Bu konuda yine Mehmet Âkif söyle der:

Mütefekkirlerimiz dini hiç anlamamış;
Rûh-u İslâm’ı telâkkileri gayet yanlış.
Sanıyorlar ki: Terakkiye tahammül edemez;
Asrın âsâr-ı kemâliyle tekâmül edemez.
Bilmiyorlar ki; Ulûmun ezil dâyesidir,
Beşerin bir gün olup yükselecek pâyesidir.
Mündemiç sîne-i safında bütün insanlık,
Bunu teslim eder insafı olanlar azıcık. (15)

Din, Hak din ise, yani hurafe ve bâtıl inançlarla asliyyeti bozulmamış ise, ilim de gerçeğe ulaşmış saf ilim ise, yani bir konuda artık son sözü söylemiş ve aksine ihtimal kalmamış ise, böyle bir din ile böyle bir ilmin çatışması söz konusu değildir. Bilakis bunlar birbirini tamamlayan iki unsurdur, iste "Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür." sözü bu gerçeği dile getirmektedir. Bu tarife uygun yegane din de islâm’dır. (16)

(1) Alak Sûresi; Âyet: 1-5.
(2) Âl-i imrân Sûresi; Âyet: 18. (3] Mücâdele Sûresi; Âyet: 11. [4] Zümer Sûresi; Âyet: 9. (5) Fâtır Sûresi; Âyet: 28. (B) Ankebût Sûresi; Âyet: 43.
(7) Buhârî; İlim, 10.
(8) Ibn-i Abdilber, Cami’u Beyan’il-llm, S.33.
(9) A.g.e., S. 126.
(10) Ibn-i Mace C. 1, S. 81, Hadis No: 224.
(II) Ibn-i Mâce; C.2, S.1395, Hadis No: 4169; Tirmizi, C.5, S. 51, Hadis No:2687.
(12) Tâ-hâ Sûresi; Âyet: 114.
(13) Osman KESKİOĞLU; İslâm’da Eğitim ve Öğretim; D.I.B. Yayınları, Ankara 1987, S. 5,8,10.
(14) Mehmet Âkif ERSOY, Safahat, İst. 1975, S. 418. (15)ERS0Y; a.g.e., S.185, 186.
(16) Dr. Ahmet GÜRTAS; Atatürk ve Din Eğitimi, Basılmamış Doktora Tezi, Konya 1993, S. 143.