Makale

VAKFIN SOSYAL HAYATIMIZDAKİ YERİ

VAKFIN SOSYAL HAYATIMIZDAKİ YERİ

Ramazan ÖZALPDEMIR

Vakıf, İslâm Medeniyetinde, sekizinci asırdan ondokuzuncu asrın sonlarına kadar uzanan bir dönemde, gördüğü hizmetler yönüyle dinî, hukukî ve ictimâî müessese olarak yerini almıştır. Sosyal hayatta etkin roller üstlenen vakıf, iktisâdî ve kültürel hayatta da ağırlığını hissettirerek, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Yaptığı hayrî hizmetlerle topluma mal olan bu müessese, uzun bir tarih sürecinde öneminden hiç birşey kaybetmeden günümüzde de çeşitli şekillerde insanlara faydalı hizmetler üretmeye devam etmektedir. Vakıf, sözlükte kelime olarak “birşeyi durdurmak ve alıkoymak” anlamlarına gelir. Terim olaraksa vakfın çok çeşitli tanımlarının yapıldığını bu alanda yazılmış eser ya da İlmî inceleme, araştırma yazılarında görmek mümkündür. Bu tanımlamalarda ortak yönler olmakla beraber, ayrıldıkları noktalarda nüans diyebileceğimiz nitelikteki hususlardır. Birbirine yakın bulduğumuz iki tanımı biz burada (bu yazıda) esas kabul etmek istiyoruz. Terim olarak vakıf: a) “Menfaati ibadullaha (Allah’ın kullarına) ait olmak üzere aynî (taşınır veya taşınmaz) malı Allah’ın mülkü hükmünde kabul ederek temlik (mülk olarak verme) ve temellük (mülk edinme)’ten alıkoy- maktır.”U) b) “Topluma faydalı olmak amacıyla taşınır veya taşınmaz bir malın, belirli hukukî prosedür içerisinde bir amaca tahsis etmektir.”<2) Bu tariflerden de anlaşılmaktadır ki, bir malın veya mülkün geliri bütünüyle insanların faidesi- ne olmak gayesiyle hayır işlerine tahsis edilmekte ve bu gelirlerin her ne şekilde olursa olsun amaç dışında kullanılması önlenmiş olmaktadır.
Gene, birşeyi vakfederken, sıhhat şartı olarak “insana faydalı olma” kaydına özellikle vurgu yapılmaktadır. Vakfı yapan kişi, mülkiyetindeki malın bir kısmını veya tamamını Allah’ın rızasını elde etmek gibi yüce bir niyetle, insanların (Allah’ın kullarının) herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere dinî-hayrî bir amaca tahsis etmektedir. Böylesine âsil bir davranış sergileyen kimseyi harekete sevk eden ana âmil içinde taşıdığı kuvvetli imanı olsa gerektir. Esasen, dünya aleminde ve kainatta var edilen her şeyin gerçek sahibi Yüce Yaratıcı, kullarına geçici bir süre için ve imtihan gayesiyle nimetler ihsan buyurmuştur. Şu halde verilen imkanları onun rızasını elde etmeye matuf yönlerde kullanmak iman ve insaf sahibi her bir mümin için dinî bir görev olmaktadır. Malını vakfeden kimse de bu ideal amaçlar için vakfetmektedir.
Vakıflara Hayat Yeren Dinî Motifler
Vakıfların İslâm toplumunda vücud bulup gelişme kaydettiğini biraz önce belirtmiştik. Topluma mal olmuş bu köklü müesseselerin ortaya çıkmasında fert ve aileleri ; yönlendirici dinî referansların olduğu bilinmektedir. Bunlarda, her ne kadar vakıf sözcüğü bugünkü şekliyle geçmiyor olsa da, mana ve keyfiyet olarak bu müesseselerin doğmasın- " da önemli faktörler olmuşlardır. Her türlü hayır hizmetini, İçtimaî yardımlaşmayı, yoksul ve düşkünlerin yardım ve imdadına koşmayı... Kısacası bütün bunları kapsamı içine alan “infakı” emreden ayet ve hadislerin çokluğu bilinen bir gerçektir. Bunlardan birkaçını verecek olursak:
“...Hayır işlerine koşun...”(3); “...gerçek iyilik Allah rızası için yetimlere, yoksullara, yolda kalmış olanlara, dilenenlere ve kölelere sevdiğiniz maldan harcar, namazı kılar, zekatı verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır.”<4); “Kim zerre kadar hayır yaparsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”15’; “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamakdıkça “iyi” ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.”16’; “Hayır işleyin ki, kurtulabilesiniz.”(7); “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın...”(8) Gerçek mümin olma bilincine sahip kimseler imkanların elverdiği nispette ihtiyaç içinde bulunanların hizmet ve yardımına koşmayı dinî bir görev bilmek durumundadır. Başkalarının dert ve sıkıntılarına ortak olunduğu ölçüde hakiki mutluluğun elde edileceğine, neticede erdemli insan vasfını kazanabileceğine inanacaktır. Hayatı sadece kendi “ben”inden ve zevkinden ibaret sayanlar, hep kendi haz ve enaniyetleri peşinde koşanların bunları anlamaları pek kolay değildir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in, ümmetini, hayra ve güzelliğe yönlendiren sözleri az değildir. Konuya ışık tutması bakımından şu kutlu sözleri konumuza temel oluşturmaktadır: “Bir insan öldüğünde ameli kesilir (defteri kapanır). Ancak sa- daka-i cariyesi (çeşme, köprü, hastane, cami, mektep... yaptırmak, E ağaç diktirmek), fayda veren İlmî bir eseri veya kendisine dua eden hayırlı bir evladı olan kimsenin defteri kapanmaz.”11” Hadiste, Efendimizin (a.s.) ağzından ifadesini bulan, “Sadaka-i cariye” terkibi, devamlı hayır ve sevaba vesile teşkil edecek her şey olarak yorumlanmıştır.
Böylece bu hadis, bizim bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz vakıf müesseselerinin doğuşunda önemli itici manevî güç olmuştur. Mü’min bir insanın, daha hayattayken veya ahi- rete göç ettikten sonra amel defterine sevap olarak yansıyacak güzelliklerin olmasına en güzel sebeblerden biri de vakıflar olduğunda şüphe yoktur. Ecdadımız bu amaçladır ki, vakıfları memleketlerinin herbir köşesinde kurmuş, geliştirmiş ve asırlarca ayakta kalmalarına gayret sarfetmiştir.
Vakıfların Tarihi Gelişimi
İlk vakıf müessesesinin, 625’te bizzat Peygamber Efendimiz tarafından tesis ettirildiğine dair bugün elimizde bilgiler bulunmaktadır.“0) Bu bağlamda, Peygamber Efendimiz Medine’de kendisine ait hurma bahçelerinden bir kısmını vakfederek gelirlerinin İslâm’ın savunulmasında ihtiyaç duyulacak alanlarda sarfedilmesine ayırmıştır. Yine bu gaye için, Fedek hurmalığındaki hissesini, yiyecek ve içecek ihtiyacı bulanacak yolculara tahsis buyurmuştu. Hayber’deki hurma bahçesini ise üçe bölerek gelirlerin birinci bölümünü çoluk-çocuğuna, kalan iki bölümün gelirlerini de Müslümanların faydalanması için ayırmıştı.’1" Bu tesbitlerden sonra aksi yönde ki görüşlere rağmen-diyebili- riz ki. ilk vakıf hareketi peygamber Efendimizle başlamıştır. Hz. Ömer (r.a.)’ın vakıfların tesisi ve vakfiyelerin esasları konusunda ortaya koyduğu gayretlerse kaynaklarda yer almış bulunmaktadır İslâm’ın ikinci büyük Halifesi, Semg (Temg) adlı arazisini vakfetmek isteğiyle Peygamberimize gelmiş ve şu suali kendilerine yöneltmişti.
Ya Rasûlellah, ben nazarımda en güzel ve kıymetli bir hurmalığa sahip bulunmaktayım. Halis kazancımdan bu malımı vafketmek istiyorum” dediğimde, Rasûlüllah Efendimiz:
Bu hurmalığın aslını, rakabesini vakfet. Artık o hibe edilmez, varis olunmaz, yalnız onun mahsulü (ihtiyaç içinde olana) infak edilir (yedi- ı i lir)” buyurmuştur. Bu söz üzerine Hz. Ömer, burasını hadiste ifade edildiği biçimde vakfetmiştir1 2 Vakıf kuruluşları, tarih içinde güçlenerek varlıklarını sürdürerek hizmetlerine devam edegelmişlerdir. Özellikle Selçuklular döneminde Türkler. Anadolunun her bir köşesinde içtimai hayır hizmetleri gören pek çok sayıda vakıf meydana getirmişlerdir. Selçuklu devlet adamları, Fatimîlerin, İslâm coğrafyasında sürdürmek istedikleri, toplumun inanç bütünlüğünü bozmayı hedefleyen bozguncu hareketlere karşı daha sağlıklı mücadele için eğitim kuramlarının sayılarını artırmışlardır. Sözkonıısıı müesseseler hertürlü ihtiyaçlarını karşılamaya matûf vakıflar tesis etmişlerdir.
Vakıflar Osmanlı devleti döneminde ise ayrı bir öneme haiz konuma geldi. Osmanlı Devleti sınırları içinde kalan yerleşim alanlarında kurulup ayakla tutulan vakıflar; yoksullara ve düşkünlere yardım ediyor; belirli topluluk, meslek ve aile üyelerini destekliyor, halkın yararına olacak kamu niteliğindeki işleri (yol, köprü, cami, su kemeri...vb.) yürütmekteydi. İmkanları yerinde olanlar, fakir insanların eğitim, sağlık ve kültürel işlerini destekliyordu. Devletin yapmak durumunda olup da çeşitli nedenlerle gerçekleştiremediği işler bu yollarla yapılıyor, devlete bireyin desteği somut olarak kendini gösteriyordu.
Vakıf Çeşitleri
Amaçları bakımından vakıfların üç grupta toplandığı görülmektedir. Bunlardan “Hayrî” diye nitelenen birinci kategorideki vakıflar, bir şahıs ya da bir grup insanın kurdukları vakıflar olup, hizmet alanı kamuyla ilgili alandır. Bunların kurucularının güttüğü ana gaye Cenab-ı Hakkın rızasını talep etmektir.
İkinci kategoridekiler ise,’’yarı hayrî yarı ailevî” vakıflardır. Bu çeşit vakıflar aile ile ilgili hizmetlerle beraber halkla ilgili hizmetleri yürütür.
Üçüncüleri ise, “aile vakfı”dır. Bunlar da tamamıyla aileye ait işleri yürütür.
Vakıflar kültür ve medeniyetimizin gelişmesinde toplumlunuzun ihtiyaçlarının karşılanmasında tarihimizde mühim görevler ifa ettiği bilinen gerçektir. Yaptığı eserler, başardığı işler o kadar çok ki, bunları ayrı ayrı saymak bir hayli yer tutacağı için yazmaktan ictinab ediyoruz. Ancak burada belli başlılarını sayarak, konumuzu noktalamak isterim. Camiler, mescidler, namazgahlar, mektep, medrese ve kütüphaneler, hastaneler, aşevleri, kervansaray, çeşme, sebil, sarnıç ve su kuyularını, zayıf hayvanların otlayabilmesi için meralar, fakir ve kimsesizlerden olup yolda kalanlara yardım, mübarek gün ve gecelerde camilerdeki cemaate hurma ve zeytin dağıtma...bu gibi pek çok hayrî hizmetler vakıf kuruluşlarınca yürütüldü.
Ecdadımızdan kalan vakıf eserlerinin anlamına uygun olarak onarılıp yaşatılması dileğiyle...

1- Türk Aile Ansiklopedisi, c. 3, s. 1032.
2- İslâmda Sosyal Dayanışına Miiesseseleri, Yard. Doç. Dr. Mehmet Şeker, Dib. yay. s. 110; Türk Aile Ans. c. 3, s. 1032.
3- Bakara, 148.
4- Bakara, 177.
5- Zilzal, 7-8. fi-Al-i imran, 92.
7- Hac, 77.
8- Maide, 2.
9- Rizyazii’s-Salihin, c. 3, s. 302, No: 953.
10- Diy anet Aylık Dergi, Nisan 1997, sy. 76, s. 47.’
11- Adıgeçen Dergi, s. 47.
12- Türk Aile Ans., c. 3, s. 115.