Makale

VAKIFLAR VE İŞLETMECİLİK


VAKIFLAR
VE İŞLETMECİLİK

İbrahim URAL

ON YILA yakın bir zamandan beri Aralık ayının ilk haftası içinde, her sene kutlanan "Vakıf Haftası" son yarım asır içinde toplumumuzdaki önemi ve imkânları bir hayli azalmış bulunan vakıfları ve vakıf kültürünü yeniden tanıtma konusunda değerli katkılar sağlamıştır. İslâm-Türk medeniyetinin altın sayfalarından birini oluşturan vakıf kurumunun çeşitli yönleriyle incelenmesi, televizyon ve video gibi görüntülü yayın araçlarının bu konuda belgesellere yönelmesi bir çok bakımlardan teşvik edici bir vesile olacaktır, islâm İktisat Tarihi içinde (özellikle sosyal güvenlik uygulamaları içinde) evkaf teşkilatının yeri ayrıntılı olarak işlenmelidir. İlk özel emeklilik uygulamalarından olan; vakıflardaki me’zûniyet-i dâime" modeli ilginç bir örnektir.
Vakıfların yeterince tedkik olunmamış yanlarından biri de işletmecilik yani mâlî yönetim tarzıdır. Vakıf, belirli bir gayr-i menkulün, akarın, malın ve paranın (para vakfetmenin caiz olup, olmadığı konusu bilginler arasında tartışmalıdır.) belirli bir hayırlı amaç uğrunda, vakfedenin şartları doğrultusunda kıyamete kadar yaşatılıp, öngörülen hayırlı hizmetin sürdürülmesi demek olduğundan; sözkonusu servetin korunup, geliştirilmesi, başarıyla yönetilmesi toplumun ortak sorumluluğunda olan bir emânettir. İslâm Fıkhı hâkimleri, muhtesipleri ve vakıf yöneticilerini (mütevelli) bu konuda sorumlu, tutmuştur. Ah-kâmü’l - Evkaf adıyla yazılan eserlerin tarihi bir hayli eskidir. Vakfı yöneten mütevellinin (yönetici, işletmeci) hâiz olması gereken şart ve sıfatlar sayılmıştır. Parasal ekonominin ve nakdî tedavülün yeterince yaygınlaşmadığı eski asırlarda, sıkı bir toplum ve adalet murakabesinin bulunduğu dönemlerde vakıfların gelir kaynaklarının zamanın ve doğal tehlikelerin aşındırıcı etkilerine karşı korunarak yaşatılması önemli bir konudur. Enflasyon ve pahalılık karşısında, özellikle cami ve eğitim hizmetlerinde görev yapanlara vakf şartnamesinde verilmesi öngörülen meblağların çok düşük rakamlar olarak kalması durumunda, iki-üç cihetin (görev) bir kişiye verilmesi adam kayırma değil, ekonomik zorunlulukların sıkıntıları karşısında başvurulan idarî ve mâlî bir tedbirdir. Devlete ait gelirlerin belirli hayrat hizmetleri için tahsîs edilmesi demek olan irsâdât türü vakıflarda da devlet yöneticileri ve bürokratlar ciddî bir teşkilâtlanma ve organizasyon tecrübesi kazanmışlardır. Çeşitli devirlerde irsâdî vakıflarla ilgili olarak ortaya atılan eleştiriler, bu tür (devletçe kurulmuş) vakıfların fıkhî yönden sahih ve geçerli sayılıp, sayılmamasıyla ilgilidir. Özellikle Osmanlı Devle-ti’nin merkez teşkilâtı içinde Haremeyn-i Şerifeyn’e vakfedilen malların ve irsâdî vakıfların yönetimiyle ilgili işleri yürütmek üzere kurulmuş bulunan dâire, Hac mevsiminde Hicaz bölgesine para ve hediyeler götüren Sürre Alaylarının hazırlanmasında da yoğun hizmet görüyordu.
Vakıf gayr-i menkullerin bir kısmı Müessesât-ı Hayriyye-dir. Bunlar fakirlerin faydalan-dığı imaret, yurt, hastane vb. yapılardır. Bu yapıların bizzat kendisinden faydalanılır. İkinci kısmı oluşturan eserler ise, kendisiyle değil; geliriyle faydalanılan vakıflardır. Hayır ku-rumlarının masraf, gider ve onarımını sağlamak üzere yani bunlara gelir kaynağı teşkil etmek üzere vakf sahipleri tarafından tahsis edilmiş mallardır. Bu mülk ve mallar işletilip, çalıştırılarak vakfın amacına yönelik finansman katkısı sağlarlar. Osmanlı uygulamasında buna "müstegıllat-ı vak-flyye" (yani vakıf işletmeleri) denmiştir. Bağ, bahçe, han, dükkan, tarla vb. gelir getirici gayr-i menkuller vakfiyyelere dayanak teşkil eden en sağlam işletme kaynaklarıydı. Zaman zaman Osmanlı arazisindeki vakıf toprağın oranı 1/ 4’e; hattâ 1/3’e bile ulaşmıştır. Vakıf işletmelerinin mağaza ve bina gibi üzeri çatılı olanlarına ise "müsakkafât" denir. Tahsisat türünden olan tarım arazilerinin çoğu mukataa (kesime vermek) suretiyle işletiliyordu. Geçerli olup, olmadığı bilginler arasında tartışmalı olan ve Ebussuud Efendi’nin fetvasından sonra yaygınlaşıp, çoğalan para vakıfları "avarız sandıkları" şeklinde organize olmuştu. Ondo-kuzuncu asrın ikinci yarısında teşkilatlanan Evkaf Nezâre-ti’nin taşra teşkilatı olan vilâyet evkaf müdürlüklerinin bünyesi içinde, vakfedilmiş paraları borç vererek işletmek üzere ayrı bir şube vardı. Vilâyet özel idaresince belirlenen bir komisyon bu paraların işletilmesiyle görevliydi.
Fıkıhçılar, vakfın yöneticisi olan mütevellinin, çeşitli sebeplerle başka bir kişiyi, kendine vekil ve nâib olarak görevlendirebileceğini kabul etmişlerdir ki, bu durum, uygulamada rahatlık ve pratiklik sağlayıcı niteliktedir. Vakfın aynı zamanda işletmecisi olan mütevelli ile vakıftan faydalanan kişiler arasındaki çekişmeler karşısında hâkimler yetkilidir. Vakfa gelir sağlayan gayr-i menkuller, genel olarak, "akar" ismiyle de meşhurdur. Bunların kiraya verilmesinde değişik icar şekilleri uygulanır. Mütevelli (işletmeci) olacak kişide, vakfa ait işleri bizzat idare etmeye muktedir olma şartı da aranır. Buna "Kifayet" denir. Bazı bilginler bunun sıhhat değil, tercih şartı olduğuna kani olmuşlardır.
Vakıf işletmelerinin muhasebesi konusu ahkâmü’l-evkafın en mühim meselelerinden bi-ridir. Çünkü vakıftan faydalanacakların bununla ilgili şikâyetlerinin, zaman zaman, İslâm Ülkelerindeki aydınları ve yöneticileri vakıf kurumunun aleyhine bir tavır almaya vardıracak kadar ileri boyutlara ulaşmış olduğunu üzülerek kabul etmeliyiz. Şâir Fuzulînin ünlü Şikâyetnamesinde bile bu tür yanlışlıklardan yakınmalar ve serzenişler vardır. Yirminci yüzyılın başlarında bazı Osmanlı aydınları arasında vakıflar hakkında olumsuz bir havanın yaygınlaşması da, bu tür hatalı uygulamaların ve başarısız işletmecilik örneklerinin doğurduğu kötü intibalar yüzündendir.
1967 yılında kabul edilen 903 sayılı yasadan sonra ülkemizde pek çok vakıf kurulmuş ve yaygınlaşmıştır. 1980-1990 yılları arasında yeni kurulan vakıf sayısı hızla artmış bulun-maktadır. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu vakıfların çoğu yeterli finansman ve malvarlığı desteğine sahip değildir. Yardım ve teberrulara bağlanan ümitle, büyük hizmetlere girişilmesi mümkün değildir. Vakıf senedinde vakfın şirket ve ticari işletme kurabilmesi öngörülmüşse, bu tür vakıflar finansman ve sermaye sorununu halletme imkânı bulabilmektedir. Bu da, önemli bir başarıdır.
Dernek ve cemiyet gibi kuruluşlarla yürütülmesi mümkün olan hizmetler için "vakıf adı verilerek, iddialı fakat etkisiz ve yetersiz kuruluşlar tesis etmenin mantığını anlamak zordur. Yeterli parasal ve mâlî imkâna sahip vakıfların toplum hayatındaki etkileri daha büyük ve köklü olmaktadır. Bu konuda, Batı Avrupa’da yaşamakta olan gurbetçilerimize de önemli görevler düşmektedir. Bu grup vatandaşlarımız, bir yandan yaşadıkları yabancı ülkelerde "fondation" denilen (vakıf türü) mevzuat içerisinde hayrat tesisleri kurarken, bir yandan da Türkiye’deki şehir ve kasabalarında, yaz aylarında bir araya gelerek mahallî vakıflar kurmak için gayret göstermelidir. Hayırlı ve sürekli hizmetler sadece başlamakla gerçekleşmez. Asıl olan; bunları yaşatmak ve başarıyla işletmektir...
Dürüst ve başarılı yöneticiler yetiştirmeliyiz!

TERİMLER:
Me’zuniyet-i Dâime : Sürekli izin, emeklilik.
Akar: Taşınmaz mal, mülk, ev, bina vb. Servet (gelir getirenler.)
Muhtesib : İslâmî uygulamaların kontrolünü yapan, bu konuda hâkimlere yardımcı olan görevli.
Nakdî Tedavül: Paranın değişim aracı olarak dolaşımı.
İrsâdât : Devlet adamlarının kamu hazinesinden, belirli gelirleri belirli hayrat hizmetlerine tahsis etmesi şeklindeki, geçerliliği bilginler arasında tartışmalı olan, vakıf türü.
İcar: Kiraya vermek.
Kifayet: Yeterlilik.
Serzeniş : Yakınmak, sitem ve şikâyette bulunmak.