Makale

NA’TLARDA HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ

NA’TLARDA
HZ. PEYGAMBER
SEVGİSİ
Gaffar Tetik

MUHAMMED H y (SAS.)’i övmek O’na olan içten duygulan dile getirip sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için yazılan şiirlere na’t denir. Sahalarında ün yapmış şairler, O âlemlerin Efendisine, zaman ve mekâna göre binlerce na’tlar yazmışlar ve bundan da bir "Na’t Edebiyatı" doğmuştur.
Her devirde insanlar, maruz kaldıkları birtakım sıkıntı, elem ve kederlere karşı bir yere sığırıma, dertlerini birilerine anlatma ihtiyacını duymuşlardır. Aşağıda vereceğimiz örnekte göreceğimiz gibi şair, toplumun içinde bulunduğu acıları, bunalımları, Kâinatın Efendisine arzediyor.
Şöyle ki; dünyanın üçte ikisine sahip olmuş, gittiği yere İslâm’ın adaletini, eşitliğini, kardeşliğini götürmüş; "çil çil kubbeler", kalem kalem minarelerle İslâm mührünü vurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu çökmektedir. Kendi hakimiyeti altında olan Ortadoğu ve Balkanların Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ gibi küçük devletlerine yenilmiştir. Herkes bir parça kapıp gitmektedir. Bu durumlardan büyük ızdıraba düşen şair Mehmed Akif ERSOY, için için ağla-makta ve bir kurtuluş yolu aramaktadır.
Ona göre kurtuluş yolu ancak, unutulmaz zaferlerin kaynağını teşkil eden muazzam iman ruhunun yeniden canlandırılmasıdır. Kurtuluş reçetesi ancak budur. İşte bu sebeple o gün, milletimize yeni bir ruh, yeni bir şevk ve heyecan veren şu na’tını kaleme almıştır:

Yıllar geçiyor ki ya Muhammed
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i matem oldu!
Alem bugün üçyüz elli milyon
Mazluma yaman bir âlem oldu.
Çiğnendi harim-i pâk-i şer’in;
Namusa yabancı mahrem oldu
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minare ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i masum,
İslâm ’ı bırakma böyle bîkes islâm ’ı bırakma böyle mazlum.

Bunun gibi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ıstıraplarını yaşamış, asrımızın insanlara elem veren acılarını tatmış olan şair Arif Nihat ASYA da bu ıstıraplardan kurtuluş reçetesini şu na’tı ile dile getirmiştir:

Ümmetinin Gözbebeği,
Göklerin Resulüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah ’a, Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke ’de bunalırsan
Medine ’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed? Yeryüzünde riyâ, inkâr, hiyânet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar

(Ebû Leheb öldü) diyorlar:
Ebû Leheb ölmedi ya Muhammed,
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor
………………………………….

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tairtir, kimi Hayber’dir.
Fethedemedik, ya Muhammed, Senelerdir.
Vicdanlar sakat çıkmadan,
Ya Muhammed, yârına; iyiliklerle gel, güzelliklerle gel.
Adem oğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine imanlar
İtri bestelesin tekbirini,
Evliya okusun Kur’an’lar
Na’tını Gaalibyazsın,
Mevlidini Süleymanlar
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan ’lar Çarpılsın, hakikat niyetine
…………………………….
Cenaze namazı kıldıranlar.
Konsun yine pervazlara
güvercinler,
(Hû Hû)lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır:
Gelin ey fatiha ’lar, yasin ’ler!

Şurası bir gerçektir ki, insanlık artık yarınından emin değildir. Geleceğe güvenle ba-kamamaktadır. Dünya, her an patlamaya hazır bir barut fıçısı gibidir. Her gün yenisi denenen atom bombaları, hidrojen bombaları, napalm bombalan bir anda insan neslini yeryüzünden silebilecek güçtedir.
Bunun için insanlık tedirgindir, huzursuzdur. Dünyanın neresinde bir kıvılcım çaksa, "acaba?" sorusuyla ürpermektedir. ikinci Dünya Savaşında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinde patlayan atom bombalarının, bir daha insanoğlunun başına gelmemesi için duâ etmektedir. İşte bu huzursuzluk sebebiyle dünya nüfusunun yarısı gününü gün etmeye başlamış, diğer yarısı da yeni bir arayış içine girmiştir. Dünyanın bir çok devletlerinde bugün, İslâm’a yönelen kişilerin hızla arttığını çeşitli haber kaynaklarından öğrenebiliyor-sak eğer, işte bunun sebebi İslâm’ın, yeni ve asla eskimez bir hayat nizamını insanlığa bahşetmiş olmasındandır.
Fakat bir gün, mutlaka bir gün bu makine medeniyetinin son sözü söyleyip, her şeyi alt-üst edeceği muhakkaktır. Öyle ise huzur, İslam’dadır.
Günümüzün yaşıyan şairlerinden Sezai KARAKOÇ, Gül Muştusunda âlemlerin Efendisine şu güzel na’tla durumu arzeder:

Ah yetiş çocukluğunda çobanlık
eden
Yetiş toprağın yeni
mayalanmasına
Yetiş mağaranın ışımasına Yetiş ayı ikiye bölen
parmaklarıyla
Yetiş büyük armağancım
Oruç armağancım, namaz armağancım
Yetiş uluların imamı
Yetiş toprağın yeni doğuşuna
insanın yeniden
Dirilme süzülüşüne
Yetiştir toprak saçan ellerini
Tanrı gücünü görmeyen gözlere
Saçtığın topraklardan yetiştir bize
Ey gök yolcusu
Yolculuğunda meleğin kanadı
Mevsimi geçmiş bir gül yaprağı
gibi kuruyan
Yetiş bize kıyamet bildiricisi
Kıyametteki sevinç muştucusu
Yetiş kabaran yeni toprağa
Kur’an tohumunu ekmek için
Gül tohumlarını saç bize
Gül bahçesi olan türbenden Ve komşun Tanrıevinden
Ve sevgilim olan ve sevgilisi
olduğun
Diri diriltici olanın
Acımasından bize
Yetiş ayağının tozu olduğumuz
peygamber Yetiş her zaman diri olan
varlığınla
Yetiş yak lambamızı
Yetiş aydınlat karanlığımızı
Yetiş yeşillendir çöllerimizi
Yetiş dirilt insanımızı
Seni sevenin ismiyle yetiş bize
Yetiştir bize
Günahlarımızı kül edecek ateş ,
harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize
Mekke’ye, Medine’ye, Şam’a
Kudüs, Bağdad’a, İstanbul’a
Semerkand’a, Taşkent’e, Diyarbekir’e
Yetiş Peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah ’m izniyle
Yetiştir erlerini
Diriliş bayraklarını taşıyan
Şehit gömleklerini peşin giymiş
Ateşten, sudan geçer gibi geçen
Allah önünde her varı yok gören
Dağların üstünde erip,
Kentlere şafaklar gibi ağan
Küçük askerlerini
Gül diksinler diye yeni
topraklarına
insanın ta gönlüne
Yetiştir erlerini
Allah’ım
Âmin.


UBEY İBN-İ KÂB’DAN; Resûlüllah (S.A.S.) Efendimize:

"Ey Allah’ın Resulü! Ben sana çok salavât-ı şerife getiriyorum ve çok dua ediyorum. Bunun ne kadarını senin için yapayım?" diye sordum. "İstediğin kadar" buyurdular. Ben tekrar: "Dörtte biri olur mu? dedim. Yine:
"istediğin kadar, fakat artırırsan senin için daha hayırlıdır" buyurdular. Ben yine:
"Yarısı olsa nasıl olur?" dedim. Tekrar:
"İstediğin kadar, fakat artırırsan senin için daha hayırlıdır" buyurdular. Bu defa ben:
"Üçte ikisi kâfi midir?" deyince yine aynı cevabı söylediler. Ben tekrar: "Hepsini sana bağışlayayım" deyince,
"İşte o zaman, Allah senin günahlarını bağışlar; dünya ve ahirette bütün işlerine kâfi gelir" buyurdular.
(RİYAZÛS’SÂLİHÎN C. 2 S. 17. )