Makale

ŞARK MESELESİ VE GÜNEYDOĞU ANADOLU

Muammer Yılmaz

ŞARK MESELESİ VE GÜNEYDOĞU ANADOLU

Türkler tarihte 120’den fazla devlet kurmuş ve devlet yıkmışlardır. Nerede bir Türk devleti yıkılmışsa, yerine daha güçlüsü kurulmuştur. bu durum zamanımıza kadar uzanmakta, uzandıkça da tarihe ve tarihimize bakış açımız genişlemektedir.
Kurduğumuz devletlerin yıkılış nedenlerine baktığımız zaman, dışgüçlerin ve onlara alet olanların kirli ellerini ve mülevves ayaklarını görürüz. Tarihimiz, birbirine düşürülüp içten yıkılan devletlerimizin enkazlarıyla doludur. Bugün de aynı oyunlar mensubu olmakla iftihar ettiğimiz Ebed- Müddet devletimizin üzerinde oynanmaktadır. Bu oyunlar kıyamete kadar da devam edecektir.
Bugün cennet yurdumuzun jeopolitik ve jeostralejik konumu, yeraltı-yerüstü kaynakları, tarihî ve tabiat güzellikleri ile ilkçağlardan beri dost ve düşmanın iştahını çeken, önemli, önemli olduğu kadar da kutsal bir yurt parçasıdır.
Batı Osmanlı’yı ve onun yerini alan Türkiye Cumhuriyeti’ni Anadolu’ya ayak bastığından beri rahat bırakmamıştır; bırakmayacaktır da. II. Abdül- hamit’in dediği gibi, biz tam sırtlanlar vadisinde çadır kurmuş ve onun üzerinde oturmuşuz. Buradan dünyaya nizam vermiş; Avrupa(lı) ya asırlarca efendilik yapmışızdır. Kuyruk acıları da buradan gelmektedir.
Ne zaman Türkiye çeşitli problemleri çözüme kavuşturup, istikrar yolunda mesafe almaya başlasa, dış güçler istikrarı bozucu, İktisadî ve sosyal kalkınmayı önleyici oyunları tekrar sahneye kor veya koyturdur.
Türkiye’mizin gelişip kalkınmasını askıya alacak en önemli müdahale, şüphesiz toprak bütünlüğüne yönelik olanıdır. Onu içeriden ve dışarıdan yıkmak, bunun için de iç huzuru bozup, önce parçalayıp, sonra da parçalarını birer birer yutmaktır. Nitekim 1970 yıllarında Asala’yı toprak talebi ile başımıza belâ edenler, 60’dan fazla Türk diplomatını ve görevlilerini şehit etmişlerdir. Çok şükür 1983 yılından itibaren Türkiye’mize yönelik Ermeni eylemleri eski hızını ve yoğunluğunu kaybetmiştir. Ermenilerin, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik taleplerinin azalmasından sonra, bu defa gündeme "Kürt" problemi girmiştir.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan insanların yarı bir etnik kökene dayandığı safsatası, ülkemizi yeni bir terör eyleminin odak noktası haline getirmiştir. Aslında mesele kimlik arayışından ziyade Türkiye’mizin toprak bütünlüğüne, dolayısıyla millî devletimizi kökünden yıkmaya yönelik, kökü dışarıya, dalları ise içeriye dayalı bir terör hareketinden ibarettir.
Bölge halkının, Anadolu’muzun diğer insanlarından farklı bir geçmişi yoktur, ileri sürüldüğü gibi, ayrı bir kültürün mensubu da değillerdir. Onların inançları, örf ve adetleri, kısacası kültür mirasları Anadolu’da yaşayanların kültür miraslarıyla aynıdır. Bazı farklılıklar ise; diğer bölgelerimizde olduğu gibi fizikî coğrafyanın özelliklerinden kaynaklanan farklılıklardır.
Başlangıçta bölgedeki vatandaşlarımıza yönelik terör eylemleri, gün geçtikçe dozajını artırarak güvenlik kuvvetlerimize ve ordumuza yönelmiştir. Böylece olay Türkiye’mizin ilk gündemi haline gelmiştir.
Hergün onlarcasını kara toprağa gömdüğümüz fidanlarımızın arkasından ağıt yakmak meseleyi çözmemekte- dir. Cansiperane mücadele edilmesine rağmen, yaraya bir türlü neşter vurulamaması da toplumumuzda endişeye ve huzursuzluğa sebep olmaktadır. Olaya basit bir gözle bakmak da doğru değildir. Ağaç kökünden beslendiğine göre, bunları da besleyenler oldukça bu eylemler süreceğe benzemektedir. Mücadele, onların diliyle sonuç alınıncaya kadar devam edecektir.
Türkiye’miz üzerinde asırlardır oynanan oyunları tam olarak öğrenmek, ders ve ibret almak için her zaman olduğu gibi, yine pir yüzlü tarihin altın sayfaları içinde seyahate çıkmamız gerekir. Böyle bir seyahette görünen odur ki, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve istikrarını hedef alan eylemlerin arkasında daima Şark Meselesi’nin yeraldığı ve her zaman gündemde tutulduğudur.
Türkelerin 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu’muzun kapılarını ardına kadar açmaları, 1174 -Miryokefalon Zaferi ile de tapusunu almaları bizans’ı perişân, Batı dünyasını da huzursuz etmişti. Türkleri Anadolu’dan atmak için birbiri arkasına yaptıkları Haçlı Seferleri de fiyasko ile neticelenmişti.
Selçuklulardan sonra, tarih sahnesine bu seferde Osmanlı Türkleri çıktı. Bu devir aynı zamanda Türk ve Dünya tarihinin en muhteşem devridir.
Avrupalılar bırakınız onları Anadolu’dan atmaya, Rumeli- ye geçişine, arkasından da Dünya İmparatorluğunun şahdamarı İstanbul’u almalarına mani olamadılar. Bu büyük olay onları büsbütün kudurttu; intikam ateşini de iki misline çıkardı. Şark siyasetinin birinci kısmı (ayağı) böylece hüsranla kapandı. Şimdi sıra İkincisinin tatbikine gelmişti.
Üç kıta yedi iklime yayılarak sınırları 60.840.000 km. kareye ulaşan Cihan Devleti Osmanlı zamanla çatırdamaya başladı; Med devri yerini Cezr devrine bıraktı. Gövde kocamaya başlayınca fırsat bekleyen aç kurtlar hemen harekete geçerek bu Cihan Aslan’ını tamamen takatsiz ve mecalsiz bırakmanın yarışına giriştiler. Fakat yine de muvaffak olamadılar. Herşeye rağmen Aslan’ın aslanlığı devam ediyordu. Yine fetihler birbirini kovalıyor; eski haşmet devirlerine benzeyen zaferler kazanılıyordu.
Fakat o İkinci Viyana Seferi yok mu, bir anda pekçok şeyi değiştirmeye yetti. Bu son Kı- zılelma, Türk’ün son akını ve durağı oldu. Çeşitli nedenlerle başlayan bozgun, olmanda bizleri Sakarya boylarına kadar getirdi. Artık müdafaa sırası bize, hücum sırası da onlara gelmişti. Sözün kısası Şark siyasetinin ikinci kısmı Viyana bozgunundan sonra başlıyordu.
Böylece fırsatı kaçırmak istemeyen Avrupalı, "Kutsal İttifak"! kurarak büyük bir sevinç içinde Türkleri Balkanlardan atmak, İstanbul’u tekrar ele geçirmek ve Anadolu’da yaşayan çeşitli gayri müslim toplulukları kışkırtmak ve sonunda da Türkleri Anadolu’dan çıkarmanın yarışına giriştiler.
Trablusgarp ve Balkan Savaşı, yüklerini hafifletmek için Almanların bizleri ortasına attığı Birinci Dünya Savaşı ve sonunda imzalanan Mondros ve Sevr paçavrası, Şark meselesinin somut bir uzantısıdır. Türk’ün alnına çalınmak istenen kara bir damgasıdır. Sevr paçavrası ayaklarımızın altına ezilmesine rağmen, bu ikinci safhasının önemli bir bölümü 20. yüzyıl başlarına kadar uygulanmış ve istenilen neticenin bir kısmı elde edilmiştir.
20. Yüzyılın başına kadar Avrupalıların ortaya atıp çıkardığı ve safha safha tatbik ettiği Şark meselesi, 20.nci yüzyılın başından itibaren bir ortak daha buluyordu. Bu da A. B. D. idi. 1. Dünya savaşını takiben ortaya atılan Wilson prensipleri ile A. B. D. burnunu bu işe sokuyordu, hatta daha ileri giden perişan kafa Wilson; Sevr’de vaad edilen Ermenistan ve Kürdistan adlı hayalî devletin sözcülüğünü de üzerine alıyordu.
Bugün Güneydoğumuzda cereyan eden olaylar, Şark meselesinin uzantısından başka birşey değildir. Türkiye’miz bu şekilde altı oyulup, parçalanacak; sonrada yutulacaktır. Ortadoğuda yıllar önce oynanan, bugün de Doğu Anadolu’muzda oynanmaktadır. Sahneler değişik olsa da .aktörler yine aynıdır.
Öte yandan Şark meselesi taraftarlarının bir diğer dayanak ve iddiaları da, bölgenin geri kalmışlığını istismar ile hem onlara, hem kendilerine taraftar toplamaktır. GAP projesi bu iddialara iyi bir şamardır.
Kısaca Güneydoğu Anadolu’muzda cereyan eden yüzlerce can ve milyonlarca mal kaybına yol açan bu olaylar, başından beri söylediğimiz gibi ülkemizin maddî ve manevî bakımdan zayıf düşürülmesi, arkasından da yutulmasıdır.
Okuduğumuz eserler ve ileri sürülen tezlere göre, "Kürt Kimliği" adındaki bir kimliğin bulunduğuna ilişkin bir iddianın hem tarihî ve hem de sosyolojik gerçeklere ters olduğudur.
Bundan ayrı düşünenlere bir diyeceğimiz yoktur. Olamaz da....