Makale

YAHYA KEMAL’İ ANARKEN

PORTRE

Bilal KEMİKLİ

YAHYA KEMAL’İ ANARKEN

Şair-i muazzam’ı ebedî âleme uğurlayalı tam otuz beş yıl oluyor. 1 Kasım 1958’de Cerrah Paşa Hastahanesi’nde şiir severleri yasa boğarken, başta bu yazının sahibi olmak üzere, onbinlerce hayranı daha henüz hayata gözlerini açmamışlardı. Ancak şiirinin tatlı temiyle ruhî varlığımızı beslediğimiz, çocukluğumuzda bir akıncı eri gibi hayallerle akınlara gittiğimiz, Yavuz’u, Kanuni’yi, istanbul’u ve Mehlika Sultan’ı sevdiğimiz o nadir üslûp ve gayretle tarih sahifelerini bize açan şair, yokluğunu unuttururcasına hep yanı başımızdadır.
Her ne kadar ölüm gerçeği insanı ürkütse de, "Baki kalan şu âlemde hoş bir seda imiş" düsturunu yaşayanlar, her zaman sevenlerinin yüreğinde yaşayacak bir yer bulmuşlardır. Yahya Kemal değil binlerin, bir milletin sevgilisidir. Hatta o, sadece hali hazırın değil, mısralarıyla ebedîleştirdiği tarihin de sevgisini kazanmıştır. Bu nedenle ona, yirminci yüzyıl Türkiyesi-nin sine-i milleti, sesi ve sedası dense yeridir.
Edebiyatta tarih yakınlığı ve dahası şiirle tarih şuuru rabıtası, Yahya Kemal’de adeta berraklığını, saf ve devingen akışını her türlü bendlere rağmen, bir an olsun durdurmadan idame ettiren bir nehrin şarıltısı gibi diridir. N. Sami Banarlı’nın yaklaşımıyla, "Yahya Kemal sanatını şekillendiren heyecan, Balkan şehirlerinde geçen bir çocukluk çayında başlamıştır. Her yaz şimale doğru asırlarca koşan eski Türk akıncılarının hasreti, bu sanatın, ilk ürperişlerini ortaya çıkarmıştır." Bu nedenledir ki, onun şiiri, okudukça insanı içine çeken ve sanki o şiiri yazı-yormuşsunuz gibi, sizde temini yaşatan bir özellik arzeder. Bundan dolayıdır ki, Süleymaniye’de Bayram Sabahı, o kutlu bayramları; Akıncı Şiiri, Evlad-ı Fatihan’ın akın seyrini; Mohaç Türküsü, Mohaç’ı yaratır ve bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer. Yahya Kemal’in hangi şiirini alsak, bir yaşamışlığın tatlı yorgunluğu, mefkurenin diriltici şartı kuşatır bizi.
Ne farkı vardır Namık Kemal şiirinin tarihden, şair bakışını oluşturduğu mûsikî ve sanatdan başka? 0 usta bir heykeltıraşdır, kalemini kelimelerin en güzeliyle, en nazik duyumları birleştiren ve doğruyu, güzeli, tarihî değer ve yargılarımızı ebedîleştiren.
Yahya Kemal, bir tarih şairi olduğu kadar, efsanevî bir aşk şairidir de. Gerçekte o, adım adım İstanbul’un fetihleri akınları, zafer ve kaybedişleri şiir çeyizinde işlerken, bohçasına koyduğu her şiiri hisseden, seven ve hissettiklerini ve sevdiklerini özümseyen bir şair olarak karşımıza çıkar. Bu çıkış, milli bilincin, keder ve tasanın tercümanıdır.
Bu gün bizim bu tercümanın anlattıklarına kulak vermek, "okumak ve anlamak, onun hâlâ Orta Asya bozkırlarının murakabesini unutmamış sesini, bir muhteşem imparatorluk tarihinin heyecan ve ahengi ile birleşerek yaptığı akisleri dinlemek" inkar edemeyeceğimiz ihtiyacımız olsa gerektir.
Bu vesile ile Üstad’ın "Kaybolan Şehir" şiirini, Bosna-hersek ve Azerbaycan’daki canlara yadigâr için arzederim.

KAYBOLAN ŞEHİR
Üsküp ki Yıldınm Beyazıd Han diyândır,
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yâdigândır.
Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle biz’di o.
Üsküp ki Şar-dağ’ında devamıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhlan
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahlan.
Ben girmeden hayâtı saf aklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İsâ Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Hülyama âhiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil, bunu duydum, için için...
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık,aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Yahya Kemal BEYATLI