Makale

ÂL-İ İMRÂN SÜRESİ Âyet: 45-51 Meali

TEFSİR

ÂL-İ İMRÂN SÜRESİ

Âyet: 45-51 Meali

Dr. Ali Arslan AYDIN

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Rahman ve Rahim olan Allah adıyla.

Melekler: “Ey Meryem! Allah, kendinden bir ‘kelime’yi sana müjde­liyor, Adı Nesih, Meryemoğlu İsa’dır. Dünyâda da, âhirette de şanı yücedir. (Allah’a) çok yakınlardandır.” “Beşikte İken de, yetişkin iken de’ insanlara söz söyleyecektir. (O), sahillerdendir.’’ dediği zaman:

(Meryem) dedi ki: “Ey Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken be­nim nasıl çocuğum olabilir?’”

Buyurdu ki: “öyledir. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir şeyin olmasını dilerse, ona ancak, ‘Ol!’ der, o da oluverir.”

“Allah ona hem yazmayı ve hikmeti, hem de Tevrat’ı ve İncil’i öğre­tecek.”

“O’nu İsrail oğullarına Peygamber gönderecek. (Onlara diyecek ki): ‘Ben size, Rabbimizden bir âyetle (mu’cize ile) geldim. Ben size» çamur­dan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona üfürürüm de, Allah’ın izniyle der­hâl (canlı) bir kuş olur. (Yine) Allah’ın izni ile anadan doğma körü ve abraşı (alacalıları) iyi eder, Ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsanız size haber veririm. Şüphe yok ki bunlarda sizin için, eğer imân edicilerseniz, kesin bir(er) ibret vardır.”

“önünde bulunan Tevrât’ı tasdik edici olarak ve size yasak edilenle­rin bir kısmım helâl kılmak için Rabbimizden size bir âyet (bir mu’cize) ile geldim. Artık Allah’dan korkun ve bana itâat edin.”

“Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. öyley­se —yalnız— O’na ibâdet edin. İşte doğru yol budur.”

Âl-i İmran Sûresi, Âyet: 45-51 tefsiri:

Anlamını verdiğimiz bu yüce âyetlerde, Hz. Meryem’in yüksek mevkiinden ve meleklerin müjdesi üzerine Rabbine sorduğu sorudan söz edil­mekte, sonra Hz. İsa’nın yaratılış tarzındaki başkalık, Peygamberliğini isbât eden mu’cizeleri, İsrail oğullarına yeni hükümlerle gönderilen ve Yüce Rabbine ibâdet etmekle mükellef bir Peygamber olduğa bildirilmek­tedir.

Bundan önceki âyetlerde ise, kendisi yaşlı ve eşi kısır olan Zekeriyyâ Peygamber’e, bir erkek çocuğu verileceği müjdelenmiş ve Hz. Mer­yem’in üstün ve seçkin vasıflarından söz edilerek, Rabbine ibâdet etmesi emredilmişti. Bu âyetler arasında ibret ve hikmet dolu yüce ilgiler var­dır. O da, bütün varlık âlemini yaratan Rabbimizin, her şeyi dilediği gibi yaratma gücünde olduğu ve insanlara doğru yolu göstermek üzere kul­lan arasından Peygamberler seçerek gönderdiğidir. Bu Peygamberler, daima her yönden üstün olan âilelerden, ana ve babalardan doğan seçkin ve Örnek kişilerdir. Nitekim Yahyâ Peygamber’in babası bir Peygamber olan Hz. Zekeriyyâ’dır. İsâ Peygamber’in annesi, o zamanın en temiz ve olgun kadını Hz. Meryem’dir. Peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusu olan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.) ise, tâ Hz. İbrahim’e kadar uzanan asıl bir âilenin son Peygamber halkasıdır. O’na îmân, daha önce gelip geçen bütün Peygamberlere de îmânı gerektirir.

İşte bu İlâhî gerçekleri hatırlatan âyetlerin birincisinde Yüce Rabbimiz sevgili Peygamber’ine, Meleklerin, Hz. Meryem’e adı “İsâ” lâka­bı “Mesîh” ve vasfı “Meryem oğlu” olan Peygamberi, kendinden bir “ke­lime” ile müjdelediğini bildiriyor. Bu sebeple Hz. İsâ’ya “Kelimetullâh” denmiştir. Burada “kelime”, Yüce Allâh’ın bu varlık âleminde görülen, ibret dolu eserlerinden biri, bir fiili, bir te’sîri, bir eseri, âdet üstü bir “oluş emri” anlamlarına gelir. Hz. İsâ da, âdet dışı, yâni babasız olarak, Yüce Allah’ın bir “kün — ol” emriyle yaratılmış olduğundan, Rabbimizin varlık âlemindeki kelimelerinden biridir. Hz, İsâ’nın, Allah’ın irâde ve emri ile babasız olarak yaratılması, anasız ve babasız olarak yaratıldığı­na inandığımız Hz. Âdem örneğine göre, asla yadırganamaz. Çünkü, bu âlemi yok iken yaratan Allah, elbette babasız ve anasız, veya babasız olarak bir insan yaratmaya kaadirdir. Bunda, îmân dolu kalbler için hik­met ve ibretten başka ne olabilir? Fakat Hıristiyanlar bu olayı yanlış anlamış ve bu üç isimden “üç uknum” denilen “Teslis” akidesini ortaya atmışlardır. Hz. İsâ’nın Allah’a ibâdet etmekle görevli bir kul, bir Pey­gamber olduğunu âdetâ unutarak, ona “İbnu’llâh”, “Allâh’ın oğlu” de­mişler ve onu ilâhlaştırmışlardır. Gerçek şudur ki, Hz. İsâ, bir oğuldur. Fakat —hâşâ— “İbnu’llâh”, yâni “Allâh’ın oğlu” değil, Meryem’in oğlu­dur. Hz. îsâ, Mesih’tir. Mübârektir. Çünkü Mesih, İbrânîce “Mesîha”, yâ­ni “mübârek, bereketli” demektir. “İsa" da, bu kelimenin Arapça’sıdır. Yüzü beyaz ve hafif kırmızı olduğu için ona bu ad verilmiştir. Vahiy me­leği olan Cebrâil ile desteklenen Hz. İsâ, Allah’ın bir kelimesi, yâni ibret ve hikmet dolu bir eseridir. O bir kul, bir Peygamberdir. Bu anlamda ona “Allah’ın bir kelimesi” denilebilirse de, Allah’ın oğlu denemez ve ilâhlaştırılamaz. Çünkü o, bir kul olarak Meryem’in oğludur.

Babasız olarak yaratılan Meryem oğlu İsâ, dünyâda da, âhirette de “Vecih” yâni kuvvetli, şerefli ve itibarlıdır. Çünkü dünyâda Peygamber­lik payesine ermiş ve mu’cizelerle desteklenmiştir. Âhirette yüksek dere­celere, yâni şefâate ve Cennet’te yüce makama sâhip olacaktır. O, Rabbine çok yakın olanlardan ve büyük hoşnutluğunu kazananlardandır.

Bundan başka o, henüz beşikte bir yavru iken de, büyüyerek yeti­şince de insanlarla konuşacak olan, sâlih, iyi ahlâk sâhibi ve olgun bir Peygamberdir. Beşikte çocuk iken, bir Peygamber gibi konuşma gücü­ne sâhip olmak, âdet üstü bir kudrettir. Bu hal, hem bir mu’cize ve hem de, onun ilâh değil, insan olduğunu gösteren bir delildir. Çünkü beşikte iken büyükler gibi konuşacağının, çocukluktan gençlik ve olgunluk çağı­na geleceğinin bildirilmesi, onun bir tavırdan bir tavıra geçmesini, yâni değişmesini gösterir. Bu ise, Hz. İsâ’nın ulûhiyetini değil, bir insan ol­duğunu anlatır. Zîrâ Yüce Allah, bu gibi eksikliklerden uzaktır.

Bundan sonraki âyette; Meleklerin Hz. Meryem’e verdiği müjde üze­rine Meryem’in kendisinden bir şüphesi olmadığı ve böyle bir olayı âdet­lere aykırı bulduğu için Rabbine yönelerek: “Ey Rabbim bana hiçbir in­san dokunmamışken benim için bir çocuk nereden ve nasıl olur?” diye hayretle sorduğu, Yüce Rabbının da: “Evet öyle... Fakat Allah neyi dilerse onu yaratır. (O’nun kudreti her şeye fazlasıyla yeter.) Bir şeyin olmasını dileyince, ona sâdece ‘ol’ der. (Başka bir şeye lüzum kalmadan) o da hemen oluverir.” buyurmuştur. Böylece Yüce Allah’ın kudretinin sonsuzluğu, dilediği şeyi bizce imkânsız gibi olsa da, bir anda yaratma gücüne sâhip olduğu, ancak, bir kısım eşyayı çeşitli illet ve nedenler so­nunda, diğer bir kısmım da, dilerse, sebep ve maddeye lüzum görmeden derhal yaratabileceği belirtilmektedir. Bu esâsa göre, nasıl ki Hz. Âdem anasız ve babasız olarak yaratılmışsa, Hz. İsâ da babasız olarak yaratıl­mıştır. Bunda şaşılacak ve garipsenecek bir cihet yoktur.

Daha sonra gelen iki âyette ise; Hz. İsâ’nın yüksek derecesi ve Al­lah’ın izniyle gösterdiği büyük mu’cizeler şöyle açıklanmaktadır:

Yüce Allah, Hz. Meryem’in kalbine huzur ve sükûn veren müjdeyi bildirdikten sonra, Hz. İsâ’ya yazı yazmayı, İlâhî kitapları ve hikmeti, yâni i’tikad, amel ve ahlâk ile ilgili bilgileri öğreteceğim, ayrıca Hz. Mûsâ’ya gönderdiği Tevrat ile kendisine indireceği İncil adlı kutsal kitaptaki ilâhî hükümleri öğreteceğini haber veriyor. Böylece Allah, her şeye ye­ten yüce kudreti ile babasız olarak yaratacağı Hz. İsâ’ya bütün bilgiler, ahlâk ve faziletlerle beraber, semavî kitapların inceliklerini de öğretece­ğini ve ona İncil gibi İlâhî bir kitabı milletine bildirmek göreviyle şeref­lendireceğini muhterem validesi Hz. Meryem’e müjdeliyor.

Yüce Allah Hz. İsa’yı İsrâil oğullarına son Peygamber olarak gön­dermiş, ona verdiği mu’cizeleri milletine şöylece bildirmesini istemiştir: Biliniz ki ben, size, Rabbinizden bir mu’cize ile Peygamber olarak geldim. Hak Peygamber olduğumu size gösterecek olan mu’cizelerim, yâ­ni belgelerim şunlardır:

Ben, çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yaparım, sonra onun ağzına üfürürüm, o ruhsuz kuş heykeli, Allâh’ın izniyle derhal canlı bir kuş olu­verir.

Bundan başka, doktorların iyi edemediği anadan doğma körleri ve alacalık hastalığına tutulanları Rabbimin izniyle iyi ederim.

Daha önemlisi, yine Allâh’ın izniyle ölüyü diriltirim.

Nitekim Hz. İsâ, sayılan mu’cizeleri göstermiş ve İbn-i Abbâs Hz.’nin rivayetine göre, dört ölüyü diriltmiştir. Bunlardan ilk üçü, yeni ölüler olduğu gerekçesiyle, (belki henüz ölmemişlerdi) diye Yahûdîlerce kabûl edilmemiştir. Bunun üzerine, dörtbin sene önce ölen Hz. Nûh’un oğlu (Sam)’ı diriltti. Sam dirilince; (İsâ’yı tasdik ediniz. Şüphe yok ki o, Allâh’ın hak Peygamberidir.) dedi. Buna rağmen inatçıların şüpheleri devâm edince, Hz. İsâ onlara şu mu’cizesinı bildirdi:

Görmediğim halde size, evlerinizde ne yediğinizi, ilerde yemek üzere- neler toplayıp biriktirdiğinizi haber veririm. Allah’ın izni ile kalblerinizi, îmân edip etmediğinizi bilirim- Şüphe yok ki bütün bu mu’cize ve İlâhî belgelerde sizin için kesin birer ibret ve burhan vardır. Eğer siz inatçı olmayan mü’min kişilerseniz, bu İlâhî gerçekleri görür, benim hak Peygamber olduğuma inanırsınız, dedi.

Hz. İsa’nın bütün bu mu’cizeleri, kendi kudreti ile değil, ancak Al­lah’ın izni ile başaracağını tekrarlaması, ilâhlık iddiasında olmadığına ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah’ın irâdesi, kudreti ve yardımı ile yaptığına delildir. Hz. İsâ’nın çamurdan kuş gibi bir sûret yaparak ona üfürdüğü ve o suretin Allah’ın izniyle canlanıp kuş olduğu, kendi milletince görülen bir gerçektir. Bunu, tevâtüren sâbit olan Kur’ân-ı Kerîm kesin olarak bildirmektedir. Bu âyetler, Yüce Allah’ın dilediği şeyleri, se­bepler silsilesine muhtaç olmadan yaratma gücünde olduğuna kesin bir delildir. O halde, insanların, anasız ve babasız olarak balçıktan yaratılan ilk insan Hz. Âdem’den değil de, başka tür varlıkların zamanla gelişme­sinden meydana geldiğini iddia eden nazariye, birçok müsbet ilimcilerce kabûl edilmediği gibi, İslam inançlarına da aykırıdır. Her şeye gücü ye­ten ve bütün bu âlemi yok iken var eden Allah, şüphe yok ki inşam ya­ratmak için, ona benzeyen bir varlığı geliştirerek yaratmaya muhtaç de­ğildir. O, İsa’yı babasız olarak yarattığı gibi, Âdem’i, anasız babasız ve ilk insan olarak yaratabilir. Aksi halde O, bütün âlemlerin tek yaratıcısı ve tek Rabbi olamaz. Allah’ın eşi ve benzeri olmayan bir tek yaratıcı ol­duğu, bütün ilâhî dinlerin değişmeyen ortak inancıdır.

Nitekim son iki âyette Hz. İsâ, kendisinden önce indirilen Tevrât’ı tasdik edici, orada haram kılınan balıketi, deve eti, içyağı ve Cumartesi günü çalışmak gibi yasaklanan bir kısım hükümlerin helâl kılındığını bil­dirmek için gönderildiğini bildirmiş, selâmet ve mutluluğa ermek için, gösterdiği mu’cizelere bakarak, Allah’dan korkmalarını ve kendisine itâat etmelerini istemiştir.

Gösterdiği bütün bu mu’cizelerin ve Peygamberliğinin tabiî sonucu olarak Hz. İsâ: “Şüphe yok ki Yüce Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.” Bütün varlıkların eşsiz yaratıcısı, terbiye edip koruyucusu, ibâdete lâyık tek ma’bûd’u O’dur. Bütün Peygamberlerin bildirdiği tevhîd akidesinin, yâni Allah’ı birleme inancının ruhu ve anlamı budur. “Artık yalnız O’na ibâdet ediniz.” O’nun İlâhî emirlerine uyunuz, yasak­larından sakınınız. “İşte doğru yol, bütün Peygamberlerin bildirdiği hak din budur,” demiştir.

Yüce Allah, bizleri, biricik hak din ve doğru yol olan İslam’dan ve sevgili Peygamberimiz’in nûrlu yolundan ayırmasın.