Makale

İSLÂM’IN BEŞ ESASINDAN BİRİSİ DE ZEKÂTTIR

İSLÂM’IN BEŞ ESASINDAN BİRİSİ DE ZEKÂTTIR

Lütfi ŞENTÜRK

Niğde Müftüsü

“Namazı doğru kılın, zekâtı verin, kendiniz için işlediğiniz hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür.” (Bakare, 110).

İslâm Dini’nin beş esasından birisi de zekâttır. Kur’ân-ı Kerim’in namazı em­reden birçok âyet-i kerîmesinde zekât da birlikte emrolunmuştur. Bu, zekâtın na­maz kadar önemli ve mes’ûliyetinin de o derece ağır olduğunu gösterir. Hattâ Hz. Ebû Bekir (Allah ondan râzı olsun): “Namaz ile zekâtı birbirinden ayıran kimse ile savaşırım,” buyurmuştur.

Zekât hem mâlî bir ibâdet ve hem de içtimai bir vecîbedir. İslâm Dîni kadar içtimai yardımlaşmayı emreden ve bunu mensuplarına bir borç olarak yükleyen hiçbir din ve hayır kurumu yoktur; muhtaçlara yardım elini uzatmağı içtimâi gö­revlerin en önemlisi saymıştır. Bu sâyede ferdler arasındaki kin ve çekememezlik gibi kötü huylar kalkar; sevgi, saygı ve tesanüd sağlanır. Ferdleri böyle olan mil­letler yaşar, böyle ferdlerden meydana gelen toplumlar varlıklarını koruyabilirler. Esasen kuvvetlisi zayıfına, zengini fakirine, âlimi câhiline yardım etmeden kalkın­mış ve hedefine ulaşmış bir toplum yoktur.

İslâm Dini, zekâtı, zenginin zimmetine geçmiş fakirin hakkı olarak kabul eder.

“Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyât, 19). Zekât, zenginin zimmetinde yoksulun bir hakkı olduğu içindir ki, zekât veren zen­ginin, fakiri minneti altına almağa ve başına kakmağa hakkı yoktur.

Zekât, malın kirini ve vicdânm lekesini giderir.

Yâ Muhammed onların (servet sahiplerinin) mallarından zekât al, ze­kât onların mallarını temizler ve vicdanlarını an tır.” (Tevbe, 103).

Zekâtı verilen malın artırılacağını Kur’ân-ı Kerim va’d buyurur.

“Yoksul için sarfettiğiniz her şeyi O yerine koyar.”(Sebe’, 39).

Yoksulun hakkı olan esirgenen mal da umulmadık sebeplerle mahvolur gider.

Ahlâk üzerinde de zekâtın büyük tesiri vardır. Buhâri’nin Ebû Hüreyre’den - Allâh ondan râzı olsun - rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerife göre, tsrâil oğullarından birisi sadaka vereceğini adayarak sadakası ile birlikte evinden çıkar. Bi­rinci akşam sadakasını bir hırsızın, ikinci akşam kötü bir kadının, üçüncü akşam ise bir zenginin eline sunar. Her defasında da halk kendisini kınar ve: “Bunlara da zekât mı verilir.” diyerek dedikodusunu yapar. Sonra rüyâsında, hırsızın hır­sızlığından, kötü kadının içine düştüğü çirkef hayattan kurtularak temiz ve nezih bir hayâta kavuşmalarına, zenginin de aldığı sadakadan mütenebbih olarak, Allâh’ın kendisine verdiği servetten yoksulları gözetmesine sebep olması umulacağından, verdiği sadakaların kabûle“ şâyan olduğu kendisine müjdelenir.

Gerçekten yokluk sebebiyle kötü yollara sürüklenirle durumunda olan kimse­leri, zekât ve sadakalar uyarır ve doğru yola yöneltir.

Zekâtın sarf yerini de Kur’ ân-ı Kerîm şöyle tâyin buyurur:

“Zekâtlar Allah’tan bir farz olarak, fakirlere, miskinlere, memurlarına (zekât tahsildarlarına), Müellefe-i Kulûb’a (İslâmiyet’i yeni kabûl etmiş fakat he­nüz ısınmamış, İslâmiyet’e girmemiş fakat girmesi umulan, müslüman olmamış, olma ihtimali de olmayan, ancak şerlerinden korunmak için zekât verilen kimse­lerdi.) Hz. Ebû Bekr’in Halifeliği zamânında Hz. Ömer (Allah ikisinden de râzı olsun) in kararı ile bunlara zekât verilmeğe son verildi. Kölelere, esirlere, borçlu­lara. Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara verilir. Allah hakkiyle bilendir, hakimdir.” (Tevbe, 60).

Zekât kendilerine verilecek olan fakirler, şer’an zengin olmayan, nisab mikdârı malı bulunmayan ve ihtiyaç içinde kıvrananlardır. Kur’ân-ı Kerim bunlan da şöyle târif eder:

“Sadakalarınızı, Allah yolunda kapanmış olup, yeryüzünde şuraya buraya dolaşamıyan, onları, tanımıyanların, hayâlarından dolayı zengin saydıkları yoksul­lara verin. Onları simâlarından tanırsın. İnsanlardan - yüzsüzlük ederek - bir şey istemezler. İşe yarar her ne verirseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (Bakare, 273).

Resûl-i Ekrem Efendimiz de: “Halkı (kapı kapı) dolaşıp balkın kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği dilenci, düşkün değildir. Belki düşkün, kendini geçindirecek zenginliğe mâlik olmayan ve kendisine sadaka vermek için zarûreti bilinmeyen, kendisi de kalkıp halktan sadaka istemiyen iffet sâhibi kimsedir.” bu­yurmuş ve gerçek fakiri târif etmiştir. Zenginlerimiz, zekâtlannı vermek için âyet-i kerime ve hadis-i şerifteki yoksulu arayıp bulmaları gerekmektedir.

İslâm Dini, zenginlerin yoksullara zekât vermesini tavsiye ettiği kadar da fa­kirlerin, ihtiyaçtan nisbetinde almalarını, muhtaç olmayanların servetin kiri sa­yılan bu paraya yaklaşmamalarını da tavsiye etmiş, veren elin alan elden daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.

Ferd olarak bunlara zekât verildiği gibi, cemiyet olarak da, yoksul ve mağ­durlara yardımı ve onların sıhhi ve hayâti işlerine bakmağı gaye edinen hayır kurumlanna da verilir... İmam - Hatip Okulu ve Kur’ân-ı Kerim Kursu öğren­cilerini Koruma Dernekleri gibi...