Makale

Prof. Dr. Mehmet HATİPOGLU: Kur'an'daki kadının durumu ile, diğer dinlerdeki kadının durumu arasında dağlar kadar fark vardır.

RÖPORTAJ:
İ. Mahir DURMAZ

İslam’da, "Cennetin ayakları altına serildiği bir varlık" olarak tanımlanan kadının; tarih boyunca çeşitli toplumlar tarafından başlara tac edildiği de, yalnızlığa itildiği de görülmüş; eğitim ve İslami hizmette öncü olduğuna da rastlanmıştır. İslâm’ın kadına bakış açısı ve kadının toplumlardaki yeri ile ilgili görüşlerini Prof. Dr. Mehmet HATİPOGLU dergimize açıkladı.

Prof. Dr. Mehmet HATİPOGLU:
"Kur’an’daki kadının durumu ile, diğer dinlerdeki kadının durumu arasında dağlar kadar fark vardır."
• Kadının İslami ilimlerde ki yeri ve önemi sizce nedir? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
• Kadının ilimdeki yerinden bahsedecek kimsenin önce, kadının İslâm’daki yeri nedir ve insanlık alemindeki yeri nedir, gibi suallere cevap vermesi gerekir. Ce-nab-ı Hak, Kur’an-ı Ke-rim’de, insan neslini kendisine dünya hayatında kulluk ve halifelik yapması için yarattığını bildirdiğine göre; halifelik yapmakla, kul olabilmenin şartlarını düşünmemiz gerekiyor önce. İnsan neslini Cenab-ı Hak, iki cins halinde yaratmış malum: Erkek ve kadın. Kur’an-ı Kerim bu her iki cinse "Ey insanlar" diye hitap eder. Bu hitabın içinde kadın ve erkekler eşit bir şekilde yer alır. Şu halde Cenab-ı Hakkın insan neslini dünyada yaratma gayesine muhatap iki cins vardır. Allah, yaratılış gayesine uygun yaşayışı hangi yolla yerine getireceğini bildiriyor; bu ilim yolu. Bilgi olmadan Cenab-ı Hakka, ne halifelik yapılabilir, ne de ona hakkıyla kulluk yapılabilir. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerimin ilk nazil olan ayetlerinde dahi ilmin ve bilginin değerini belirten beyanlar görüyoruz. Allah’a kullukta da en yüksek mertebeyi ilim sahipleri kazanmış bulunmaktadır. Sadece bilgi noktasındadır ki, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ayeti ile ayırım gözetilmektedir. Tabiatıyla bu bilgiye sahip olanlar, bilgisizlerden üstün olacaktır. Bu bilgiyi edinmede erkekler kadar, kadınlar da yükümlüdür. Şu halde kadınlar da erkekler gibi Allah’a kul olmada, gerekli ilimleri elde etmede vazifelidirler.
• Müslüman kadınlar genel olarak ne tür bir çalışma içinde olmuşlardır? islâm tarihinden örnekler var mıdır?
• İslâm kadınının ilim edinme faaliyetlerine bir bakacak olursak, bunlar herşeyden önce İslâmiyeti anlama noktasında düğümleniyor. Yani Resûlü Ekrem’in bildirdiklerini anlamada erkekler kadar kadınlar da faaliyet içinde olmuşlardır. Peygamberimiz ilâhî bilgi ve irfanın tek kaynağı idi. İslâm’ın ilk yıllarında bu kaynağa ne kadar yakın olabilirlerse, o derece ilim sahibi olunacağı içindir ki, bu gayretin içinde kadınları da görüyoruz. Hanım müminler de serbestçe ilâhî vahiyden nasiplerini alıyorlardı. Bunun dışında, kadınların umuma açık toplantılara da katıldıklarını görüyoruz. Bunların en başında Peygamberimizin Cuma hutbeleri geliyor. Bu hutbeleri hanım sahabîler de dinlemeye gidiyorlardı. Öyle ki, bazı hanım sahabîler, bazı uzun sureleri bizzat Peygamberimizin camideki okumalarından öğrenmişlerdir. Demek ki, İslâm kadını kendi iffeti ve imkânları ölçüsünde o zamanki toplum kültürüyle bütünleşmeye çalışmıştır.
• Avrupa toplumları ile islâm toplumundaki kadın arasında bir mukayese yapabilir miyiz?
• Bugün bu konuda İslâm toplumundaki kadının aleyhine olacak bir teşhise varılabilir. Haşa bu İslâm’ın noksanı olamaz. Bu, biz müslümanların bir kusuru olması gerekir. Biz biliyoruz ki, Kurandaki kadının durumu ile, diğer dinlerdeki kadının durumu arasında dağlar kadar fark vardır. Mesela bir Yahudî, kadın olarak yaratılmamış olmasından dolayı Allah’a hamdeder. Yani kadın olarak yaratılmak Yahudî erkeği için bir züldür. Saint-Povlos’un Hristiyanlık telakkisine göre kadın, ancak erkeğe hizmet için yaratılmıştır. Bu düşünceler tabia-tıyla Kur’anî düşünceye ta-mamiyle aykırıdır. Ortaçağların Avrupa toplumları başlangıçta kadına hemen hiç değer vermeyen toplumlardır. Bu durumdaki Avrupa kadınından bir ilerleme beklemek pek mümkün değildi. Ancak, Avrupa kadını, Hristiyanlığın bağnazlığından kurtulduğu son asırlarda biraz isim yapmaya başlamıştır. Halbuki İslâm toplumunda kadın, sosyal faaliyetlerde ta ilk yıllardan itibaren bulunmuştur. İlmî çalışmalarda olduğu gibi, diğer sahalarda da çalışmışlardır.
İktisadî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Harplerde yaralıların yardımına koşmuşlardır. Hatta devletin siyasetine yön verecek teşebbüslere girişmişlerdir. Bunun parlak misali Hz. Aişe (R.A)’dır. Bu peygamber hanımı Kur’ân-ı Kerim’in kadın-erkek her müslümana yüklediği, kötülüğü, çirkini, hertürlü menhiyatı ortadan kaldırma vecibesi gereğince harekete geçmişdir. Eğer bugün İslâm hanımını toplumun her dalında yeterince vazife almış göremiyorsak, bu bizim zaafımızdandır. Bu katiyetle Kur’anî prensiplerin bir eksikliği değildir
• Sayın Hocam, acaba islâm kadını dünyadaki cereyan eden hadiseler karşısında kültürleri de olmasına rağmen biraz pasif mi kalıyorlar?
• Bunun sebebi çok eskilere dayanır. İslâm kadınını toplumdaki faaliyetlerden uzak tutmak isteyen anlayışlar var. Bugün İslâm dünyasında "kadınlar niçin yeterince faaliyette bulunamıyor" diye sorulursa, bunun sebebini ben müslüman erkeğin öncelikle kendi hanımını toplumun kötülüklerinden korumak isteyişinde buluyorum. Bu bakımdan pekçok İslâm hanımı evine çekilmek durumunda kalmıştır. Halbuki Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi, İslâm’ın he-defi, tek başına Irak’tan yola çıkan bir kadının tavafını rahatça yapıp memleketine dönebileceği bir ortam yaratmaktı. Yani İslâm tam tatbik edilebilirse, öyle bir huzur ortamı vücuda gelecek ki, bu ortamda kadın hiçbir şeyden korkmadan serbestçe tavafını yapabilecek. Ama biz böyle bir ortamı Resûlüllah’ın dönemi ve Ra-şit halifeler devri hariç görebildik mi?
İlmî sahada müslüman kadını, kendi sahip olduğu bilgiyi erkeklere dahi aktarma şuurunda olacaktır. Buha-ri’nin çok kıymetli eseri, Edeb-i Müfred’de Hz. Ai-şe’ye, ilim öğrenme kastıyla uzak yerlerden erkeklerin mektupla müracaatları olduğu yazılıdır. Hz. Aişe validemiz cevabını yanında bulunanlara yazdırtıp gönderiyordu. Bu anlayış fazla devam etmemiş. Zamanla çıkan harpler ve ahlakî alandaki zaaflar neticesi müslüman hanımı evine çekilmiş. Onların bu durumunu haklı göstermek için, Peygamber adına emirler bile çıkarıl-mıştır; "Kadınlarınızı sokaklara bakan odalarda oturtmayın ve onlara yazı yazmayıda öğretmeyin" rivayeti bu kabildendir ki, şüphesiz İslâm’a tamamıyla ters bir anlayışın ifadesidir. Hadis olarak nakledilen bu asılsız beyan ne acıdır ki, hicri üçüncü asırdan itibaren bazı kitaplarda da yer bulabilmiştir. Bu sözü açıklayan bir yazara göre, eğer hanımlar dışarıya bakan odalarda otururlarsa, dışarıdakilerle temas kurar, eğer yazıyı öğrenirlerse dışarıdakilerle mektuplaşırlarmış. Hanımları kötülüklerden uzak tutmak istemek muhakkak ki, halisane bir düşüncedir. Fakat bunun çaresi onları cahil bırakmak değil, bilakis kültürlü yetiştirmektir. Yukarıdaki sakat anlayışın hakim olduğu yerlerde kadınlar, toplumdaki faaliyetlerden uzak tutulmuştur ki, bu son derece yanlıştır. Bunun, İslâm’ın gelişmesini baltalayıcı bir rolü olduğu kanaatindeyim.
* Kadının ideal bir eş, iyi bir anne olabilmesi için nasıl yetiştirilmesi gerekir?
• Kadınlar, gerek İslâm âleminde ve gerekse tüm insanlık âleminde, evlatlarım hayırlı birer unsur olarak yetiştirebilecek iseler, önce kendilerini daha baştan iyi yetiştirmeleri gerekir. Yetişmemiş bir annenin yetiştireceği çocuktan pek hayır gelmez. 0 çocuk ne okulda muvaffak olur, ne hayatta. Bu bakımdan çocuklarımızın iyi yetişmesinde birinci derecede rol üstlenen hanımların gerekli bilgi ve kültürle donatılmalarında her müslümana düşen görevler pek büyüktür. Bu konu devletin de vazifesidir.
Bazı kesimlerde kadının eve kapatılıp da, ilmî faaliyetlerden alıkonulduğu gibi bir iddia var. Bu konudaki görüşlerinizi de alabilir miyim?
• Daha önce de işaret ettiğim gibi, böyle bir davranışın ana sebebi İslâm’ın önceki asırlarında meydana gelen fitne hareketlerine karşı hanımları koruma endişesidir. Pekçok kimse zannetmiştir ki, müslüman hanımları evlere kapatırsak, cemiyetten uzak bulundurursak, cemiyetin kötülükleri onlara bulaşmaz, daha müslüman bir hanım ortaya çıkar, kanaatini edinmişlerdir ki, bu tamamen yanlış olan bir davranış ve tutumdur. Bugün dünyanın etrafında dolaşmakta olan uydular vasıtasıyla artık dünyanın her yerini seyretme imkanına kavuşmuş bulunmaktayız. Yani bugün sadece düğmeyi kapatmakla namuslu kalınabileceği düşüncesi bir hayal olmak durumundadır. Eğer kötü yayın varsa, düğmeyi çevirmekle ondan ancak pek sınırlı olarak kendini muhafaza belki mümkündür. Asıl olan o kötü yayınların iyilerini yaparak dinlenmez hale getirmek de. Bazı kişiler, "işte şu tv kanalı çok kötü şeyler veriyor, falan radyo terbiyesizce yayında bulunuyor" şeklinde konuşabiliyor. Benim düşüncem şu: Eğer gerek tv, gerek radyo, gerekse başka yayın organları bu dünyanın vazgeçilmez kurumları ise, günümüzde bu kurumları umuma hizmet yapacak şekilde vücuda getirmek de müslümanların vazifesidir. Yani bir müslüman başka kanalı beğenmiyorsa, kendisi beğeneceği bir kanal vücuda getirmek durumundadır. Bunu yapmadığınız zaman devrimizde müslümanlığın icap ettiği vazifeleri yapmamış oluyorsunuz. Kabahati başkasına atmanın âlemi yok ki. Yani yorganı kafanıza çekmekle, çirkeflikten kurtulamazsınız. Bu hareketiniz birkaç dakikalığına sizi kurtarabilir. Eve çekilmek, kafamıza yorgan geçirmekle bu dünyada, bu asırda temiz kalmak asla mümkün değildir. Toplumun ve dünyanın bütün faaliyetlerine kadınıyla, erkeğiyle sahip çıkmazsak, fikriyatımızı hâkim kılmaya bizzat hazırlanmazsak, yarın âhirette Peygamber (A.S.)’e bakacak yüzümüz olmaz.
• Sayın Hocam, özellikle biz Müslümanlar, hanımlarımızı, kızlarımızı örgülerle çehiz hazırlama gibi meşgalelerle kitaptan mahrum bırakmıyor muyuz?
• Bunlar yanlış bir yönlendirmenin neticesidir. Bazı kişiler kadının ileride çocuğuna faydalı olabilecek bir bilgiyi öğrenmesini kafi görüyor. Bir kızımız tahsil imkânı bulamamış ise, onun, bu gibi el becerilerini edinmesi güzel bir şeydir. Ancak kızlarımıza da erkek çocuklarımız gibi imkân hazırlanmalıdır. Bazıları hiç bir zaman kadına, fizikten, kimyadan veya bugünün geçerli mesleklerinden öğretilmesi düşüncesine yer vermiyor. Halbuki günümüzde örgüyle zaman geçirmenin bir anlamı yoktur. Ufacık bir makina pek çok kadınımızın yapacağını yarım saatte yapıyor. Onların dikiş-örgü gibi şeylere harcadıkları zamanı, daha yararlı işlere harcasalar, İslâmî açıdan daha iyi şey yapmış olurlar. Bugün öyle kızlarımızı görüyoruz ki, erkeklere taş çıkartacak derecede muvaffak oluyorlar. Hemen hemen her sahada başarı ka-zanıyorlar. Bundan İslâm adına sevinç duymamak mümkün değiİdir. Bugün kadın nüfusu dünya nüfusunun yarısıdır. Bu kaynağı atıl-batıl bırakırsanız tek ayakla yürümekte devam ederseniz ki, bu da İslâm’ın yararına değildir.


İLİM VE DİN HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER
"Allah Tealâ, her kimin hayrını murad ederse, onu dinde fakih (âlim) kılar".
Riyaz’üs-Salihiyn c.3 Sh.2 Had. No. 1405

"Yalnız iki haslet gıbta edilmeye değer. Bunlar da; Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı, Hak yolunda sarf ve infak eden kimse ile, Allah’ın kendisine vermiş olduğu ilim ve hikmetle hükmeden ve onu halka öğreten kimsedir"
Riyaz’üs Salihıyn C.3, Sh.2 Had.No. 1406

"Her kim ilim tahsili için bir yola sülük ederse, bu yüzden Allah Teaia ona, Cennete girecek yolu kolaylaştırır."
Riyaz’üs Salihıyn C.3, sh.4, Had.No. 1410

"Başkalarını doğruluğa çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Bununla beraber ona uyanların sevablarından da bir şey eksilmez."
Riyaz’üs-Salihiyn c.3, sh.5 Had.No. 1411
"İlim tahsili için sefere çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır."
Riyaz’üs-Salihiyn c.3, sh.6 Had.No. 1414
99

"İlminden sorulduğu halde bildiğini gizleyen (bilmiyorum diyen) kimsenin ağzına, kıyamet gününde ateşten bir gem vurulur."
Riyaz’üs Salihıyn c.3, sh.9, Had. 1419

"Cenab-ı Hakk’ın rızası aranan bir ilmi sırf dünya metaına nail olmak için öğrenen bir kimse, kıyamet gününde Cennetin kokusunu bile duyamaz."
Riyaz’üs Salihıyn c.3, sh. 9 Had.No. 1420


SU
Ey Rabbın en büyük nimeti
Sen Kabe’de Zemzem
Cami avlusunda sebil
Erciyeste pınarsın.
Abant’ta gölsün nefis bir tablo gibi
Gül yaprağında şebnem
Her duasında rahmetli
Annem ’Su gibi aziz ol." derdi.
Annem gibi aziz olan su
Sebil sebil cami avlusu
Bir büyük sırra ermek için
Dolaşırsın bulut bulut semâda.
Sonra karsın, dolusun, çamdalında salkım-saçak buz
Kaynaksın yaylalarda duru mu duru
Bereket yağdırır üstümüze
Nisan Yağmuru... içsem avuç avuç
Süzülürken buram buram alnımda ter
Seninle arınmak ister
Kerbela’ya dönen bağrım
Bir havuz kadar şirin bulurum mavi
Okyanus’u Gümüş gümüş yurdumu süsleyen su
Martılarınoynaştığı
Denizsin engin
Ummansın uçsuz-bucaksız.
Ak alnımda gurur
Damarımda kansın.
Vatan toprağım bu kanla yıkansın.
O kan ki, sevgi taşır gönüller dolusu
Duygu duygu gönlüme dolan su...
Kâh boz-bulanık bir sel
Kâh ırmaksın gürül gürül
Dicle’sin, Fırat’sın
Sakarya olur destanlar yazarsın tarihe
Katre katre şalakta
Cihada çıkmış sanki bir yeni
Fetih Ordusu Fatih’in üstünde at oynattığı su.
Doğuda Aras’sın batıda Tuna
Akıp gidersin yadellere
Kırgın gibisin özyurduna...
Vecde gelen derviş gibi
Coşarsın şelâle şelâle
Hayat bulur sende leylâk, güller ve lâle.
Mesteder sonra burcu burcu kokusu Su...
Şavkı vurunca nakış nakış sahil boyunda
Doyulmaz zevkine mehtabın Kalamış Koyu’nda.
Şarkı söyler gibi huzur verir ruha sesin
Sen mermerde değil, damla damla gönlümdesin.
Sen damla damla gözyaşımsın
Seninle ferahlar ruhum.
Ben gam denizinde bir Nebî-i Nuh’um.
Sen Rab’btn en büyük nimeti
Sen Kabe’de Zemzem
Kanmasam içsem içsem...
Kanar mı hiç suya deryada balık?
Kim demiş ki: ’Su uyur düşman uyanık?"
Düşmüşüm bir garib yolcu gibi peşine
Dolanı dolanı Mevlâ’yı bulan su.
Ve... Cennette mü’minlere
Kevser olan su...
Abdullah SATOĞLU