Makale

RAMAZAN AYI KUR'AN AYI'DIR

Vaaz Vrneği

RAMAZAN AYI KUR’AN AYI’DIR

Lütfi ŞENTÜRK

Değerli Mü’minlerî
Ramazan ayına erişmiş bulunuyoruz. Manevî hayatımızda seçkin yeri olan bu aya bizleri eriştiren yüce Rabbimize hamdediyor, bu ayı nasıl değerlendireceğimizi bize öğreten sevgili peygamberimize salât ve selâm ediyoruz.
Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Peygamberimiz bu aydan söz ederken, "Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur.", buyurmuştur.
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, o da şudur: Yılın ayları ile gün ve geceleri, zamanın dilimleri olmak itibariyle aynıdır, aralarında bir fark yoktur. Ancak önemli bazı dinî ve millî olayların meydana geldiği zaman dilimleri diğerlerine göre farklıdır. İşte ramazan da böyledir. Bu ayda meydana gelen olaylara baktığımızda bu ayın diğer kamerî aylardan üstünlüğü anlaşılmış olur. Kur’an-ı Kerim ramazan ayından sözederken:
"Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirildiği aydır." 121 buyuruluyor.
Demek ki, ramazanı diğer kamerî aylardan üstün kılan özelliklerin başında, insanlık için bir hidâyet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmesi ve inmeye başlamış olmasıdır.
Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü Allah Teâlâ onu, son peygamber Hz. Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellem vasıtasıyle göndermiştir. Allah Teâlâ, peygamberimizden başka peygamber görevlendirmeyeceği gibi başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir.
Kur’an-ı Kerim, Cebrail aleyhi’s-selâm adındaki melek aracılığı ile peygamberimize vahyolunmuştur. Kur’an-ı Kerim, peygamberimizin hayatında tamamen yazılıp tesbit edilmiş ve daha sonra da mushaf haline getirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim, peygamberimize vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Bu özelliği taşıyan başka bir kitap yoktur. Diğer semavî kitaplar (İncil, Tevrat ve Zebur) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilâve ve çıkartmalar yapılmak suretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir.
Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Teâlâ tarafından va’d buyurulmuştur. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de:
"Doğrusu Kur’an’ı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz." 131 buyurulmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, sadece mushaflarda yer almamış, indiği günden itibaren pek çok kimse tarafından tamamen ezberlenmiştir.
Değerli Mü’minler!
Kur’an’ı Kerim, eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamberimiz sadece onu insanlara tebliğ etmeye memurdur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
"De ki, her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an’ı Allah’ın izni ile, kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve mü’minlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir." 141 Yani o, ne Cebrail’in ve ne de senin sözündür. Cebrail aleyhi’s-selâm da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor:
"Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’da şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın."(5)
"Yoksa onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu mu diyorlar. De ki: Eğer doğru iseniz (doğru söylediğinize inanıyorsanız) Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin ."(6)
Evet, Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil bir sûre meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamıya-cağını da haber vermiştir. Şöyle buyurulmuştur:
"De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar." (7)
Kur’an’ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır.
Mekke müşrikleri Kur’an’ın gönülleri aydınlatan, onu dinleyenleri ifade ve uslüp bakımından hayretlere düşüren nurunu söndürmek için her çareye başvurmuşlardır. Onun benzerini getirmek için güvendikleri şair ve edipleri bir araya getirmişler, çalışmalar yapmışlardır. Fakat bu çalışmalar Kur’an’ın fesahat ve belâgati karşısında çok sönük kalmış ve onlarca da Kur’an-ı Kerim’le mukayeseye değer bulunmamış, bu yüzden:
"Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz."(8) demek zorunda kalmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’in İngilizce mütercimlerinden Palmer: "En güzide Arap yazarları değer itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir eser yazamamışlarsa hayret edilmemelidir. Çünkü Kur’an benzeri yazılamayacak tek kitaptır." demiştir.
Değerli Mü’minler!
Kur’an-ı Kerim, İslâmiyetin ana kitabıdır. Dinin esasıdır. Dinî hükümlerin dayanağı olan delillerin birincisidir. Dinî hükümlerin esaslarını ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, semavî kitapların da özetidir. İnsan ve insan topluluklarını inanç, ibâdet, ahlâk ve sosyal yönden maddî ve manevî mutluluğa ulaştıracak her şeyi bildirmiştir. Bir âyet-i kerime şöyledir:
"Ey Muhamtned, sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur’an’ı indirdik."’"
Pek çok ayette tekrar tekrar hatırlatılan bir husus da Kur’an-ı Kerim’in insanları doğruya ve doğru yola hidâyet eden bir kitap olarak gönderilmiş olduğudur. Bu husus gerçekten çok önemli ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu âyet-i kerimelerden bir tanesine işaretle yetineceğiz, şöyle buyuruluyor:
"Doğrusu bu Kur’an, en doğru yola hidâyet eden ve yararlı işler yapan mü’minlere büyük ecir olduğunu, ahirette inanmayanlara yakıcı azap hazırladığımızı müjdeler ."(10)
Kur’an-ı Kerim, insan ilişkilerine büyük önem verir. Bugün toplumların en çok ihtiyaç duydukları toplumsal barışı sağlayacak hususları detaylarına kadar açıklar. Önce kişinin gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildirir. Toplumun özünü oluşturan aile hayatı ile karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletler arası münasebetlere varıncaya kadar sosyal hayatın bütün kurallarını gösterir; en yüksek, en güzel ahlâk prensiplerini öğretir. Çok basit gibi görünen ve fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan selamlaşmaktan ve evlere izin alarak girme adabına varıncaya kadar detaylara yer verir.
Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, insana büyük değer verir.
"Andolsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık."(11) buyurarak insanın yaratıklar içerisinde en güzel surete sahip olduğunu bildirir. Ayrıca insanın üstünlüğüne işaret etmek üzere de şöyle der:
"Biz gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık.""(12)
Kur’an-ı Kerim’in insana verdiği değeri saymaya gerek yok. Çünkü Kur’an, insandan başka kâinatta olan her şeyin insanoğlunun emrine âmâde kılındığını ve insana hizmet için yaratıldığını bildirir. Bu konuda şu âyet-i kerimeyi hatırlatmak yeterli olur:
"Allah’ın göklerdeki ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde- bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır (yazıklar olsun).""(13)
Kur’an-ı Kerim, zina, fuhuş, adam öldürmek, yalan söylemek, iftira etmek, haksızlık yapmak, israf etmek, hiyanette bulunmak, gıybet ve sarhoşluk gibi toplumu temelinden sarsan kötülükleri yasaklar.
Kur’an-ı Kerim, daima ileriyi emreder. "Babalarımızdan böyle gördük" diyerek akıl ile ilim ile açıklanamayan alışkanlıklardan ayrılmak istemeyenleri ayıplar ve körü körüne taklidi reddeder. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bir örnek olmak üzere İbrahim aleyhi’s-selâm ile kavmi arasında geçen bir konuşmayı hikâye eder ve şöyle der:
"Hani o, babasına ve kavmine neye tapıyorsunuz? demişti. Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz, demişlerdi.
İbrahim:
- Peki, dedi, yal vardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler:
- Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim:
- İyi ama, ister sizin ister önceki atalarınızın neye taptığını (biraz olsun) düşündünüz mü? dedi.""(14)
İlk inen ayeti :
"Yaratan Rabbinin adıyla oku.’(15) olan Kur’an-ı Kerim, daima ilme teşvik eder. Fenne ve müsbet ilimlere karşı asla tavır almaz. Akla ve düşünceye özel yer verir. Kâinatı ve kâinattaki yaratılış inceliklerini düşünmeye davet eder. "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyerek ilmin üstünlüğünü vurgular.
Özet olarak şunu söylemek gerekir ki Kur’an-ı Kerim, insan için inmiştir. İnsanı dünya ve âhirette mutlu kılacak her şeyi ihtiva eden bir kitaptır. Böyle bir kitabı rehber edinen yanılmaz. Ona sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez. Onun gösterdiği yoldan yürüyen şaşırmaz ve onu okuyanın ecri az olmaz.
Şüphe yok ki, Kur’an-ı Kerim’i okumaktan maksat, manasını öğrenip yapın dediklerini yapmak ve yasaklarından sakınmaktır. Çünkü Kur’an, Allah’ın insanlara gönderdiği mesajıdır. Bu mesajın içeriğini anlamadan sadece onu okumanın, gerçek anlamda onu okumak demek olmayacağı açıktır. Bu konuda peygamberimize verilmiş olan görevi ifade eden âyet-i kerîmeyi hatırlatmak yararlı olur. Şöyle buyuruluyor:
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’an’ı indirdik. Umulur ki düşünüp anlarlar.""(16)
Kur’an’ı okumaktan asıl maksadın manasını öğrenip onu hayatageçirmek olmakla beraber, ayrıca onu okumanın da sevap olduğunda şüphe yoktur. Nitekim peygamberimiz: "Bir kimsenin Kur’an’dan bir harf okuması bir hasenedir. Her haseneye de on sevap vardır. Ben size "Elif Lâm Mîm" bir harftir demiyorum. Belki "Elif başlı başına bir harftir, "Lâm" bir harftir, "Mîm" bir harftir. (17) buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim’den bir harf okuyana on sevap verildiğine göre "Elif Lâm Mîm" diyen kimse üç harf okumuş olacağı için otuz sevabı var demektir.
Bu hadîs-i şerif, Kur’an-ı Kerim’i okumanın da sevap olduğunu ifade ediyor ki, buna aykırı olan görüşler bir değer taşımaz.
Burada bir başka noktaya işaret etmekte yarar vardır. O da ölüler için Kur’an okuma konusudur.
Değerli Mü’minler!
Akaid kitaplarımızda şöyle bir ifade vardır: "Hayatta olanların ölüler için yapacakları dualardan ve onlar için verecekleri sadaka, yapacakları hayırlardan ölüler yararlanırlar. "Çünkü peygamberimiz mezarlığa uğradığında onlara selâm vermiş ve dua etmiştir. Buna göre ölüler için okunan Kur’an’dan da yararlanırlar mı?
İslâm alimlerinin bu konudaki görüşlerini nakletmeden önce bir hususa işaret etmek istiyorum.
Ülkemizde mezarlıkta ve ölüler için genel olarak Kur’an-ı Kerim’in Yâsîn sûresi okunmaktadır. Bakınız bu sûrede ne buyuruluyor:
"Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik, zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve inanmayanlara da azap sözünün hak olması içindir.""(18)
Bu âyet-i kerimelerde Kur’an’ın, hayatta olanları uyarmak ve onlara yol göstermek, rehberlik etmek için indiği açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hem de ölüler için okunması âdet haline gelen sûrede.
Demek Kur’an, ölüler için değil, yaşayanlar için inmiştir. Bu konuda merhum şair M. Akif Ersoy ne güzel söylemiş:
"İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkıyle bilin, Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için."
Evet, Allah rızası için Kur’an-ı Kerim’i okumak bir ibadettir ve her ibadet gibi bu da sevaptır. Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse bu sevabı dilerse ölünün ruhuna bağışlayabilir ve ölü de bundan yararlanır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’i Allah rızası için değil de bir ücret karşılığında okumak sevap olmayacağı için ölünün bundan yararlanması da söz konusu değildir. Şu nokta çok önemlidir: Bir işin ibadet olabilmesi, o işin yalnız Allah rızası için yapılmış olmasına bağlıdır. Değil bir ücret karşılığı, gösteriş için yapılan ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin bile Allah katında bir değeri yoktur.
İmam Şafiî’ye göre ise, Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşmaz (19)
Özetleyecek olursak, bir kimse yalnız Allah rızası için Kur’an okur ve bunun sevabını dilediği ölünün ruhuna bağışlayabilir, ölü de bundan yararlanır. Ancak başkasına para karşılığında ölüleri için Kur’an okutmanın bir faydası yoktur.
Değerli Mü’minler!
Denizden bir avuç mesabesinde anlatmaya çalıştığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, işte bu ayda inmeye başlamıştır. Bunun için bu aya "Kur’an Ayı" denmektedir.
Her konuda olduğu gibi ramazan ayı konusunda da örnek alacağımız kimse peygamberimizdir. Peygamberimiz ramazan ayında diğer aylardan daha çok Kur’an-ı Kerim’le ilgilenirdi. Kendisine vahiy getiren melek Cebrail aleyh’s-selâm ramazanın her gecesinde peygamberimizle buluşur Kur’an okurlardı.
Hz. Fatıma validemizden gelen bir rivayete göre, peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Cebrail aleyhi’s-selâm her yıl Kur’an-ı Kerim’i benimle mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele etti. Öyle sanıyorum ki ölümüm yaklaşmıştır.’"(20)
Ashâb-ı Kirâm’ın hafız ve âlim olanlarından Ubeyy İbn Ka’b ile Muaz (r. anhuma) ramazanda Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi. Hafız olmayanlar ise ezberledikleri sureleri okurlardı.
Büyük İslâm alimi Ebû Hanife (Allah ona rahmet eylesin)’nin ramazan ayında geceleri Kur’an-ı Kerim’i okumakla ihya ettiği rivayet edilir.
Ramazanda camilerimizde mukabele okunması, evlerimizde Kur’an-ı Kerim’in hatmedilmesi, peygamberimizin ve onu örnek alan ashabının ve İslâm âlimlerinin ramazan hayatından alınmış güzel örneklerdir. Peygamberimizin huzurunda okunan, yazılan ve ezberlenen Kur’an-ı Kerim’in zamanımıza kadar bir kelimesi eksilmeden gelmiş olması, peygamberimizin ramazan hayatının eseridir.
İşte değerli mü’minler, ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan olayların başında yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamış olmasıdır.
Diğer bir olay da, İslâm’ın beş esasından biri olan oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmiş bulunmasıdır.
Böylesine mübarek bir aya kavuşmanın sevinci içerisindeyiz. Bunu fırsat bilerek bu ayı oruç tutarak, Kur’an okuyarak, ibadet yaparak geçirmeliyiz. Kimseyi incitmemeye özen göstermeliyiz. Yoksulları ve kimsesiz çocukları korumalıyız. Böyle yaptığımız takdirde Allah’ın nzasını kazanmış oluruz. Ne mutlu ramazan-ı şerifi bu şekilde değerlendirenlere.
Bu duygularla hepinizin ramazan-ı şerifini kutluyor, hepimiz, ülkemiz, milletimiz ve hatta insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâdan niyaz ediyorum. Amin.

1- Et-Tergîb ve’t-Terhîb, Beyrut, 1968, c. 2, s. 95.
2- Bakara, 185.
3- Hicr, 9.
4- Bakara, 97.
5- Bakara, 23.
6- Hud, 13.
7- İsrâ, 88.
8- Fussilet, 26.
9- Nahl, 89.
10- İsrâ, 9.
11- Tın, 4.
12- İsrâ, 70.
13- Lokman, 20.
14- Şuara, 70-75.
15- Kalem, 1-2.
16- Nahl 44.
17- Tirmizî, Fedailü’l-Kur’an, 6.
18- Yâsîn, 69-70.
19- Daha geniş bilgi için bak: Şevkânî, Nevlii’l-Evtar, c. 4, s. 105.
20- Buhârî, Fedailü’l-Kur’an, 7.