Makale

TÜRK EĞİTİMİNDE VAKFIN ROLÜ

TÜRK EĞİTİMİNDE
VAKFIN ROLÜ

Prof. Dr. İsmet Kayaoğlu


VAKIFLAR; geçmişte olduğu gibi, günümüzde de değerini ve önemini koruyan sosyal kurumlardır.
Şüphesiz her toplumda yardımlaşma kurumları vardır. Her din, inananlara aralarında yardımlaşmayı, insanlara iyi muamele etmeyi öğütler. Fert olarak, iyi eğitilmiş fertler de başkalarına maddî-manevî yardımda bulumayı ister. Hristiyanlıkta, musevilikte diğer bütün bü-yük dinlerde bu yardımlaşma kavram ve fiili bulunmaktadır. Türklerde de henüz müslüman olmadan önce, siyasî ve idarî kurumlardan başka, aralarında yardımlaşmayı sağlayan kurum ve töreler vardı. Bu yardımlaşma kurum ve töreleri Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra pekişerek süre gelmişti. Anadolu’nun fethinden sonra, vakıf kurumunun meyvelerini yeni vatanda vermesi için müsait bir ortam bulduğuna şahid olmaktayız.
Evet, Türk vakıflarının altın çağı Osmanlı Devletinin yaşadığı dönemdir. Fakat bu devri hazırlayan Anadolu Selçukluları dönemidir. Osmanlılardan önce Anadolu’daki Türklerin tesis ettikleri iki büyük kurum vardı ki, biri vakıf, diğeri ahiliktir.
Biz burada sadece eğitim vakıfları üzerinde durmak istiyoruz. Vakıflar insan hayatının o kadar çok yönüne nüfuz etmişti ki, hepsine birden temas etmek imkansızdır.
Vakıf eğitim kurumları, Anadolu’da XIII. yüzyılın başından itibaren kurulmaya başlamış ve sayıları artarak her tarafa yayılmıştı. Devlet ileri gelenleri, zengin işadamları, sultan ve hâtûnlar medrese kurmuşlar veya yardımcı olmuşlardır. Medreselerde öğretim parasız olup, öğrencilerin yiyecek ve yakacak masrafları vakıf gelirinden karşılanmıştır. Ayrıca öğrencilere harçlık (burs) verildiğine rastlarız. Nitekim, Altun-Aba Medresesi (Konya-İplikçi)’nin 1202 de tanzim edilen vakıf senedinde yüksek seviyede 3 öğrenciye ayda 15 dinar, orta seviyede 15 öğrenciye ayda 10 dinar; ilk seviyede 20 öğrenciye ayda 5 dinar ödeneceği kaydı vardır. Ayrıca öğrencilerin ilim seviyesini yükseltmek maksadıyla her yıl medreseye 100 dinar de-ğerinde kitap alınması öngörülmektedir. Medresenin masrafını karşılamak için vakfiyede han, dükkan ve arazinin sayısı ve adları yer almaktadır.
Selçuklu Veziri Sahip Fahreddin Ali’nin Konya’da yaptırdığı İnce Minareli
Medrese, bir darülhadistir. Derslerin çoğu Peygamberi-miz’in hadisleri üzerinde yapılır. Çok ince bir san’at eseri olan bir taç kapısı vardır. Elimizde vakfiyesi bulunan diğer bir önemli medrese Celaleddin Karatay’ın Konya’da 1251 yılında yaptırdığı Karatay Medresesi-dir. Burada ise eğitim daha ziyade fıkıh ağırlıklıdır. Tefsir, usûl ve fürû ilimlerine de yer verilir. Vakıf buradaki müderrislerin hanefi mezhebinden olmasını ister.
Yine Konya’da, Sırçalı Medrese 1243 yılında Alaad-din Keykubad’ın lalası Bed-reddin Muslih tarafından vakıf bir eser olarak yaptırılmıştır. İsminden de anlaşılacağı üzere, çini süslemeleri büyük bir sanat örneğidir.
Vakıf medrese olarak Sivas’ta Selçuklulardan günümüze kadar gelen, bir tesadüf eseri aynı tarihte yapılan (1271) Gök Medrese, çifte Minare ve Buruciye Medresesi vardır. Gök Medrese diğer adı ile Sahibiye’nin vakfiyesinden öğrendiğimize göre, Sahip Fahreddin Ali, medrese ile birlikte bir mescid, bir kütüphane ve bir darüzziyafe inşa ettirmiştir. İki katlı olan Medresenin yazın üst, kışın alt katında oturuluyordu. Medre-sinin.bir müderrisi, iki yardımcısı, dört sınıfa ayrılmış yirmi kadar öğrencisi bulunuyordu. Mescidinde bir imam, iki müezzin; kütüphanede bir kütüphaneci, bir kapıcı ve hademesi vardı. XVII. yüzyılda burayı gören Evliya Çelebinin anlatımında, Diyar-ı İslâm’da emsaline rastlanmayan medresenin kale kapısı gibi büyük bir kapısı olduğu, dershane ve talebelere mahsus 80 kadar odasının bulunduğu an-latılır. Darüzziyafe’de buraya misafir edilen salih ve fakir misafirlere yemek verildiği anlatılır ki, bu kurumun, kurulduğundan beri Evliya Çelebiye kadar vakıf şartlarına uygun olarak ya-şadığı farkedilir.
Yine Sivas’ta Selçuklu Devlet adamlarından Muzaf-fereddin Barucerdi’nin inşa ettirdiği Buruciyye Medresesinin vakfiyesinin ancak küçük bir hülâsasını ihtiva eden avlusundaki taş kitabesinden burada ayrıca bir mescid ve kütüphanenin mevcud olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer Selçuklu eğitim vakıflarının sadece isimlerini analım:
Kayseri de Çifte Medrese (1205-6, Şifaiye ve Gıyasiye de denir), Hunad Hatun Med-resesi (1237-38), Kılıç Medresesi (1275);
Antalya da Mübarizeddin Atabek Armağan Medresesi (123940);
Alaca’da Hüseyin Gazi Medresesi (XIII. yy);
Malatya’da, Ulu Cami Medresesi (XIII. yy);
Sinop’ta Süleyman Pervane Medresesi (1262);
Kırşehir’de Cacabey Medresesi;
Erzurum’da Çifte Minareli Medrese (1253)
Yakutiye Medresesi ’1310) vs.
İlk Osmanlı devrine gelince, kurulan ilk medresenin II. Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bu medrese İznik’te 1331 tarihinde kurularak gerekli vakıflarla donatılmıştır. Müderrisliğine ünlü Türk bilgini Davud-ı Kayseri getirilmiştir.
Medreseler Osmanlı Devleti içinde yüksek öğretim yapan kurumlardı. Bu kurumlara sıbyan mekteplerinden veya o seviyede özel eğitim görmüş talebeler alınır, bunlar belli dersleri o derslerin müderrislerinden okurlar, belirli bir süre sonra müfredatı ikmal edenler icazet alarak mezun olurlardı. Osmanlı’ların ilmiye sınıfının ilmiye kaynağı medreseler olup, kadı, müftü, müderris, cami hizmetlileri, katipler bu kurumlarda öğretim gören kişilerden alınırdı.
XV. ve XVI. yüzyıllar eğitim alanında bir olgunluk dönemidir. II. Murad’ın Edirne ve Bursa’da tesis ettiği medreselerde yükselmeye başlayan ve Fatih’in Sahn-ı Semanı ile zirveye ulaşan Osmanlı medreseleri, Kanuninin, Süleymaniye medreseleri ile olgunluk devrini yaşamıştır. Fatih’le birlikte başlayan, II. Beyazıd ve Kanuni zamanlarında medreseler artık birer sosyal hizmetler kompleksi içinde yer almaktadır. Geniş vakıf arazilerini ve gelirlerinin tahsis edildiği bu yerlere külliyeler ismi verilmektedir. Bu külliyeler, içlerinde bir çok sosyal fonksiyonlara sahip binalardan oluşmaktadır: Medrese, hastane (da-rüşşifa), aşhane (imaret) taphane (rehabilitasyon merkezi), mektep, kütüphane, türbe(ler), arasta (çarşı-han), kervansaray, hamam, meşruta binalar, helalar, muvakkithane, çeşme (sebiller), bunlar küçük bir siteyi oluşturmaktadır.
Fatih’in 1470 tarihli orijinal vakfiyesi çok genişti. Burda medreseye ve kütüphaneye uzun bir yer verilmişti. (Ayrıntılarına burada girmiyorum). 8 medreseden her biri için müderris, muid (yardımcı) ve öğrenciler sayılarıyla belirtilmişti. 15 öğrenciye harçlık verilmesi kaydı vardır. Görevli olarak çalışacak kişiler görevlerinin adları ile tayin edilmiştir. (Bevvap, kandilci, ferraş v.s. gibi) Kütüphane için konulan kayıtta görevliler ve kitapların korunması için şartlar mevcuttur.
Kanuninin vakfiyesinde, Fatih’in vakfiyesi ile benzerlik bulunur. Bundan da medrese ile ilgili detaylı şartları ve öğrencilerle ilgili şartlar vardır.
XVIII. yüzyılda İmparatorluğun vakıf gelirlerinin %28.16’sı halkın eğitimine tahsis edilmişti. Öğrencilerin yeme-içme ve okul ihtiyaçları, öğretmenlerin maaşları, okulun yakacak ve aydınlatma ihtiyaçları vakıf yoluyla karşılanmıştır.
Eğitim vakıfları içerisinde talebenin fizikî ihtiyaçlarını karşılamak için, enteresan vakıf çeşitlerine rastlamaktayız:
Haziran 1768 tarihli vakfiyesinde Haseki Hacı Mustafa Ağa, çocukların temiz hava almaları ve bahar günlerinde kıra götürülmeleri hususu yer almaktadır.
H. 979 tarihli Ataullah Efendi Vakfiyesi’nde öğrencilerin giyim, kuşam ihtiyaçları için İstanbul’da Kalenderhane Ma-hallesi’nde okulda okuyan çocuklardan 25 yetime, kama (yani setre), gömlek, don, ırakiyye kuşak ve bir çift papuç ve bir takım elbisenin her yıl Ramazan Bayramı’nda verilmesi kaydı vardır. Ayrıca öğrencilere yetecek ölçüde, hasır, testi, kuzu derisi alınması için Ödemiş’e bağlı bir köyde bir vakıf tesis etmiştir.
Vakfiye kayıtları arasında medreselerin ısıtılması, su temin edilmesi öğrencilere şeker dağıtılması, yazın buzlu su verilmesi gibi şartlara da rastlanmaktadır.
Cumhuriyet Türkiyesinde, eğitim millileştirilmiş, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile halkın eğitim ve öğretimi devletin denetim ye yönetimine verilmiştir. Öğretmenler devlet tarafından tayin edilerek düzenli bir ödeneğe kavuşmuş; öğrencilerin okul, burs, yurt ve bir takım sosyal ihtiyaçları da devlet eliyle karşılanmaktadır.
Ancak zeki ve yetenekli olan çocuklarımızın bir kısmının okuma imkanı bulamadığı bilinmektedir.
Dileğimiz sayıları gün geçtikçe artan bu vakıfların, amaçları doğrultusunda Türk ilim, sanat ve kültür hayatına hizmet etmeleri, en kıymetli hazine olan gençleri eğitmek için maddî, manevî yardımlarını sunmalarıdır.