Makale

SOSYAL DAYANIŞMA MI,? SOSYAL KAPIŞMA MI?

SOSYAL DAYANIŞMA MI,?
SOSYAL KAPIŞMA MI?

Halit GÜLER

EN mütekâmil din olan İslâmiyet, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem vermektedir. Muhtaç ve zayıf kimselere yardım etmek, onları görüp gözetmek, geleceğe ümitle bakmalarını sağlamak hem dinî ve hem de insanî bir görevdir. Sosyal rahatsızlıkların giderilmesine, sınıflar arası istismarın önlenmesine destek olacak olan yardımlaşma ve dengeli mali dayanışma, İslâm dininin önemli emir ve tavsiyeleri arasında yer almaktadır.
Nitekim mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerimde, müslümanları hayır yapmaya teşvik için mealen şöyle buyrulur:
"Hayırdan ne infak ederseniz (sevabı) kendinize aittir. İntakınız yalnız Allah rızası için olsun! Hayırdan ne infak ederseniz mükâfatı tamamıyla verilir, haksızlığa uğramazsınız." (Bakara s.a. 272)
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.)’de, Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
"İki haslet sahibinden başkasına gıpta edilmez. Bunlar da: Allah tarafından kendisine mal verilip de onu Hakk yolunda sarfa muvaffak olan kimse ile, kendisine ilim ve hikmet ihsan olunup da onunla hükmeden ve onu öğreten kimsedir." (Riyazüs-salihin Cilt: 1, Hadis No: 546)
Yardımlaşma ve sosyal dayanışma ile ilgili emir ve tavsiyeleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bu emir ve tavsiyelerin tarih boyunca müslümanlarca titizlikle uygulandığına dair örnekler de pek çoktur. Zekât, fitre, sadaka ye kurban gibi müesseseler. İslâmın sosyal karakterini ortaya koyan açık delillerdir. Ayrıca Kur’an-ı Kerimde geçen infak; başkası için harcamak, karz; borç vermek ve sadaka gibi tabirler de dikkate alınırsa 200 den fazla ayet-i kerimenin mali konulara temas ettiği görülür.
İslâm dini insanı bir bütün olarak ele almakta ve bu bütünü mükemmelleştirecek ih-tiyaçların giderilmesinde cömert davranmaktadır. Eğer iman ruhani bir vazife; oruç, bedeni bir vazife ise, zekat da mali bir vazifedir.
Allah’a, Peygambere ve ahiret gününe inanmış kimseler olarak malımızın ve gücümüzün sadakasını vermeye, bu varlığımızdan dinimizin talimatları doğrultusunda başkalarını da faydalan-dırmaya mecburuz. Bu fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin hakkı, bizim de borcumuz-dur. Namaz, oruç ve diğer ibadetlerimiz gibi. Allanın verdiği nimetleri hak sahipleriyle paylaşmazsak, dünya ve ahiret felaketimizi kendi elimizle hazırlamış oluruz.
Zengin müslümanlar zekatlarını vermedikleri, fakirlere, zayıflara yardım etmedikleri, çalışanın hakkını, ihtiyaçlarını giderecek seviyede ödemedikleri için dünyada başımıza gelen felaketleri biliyoruz. Ahiret felaketinin veya azabının derecesini de Tevbe Suresinin 34 ve 35. ayetlerinden öğreniyoruz. Bu ayetlerde mealen şöyle buyrulur:
"Ey inananlar! Hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktiripte, Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele!..
Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın denilecek."
Yardımlaşma ve sosyal dayanışmanın temel unsurlarından birisi olan zekâtı vermeyenlerin, malî konularda cömert davranmayanların yukardaki ayetlerde işaret edildiği gibi cezalandırılacaklarını öğreniyoruz.
Müslümanlık son din ve cihanşümul olma özelliklerine uygun bir seviyede yardımlaşma ve sosyal dayanışmaya önem vermiştir. Önem vermekle kalmamış, taraftarlarını bu önemli işi en ileri noktada gerçekleştirmeye teşvik etmiştir. Bunun böyle olduğunu gösteren yazıları yetkili kalemlerden dergimizin diğer sayfalarında göreceksiniz.
Allah (C.C.), yalnızca namaz ve oruçla dünya ve ahi-ret saadetine erişmek, toplumu huzura kavuşturmak, servet dağılımında dengeyi sağlamak ve pay bölüşmesinde haksızlığı önlemek mümkün olmayacağını bildirdiği için zekatı farz kılmıştır.
Bu sebeple Peygamberimiz İslâmı bize aşağıdaki şekilde tarif buyuruyor:
"İslâm beş esas üzerine bina edildi:
Allah’dan başka tanrı olmadığına, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Ramazan ayında oruç tutmak."
Hadis-i şerifte geçen esasların tamamı aynı derecede öneme sahiptir, birini diğerine veya diğerlerine tercih etmek mümkün değildir. Muhteşem İslâm binasını ayakta tutan, müslümanları yer yüzünde faydalı ve itibarlı kılan bu beş esastır. İslâmın anayasasının önemli bir bölümü mesabesindeki bu esaslardan birisi eksik olursa, yani uygulama aynı ağırlık ve aynı derecede olmazsa İslâm binası beklenen hizmeti ifa edemez, çatısı altına sığınanları rahata kavuşturamaz ve sosyal hakların adilane dağıtım merkezi olamaz. Bizlere düşen İslâmı, Peygamber Efendimizin tarif buyurduğu berraklıkta ve dengede anlamak ve öyle uygulamaktır. Yardımlaşma ruhunun yaşaması, insana yönelik sevginin samimiyetini koruması ve sosyal dayanışmanın gerçekleşmesi buna bağlıdır.
Farz ibadetlerimizden ve sosyal dayanışmanın ana temellerinden olan zekatın en büyük hikmetlerinden birisi de müslümanları mali yardımlaşmaya, maddi fedakarlığa, tek kelime ile cömertliğe alıştırmasıdır. Yalnızca güler yüzle ve tatlı dille insanların ihtiyaçlarını karşılamanın, sıkıntılarını gidermenin ve problemlerini çözmenin mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu ifadeden güler yüzü ve tatlı dili önemsemediğimiz anlamı çıkarılmamalıdır. Güler yüzü, tatlı dili sadaka kabul eden bir dinin mensuplarıyız. Bununla beraber güleryüzün, tatlı dilin ve yumuşak yaklaşımın yanında Allah’ın koyduğu ölçüler içerisinde bu insanların ceplerine birşeyler koymak, işsiz olanlarına iş bulmak, borçlu olanların borcunu ödeyivermek, çocuğunu ukutamayanlara burslar vermek, kızın: gelin edemeyenlerine çeyiz düzüvermek İre midelerine birşeyler inmesine vesile olmak icabediyor.
İslâm, getirdiği şefkat ve merhamet dolu esaslarla bu dengeyi sağlamış, insanları ruh ve beden, zengin ve fakir, sakat ve sağlam, sağlıklı ve sağlıksız, güçlü ve güçsüz olarak ele almıştır. Ele almakla kalmamış, aldığı malî ve vicdanî tedbirlerle - insanların durumları ne olursa olsun- birbirlerine yakın şartlarda ve şansta yaşayabilmelerini sağlamıştır. Böylece in-sanları birbirleriyle uğraşmaktan, istismar ve sömürü konusu olmaktan kurtarmıştır. İnsanların ihtiyaçlarını dikkate alan, toplumun gerçeklerini çok iyi bilen, fertler arasındaki kaynaşmanın nasıl sağlanacağını, gelecekteki Sosyal hastalıkları da tedavi edecek ölçüde formüle eden Peygamberimiz şöyle buyuruyor ve sosyal dayanışmanın esaslarını tesbite ışık tutacak mesajını veriyor.
"Bir kimse bir müminin dünya üzüntülerini giderip ferahlatırsa, Allah da kıyamet gününün üzüntülerinden birini giderir.
“Her kim darda olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah da dünya ve ahirette ona kolaylık gösterir.”
“Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünya ve ahirette onun ayıbım örter.”
“Bir kul din kardeşine yardımda bulundukça, Allah da ona yardım eder.”
Bir kimse ilim tahsili için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona Cennet yolunu kolaylaştırır. (Rlyazu’s şalinin, c.l, 243)
Bu hadis-i şerifler, milli huzuru ve sosyal dayanışmayı sağlayacak; üzüntüyü paylaşmak, her işte kolaylık göstermek, yardımcı olmak, borçluya destek olmak, ilim öğrenmek ve ilim öğretmek için yola çıkanlara imkan sağlamak gibi kavramlara yer veriyor. Bu kavramların hayata geçirilmesi bile toplumun sosyal rahatsızlıklarından kurtulmasına herhalde yetecektir.
Dinimizin yardımlaşmaya ve sosyal dayanışmaya verdiği değerin tatbikattaki en güzel örneklerini, ecdadımızın tarih boyunca kurduğu vakıflarda görüyoruz. Vakıflar incelendiği zaman görülür ki Kur’an-ı Kerimde ve hadis-i şerifde geçen yardımlaşma ve sosyal dayanışma ile ilgili ilahi buyruklar, vakıflar aracılığıyla hayata aktarılmıştır. Yerli ve yabancı insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayacak sayısız vakıflar kurulmuş, bu vakıflar vasıtasıyla insanların huzuru, rahatı, can ve yol emniyeti sağlanmıştır. İnsan, zaaflarıyla başbaşa bırakıl-maktan ve istismar edilmekten kurtarılmıştır.
Vakıflar sayesinde camiler, medreseler, mektepler, hastahaneler, yollar, köprüler, kervansaraylar, çeşmeler kışlalar inşa edilmiş ve uzun süre yaşamaları sağlanmıştır. Yine vakıflar sayesinde hastalar, sakatlar, deliler tedavi ettirilmiş; öksüzler, yetimler, fakirler, yaşlılar, dullar, yolcular himaye görmüş; bekarlar evlendirilmiş, hayvanlar beslenmiştir. O görkemli geleneğin devamı olarak zamanımızda da vakıflar güzel hizmetlere sebep olmaktadır.
Fakirleri, hastaları, sakatları, yaşlıları, öksüz ve yetimleri, aç ve susuzları, yolcuları ve yurdundan uzak kalanları hep düşünen Peygamberimiz, iman sahibi zenginlerin akıllarına şöyle sesleniyor;
"Kesenin ağzını bağlama, senin rızkın da bağlanır. İnfak et, sayma, sana da sayı ile verilir. Malını Kilere kapatma, senin de rızkın kapanır."
İslâm dini’ nin yardımlaşma ve sosyal dayanışmaya verdiği önemi böylece özetledikten sonra, dünyanın bir bölümünde açlık ve yokluktan kıvranan, ilgisizlikten kahrolan, susuzluktan kuruyan, ilaçsızlıktan ölen insanlara, yalnızlıktan bunalan mültecilere dikkatinizi çekmek istiyorum;
Bilindiği gibi bazı Afrika ülkelerinde kuraklığa ve bilgisizliğe dayalı şiddetli bir kıtlık ve açlık hüküm sürmektedir. Yokluk sebebiyle insanlar ölmekte, çocuklar bir deri bir kemik kalmakta ve hayvanlar telef olmaktadır. Çatlayan topraklar insanları yutmakta, kuruyan otlar hayvanları iskelet haline getirmektedir. Dünya çok küçülmüş olmasına rağmen...
İslâm âleminde aşırı derecede petrol zenginlerinin mevcudiyetine rağmen... Ölümle burun buruna gelen veya acı kaderlerine terkedilen bu insanların büyük bir çoğunluğu da müslümandır.
Hem de öyle müslüman ki, her türlü maddi sıkıntıya rağmen, misyonerlerin gönül dünyalarını kirletmelerine, inançlarını karartmalarına izin vermeyecek, fırsat vermeyecek cesaret ve samimiyette.
Arnavutluk’ta, Bosna-Hersek’te, Kırım’da müslümanlara reva görülen zulme, haksızlığa ve gaddarlığa ne buyrulur?.
Savaş dışı olmalarına rağmen, medeni dünyanın gözleri önünde hunharca katledilen binlerce kadın ve çocuğa ne denir?
Açlıkla kıvranan, savaşla yok edilen insanların bulunduğu dünyadaki korkunç sessizlik ve ilgisizlik, bir şeyin eksikliğini gösteriyor. Acaba bu eksiklik ne?
Bugün düşünmese bile dünya bir gün onu düşünmek zorunda kalacaktır.
Kabahat kimde?
Gaflet içerisinde bulunan zengin müslüman ülkelerde mi? Yoksa insan haklarıyla ilgili pek çok beyannameye imzasını atan ve medeni olduklarını iddia eden gelişmiş ülkelerde mi?
Kabahata müslüman ülkelerin de ortak olduğu açık, fakat müslümanlığın bir suçu yok.
Demek ki dünyanın islâmın yardımlaşma ve sosyal dayanışma anlayışına,, insan hak ve hürriyetine verdiği değere çok ihtiyacı var.
Artık çok küçülen dünyada cereyan eden olaylar, korkunç ve çirkin boyutlarıyla, en ücra bölgelerde yaşayan insanları bile korkutan tehdit dolu tesirleriyle; haksızlıkları önlemek için kurulan beynelmilel teşkilatlarla bir sosyal dayanışma mı, yoksa bir sosyal kapışma mı? Bunun cevabını da siz verin!

YARDIMLAŞMA İLE İLGİLİ AYETLER
"Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayır işlerde birbirinize yansın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir".
(Bakara-148)
"Allah’ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür",
(Bakara-265)
"Ey inananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarf edin; iğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah’ın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu bilin".
(Bakara-267)
"Sadakaları açıkça verirseniz o ne güzel! Eğer onları yoksullara gizlice verirseniz sizin için daha iyidir. Allah onlan kötülüklerinizden bir kısmına karşı tutar. Allah işlediklerinizden haberdardır".
(Bakara-271)
"Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşamayanlara, hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan -yüzsüzlük ederek- bir şey istemezler. Sarfettiğiniz iyi bir şeyi Allah şüphesiz bilir".
(Bakara-273)
"Borçlu darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır".
(Bakara-280)
"İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp, zekât verenlerin Rab’leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir".
(Bakara-277)
"Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara duâ et senin duan onlar için bir güvendir".
(Tevbe- 103)