Makale

21. ASRA BAYRAK AÇAN 700. YIL (1299-1999) KURULUŞA KADAR TÜRK TARİHİ

Tahsin YAPRAK / Em. Ankara Merkez Vaizi,
Hacı Bayram Camii Hatibi

21. ASRA BAYRAK AÇAN 700. YIL (1299-1999)

KURULUŞA KADAR TÜRK TARİHİ

Biz 21. asrın eşiğine adım atan nesilleriz. 700 yıl önce 14. asrın kapısını Osmanlı Devleti’nin kurulusu ile açan ecdadımızla aramızdan tam yedi yüz yıl geçiyor. 1299’dan 1999’a uzanan 700 yıllık devre, cihan tarihinin unutulmaz ve Türk-islam tarihinin “ALTIN ÇAĞI.”
Moğol ve Haçlı istilâlarıyla talan edilen, Bizans entrikalarıyla fesad kazanı haline getirilen Diyar-ı Rum’da, Türkleşmiş ve islamlasmıs bir “Anadolu Birliğinin şekillenip, 13. asrın doğurup 14. asrın beşiğinde büyüttüğü “Devlet-i Ebed Müddet”in ihtişamla eşiğine ayak koyduğu 21. asra bayrak açan 70ü. yıl... Kıtaları ve asırları gölgesi altına alan "Koca Çınar”ın Söğüt’te dikildiği 700. yıl.
M.Ö. 25G0 yıllarından beri tarihte; en çok, en büyük ve en uzun ömürlü, devrinin en hakkaniyetçi ve en medeniyetçi devletlerini kurmuş ve bu konuda tecrübe, birikim ve özel karakteristik vasıflara sahip olan Türk Milleti’nin, dünyanın en karışık asrında kurduğu Cihanşümûl “Osmanlı Devleti”, hâlâ dünyanın en önemli olayıdır.
4500 yıl öncelerden başlayan “Türk Devleti Geleneği”nin ilk dönüm noktasında yer alan Asya Hun İmparatorluğu, devlet düğümlerinin devamı olan Batı Hun İmparatorluğu, Göktürk imparatorluğu, Doğu Göktürk, Batı Göktürk devletleri, Uygur devletler silsilesi, Gazneli, Karahanlı ve Büyük Selçuklu Devleti, Oğuzlar, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve aralarında kurulmuş olan belki yüzlerce Türk devletleri, adları ne olursa olsun, hatta şekilleri farklı farklı bile olsa hepsi Türk Devlet Geleneği Tarihinin birer halkasıdır, birer devresidir, hepsi birbirine nöbet devreden aynı "Devlet” ve “istiklal” idealinin ve mefkûresinin devamıdır. Hiçbirisi kendinden sonrakinden ve öncekinden ayrılamaz, koparılamaz.
Bu teselsülden dolayıdır ki, Devlet Şeceremizin dallarında aşiret, boy, hakan, kağan, sultan, padişah, cumhurbaşkanı gibi ayrı ayrı adlarla vasıflanmış olsa da, herbiri kendi devirlerinin dağınık insanlarını devletleştiren ve milletlestiren silsile, varlığını yaşatma ruhu içide devam etmiş ve 20. asırda öyle bir Devlet Kültürü Geleneği oluşmuş ki, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ile Cumhuriyet kültürüne erişmiştir. Aynı zamanda dağınık yasamdan, yerleşik yaşayış kültürüne geçerek, hayat sisteminde devletin tabanına milletin yerleştiği, kendi kendini idare ve idaresine hakimiyetini koyduğu parlamenter sistemle, devletler tarihinde "Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak yerini almıştır. T.C. Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 büyük Türk Devletini resmeden yıldızların ortasında “Güneş” ile temsil olunmuş Türkiye Cumhuriyeti, istiklal ve hürriyet karakterinin ve devlet kurma tecrübesinin, fasılasız “Devlet-i Aliyye Ruhu ve Devlet-i Ebed Müddet Mefkuresiyle” yasadığını 4 bin yıldan beri isbat edegelmistir.
Bu millî mefkûremizi, millî sairimiz Mehmet Akif Ersoy’un milletimize tercüman olarak yazdığı ve T.B.M.M.’nce, Gazi Mustafa Kemal Pasa’nın başkanlığında gözyaşları içinde ve ayakta okunarak Millî İstiklal Marsımız olarak kabul edilen manzumede şu kıta ile tescil etmişiz:

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”
Evet, ben de diyorum ki:
Öz ruh kökümün istihkakıdır Hürriyyetim,
Kültürümün istihsalidir medeniyyetim,
Milletimin istiklalidir Cumhuriyyetim,
İnsanlığın güneşidir benim Devletim,
Hakkın yılmaz bekçisidir yüce Milletim.

KURULUŞA DOĞRU
Batıdan Haçlı seferlerine, doğudan Moğol baskınlarına göğüs gere gere, şehid kanlarıyla tarihe parlak sayfalar yazan Selçuklu Türkleri, Bayrak yarışını veya devlet nöbetini Oğuz Türklerine devrederek tarih sayfalarına çekilmiş ve Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır.
İlâhî takdir eli, bu beyliklerden birini, Bizans’ın hemen sınırına yerleştiriyor. Zira kaderin mânâ sırrına erenler bilirler ki, Anadolu’ya daha önceki yüzyıllar da çeşitli görüntülerle gelip yerleşmiş olan pek çok meslek ve sanat erbabı ve Horasan erenlerinin ve Türkistan’da yetişen tasavvuf dervişleriyle ulemasının mekan tutmuş olması, herhalde hikmetsiz olamaz. Bu Türkmen Erenleri Konya, Eskişehir, Bursa, Bilecik, Kütahya ve Ankara topraklarında yoğunlaşmış, bu çevreyi dergah haline getirmiş, Mevlâna, Yunus, Seyh Edebâli ve Hacı Bektaş Velî dergahlarından esen manevî rüzgarlar geleceği yönlendirmiştir. Öteyandan Bizans içine serpilerek, İstanbul’a sızmışlar, itimad kazanarak idare makamlarına ve kilise kürsülerine kadar girerek bir keşif ve istihbarat teşkilatı gibi organizasyon kurabilmişlerdir.
Oğuz boylarının bütün aşiretleri kol kol şarktan garba ilerlerken herbiri bölge bölge yerleşiyordu. Bunlardan Kayı boyu da köy köy çadır kurarak Rum köylerini Türk köyü haline getiriyor, Boy beyi Ertuğrul Bey’in maiyyetinde, manâ erenlerinin ve ilim-irfan ikliminin sultanı Pir-i Türkistan Hâce Ahmed Yesevî yurdundan başlayan yolculuk, Söğüt yaylasına otağ kuruyordu. Ertuğrul Bey Gazi vefat edince yerine küçük oğlu Osman Bey Gazi, Boy meclisinin (Divan) kararıyla Boy beyi olmuştur.
Osman Bey Gazi, kardeşleri arasında yetişme bakımından çok farklıydı. Çünkü onu dere tepe koşturan at, oku ve yayı ile birgün yolunu Horasan erenlerinden Ahi Şeyhi Edebâlînin bir Rum köyü kenarında açtığı dergâhına uğratmıştı. Yoluna Seyh Edebâli çıkmıştı. Söğüt ile Eskişehir arasında, Sakarya vadisine bakan tepelerin arasında itburnu köyünde, Kayı boyunun Osmancık’ını cevher yüklü bir yiğit olarak bulup keşfetmiş, zahir olayların perdelediği gerçek hedefe doğru yöneltmiş bir kuyumcu ustalığı ile işlemiş, hedefini Anadolu Birliğine çevirmiş, yönünü Devlet kuruculuğuna, gönlünü Hak ve halka hizmet askına döndürmüştü. Osmancık’tan Osman Gazi Bey çıkaran ve tarihe dev bir eser armağan eden Seyh Edebâlînin devlet mimarlığına ve gönül sultanlığına başka delil aramak zaittir. Gönüllere ilham ve iradeye işaret veren mübarek bir rüya ilahi takdir sırrı ile yorum irfanına açılmış, manâ âleminde Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan bir Hilal, Osman Bey’in göğsüne girmiş, ve Osman Bey’in göğsünden çıkan ulu bir çınar ağacının dalları, doğuya, batıya uzanmış, ileride gölgesi altına girecek olan bütün ülkelerin üzerine açılmıştı. İste bu rüyanın manâ irfanıyla yorumu İlahî takdir iradesine ısık tutmuş, Seyh Edebâli kızı Malhun Hâtunu Osman Bey’e nikahlamış, kader sırrının icabını yerine getirmiş, yine kader kaleminin çizdiği Devlet çizgisini göstermiştir.
Bu takdir çizgisine âsina olan, devrin kutup yıldızları Mevlânâ, Yunus, Hacı Bektas Veli ve Seyh Edebâlî dörtgeninde, köşetaslarının ittifakları ile Anadolu Birliğine ve Devlet Kurulusuna açılan kapının anahtarı Seyh EdebâlTye teslim edilmiştir. Zira Kayı Boyu, onun yurduna konmuş ve onun manevî tasarrufuna tevdi edilmiştir.
623 yıl üç kıtaya hükmettikten sonra ve yerkürenin erişilen her noktasına hürriyet ve adalet bayrağı diken, ezan ve Tevhid götüren, Kur’an-ı ve islamı kurak insan gönüllerine uzatan, din ve vicdan hürriyeti, insan haklarına ve insan sevgisine saygı dağıtan ve sonunda dışardan Haçlı saldırılarıyla, içerden fitne ve fesat fırtınalarıyla sarsılarak devlet nöbetini, Türkiye Cumhuriyeti Devletine teslim eden Osmanlı imparatorluğu; mektebleri ve camileriyle, türbeleri ve imaretleriyle, kervansaray ve köprüleri ile, millî ve dinî kültür eserleriyle Bilecik ve havâlisinde tarihî varlığını hatırlatarak yasamaktadır.

Alplerin şahlandığı topraklardır Söğüt yaylası,
Erenlerin kaynaştığı dergahtır Türk’ün obası.

Ezanı, Kur’an’-ı diyar diyar yaymaktır davası,
Hak ve hürriyetle istiklaldir en büyük sevdası.

Kökten tomurcuğa sardı bu âlemi Koca Çınar,
Ertuğrul’un haymesinden işte böyle Devlet doğar,

Osman, Orhan, Fatih, Yavuz, Kanuni devirler açar.
Oğuz köklü Kayı Boyu taht kurmuştur cihana aşikâr.

İşte! Boy atası Ertuğrul Gazi kahraman ceddimiz,
İşte! Oğlu Osman Bey, Savcı Bey, Gündüz Beylerimiz,

İşte! Hasan, Abdurrahman, Turgut, Aykut Alplerimiz,
İste! Saltuk Alp, Konur Alp, ve Mihal Gazilerimiz.

Dere tepe her karısı Gazi olan Bilecik’te,
Yatar Seyh Edebâlî, nöbet tutar kutlu beşikte...

İşte böyle Alperen ve dervişgazileri, kahramanları bağrında taşıyan âdetâ ikinci Türkistan; Söğüt ve Bilecik.
NESRÎ TARİHİ ERTUĞRUL GAZİ Yİ SÖYLE
TAVSİF EDİYOR:

“Ve Ertuğrul dahi gayet dindar ve namdar, Vve şecaatiyle marûf kişiydi. Zühd-ü tak- vâ’da ve salâhda ol zamanın meşâhirindendi.”
Yine Neşrî tarihi Osman Gazi hakkında, misafir kaldığı odada Kur’ân-ı Kerim’i görünce gece sabaha kadar uyumadan geçirdiğini ve (hiç uyumadı sanılmasın diye) gözlerini yumduğunda, gördüğü rüyada "Hak celle ve alâ kıbelinden buna denüldü ki:”
“Ey Osman, çün sen benüm Kel’amıma hürmet-ü tazîm idüb izzet-ü ikram eyledün, ben dahi seni ve senün evladını ve etbâını, eşyamı, âlemde ebedi muazzez-ü mükerrem-muhterem kıldım.” müjdesi ile uyandığını kaydetmektedir. Buna benzer bir rüya diğer tarihlerde Ertuğrul Gazi’ye de is- nad olunmaktadır. Fakat olayın aksine bir kayda rastlanmıyor.
Asık Pasazade’de Tevârih-i Âl-i Osman’da su kıtayı düşüyor:

"Kusandı din kılıcın bile Osman
Ki ide İslam’ı izhar Osman,
Açıldı fırsat-ı İslam kapusu
O kapunun miftahı oldu Osman.
Çü küfr-ü zulmet-ü rûm’u alubda
Diler kim âlemi nur ide Osman.
Muhammed ümmetinin serveridir.
ülubdur mucize mazhar Osman.”

Asık Paşazade, TAO 11 ve 12 sayfasında su hadiseyi naklediyor :
“Osman Gazi dahi Eskişehir’in Hamam yöresinde [pazar] turgurdu, etrafın kâfirleri dahi gelürler- di. Bir gün Bilecik pazarcı kâfirleri gelmiş ve hem Germeyandan (Kütahya) dahi gelmişler. Ve Bilecik’te kâfirler iyi bardak düzerlerdi. Yükle pazara satmağa getürmüşler. Germeyanlı, bunun bardağını almış, nesne virmemüs. Bu kâfir gelüb Osman’a şikayet eylemüs, Osman Gazi dahi ol kişiyi getürmüs, belki döğmüs, dahi kâfirin hakkını alıvir- müş. Gayet iyi yasak itmüş. Herkez, Bilecik kâfirlerinin avretleri dahi Eskişehir pazarına gelürler, pazar iderlerdi emn-ü emanla. Bu Bilecik kâfirleri gayet itimad itmüslerdi, bu Türk bizimle iyi doğruluk ider dirlerdi."
Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi’nde s. 39’da su tesbiti yapmıştır: " Türkler İslamiyet’i kabul edip, İslam dünyasına, daha sonraları da sıra ile Anadolu’ya, Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya hakim olunca, bu millî an’ane- lere ve İslam’ın yüce dini ve hukukî prensiplerine bağlı kalarak asırlar boyunca, birçok yabancı kavim, din ve mezheplere hak ve hürriyet bahsetmekle cihan hâkimiyeti ve dünya nizamı davalarını da en yüksek bir dereceye eristirmişlerdi.
Bu adil ve İnsanî dünya nizamı mefkûresi ve tatbikatı sayesindedir ki Bizans İmparatorluğu’nda baskı ve zulüm gören birçok hristiyan kavimler, daha sonra da katolik tahakkümü endişeleri karsısında milli varlıklarını ve dinlerini kurtarmak isteyen bizzat ortodoks ve diğer milletler Türk Hakimiyetini tercih etmişlerdir. Bu tercihin Bizansa karsı bizzat Rumlar tarafından yapıldığına dair pek çok misal vardır. Hatta 16. asırda papalığın tahakkümü ve zulmü karsısında hürriyetine kavuşmak isteyen Almanya protestanları da, adil Osmanlı idaresinin imdada yetişmesini arzu ediyorlardı. Hristiyan devletlerin, ortaçağda olduğu gibi, modern çağlarda bile müslümanlara hiçbir hayat hakkı tanımadıkları, “hıristiyanlık ve ölüm” sıklarından birini tercih durumuna düşürüldüklerini hatırlayınca durum daha iyi anlaşılır.”
Bu tesbiti tarihin gerçek vakıaları ışığında yapan müellif, aynı eserin 42. sayfasında su hükme varıyor: “Gerçekten Osmanlı imparatorluğu, siyası istikrarı, İçtimaî adaleti, ve bünyesinin sağlamlığı, kavimler ve dinler arasında kurduğu ahengi (nizam-ı âlem] şuur ve iradesiyle çok yüksek ve ince idare makinesi, kudretli ordusu, yüksek askeri tekniği, geniş hukukî faaliyetleri ile ve nihayet edebiyat, sanat ve mimaride vücuda getirdiği ihtişamlı eserleri ile de tarihte müstesna mevkiini almıştır.”
Bütün tarihi tesbit ve kaynaklarda görülüyor ki, Osmanlı’nın kuruluş ve temel yapısında esaslar; haktır, hürriyettir, hukuktur, din ve vicdan, inanç ve düşünce serbestliğidir, laikliğin gerçek tatbikatıdır.
Osmanlı devletinin kurulusuna önce dışardan destekle, kuruluştan sonra da Osman Bey’in yakın silah arkadaşı ve dostu olarak, kılavuzlukla katkıda bulunan ve Bizans içinde sorumlu bir mevkide görevli Bizansın Harmankaya Tekfuru Köse Mihal, kurucular erkanı arasında çok tipik bir şahsiyettir. Kafkaslar ve Karadeniz, Kırım yoluyla denizden İstanbul’a gizlice girmek isteyen Köse Mihal’in ailesi ve arkadaşları, denizden fırtınaya tutularak Sinop sahillerine çıkmış, Bizansın gözcülerince yakalanarak İstanbul’a götürülüp kralın huzuruna çıkarılmış, bunların cesur, güçlü ve itimad edilir adamlar oldukları kanaatine varılarak Bizansın kuzey doğu sınırında Gölpazarı - Taraklı - Göynük bölgesinde iskân edilmişler ve hemen Bizansın müstâhkem mevkii olan Harmankaya Kalesi Komutanlığı’na tayin edilen Köse Mihal Söğüte yakın bir bölgeye yerleşmiş oldu. Irkî bakımdan Türk asıllı ve dinen ordotoks olduğu anlaşılan Köse Mihal, 1283 yılında İnönü’de Osman Bey ile karşılaşıyor. (Hammer c. 1, S. 95, T.T.E.M. Osmanlı Tarihi C.1 s. 573 Necib Asım, M. Arif, E. H. Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri s. 150 ve 152, I. Milletlerarası Osmanlı Semp. Bildirisi, 992 de VII. Osmanlı Semp. Bildirisi, Nesri Tarihi: 400.)
MİHAL GAZİ VE OSMAN GAZİ
DOSTLUĞUNUN
KURULUŞTAKİ YERİ
Bilecik tekfurunun Osman Bey’e kurduğu suikastı, Osman Bey’e bildirip hem Bilecik fethini, hem de Osman Bey’in tedbir alıp kurtulmasını sağlayan, Bursa fethinde Orhan Bey’in yanında hem bas komutan, hem de bas murahhas olarak diplomatlık yapan, kendisine kılıç hakkı olarak verilen bütün emlakini millete vakfeden, üç asır müddetle evladı Osmanlı akıncı birliklerine komuta eden, tekfurluktan gaziliğe ve ilk Osmanlı Sancak- beyliği’ne yükselen fedakâr dost, Kahraman Mihal Gazi’nin türbesi İnhisar ilçesinin Harmanköyü’nde bulunmakta ve hala milli nöbetini tutar gibi durmaktadır.
Son devirde unutulmaya terkedilmiş ve yıkılan türbesiyle çevresine hüzün veren bir durumdan çıkarılması için yıllarca tarafımdan yapılan tarihi araştırma, çalışma ve ilgili makamlarla temas neticesinde, Osmanlı sempozyum bildirileri, radyo konuşmaları ve basında yer alan yayınlarımla su yüzüne çıkmış, Bilecik valilerimizce ve bizzat Sayın Refik Arslan Ûztürk Bey valimizin sahihlenmesi ve özverisiyle türbesi yeniden inşa edilmiştir. Sultan Abdülhamid, Mihal Gazi ile Osman Gazi dostluğunun hiç unutulmamasını sağlamak için, Söğüt’te Ertuğrul Gazi türbesi yanındaki Osman Gazi’nin muvakkat kabrinde bir gece yatmış olan Mihal Gazi için bu beraberliği ifade eden bir kitabe koydurmuştur. Halen bu kabir üstünde duran kitabe şöyledir:
Badi-i saltanat Sahib’ül gaza Osman Han
Yedi yüz yirmi altı dahil- i selam oldu
Medfenden alub da Bursa^a nakletti Orhan Han,
Medfeni Mihal Gazi içün San-ı makam oldu.
Aşık Paşazade TAO’de s. 11 de Harmankaya Bey’i Köse Mihal vardı, onunla bile gayet dostluk ederdi. Bir veçhile bunların aralarında bir gûnâ hâl-ü kal vâki olmadı” diyor. Söyle bakınca zahirde biri Türk- İslam, diğeri Bizans kültürü içinde yasn yan iki beyin olup da (Allah için fedai inag Dostu) olabilirler. Bu hususta tarihler müsbet menfi şeyler söylendiğini yazarsa da, gerçekleri yazanlar, Osman Bey’in, Mihal Gazi’den samimi hizmetler gördükçe “Mihal kardeşim, bu hizmeti ancak bir Müslüman Türk yapabilir." diye kucaklıyor ve onun hakkında yapılan dedikodulara şu cevabı veriyordu.” diye kaydediyor ve özellikle Ahvali Mihal Ga- zi’de Mehmet Nüzhet Paşa Osman Bey’in sözünü naklediyor: (Ali Çelebi ve Erbabı Tevarih rivayetine göre), “Mihal Bey bize yârı ğardır. Ve nice gazalarda ve seferlerde sadakatla namdar, vacib-ür riaye bir gamhavar-ı vefadardır ki zahiren küfründen başka ayıbı yoktur. Ümiddir ki o noksanı dahi an kariyb Kemal-i İslam ile mübeddel ola.” (VII. Osmanlı semp. Bil. T.Y. s. 67.)
Tarih sahnesinde dostlukları çok önem taşıyan bu iki Cengaverin karşılaşmalarını Suzi Çelebi Gazavat- namesinde s. 181 ve Oruç Bey TAO s. 9 - 10’da, Asık Paşazade TAO s. 13, Hadid TAO v. 17. a, Llıtfi TAO s. 19’da aynen naklediyor. Neşri s. 119-120, Solakzade Bursa fethi sırasında hidayete erdiğini kaydettiği meşhur Müslüman olma hadisesi şöyle:
“Osman Gazi’nin Seyh Edebali kızıyla evlendiğinin ertesi sabahı arkadaşlarıyla ava çıktığı sırada nagâh Rum tarafından toz belürdü. Tozun içinden bir süvari çıka geldi. Cebe ve cevşenle müzeyyen, meğer kafir beylerinden imiş, Konstantin’in benam adamlarından imiş. Gelip meydanda çağırıp eyitti kim bu aranızda Osman adlı adem var mıdur? Osman’ı gösterdiler, heman dem atundan inüb Osman’ın ayağına düştü, (Essalatü vesselam aleyke ya Rasûlellah) didi, Kelime-i Sehadet getürüp eyitti Ya Osman Gazi! Düşümde sizin Peygamberi, Muhammed Mustafa’yı gördüm. Bana Din-i İslam’ı telkin idüb Kelime-i Sehadeti ve Fatihayı ve sure-i İhla- sı bile öğretti. Eyitti: “Ya Abdallah! Sabah atlan, falan yerde bir gazi yiğüt vardır adı Osmandur, bu şeküllü yiğittir. Hak yolunda fi sebîlillah, gazaya niyet etmiştür, ve benim ak alemüm anun yanındadır, ona var tabi ol, benüm asıl adım Mihal’dir. Hazreti Risalet benim adımı Abdullah koydu. Eyitti ki: Osmanla Gaza Bile Bil Bağla, didi. Senün dahi neslün aleme dola, ced ber ced gazalar ideler, yanında anlanın mendar kimesneler olalar, ta Engürüs [Ankara] vilayetine değin İslam sancağını çeküp, İslam dinin aşikare ideler didi] çlın düşünümden uyandım. Yüzümün nurun berk urur gördüm, deyüp Osman Gazi’nin önünde tekrar Kelime-i Şehadet getürüp müslüman (luğun ilan) oldu.’’
Bazı tarihlerde, Kelime-i Sehadeti ve sureleri okuyunca, Osman Bey, hayret etmiş ve “Mihal kar desim sen bunları bilmezdin, nerden öğrendin? "diye sormuş, Mihal Gazi de iste bu rüyasını anlatmıştır. Bunu dinleyen Kayı Boyu büyükleri, tekbirlerle şükür secdesi yaparak, “Elhamdülillah ahir ömrümüzde bu günü de gördük” diyerek tebrik etmişlerdir. Hulasa bu tarihi İnag dostluğunun kaynağı iman ve İslam olmuş ve kardeşlikle devam etmiştir.
KURULUŞ KUTLAMASINA DOĞRU
YAPILMASI GEREKENLER
Böyle asil ve halis duygular ve sağlam mefkûre ile kurulmuş olan Osmanlı Devleti’nin kurulusunun 700. yılına yaklaşırken, milli vicdanda millet kültürümüzde aynı sarsılmaz temellerin yasadığını görüyoruz. Dünyada en zengin tarihi kültüre ve geleneğe sahip milletimiz, istiklal bayrağımızı dalgalandıran Türkiye Cumhuriyetimiz; geçmişine saygı ve bağlılığını ve tarihinden teslim aldığı manevi varlıklarına verdiği önemi göstermeye devam etmiş ve 700.yıl kutlamalarını, dünyaya tanıtacak bir program ve hazırlıklar yapmak kararı almıştır.
Milletçe beklediğimiz böyle asil ve yüce bir devlet kararının müjdesini, Osmanlı Devleti’nin doğduğu beşik olan, burcu burcu tarih ve ecdad ruhlarının kokusuyla insanımızı mesteden Bilecik ilimizin değerli valisi Sayın Refik Aslan Öztürk’ten aldım. Hizmetleriyle hem ecdadımızı hem de günümüz halkını ve nesillerimizi hosnud eden Sayın Valimizin müjdesinden aldığım mesajla ben de o beşikte doğmuş bir evlad olarak üzerime düsen milli ve dini vazifemi yapmak ve bu kutlamaya katılmak istedim. Nasıl istemezdim ki, o mübarek toprakların insanı bizden hizmet bekliyor. Toprağı vatanlasdıran, milletimi devletleştiren, kahramanlar, şehidler, gaziler bizden hizmet bekliyor.
Bilecik’in manevi valisi, devletin manevi mimarı Seyh Edebali ve onun kızı ki Osmanlı Devleti’nin kurulusunda “Yuvayı kuran disi kus” olarak tam manasıyla yerini almış olan Malhun Hatun ve diğer yakınları ile Bilecik hala, ülkemizi ve halkımızı, dinimizi ve devletimizi himaye kanatlarıyla sarmış Hayme Ana (Ana- Çadır] mana ve mahiyetinde bulunmaktadır.
Etrafında alperenlerin kışlası, devletin karargahı olan Söğüt, 700 yıldan beri yapılagelen an’anevi Yörük Bayramı Ertuğrul Gazi İhtifali ile devlete, tarihe ve ecdada gösterilen saygı ve sevginin sergilenişidir. Fakat hemen söyleyelim ki panayırıyla birlikte, Osmanlı Sempozyumunun yapıldığı Söğüt’te on- binlerce insanın toplandığı bir hafta boyunca ihtiyaç duyulan misafirhaneler, konferans ve temsil salonları, sempozyum ve panel salonları, yemekhaneler, sergi, spor, gösterileri ve diğer sosyal ve kültürel faaliyetler için gerekli tesisler hala yapılamamıştır.
Geçmişte çekilen sıkıntıların ne derece büyüyeceğini, 700. yıl kutlamalarının toplayacağı yüzbinlerce insanın neler çektiğini tahayyül etmek bile istemeyiz. Bu sebeple iki buçuk yıl gibi kısa bir zaman kalmış olan 700. yıla, şimdiden hazırlanmak ve Bilecik Söğüt gibi merkezlerde en az iki bin, üç bin, beş bin kişilik salonlar ve misafirhaneler, tesisler yapılmak zarureti karşısındayız. Bilecik ilimizi ilçelerine ve ilçelerimizi birbirine bağlayan karayollarımızın durumu, günümüzün trafik kesafetine ve hızına cevap vermekten uzaktır. Hele Söğüt ile inhisar - Yenipazar, Gölpazarı bağlantı yolları ki önemli bir kısmı Sakarya boyunca iki vasıtanın yanyana geçiş vermesine bile müsaid değildir. Mermer ve maden ocaklarının malzemesini taşıyan ağır vasıtaların korkunç tehlikelerle karşılaşması kaçınılmazdır.
Özellikle Kurulusun bütün safhalarında ve bölgenin fethinde önemli hizmetleri geçen Mihal Gazi’nin yattığı Harmankaya Köyü’nü, Söğüt’e, Bilecik’e bağlayacak olan Koyunlu Köyü bağlantısı kaç yıldır uygulanamayan bir projedir ki yaz, kıs iklim şartlarında hiç kapanmadan ekonomik ve turistik ulaşımı sağlayacak en kestirme yoldur, açılması hayati bir zarurettir. Diğer ilçe ve köy yollarının genişletilerek asfaltlanması ve trafik nizamına uygun hale getirilmesi, çevre zirai mahsûllerinin sağlığı açısından da çok önemlidir. Keza Harmankaya’yı Gölpaza- rı’na bağlayan güzergah Mihal Gazi’nin türbesini Gölpazarı’nda yaptırmış olduğu imarathaneye, camiye, mektebe ve hamam gibi eserlere bağlamak bakımından asfaltlanması ve genişletilmesi gereklidir.
Hususiyle Türk İslam kültürünün Bizans Kültürü ile karşılaştığı Harmankaya Bölgesi’nin Sancak Beyi Mihal Gazi, (asıl adının Abdullah olduğunu yukarıda anlattım, lâkin halk arasında ilk adıyla anılması daha meşhur olmuştur] Dsman Gazi’nin ata binişinden vefatına kadar beraber koşup, 17 yıl birlikte aynı hedefe at sürerek, kılıç sallayan bu kahramanın türbesi ve köyünde merasim alanı, mutfak, misafirhane ve kültürel faaliyet salonu gibi tesisler bulunmamaktadır. Her yıl köyde Mihal Gazi etrafında toplanan on binlerce ziyaretçi, devlette ve tarihe saygısını gösterebilmenin çilesini yasamaktadır. Bu zor köy şartlan içinde bile bütün misafirler ağırlanır ve ihtifal yapılır. 700. yıla varırken bütün bu ihtiyaçların karşılanacağı hazırlık çalışmalarının yapılması gerekmektedir. 1299’da Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna beşik olan Bilecik ve Söğüt, Bozüyük ve İnhisar, Gölpazarı ilçeleri ve Harmankaya bölgesi, Yunanlılar’ın türbelerimizi kurşunlayarak yakıp yıktıkları yıllarda Kuvva-i Milliye ruhu ile milli istiklal savaşında Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in yanında bütün güçleriyle savaşarak, devlet geleneğinin kopmaması uğrunda pek çok şehid- ler ve kayıplar vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyetimizin kurulusunda da büyük fedakarlıkları bulunan bu mübarek toprakların evladı olarak, Sakarya Sava- şı’nın da içinde kavrulmuş Gazi halkımıza tercüman olmak dileği ile değerli valimize ve devletimize teşekkürlerimi sunuyor şu kıtalarımla milli vicdanımıza sesleniyorum:

Ecdada layık olmak farzdır bize bil ki YAPRAK!
Onların bıraktığı vatan için azdır ne yapsak!
Hepsini ilahi rahmete garketsin Rabbi Mutlak
Dünya durdukça payidar etsin DEVLETİMİ Cenab-ı Hak..