Makale

BÜYÜK İSLAM BİLGİNLERİNDEN İMÂM-I MÂLİK b. ENES

İSLAM BÜYÜKLERİ ...

BÜYÜK İSLAM BİLGİNLERİNDEN İMÂM-I MÂLİK b. ENES

Dr. M. Esat KILIÇER

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Çağımızda yaşayan Müslümanların mensup bulundukları büyük mezheplerden birisi olan Mâlikî mezhebinin kurucusu İmâm-ı Mâlik, Hicrî 93 (M. 712) yılında Medine’de doğmuş, orada yaşamış ve seksen yıldan fazla bir Ömürden sonra yine Hz. Peygamber’in şehrinde, 179 Hicrî {M. 795) yılında bu dünyâdan âhirete göçmüştür.

Hadîs ve fıkhı, Rebîatü’r-Re’y’den öğrenmiş; Zührî, Nâfi’, Ebu’z-Zinâd ve Hişâm b. Urve gibi büyük fıkıh ve Hadîs imamlarından da ilim almıştır. Kendisi Tebe-i Tâbiîn’den olan İmâm-ı Mâlik, hem Tâbii âİimlerinden, hem de onlardan sonra gelen Tebe-i Tâbiîn’in Hadîs bilginlerinden Hadîs öğrenmiştir.

İmâm-ı Mâlik’ten rivâyet eden kimselerin sayısı bin kadardır. Abbâsî halîfelerinden Mansur, Mehdi, Hâdî, Hârun Reşîd, Emin ve Me’mun İmâm-ı Mâlik’in talebeleri arasın­da olduğu gibi tanınmış âlimlerden İmâm-ı Muhammed, imâm-ı Şâfiî, İbnü’l-Mübârek ve İbn-i Veheb gibi kimseler İmâm-ı Mâlik’ten rivayette bulunmuşlardır.

Mâlik b. Enes, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinden birçok dînî hükümler çıkarmıştır. Bu bakımdan kendisinin tefsîr İlminde derin bilgisi vardı. Hadîs konusuna gelince, O büyük bir muhaddistir. Hadîs İlminde kendisinin sahih rivâyetleri bir hüccet olduğunda âlimler birleşmişlerdir. "El-Muvatta’" ismiyle yazmış olduğu Hadîs ve fıkıh kitabı, çok mûteber ve faydalı bir eserdir. Eğer, İmâm-ı Zeyd’in yazdığı bildirilen "El-Mecmû" adlı kitap is­tisna edilirse, "Muvatta" bize ulaşan ilk fıkıh kitabıdır. Bu kitap, o vakit fıkıh tedvîninin ne dereceye ulaşmış olduğunu göstermektedir. Muvatta’, bir Hadîs kitabı olduğu kadar aynı zamanda bir fıkıh kitabıdır da. İmâm-ı Mâlik onu, Medîne icmâınca mu’teber sa­yılan fıkıh, kanun, âdet ve kullanıma bakarak, hükme muhtaç olan İşlere, Sünnet ve icmâdan nazarî hal çâreleri bulmak için tedvîn etmiştir.

Abbasî halîfeleri, Emevîler devrinde görülmeyen bir derecede, fıkıh ilmi alanında çalışan âlimlere hürmet ve i’tibar göstermişlerdir. Riviyete göre, Hârun Reşîd, İmâm-ı Mâlik’e haber göndererek, huzûruna gelmesini, oğulları Emin ve Me’mûn’a ilim öğret­mesini kendisinden isteyince, İmam Mâlik Halîfe’ye şu cevâbı vermiştir: "Allah mü’minlerin emîrini azîz etsin. Bu İlim sîzden çıkmıştır. Eğer onu sîz kıymetlendirirseniz, aziz olur; eğer onu hâkîr görürseniz zelîl olur. İlme gelinir, ilim gelmez." Bu cevap karşısında Hârun Reşîd, "Doğru söyledin" dedi ve iki oğluna mescîde gitmelerini ve herkesle be­raber İmam Mâlik’i dinlemelerini emretti, imâm-ı Mâlik onlara, herkesi çiğneyerek öne geçmemelerini ve oturanların bittiği yerden dersi takip etmelerini de şart koştu. Bu şe­kilde gelip ders dinlediler. Yine Hârun Reşîd hacca gittiğinde, Medine’de iken İmam Mâlik’e Muvatta’ adlı kitabını getirmesi için haber gönderdi. Fakat İmam Halîfe’nîn yanı­na gitmeyi reddedince: "Vallahi, kitabı ancak evinde dinleyebileceğiz." demek zorunda kalmıştır.

İmam Mâlik, Halîfe’ye, her ülkenin âlimlerinin oraya gelen Sahâbîlerden Hadîs ve fetvâ almış, kendi kullanımlarını da bunlara göre yakınlaştırmış olduklarını anlatınca, Ha­lîfe, bütün ülkelerin bir fıkıh kitabı ile amel etmesini istemiştir. Halîfe Mansur, İmâm’a şöyle bir teklifte bulunmuştur: "Ey Ebû Abdi ilâh, ilmi bir kitapla topla." Buna karşı onun cevâbı: "Ey mü’minlerin emîril Hazret-i Peygamber’in Ashâb’ı ülkelere dağıldılar. Her birisi bir şehirde kendi görüşü ile fetvâ vermiştir." şeklinde olmuştur. Mansur ise, bir kitabı her yere tamim ve herkesi onunla amel etmeye zorlayacağını söyleyince, imam Mâlik ona şu cevâbı vermiştir: "Ey mü’minlerin emîri! Böyle yapma, zirâ İnsanlar bir­çok içtihatları duymuşlar, Hadîs İşitmişler ve rivayette bulunmuşlardır. Her topluluk ken­dine ulaşanı almış, amel ettiği şeyi mûteber olarak kabul etmiştir. Onları inandıklarından çevirmek çok zordur, insanları oldukları gibi bırak. Her ülke kendisi İçin neyi seçmişse onunla amel etsin."

İmam Mâlik, kendi re’y ve ictihâdı hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Ben bir in­sanım. Bâzan yanılırım, bâzan da doğru olarak hükmederim. Bu bakımdan benim görü­şümü inceleyiniz; Kur’ân-ı Kerîm’e ve Peygamberimizin Sünnetine uygun bulursanız onu kabul ediniz; onlara uygun bulmazsanız onu reddediniz."

Peygamberimizin hicret evi Medine’nin yedi fakîhinin mîrascısı olan İmam Mâlik, hac zamânında Hicaz’a gelen imam Ebû Hanîfe ile görüşür, onunla ilim alışverişi yapar, onun kitaplarını mütâlâa ederdi. Bir yazarın anlattığına göre, İmam Mâlik, İmam’ Ebû Hanîfe’nin görüşlerinden, altmış bin mesele toplamıştı. Bundan dolayı İmam Mâlik’ten rivâyet olmadığı yerlerde, bir kısım Mâlikî İmamlarının, Ebû Hanîfe’nin sözü İle amel edilmesini tavsiye ettikleri görülmektedir.

İmam Mâlik, fıkhî bir âdeti İsbat etmek için Medînelilerin icmâını, yâni bir hükümde birleşmelerini de bir kaynak olarak almaktadır. Bu İcmâ’ın genel olarak Medîne âlimle­rince mûteber sayılmış olan görüş ve âdeti temsîl ettiğine i’timâd ederdi. Bunu, "Bu, bel­demizde, üzerinde İcmâ’ olunan şeydir.", "Bu, bizde ihtilâf olunmamış bir Sünnettir." sözleriyle ifâde ederdi. İmam Mâlik, Medînelilerin icmâ’ını, her devirde bir veyâ birkaç râvînin rivâyet etmiş olduğu "Haber-i Âhâd" üzerine de tercih ederdi. Çünkü onun gö­rüşüne göre, İcmâ’ daha kuvvetli olup, o konuda Hadîsin hükmünün kaldırılmış olduğuna delil teşkîl etmektedir, imam Mâlik Muvatta’ adlı kitabtnda kırktan fazla yerde Medîne­lilerin İcmâ’ını nakletmiştir.

İmam Mâlik, çağdaşı olan Mısırlı âlim Leys b. Sa’d’a yazdığı bir mektupta Medîne­lilerin İcmâ’ına uymayan görüşleri hoş karşılamadığını bildiriyor ve diyor ki: "Bizdeki cemâatin ittifâk ettikleri şeye aykırı olarak, çeşitli şekillerde, insanlara fetvâ vermekte olduğunu haber aldım. Sözünü ettiğim icmâ’, içinde bulunduğumuz Medîne ehlinin İttîfâkıdır. Siz ise ülke halkı içinde fazîlet, emniyet ve mevkî sâhibisiniz. Orada yaşayanlar sana muhtaçtır. Senden ne işitirlerse ona i’timâd ederler. Bu bakımdan kendi sorumlulu­ğunuzdan çekinmeniz, bizim tâbi’ olmakla kurtuluş ümîdettiğimiz şeye sizin de uymanız gerekir." Bu esâsa ilk defa İmam Mâlik başvurmuş değildir. Onun hocası Rebîatü’r-Re’y de bu yolu zikreder ve "Bin kişinin bin kişiye naklettiği, bir kişinin bir kişiye nakletti­ğinden daha hayırlıdır." derdi.

Muvatta’da geçen "Bizim görüşümüze nazaran" sözü imâm’ın —her ne kadar re’yi temsîl eden Irak mektebinin karşısında yer alan Hicaz mektebinin başında bulunmasına rağmen— amelî hayâtın gerektirdiği ihtiyâcı gidermek için, yeter derecede re’y kullan­dığını açıklamaktadır. Medîne Sünneti ve icmâ’ı bulunmadığı yerlerde re’yî çokça kul­lanmış ve bu yüzden itham bile edilmiştir, imam Ahmed ibn-i Hanbel’e;

— Kimin Hadîsini kabul eder, kimin re’yine İ’tİbâr edersin? diye sorulduğunda:

— Mâlik’in Hadîsini alır, onun re’yine i’1İbâr ederim, cevâbını vermiştir.

İbn-i Maîn İse, "Mâlik Hadîs ehli değildi, re’y ehli idi." demiştir. Bu bakımdan İmam Mâlik İle İmam Ebû Hanîfe arasında büyük bir fark yoktur. Ahmed İbn-i Hanbel’e "Ebû Hanîfe’nin ayıplanan tarafı nedir?" diye sorulunca, "Re’y ciheti" diye cevap vermiş, "İmam Mâlik re’y île hüküm vermemiş midir?’’ denilince, "Evet, o da re’yi kul­lanmıştır, Ama Ebû Hanife’ninki daha fazla idi." karşılığını vermiştir, İmam Mâlik, esâsen re’yi ile hüküm verdiğini kendisi i’tirâf etmektedir. Şöyle söylüyor: "Muvatta’da Hazret-i Peygamber’in Hadîsi, Sahâbe ve Tâbiîn’in sözleri vardır. Ülkemizdeki ilim ehli­nin durumunu nazara alarak re’yimi de beyân ettim. Onların çizmiş oldukları sınırların dışına çıkmadım."

İmam-ı Mâlik’in yolu, Hadîs yolundan çok re’y yoludur. İbn-i Şihâb ez-Zührî gibi Medîneli fakîhler Hadîse temessük tarafını tutuyorlardı, İmâm-ı Mâlik ise, Rebîa ibn-i Abdurrahmân, Yahyâ İbn-i Saîd ve Kesîr İbn-i Ferkad gibi re’y taraftarı Medînelî âlim­lere daha yakındı. İmam Mâlik Hadîsleri açıklıyor, onları Medine’deki teâmüle ve mesâlih-i mürseleye tatbîk ediyordu. Bu tarz, İmâm-ı Ebû Hanîfe’nin yoluna çok benzemek­tedir. Zîrâ o da Hadîsleri açıklamakta, onları Irak’taki amelî hayâta ve beğendiği İstihsâna tatbîk etmekteydi. İmam Mâlik’in mezhebi ile Ebû Hanîfe’nin mezhebi arasındaki ih­tilâf, her şeyden önce cogrâfî ve genel medeniyet sebeplerine dayanmaktadır. Üslûb ve tetkik tarzlarındaki ihtilâflar ikinci plândadır. Bu iki mezheb, ilk merhalelerinde iyi bir tanzîme muhtaç idiler. Bu tanzim işinin eksikliğini, ancak imam Şâfiî’nin mezhebinin te’sîri ile anladılar ve her iki mezhep, kendisine İntisap edilecek ve temsîle lâyık, seç­kin birer şahsiyet seçtiler. İslam ülkelerinden ilim ehli, İmam Mâlik’in yanına gelerek, ondan Muvatta’ı rivâyet ettiler ve bölgelerinde İmâm’ın ilmini yaydılar. Onun başta ge­len talebeleri Mısırlı olanlar idi: İbn-i Vehb, İbnü’l-Kaasım, Eşheb, İbn-ü Abdi’l-Hakem, Harîs İbn-i Miskîn ve diğerleri bunlar arasındadır.

İmam Mâlik, ilim bakımından ne kadar yüksek ise ahlâk, zühd ve takvâ, fazîlet ve kerem yönüyle de o kadar yüksek idî. Hazret-i Peygamber hakkında pek büyük bir sevgi ve hürmet beslerdi. Medine İçinde dâimâ yaya olarak yürür, hiçbir vakit hay­vana binmezdi. Halbuki oldukça servete mâlikti ve kapısında birçok binek hayvanları bulunurdu. Bir gün imâm-ı Şâfiî bunun sebebini sormuş, o da şöyle cevap vermişti: "Bir mübârek belde ki, onun toprakları İçinde ulu Peygamber’in muhterem cismi gömülü bu­lunmaktadır, ben orada nasıl olur da hayvana binebilirim?"

İmam Mâlik Medîne’ye büyük bir bağlılık gösterirdi. Hattâ Hârun Reşîd, kendisini halifeliğin merkezi olan Bağdad’a dâvet edince: “Ey mü’minlerîn emîri! Resûl-i Ekrem (S.A.), ‘Benden sonra bir kısım kimseler dünyâ milletlerini elde etmek için Medine’den çıkacaklardır, fakat bilseler Medîne kendileri için daha hayırlıdır.’ buyurmuştur. Artık revâ mıdır ki, ben bu mübârek beldeyi terk edeyim?" diye özür dilemişti.

İmam Mâlik, vakar sahibi, heybetli, metîn ve kanâatinden dönmeyecek bir yaradı­lışa mâlikti, ikrah yolu ile yapılan boşamalarda talâkın vâki’ olmayacağını kabûl ediyor­du. Bu mes’ele, ikrâh ile yapılan diğer yeminlerin de mu’teber olmadığını gösterir. 147 Hicrî târihinde Medine’de emîr bulunan Mansûr’un amca-oğlu Ca’fer b. Süleymân’a gam­mazlıkta bulunmuşlar, "İmam Mâlik, size yapılan biatteki yeminleri mu’teber tutmuyor." diyerek jurnalcılık etmişlerdi. Buna kızmış olan emîr, İmâm’a haber göndermiş, "mük- rehin talâkı" hakkındaki ictihâdından vazgeçmesini teklif etmiş, red cevâbı alınca, İmâm’a yetmiş kırbaç vurdurmuştu. Halîfe Mansur, olayı duyunca emîri azletmiş ve Bağdat’a ge­tirterek cezâlandırmak için İmâm-ı Mâlik’ten izin isteyince, İmam, "Hayır, ben onu af­fettim, ben Allâh’ın Resulü ve yakınlığı otan bir kimsenin kıyâmet gününde hasmı ol­maktan utanırım," diye cevap vermiştir.