Makale

HADİS VE SÜNNET

HADİS VE SÜNNET

Yazan: Çeviren:

Prof. Dr. M. HAMÎDULLAH Muharrem ŞEN

(France-İslam, Paris, Nisan-Mayıs 1967, s. 31) Din İşleri Yüksek Kurulu

Fransızca Mütercimi

Kelime olarak SÜNNET ile aynı mânada olan HADÎS, dinler târihinde çok nâdir raslanan, daha doğrusu benzeri olmayan bir şeydir, İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)’in hareket tarzı ve sözleri bahis konusudur.

Birçok dinlerin kendilerine has kitaplan vardır; Müslümanların Kur’ân-ı Kerîm’i gibi, Yahûdîlerin Tevrat’ı, Brahmanistlerin Vedalar’ı ve Puranalar’ı, Zerdüştlerin Avesta’sı da müntesiblerince Allah (C.C.)’ın kelâmım ihtiva ettiği ve Allah (C.C.) tarafından vahyedildiği telâkki edilir.

Budistlerinki bir tarafa, Müslümanların Sîyer kitaplan, Hıristiyan­ların İncilleri vs. gibi, din mübelliğlerinin hayatlarım nakleden kitaplar mevcuttur.

Fakat Hadîs’e gelince, bunun diğer medeniyetlerde herhangi bir kar­şılığı yoktur. Hadîs kelimesi “söz”ü, Sünnet kelimesi ise “davranış”ı ifâ­de eder. Hem sözü, hem davranışı aynı zamanda ifâde eden bir terim bu­lunmadığından, iki terime müracaat edilmiş, fakat bu kelimeler zaman­la kendilerinde olmayan mânâları da kazanarak eş anlamlı kelimeler ol­muşlar (ve şunu ifâde etmişlerdir: İslam Peygamberi’nin çeşitli vesile­lerle söyledikleri, yaptıkları ve mü’minlerin hareketlerine, zımnen göz yumduğu hâdiseler).

Bahis konusu olan, hususî olarak hazırlanmış bir bibliyografya de­ğil, sâdece Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hayâtı ve talimâtı hususunda bi­lâhare ana kaynak olarak kullanılmak üzere, külliyât halinde toplanmış rivayetlerdir. Bu rivayetlerin hepsi de Hz. Peygamber (S.A.V.)’in sahâbîlerinden gelmektedir ve nesilden nesile selâhiyetli kimseler tarafından

de çok nâdir raslanan, daha doğrusu benzeri olmayan bir şeydir. İslam günümüze kadar muhafaza edilmişlerdir; din, ahlâk, cemiyet, iktisat, sa­vaş, ticaret, evlenme, doğumlar, ölümler vs. gibi hayâtın her yönünü il­gilendirirler.

Hz. Muhammed (S.A.V.)’den başka gelmiş geçmiş hiçbir şahıs hak­kında bu kadar geniş bir bibliyografik malûmat, gerek özel hayat ve ge­rekse cemiyet hayâtı bakımından en küçük teferruata kadar inen böyle- sine geniş bir tafsilâtın verilmediği dikkate değer ve şüphe götürmez bir gerçektir; meselâ: Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yüzüğünü hangi elinin hangi parmağında taşıdığı ve yüzük taşının elinin iç tarafına mı yoksa dış tarafına doğru mu olduğu dahi bilinir.

Hadîs’in önemi:

Bu edebiyatın önemi büyüktür. Müslümanlar için önemlidir; çünkü Peygamberlerinin her hareketi onlar için bir kanun, duruma göre zarûrî olarak veya tercihan taklit edilecek bir hareket tarzıdır. Müslüman ol­mayanlar için önemlidir; çünkü bu edebiyat 14 asır öncesi Araplarının sosyal hayâtı hakkında bir malûmat hazînesiyle yüklüdür ve İslam Tâ­rihini açıklamaktadır.

Hz. Peygamber (S.A.V.), sağlığında, dinler târihinde pek nâdir ras­lanan bir başarı elde etti. Peygamberlik vazifesine 40 yaşında başladı; hayâtının geri kalan 23 senesinde, o zaman Arap Yarımadasında oturan milyonlarca insanı birer birer aynı gaye etrafında topladı. Vefâtından üç ay önce, hacc için Mekke’ye gittiğinde, bâzı sebeplerle Arabistan’ın dört bucağında bulunan ve evlerinden ayrılamıyan mü’minler hariç 140.000 mü’min Hz. Peygamber (S.A.V.)’e refakat etmekteydi; ve O’nun­la Mekke’ye gelemeyen mü’minler, şüphesiz gelenlerden çok daha kala­balıktı.

Bunlardan her birinin, Peygamberleri hakkında bir tek olay naklet­tiği farzedilse bile, bu şekilde ilk kaynağa dâir toplanabilecek mâlûmatın ne kadar geniş olduğu gayet kolay anlaşılabilecektir.

Hadîslerin muhafaza edilmesinin sebebi:

Kur’ân-ı Kerîm birçok defa ve çok açık bir şekilde şöyle demişti:

“Kim Peygamber’e itaat ederse, şüphesin Allah’a da itaat etmiş olur.” (4/80), “O (Peygamber) kendi lı ev asından söylemez, o kendisine ilka’ edilegelen bir vahiyden başka (bir şey) değildir.” (53/4). “Peygamber size ne verdiyse onu alın size ne yasak ettiyse ondan sakının.” (59/7).

İlk Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’in bu gibi emirlerine önemle riâyet ettiler. Kur’ân’ın Allah (C.C.)’ın kelâmı, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Al­lah (C.C.)’ın Resûlü olduğunu, diğer bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (S.A.V.)’in de ölümlü olup, bir gün kendilerini terketmesi ge­rektiğini mademki kabûl ediyorlardı, o halde nasıl olur da Kur’ân’ın emirlerine riâyet edemezlerdi? Bu durumda erkek olsun kadın olsun bü­tün mü’minler bu dînî mîrası saklamayı kendilerine vazife edindiler.

Şüphesiz her Müslüman olmuş olan entellektüel (münevver) değildi, ne de doğuştan bir fevkalâdelikleri vardı. Fakat bu bilgilerin bu kadar çok olmasından onlar sorumludurlar. Mâdemki bu bilgileri gelecek nesil­ler için saklamak lüzumunu hissettiler, şu halde bu insanlara yüksek bir entellektüel kapasite tanımak îcâbeder. Kendilerine bir sual sorulduğunda ezbere malûmat verebiliyorlardı, demek ki, bunlardan çoğu bunu düşünmeye sevkedilmiş olmalıdırlar.

İslamiyetin şaşırtıcı bir sür’atle yayıldığını biliyoruz: Hz. Peygam­ber (S.A.V.) 622’de Medîne şehrinin bir kısmında bir Site-Devleti kur­du; on sene sonra, vefât ettiği zaman, bu Devlet, bütün Arabistan ve Irak, Filistin’in güney kısımları, yâni 3.000.000 kilometrekarelik bir saha üzerinde hüküm sürmekteydi, Onbeş sene sonra, 647’ye doğru Müslüman orduları bir taraftan Endülüs’e (İspanya), diğer taraftan Çin’e ve Ku­zey Afrika, Suriye, Irak, İran, Türkistan, Ermenistan, Afganistan, Hin­distan’ın batı sahili vs. gibi bu iki nokta arasında kalan memleketlere girmişlerdi. İslam Dîni’ne geçme olayları da bundan aşağı kalmasa ge­rek. Daha önce Hz. Peygamber (S.A.V.)’in ashâbı her yerde mevcuttu —Sahâbîlerden en sonuncusu yüz sene sonra ölmüştür— ve bu durumda, yeni Müslümanların Yüce Peygamberlerinin hayâtı hakkında malûmat elde edebilme arzuları tabiî bir şeydir.

Hz. Peygamber (S.A.V.)’in sağlığında tedvin:

Hadîslerin toplanması daha Hz. Peygamber (S.A.V.)’in sağlığında başladı; aşağıdaki rivayetler bunu göstermektedir:

Bir gün Ensâr’dan biri (Medîne’li), Hz. Peygamber (S.A.V.)’e, işit­tiklerini çabucak unuttuklarından yakındı; bunun üzerine Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle söyledi: “Sağ elini kullan.” Bu, yazması için bir tav­siye idi.

Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yaptığı toplantılarda Abdullah b. Anır b. el-Âs, O’ndan işittiklerini yazıyordu. Arkadaşları; “Fakat Hz. Pey­gamber bir insandır, bâzan memnun, bâzan da öfkelidir; sana gelince, her şeyi yazıyorsun.” diye ona çıkıştılar. Bunun üzerine Abdullah bu husûsu Hz. Peygamber (S.A.V.)’e danıştı; Resûlullâh da şöyle cevap verdi: “Söylediğim her şeyi yazabilirsin, zîrâ senin benden duyarak yazdıkların, benim içimden gelmektedir; ağzımdan çıkan hiçbir şey kat’i surette yalan değildir.” Abdullah’ın hazırladığı mecmua “Es-Sahîfetü ’s-Sâdıka” adı altında meşhur olmuştur; daha sonra da arkadaşları bu mecmuaya gıpta etmişlerdir.

Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hizmetinde bulunan Enes’in rivayeti da­ha önemlidir; O’nun vefatına, yâni 632’ye kadar on yıl evinde kalmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in ölümünden sonra Enes, talebelerinin ısrarı üzerine sahifeler çıkararak onlara şöyle dedi: işte Hz. Peygamber (S.A.V.)’den duyarak yazdıklarını; bunları yazdıktan sonra, hatâlar varsa düzeltsin diye Hz, Peygamber (S.A.V.)’e takdîm ettim.

Hz. Peygamber (S,A.V.)’in vefatından sonra:

Nesilleri veya talebeleri İçin Hadîs hakkında, mecmualar bırakan Sahâbîlerden hiç olmazsa elli kadarının ismini biliyoruz. Bunların arasın­da İbn-i Mes’ûd, Câbir vs. gibi çok nüfuzlu olanları da vardır. Hz. Pey­gamber (S.A.V.)’in amcasının oğlu İbn-i Abbâs, rivâyete göre “bir de­ve yükü” eser bırakmıştır. Ebû Hüreyre’nin hikâyesi de oldukça entere­sandır. Eski Öğrencilerinden biri, bir Hadîs-i Şerifi kendisine öğrettiğini Ebû Hüreyre’ye hatırlatır. Ebû Hüreyre yaşlandığı için artık iyi hatırlayamamaktadır. Fakat talebenin ısrârı üzerine ona şöyle der: “Eğer bunu sana ben öğrettiysem, onun kitaplarımın arasında bulunması ge­rekir.” Sonra onu elinden tutup evine götürür; “Hadîs hakkında birçok kitabın mevcut olduğu” kütüphânesinde araştırma yapar; kitabın sahifelerini çevirir ve sonunda şöyle der: “Evet, işte o! Eğer onu sana anla­tan bensem, kitaplarımın içinde olması gerektiğini sana söylemiştim.”

Sahâbîler Hadîs dersleri veriyorlardı. Birçok üstadların meclislerin­de devamlı olarak hazır bulunan bâzı gayretli talebeler bu üstadlardan elde ettikleri önemli esasları sırası gelince naklettiler. Birkaç nesil sonra bu bilgiler tam olarak toplanmış oldu ve âlimler aynı bilgileri (Hadîsleri) râvîlerine veya ihtiva ettikleri mevzulara göre aynı üslûbu takip etmek suretiyle çeşitli şekillerde kaleme aldılar. Hadîs’in senedini ve metnini nesilden nesile nakledebilme müsaadesi alabilmek için herhangi bir Hadîs’i, alındığı râvînin (muhaddisin) nezdinde incelemek zorunluluğu vardı. Müslümanlar hâlâ bu metodu tatbik etmektedirler.

Böylece, elimizde bulunan Hadîs mecmualarının görgü şahitleri ta­rafından kaleme alınmış, ilk kaynağa dair bilgilere dayandığı ve uydurma şeyler olmadığı gibi, işitildikten birçok yüzyıllar sonra meydana getiril­miş bir mecmua da olmadığı görülecektir.

Bu husustaki en önemli eserlerin sayısı altıdır; yazarları: Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn-i Mâce, en-Neseî’dir; ilk ikisi en mute­ber olanlarıdır.

Sonraki nesiller boyunca, her devirdeki Hadîs râvîlerine dair, talebelerinin ve üstadlanmn (şeyhlerinin) da isimleri belirtilerek biyografik lügatler hazırlandı. Böylece her şahsı Hadîste, mecburen ve daima zikredilmiş olan kaynaklar zincirinin doğruluğunu kontrol edebilme fırsatını elde ettik.

Aynı şekilde, iki Hadîs arasında herhangi bir ihtilâfın bulunup bulunmadığı, Kur’ân-ı Kerîm’le uyuşmayan bilgilerin mevcut olup olmadığı vs. gibi ortaya çıkan mes’eleleri incelemek için, Usûlü Hadîs denilen yeni bir bilim dalı ortaya çıktı. Hadîsleri tefsîr etmek, kinayelerini, rivayetin asıl metnini açıklamak vs. için başka eserler mevcuttur.

Sadece Buhârî ve Müslim’in (Hicret’in 3. yüzyılının) eserleri değil, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in Sahâbîlerine kadar uzanan üstadların, hattâ üstadların üstadlarının da eserlerine sahip bulunmaktayız. Bunlar birbirleriyle karşılaştırılacak olurlarsa, görülecektir ki, olaylar, her devirde çok sadıkane bir şekilde ve hiçbir değiştirme yapılmaksızın nakledilmişlerdir. Hâlen bu muazzam edebiyatın bir kısmına dâir, alâka çekici inceleme konulan veya sâhaları açacak olan bir indeks hazırlanmaktadır.