Makale

İSLAMİYET ve HAYVANLAR YARARINA VAKIFLAR

İSLAMİYET ve HAYVANLAR
YARARINA VAKIFLAR

Mustafa BEKTAŞOĞLU

Dünyadaki beşeri hayatın devamı, hayvanlara sıkı sıkıya bağlıdır. Gıda, elbise, ulaşım gibi en zaruri ihtiyaçlarımızın giderilmesinden, süslenmeye varıncaya kadar tâli ihtiyaçlarımızın bile karşılanmasında hayvana muhtacız. Onlar hayatımızın bir parçası olmakta ve dünyayı onlarla ortaklaşa yaşamak, paylaşmak zorunda kalmaktayız.
Kur’an-ı Kerim, yeryüzündeki bütün canlıların insanlar gibi birer tür olduklarını bildirmektedir. Sürüngenlerden ayaklarıyla yürüyenlere ve kanatlarıyla uçanlara varıncaya kadar bütün canlılar müstakil birer tür oluşturmaktadır. İşte Kur’an’da bunların ihmal edilmediği şu ayette zikredilmektedir:
"Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler." 1
Kur’an-ı Kerim, insan hayatında büyük rol oynayan deve, at, katır gibi bir kısım hayvanlara daha dikkat çekici ifadelerle yer vererek ehemmiyetlerine parmak basmaktadır: "Atları, "katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı). " 2 "(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına... bir bakmazlar mı?” (3), "Harıl harıl koşanlara, (nallarıyla) çakarak kıvılcım saçanlara... 4’" vs.
Dinimiz, hayvanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini hadisi şeriflerde güzel bir şekilde anlatmaktadır. Hayvanlara gösterilmesi gereken merhametten, eziyet ve hakareti yasaklamaya; onları sevip okşamaya, gıda ve temizliklerine ihtimama, yavrularının bakım ve korunmasına kadar hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.
İslâm dininde bütün mahlukata şefkatle muamele yapılması bir görevdir. Bilhassa hayvanlara zulüm edilmeyip iyi bakılması lazımdır. Hayvanlan pek çok yormamalıdır, dövmemeli- dir. Hayvanlara zulmün cezası ağırdır. Çünkü hayvanların Hak Tealâ’dan başka yardımcısı, koruyucusu yoktur. Hayvanların riayet edilecek hakları vardır. Yiyeceklerini, içeceklerini vaktinde vermek, tımarlarına bakmak, haklarında rıfk ile, merhamet ile muamelede bulunmak lazımdır. Her cins başka bir hizmet için yaratılmıştır.(5)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in konumuzla ilgili mübarek sözlerini de serdettikten sonra, Türk milletinin ayet ve hadisleri değerlendirerek hayvanların yararı için kurmuş oldukları vakıflardan söz edeceğiz.
Şöyle buyurur Peygamberimiz (s.a.s.): "Hayvanların sırtını minberler edinmekten sakınınız. Çünkü (yüce) Allah, sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onları sizin emrinize verdi. Arzı da sizin için yarattı. Binaenaleyh ihtiyaçlarınızı arzın üzerinde karşılayınız." <6) "Hayvanların sırtını minberler edinmekten sakınınız" sözünden maksat, hayvanları durdurup da sırtlarında oturarak, başkalarıyla sohbet ederek veya bir alışveriş için pazarlığa girişerek, onları lüzumsuz yere yormayınız. Bu gibi işleri yapmak istediğiniz zaman onların üzerinden ininiz, ondan sonra işlerinizi yapınız demektir.
Başka bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.s.) verimli yerde sefer ettiğiniz zaman develere o yerde nasiplerini verin. Çorak yerde sefer ederseniz orada yürüyüşü süratlendirin.,."<7) Bu hadis hayvanlara karşı müşfik davranmak gerektiğini ve onların haklarına riayet etmenin önemini bildirmektedir. Mer’ası bol yerlerde yolculuk edilirse zaman zaman hayvanlar otlatılarak doyurulacak, gerektiğinde sulanacak; mer’asız yerlerden geçilirse varacağı yere bir an evvel varmak için hızlı gidilmeli, hayvanın oralarda yorgun düşüp, yemsiz kalmasına imkân vermemelidir.
Resulullah (s.a.s.) (açlıktan) karnı sırtına yapışmış bir deveye rastladı da: "Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’dan korkunuz. Onlara (binmeye) elverişli hallerinde bininiz ve (yenmeye) elverişli hallerinde onları yiyiniz" buyurdu.(8)
Resul-i Zişân efendimiz bu hadis-i şerifte hayvanların haklarına riayet etmenin önemine dikkatleri çekerek, onları aç veya susuz bırakmanın, üzerlerine güçlerinin yetmediği yük yüklemenin, Allah’ın gazabını ve azabını mucib kılacağını dile getirmiştir.
Abdullah b. Ca’fer dedi ki (Hz. Peygamber bir gün) ensardan bir adamın bostanına girdi. Bir de ne görsün, bir deve! Resulullah (s.a.s.)’i görünce (deve) inledi, gözlerinden yaşlar aktı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) onun yanma gelip kulak kökünü okşadı, (hayvan da) sakinleşti. Peygamber (s.a.s.):
"Bu devenin sahibi kimdir, kimindir bu deve?" diye sordu. Ensardan bir genç gelip:
- Ey Allah’ın Resulü o benimdir, dedi (Peygamber (s.a.s.) de)
- "Allah’ın seni kendisine sahip kıldığı şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Gerçekten bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve yorduğunu bana şikayet ediyor" buyurdu. ,9’
Bu rivayet, Resulullah (s.a.s.)’ın hayvanlara karşı müşfik ve merhametkâr olduğunu, onların durumlarıyla da ilgilendiğini göstermektedir. Ayrıca insanların, hayvanları İlâhi bir emanet bilerek iyi davranmaları gerektiği, bilhassa gıdalarına ve onlara terettüp eden hizmetlerine dikkat etmeleri şart olduğu, aksi takdirde uhrevi mesuliyet getireceği ifade edilmektedir.
Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Birisi (Mekke yolunda) giderken ansızın susuzluğu arttı. Hemen bir kuyuya indi. Suyundan içti. Sonra çıktı. Bir de orada adamcağız bir köpek ile karşılaştı ki hayvan susuzluktan dilini çıkarıp soluyor, rutubetli toprağı yalıyordu. Bu yolcu (kendi kendisine): Bana erişen hararet gibi bu hayvana da susuzluk ârız olmuştur, de (yip merhamet eyle)di. Ve (kuyuya indi) Mesti (nin birini çıkarıp içi)ne (su) doldurdu. (Kuyudan çıkarmak için) mesti ağzıyle tuttu. Sonra çıktı. Köpeği suladı. Bundan dolayı Allah bu kulunu sena etti ve onu mağfiret buyurdu. Ashab-ı Kiram:
- Ya Resulullah! Behâim (sulamak) da bize de ecir var mıdır? diye sordular. Resulullah:
- (Evet! kendisinde eser-i hayat olan) her yaş ciğer (i sulayan için) de ecir vardır, buyurdu"10’
Başka bir hadis-i şerifte: "Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı"11
Müslümanlar, kendilerine rehber edindikleri Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hayatının her safhasını, dünyaya ve ahirete teallük eden mübarek sözlerini, fiillerini gaye edinerek yaşantılarında uygulamaya çaba sarfetmişlerdir. Her konuda bize öğretmenlik yapan Peygamberimiz, hayvanlara karşı gösterilmesi gereken merhametten, eziyet ve hakareti yasaklamaya; onları sevip okşamaya, gıda ve temizliklerine ihtimama ve korunmasında da bizlere yol göstermiştir.
Kalpleri sevgi ve şefkatle dolu atalarımız, peygamberimizin bu uygulamalarım bizatihi pratiğe geçirerek vakıflar kurmuşlardır. Birçok hayır yollarına vakıflar yapmış olan ecdadımız, hayvanların bakım ve beslenmesi için de vakıflarda bulunarak, kendilerine bunca hizmetler sunan bu yaratıklara karşı bir kadirşinaslık örneği vermişlerdir. Bazı yazarların tesbitine göre, zayıf hayvanların otlayıp beslenmesi için mer’alar ve çayırlar vakf etmişler <12), kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garip leyleklerin bakım ve tedavisi, hayvanlara gıda ve su verilmesi için vakıflar kurmuşlardır. Bu suretle de hayvanlara yapılan müstakil vakıfların cevazı, uygulamada kendisini göstermiştir.<13>
Atalarımız, sadece insanı değil, gökte uçan kuşları bile düşünmüşlerdir. Kuşları barındırmak için yine vakıf olarak yaptırılan "kuş evleri", Türk mimarisinin ilgi çekici bir unsuru olarak, XV. yy. da klâsik Osmanlı mimarisiyle birlikte ortaya çıkmış, XIX. yy. sonlarına kadar devam etmiştir. "Kuş Köşkü" veya "Kuş Sarayı" da denilen bu evler, cami, medrese, mektep, saray gibi her türlü yapının bol güneş alan ve rüzgar vurmayan cephelerinin ulaşılamayacak yüksekliklerine yerleştirilmiştir. Avusturya Sefiri Busbeck 1550’lerde şöyle yazıyordu: "Türkiye’de her şey insanileşmiş, her katı yumuşamıştır. Hayvanlar bile" Elbette!.. Çünkü Türk İslam insan-severliği cihanı kuşatmıştır."14’
İnsana zarar vermeyen hayvanı sevmek, muhakkak ki bir ahlâk ve karakter unsuru teşkil eder. Zira onlar da Cenab-ı Hakk’ın mahlukudur. Hiçbir millet, Osmanlı Türk’ü kadar çiçeğe değer vermemiştir. Hiçbir milletin tarihinin bir devresi bir çiçek adını taşımamaktadır. Bur- sa’da "Gurabâhâne-i Lâklâkan" denilen leylek hastanesi yeryüzü tarihinde eşsiz bir müessesedir. Güvercinler için yapılan vakıflar bir haylidir. Camilerin saçakları altına kuşların sığınması için hususi yuvalar ve meşhurların mezarlarındaki mermer sandukaların yanına yağmur suyu birikip kuşların içmesi için küçük tekneler yapmak, Türk medeniyetine mahsus hususiyetlerdendir. 15
Türk büyüklerinden, büyük insan Mimar Sinan, kurduğu vakfiyesinde köyü olan Ağımas’ta yaptırmış olduğu çeşmenin hemen yakınında ve oldukça nemli mümbit bir araziyi, çeşmeye su içmek üzere gelen hayvanların, itilip kakılmadan rahat bir şekilde su içmeleri ve dinlenmeleri için, büyük bir arazi parçasını vakfetmiştir.16’ Türklerin, hayvanlara karşı olan tutumunu Batılı bir yazar şöyle anlatır: Osmanlı toplumunda yardımlaşma öylesine yaygın, şefkat ağı öylesine geniştir ki (Türk düşmanı olarak ün yapmış bir avukat olan) Guer’in kayıtlarına göre bir ucu hayvanlar alemine, öbür ucu bitkilere kadar uzanmaktadır. Osmanlılar sahipsiz hayvanları beslemek için vakıflar kurmuş, ücretli adamlar tutmuşlardır. Bu adamlar sokak başlarında kedilere, köpeklere et dağıtırlar. Bu hayvanlar o sadakaya alışmış olduklarından, besicilerin seslerini duyar duymaz hemen sokak başına koşarlar.(17)
Mareşal Von Moltke, 1837’de şunları anlatır: "Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı da gösterirler. Üsküdar’da bir kedi hastanesi vardır. Bâyezid camiinin avlusuna gittim. Güzel avlunun mermerleri üstünde kanatlı misafirler için yem serpildiği zaman, bunu seyretmek hoş oluyor. Yem atılır atılmaz yüzlerce güvercin, caminin damlarından, direklerinden, revakın ve şadırvanın kubbelerinden, avludaki büyük servilerle, keyifli gurultuları ve alacalı kargaşaları, dille anlatılamaz. Şahsi emniyetlerine güvenleri sebebiyle, insanın yolundan bile çekilmiyorlar. Bunlar gibi limandaki martılar da insanın kürekle vurup öldürmesinden hiç tasa etmiyorlar.
Leylekler ve kırlangıçlar, kovulma tehlikesine asla mâruz kalmaksızın, istediği Türk evinin üzerinde yuvasını yapabilir. İstanbul, kuşların cenneti sayılabilir. Güvercinler, üstü açık mavnalarla limana getirilen hububatı yiyip rahat rahat beslenirler. O kadar emniyet içinde üşüşler ki, gemicilerle hammallara güçlükle yol verirler. Limanın uğultulu gürültüsünü deniz kuşlarının çığlıkları büsbütün arttırır. Şehir civarında martı ve gücercin gibi kuşlara ateş etmek büyük bir cür ettir.<18)
D’ohsson, 18. yy. Türkiyesinde örf ve adetlerden bahsederken bu konuda şunları söylemektedir: Hayırseverlik o derecededir ki, hayvanları bile içine alır. Hiçbir kimse, hayvanlara kötü muamele etmez ve ettirmez. Bir kimse devesine, atma yahut katırına fazla yük yükletse, hayvanını fazla yorsa, polis derhal buna müda- hele eder, eziyeti önler ve hayvanı dinlenmeye sevkeder; buna selâhiyeti vardır. Her gün bu gibi hareketlerin misalini görmek mümkündür ki, bütün bunlar, hiç şüphesiz Türk milletini şereflendirmektedir. 1’

1- En’anı, 38.
2- Nahl, 8.
3- Gâşiye, 17.
4- Adiyat, 1-2.
5- BİLMEN, Ö. Nasuhi. Büyük İslâm İlmihali, 436, İstanbul-1986.
6- S. Ebû Dâvud Tere, ve Şerhi (Komisyon) 10/ 64, Cihâd; 2567, Bâb: 55 (Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.).
7- DAVUDOĞLU, Ahmet, S. Müslim Tere, ve Şerhi, 9/142, İmâre, 1926, Bab: 54; S. Ebû Dâvud Tere, ve Şerhi, 10/67, Cihâd: 2569. Bâb: 57.
8- S. Ebû Dâvud, 10/ 38, Cihad 2548 Bab:44 (Sadece Ebu Dâvud rivayet etmiştir)
9- S. Ebû Dâvud, 10/39 Cihad 2549,Bab: 44.
10- S. Buhari, Tecrid, 7/ 224, Şirb. Hadis no: 1066; benzerleri için bkz. Buhari, Tecrid, 9/ 72, Bedii’I- Halk, Hadis no: 1366; S. Müslim Tere, ve Şerhi, 9/702, Selâm, 153 (2244); Ebû Dâvud, 10/ 40, Cihâd; 2550, Bab: 44.
11- Buhari, Tecrid, 2/ 713, Hadis no: 417; 7/ 227; S. Müslim Tere. 10/ 584, Birr,Hadis no: 133 (2242).
12- BİLMEN, Hukuki İslâmiyye ve Istüahatı Fıkhiyye Kamusu, 4/ 302, İstanbul- 1969.
13- AKGÜNDÜZ, Ahmet, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, 188, TTK Yay., Ank. 1988.
14- Yeni Türk Ansiklopedisi, 12/ 4573,ÖtUken Yay., İst- 1986.
15- ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, 10/ 321.
16- ATEŞ. İbrahim. VII. Vakıf Haftası, 28, V.G.M. Yay., Ankara- 1990.
17- SUNGURBEY, İsmet, a.g.e., 23
18- ÖZTUNA. a.g.e., 11/278-280.
19- D’OHSSON, 18. yy. Türkiyesinde Örf ve Adetler, 188.