Makale

İSLAMİ AHLAKIN TEMEL UMDELERİ

İSLAMİ AHLAKIN TEMEL UMDELERİ

Kemal Edib KÜRKÇÜOĞLU

Gayesi ve mâhiyyetî i’tibartyle yegâne aslî fıtrat, yâni insânî maya dînî olan, ifâdesini Kur’ân-ı Mübîn’de, Resûl-i Güzîn’de, Şer-i Metîn’de bulan İslam Dîni: ilâhî üstün ahlâktan, ahlâkî kemâlden iba­rettir. imân: Bu üstün ahlâk cümlesindendir; dünyâ saadetini, âhiret selâmetini sağlı yan ibâdetler: Ahlâkî kemâlin tâ kendisidir.

Fazîlet, fatânet ve İsmet örneği, kadınların ve ka­dınlığın gözbebeği Hazret-i Âişe anamıza mübarek eşi, iki Cihân Güneşi "Resûlu’llâh Efendimizin huyu nasıl­dı?" suâlini soruyorlar. "Onun huyu: Kur’ân’dı." cevâ­bını alıyorlar.

Kitâbu’llâh’a bakıyoruz; Allâh’ın: "Şüphe yok ki (yâ Muhammedi) sen bir azîm huy üzeresin." te’yîdi­ni görüyoruz (Kalem: 4). Vicdânlarımızı bu âyetten ge­len ışığın süzme hüzmeleriyle örüyoruz.

Beşerî nefsâniyyet yükünün altında bunalıp inli­yoruz; gönül gözlerimiz, rûh kulaklarımız açılınca Resûlu’llâh’ı bulup dinliyoruz. Ondan: "Ben, hemen an­cak, üstün ahlâkı tamamlıyayım, diye gönderildim." beyânını duyuyoruz. Bu gerçeğe uyuyoruz; gaflet ediyorsak, bilelim ki uyuyoruz.

Sîyer kitablarına göz gezdiriyoruz; yaprakları par­maklarımıza aşındırıp ezdiriyoruz. Doğuşundan Cibril’e muhâtab olduğu kutlu âna kadar geçen kırk yıllık mut­lu ve umutlu zamâna bakıyoruz; insanlık fezâsına çö­ken, hakîkatı kökünden söken şirkin hoyrat karanlığını, bir daha dönmemesiye koğuşundan, Tevhîd güneşi hâ­linde ebediyyen sön memesi ye ruhlara doğuşundan Kur’ân’ı ümmetine, ümmetini Allâh’ın sonsuz sahâbetine ısmarladığı vakte kadar gelip göçen 23 senelik mad­dî ve ma’nevî fütûhât ve füyûzât devresini, felahı ve salâhlı çevresini inceliyoruz; baştan başlayıp sona, devve çevresinden ona geliyoruz. Gözümüzde ve özümüzde bozukluk yok­sa görüp anlıyoruz ki, anlayıp inanıyoruz ki, inanıp biliyor ve öğreniyoruz ki, O: Kur’ân’ın müşahhas maâliydi; insanlığın kemâliydi; "üstün ahlâk" timsâliydi. Allâh’ın arslan velîsi, Resûlu’llâh’ın sevgili Ali’si; "İnsanla Kur’ân ikizdirler." demiş. Bu söz, yanlış anlaşılmadığı, eksik anlatılmadığı müddetçe doğrudur. Kur’ân’la ikiz olan insan: Ben, sen ve o olan insan değil, füyûzât-ı Ahmediyye ve rûhâniyyet-i Muhammediyye ile dolan, Ahmedîyyet ve Muhammediyyet pâyesini bulan insandır. Öylesine Kur’ân kemâlli, irfan maâlli, îman hısâlli insan: Ancak odur ki, "vücûdu âlemler için rahmet" ma’nâsında ihsân üstü ihsândır. Yoksa ben, sen ve o hüviyyetîndekî İnsanın bâriz vasfı: Nakîse ve nuksândir. İrfan erbabının, mükâşefe ve müşâhede ashâbının "insan-ı Kâmil" telâkkisi: Keyfiyyetin ancak Hazret-i Muhammed’e münhasır kalması hâlinde ve yalınız ona, o sonu gelmez sona izafe edilmesi şartiyle doğrudur. Kur’ânî maâlin, insânî kemâlin tek gayesi: Onun, o sonu gelmez sonun yolunda, îman ve irfan kolunda, nûrdan izinde, nûr denizinde ol­maktır. O: Odur; nebiler, velîler dâhil bulunduğu halde ondan başkası: Aslâ o değildir. Hakîkaî-ı Muhammediyye, gönüllere: Gönüllerin isti’dâdı ve ona intisâb ve inkıyadı nisbetinde in’ikâs eder, unutmayalım!

Akl: Akl-ı selîmdir; tarîk: Tarîk-i Müstakîm’dir. Aklin menşei ve muktedâsı, tarîkin mebdei ve müntehâsı; Kur’ân-ı Kerîm’dtr. Kur’ân-ı Kerîm de: "Hulûk-i azîm"dir. Ondan ayrı yol, ondan ayrılan, haktan uzaklaşan, bâtıla yaklaşan yol tutmayalım!

İslam Dînî: însâniyyet yeminidir; keffâretle dahi dönülmez. Tevhîd meş’alesiyle parlanmışken sönülmez.

İslam Dîni: Üstün insanlık ahdi; ileri İnsanlık cehdidir. Bırakılmaz, bu­lanık su olup akılmaz.

İslam Dîni: Ahlâkın tâ kendisidir; bu Dîn’in tebliğcîsî olan zât, yâni Fahr-i Kâinat: Verdiği örnekle, tuttuğu mukaddes ışıkla insanlığın ezelî ve ebedî efendisidir.

İslam Dînî: Allah’ın tükenmez rahmeti, bitmez inâyetidir; onun büyük Peygamberi: Hakk’ın ni’meti, halkın veliyy-i ni’metidir, O rahmet ve inaye­te, o ni’met ve veliyy-i ni’mete bütün insanlar da’vetlidir; bu salâh ve felâh da’vetine icâbet eden ümmet: Dünyâda devletlidir, kudretlidir, satvetlidir; ukbâda şevketlidir, izzetlidir, Cennetlidir.

Dînimiz: "Yürüyün!" diyor.

Dînimiz: "İlerleyin!" diyor.

Dînîmiz: "Koşun!" diyor.

Dînimiz: "Öne geçin!" diyor.

Dînimiz: "Yükselin!" diyor. Yürümeyip beklemişsek, ilerlemeyip emeklemişsek, koşmayıp bakınmışsak. Öne geçmekten sakınmışsak, yükselmeyip sürünmüşsek, gaflete bürünmüşsek idrâk ve i’tirâf edelim ki kusur bizdendir. Neticelerden İbret hâdiselerden ders almışsak, İslamî hüviyyette kat­mışsak bilelim ki kudret ondandır.

İslamî ahlâkın, üstün ahlâktan ibâret bulunan İslam Dîni’nin halkı oluş­turan, Hakk’a ulaştıran temel umdelerinin başı: Tevhîd akîdesidir; bir tek Allah İnancıdır. Bu akîde, bu inanç; Bahtiyâr vicdanların baş-tâcıdır; onulmaz derdlerin ilâcıdır. Şâhı da, gedâsı da o saâdetli tâcın, o şîfâlı ilâcın muhtâcıdır. Akîde ve İnanç; Dirilikten dirliğe, dağınıklıktan birliğe ulaşan insanlığın tek amacıdır; akîde buhranı, inançtan mahrûmiyyet husrânı: Acılar üstü acıdır.

İslamî ahlâk; Hakkı hakk, bâtılı bâtıl bilmeyi, hakk önünde mutiveat ve teslîmîyyetle eğilmeyi, bâtılı vicdandan silmeyi emr eder. Yükselesiye yücelmek: Hakkın şanı; yok olasıya yenilmek: Bâtılın nişânıdır. Cenâb-ı Hakk: "De ki: Hakk geldi; bâtıl (yenilip) yok oldu; çünkü bâtıl, yok olma­ğa mahkûmdur." diyor (İsrâ’: 81). Hakkı rehber edenler, Hakk rehberinin ardından gidenler: Kazanır. Hakkı unutanlar, bâtılı tutanlar: Gaybeder, he­lak olup gider. Bundan dolayıdır ki Resûlu’llâh Efendimiz, Allah’tan: “Bize hakkı hakk olarak göster ve ona uymayı nasîb et, bizel Bize bâtılı da bâtıl olarak göster ve ondan sakınmayı müyessel kıl, bizel" nîyâzında bulunmuş­lar.

İslamî ahlâk: Sözde ve özde, işte ve gidişte doğruluğu esas tutar. Müs­lüman odur ki: Sözüne İnanılır, özüne güvenilir; İşine özenilir, gidişine im­renilir. Ölçü ve ölçek, yalanlanmayacak gerçek: Budur.

İslamî ahlâk: Hulûs ister, ihlas ister. Nitekim Resûl-i Ekrem, sallâ’llâhu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz: "Yaptığınız işleri, sırf Allâh’ın rızâsını ka­zanmak için, gösterişten, her türlü (gizli ve kirli) maksaddan uzak tutun!’’ buyurmuşlar (Câ. Sa.).

Zengin: Sadaka verir, yardım elini uzatırken başkalarının görmesi ga­yesini güderse, Hakk borcunu halka ödünç verir gibi öderse;

Alim: ilmini başkaları bilsinler, duyanlar çevresine toplansınlar diye bir gösteriş haline getirirse;

Âbid: ibâdetini kendine i’tibâr edilmesi için bir vâsıta derekesine düşü­rürse, böylece herkesi etrafına üşürürse netîce: "Sıfıra sıfır elde hiç!" ol­maktan ibâret kalır; emeğinden mahsûl diye ancak yorgunluk alır. Bundan dolayı riyâya: "Gizli şirk" adı verilmiştir.

İslamî ahlâk îcâbı olarak: Müslümanlıkda aklı bırakmak, akl ışığını sön­dürdükten sonra nakle bakmak yoktur. lmâm-ı Müslim’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerif’te: "İnsanın dîni aklıdır; aklı olmayana din de yok!" buyurul­muş. "Din: Aklın tâ kendisidîr..." diye de nakledilmiş bulunan bu Hadîs-i Şerîf: Olur-olmaz aklın din olduğunu değil, dînîn (= Allah indinde yegâne mümtaz din olan İslam Dîni’nin) akla mütâbakatını ifâde eder. Peygamber Efendimiz; "Harâm kılınan şeylerden sakın; insanların en ibâdetlisi olursun!" demişler (Müslim).

İslâmî ahlâk: Üstün insanî ahlâktır. Bunun kaynağı: Kitâbu’llâh’tır. Kıtâbu’llâh: Hakk’ın son tecellîsi, halkın ön tesellîsidir. Ey insan, sana: "Bu hakîkati gör!" derler; unutma ki görmeyene: "Kör" derler.

Bir Hadîs-i Şerîfe nazaran: "Kullarından Allah’ın en çok sevdiği, huyca en ziyâde güzel olanlarıdır." (Müslim).

Diğer bir Hadîs-i Şerîfe göre de: "îmânın kemâli huy güzelliğidir." (Müslim).

Târih boyunca ahlâkı inkâr eden, haram olanı helâl sayan, Elest taahhüdünden cayan ferd ve cem’iyyetlerin derin ve korkunç bir Allahsızlık uçurumuna yuvarlandıklarını, bugün bu uçurumun derinliklerinde Marks afyonu, Engels ağuşu yüzünden milyonlarca insanın ızdırâb çektiklerini hepimiz biliyor ve görüyoruz. Ahlâk: Allahsızlık dalgalarına dümen kaptırmış yığınlar için yegâne halas "can kurtaran"ıdır. Tutunan kurtulacak, tutunmayan, tutunamayan kendini ebedî felâketin ortasında bulacaktır.

Bizler, Türk Milletinin ferdleri olarak, top-yekûn Türk Milleti olarak, Büyük Muhammed’in bahtiyar ümmeti olarak, bu sıfat ve hüviyyetimizle İslâm camiasının ve ileri insanlık ailesinin mes’ûd rüknü olarak Allah’ın ve Resûlu’llâh’ın îmânî ahlâk, irfânî ahlâk, hülâsa Kur’ânî ahlâk da’vetine koşalım; bu da’vetin hazzı ve inşirâhiyle coşalım!