Makale

MEVLİD-İ NEBİ MÜNASEBETİYLE

MEVLİD-İ NEBİ MÜNASEBETİYLE

Yazan: Hamdi UBEYD Çeviren: Lûtfi ŞENTÜRK

Hamd, okuyup yazması olmayan kimseler arasından kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitâbı ve hikmeti öğreten bir Pey­gamber gönderen Allâhu Teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm, bizi ceha­let ve sapıklık karanlığından kurtararak ilim, hidâyet ve îmân nûrlarma çıkaran Efendimiz Muhammed Aleyhis-selâm üzerine ve O’na hürmet eden, yardım eden, O’nunla gönderilen nura uyan, Allah yolunda gereği gibi cihâd eden, Allâh’ın sözü üstün gelsin! diye mallarını ve canlarını ve­rerek Allah ve Resûlü’nün rızâsına eren, dünyanın izz ü keremine, âhiretin nimet ve saadetine nail olan âl ve eshâbı üzerine olsun.

Hz. Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın Peygamber olarak gönderilmesi, in­sanlığa Allah’ın en büyük nîmetierindendir. Çünkü O, tarihin mecrasını değiştirdi. Mütefekkir ve âlimlerin akıllarına hayret ve dehşet verecek, felâsife ve hükemânın düşüncelerini felce uğratacak şekilde beşeriyyeti doğruya yöneltti; küfrü îmâna, cehâleti irfana, kasveti rahmete ve tecâvüzü emniyete çevirdi.

Muhterem okuyucular, doğumunu kutladığımız Hz. Muhammed Aleyhi’s-selâm, bugüne kadar insanlığın tanıdığı en büyük ve en mükemmel İnsandır. O bu olgunluk ve büyüklükde, yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirileceği güne kadar yegânedir.

Bu yüce Peygamber’in faziletlerini saymak, yüksek ahlâkım belirt­mek için edipler toplansa, belâgat erbabının cehd ve gayreti birleşse, ya­zar ve bilginlerin kalemleri yardımlaşsa yine de bunu kemâliyle belirtemezler. Bunun için ben de Resûl-i Ekrem’in azametinin deryasından bir avuç almak, kemalât ve yüksek ahlâkının nurlarından bir şûle iktibâs etmekle yetineceğim. Umarız ki, bu sâyede kalblerimiz nûrlanır da hayat­ta bu nûr’un ışığında yürüyerek, bize dünyada yardım, âhirette azık olur.

Her mezhep, sahibinin bir hedefi ve her âmirin savunduğu ve ulaş­mak için uğranda mücâhede ettiği gayeleri vardır. Tarihin şehâdeti ve kendi tecrübelerimizle sâbit olmuştur ki, mezhep sâhiplerinden ve âmir­lerden birçoğu dünyayı, dün gibi gelip geçen kavgalarla, insanların kalblerini ise va’d ve emellerle doldurdular. Sesleri fezâda kayboldu. Çünkü o mezhep sâhipleri mezheplerini kendi gâye ve emellerine hizmet için tesis etmişlerdi[1]. Amirler ise koydukları kanunları kendi menfaatları için yapmışlardı. Fakat Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın Şeriatı’na gelince, onu Allâhu Teâlâ, Resûlü’ne uyanların, belki bütün beşeriyetin saadeti için gönderdi.

Resulü Ekrem Efendimiz azametini Allah’dan aldı ve O’nun ruhu ile te’yîd olundu. Bundan dolayıdır ki Onun Şerîati, yer ve gök devâm ettiği ve Muhammed Aleyhi’s-selâm’ı gönderenin dilediği müddetçe devam ede­cektir.

Peygamber Efendimiz’in gönderilmesindeki gaye, yalnız Allah’a ibâ­det etmek, şirke karşı koymak, insanlığın barış, güven ve sevgi içinde ya­şaması için fazileti yaymak ve onları hayra çağırmaktır. Acaba Peygam­ber Efendimiz bu gâyeyi gerçekleştirebildi mi, emâneti edâ ederek risâleti hakkiyle tebliğ edebildi mi? Evet, Rabbim hakkı için, fütur bilmez bir azîm, şüphe karışmayan bir îmân ve bütün âlemlerin önünde yok olacağı bir kuvvetle emâneti edâ etti ve risâleti tebliğ etti. Bu dâvet uğrunda ne meşakkatlere katlandı ve ne eziyetlere dûçâr oldu; fakat sabretti, sebat etti, mukavemet gösterdi ve yalnız Allâh’a ibâdet edilinceye kadar mücâhede etti. Akılları şirkin vehimlerinden kurtardı, putları kırdı. Allâhu Te­âlâ bu dîni tamamladı ve izhâr etti. Allahu Teâlâ buyuruyor:

“Bu gün size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamla­dım, din olarak sizin için İslâmiyet’i beğendim.” (Mâide: 3).

“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk reh­beri Kur’an ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhid olarak Allah yeter.” (Feth: 28).

Allah va’dinde sâdık oldu ve kuluna yardım etti.

Aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm Efendimiz, dünya şehvetlerinden ve dün­yanın yaldızlı güzelliklerinden kendisini uzak tutmasaydı ve yine îmânı­nın kuvveti, Şerîatinin salâhı ve davetinin doğruluğu olmasaydı, bu çok kısa süre içinde ulaştığı zafere nail olamazdı.

Peygamber Efendimiz’e: “Melik olmak istiyorsan seni melim yapa­lım, mal istiyorsan sana çok mal verelim ki, büyük zenginlerden olasın. Başkanlığı seviyorsan seni baş tanıyalım ve başkanlığında toplanalım, ye­ter ki giriştiğin bu dâvadan vazgeç. Bizi de ecdâdımızın taptıklarına tap­mak üzere kendi hâlimize bırak!” diyen kimselere verdiği cevâbı hep be­raber düşünelim. Bu teklifler kendisine yapılınca, önüne bakarak düşün­meğe başladı. Tekliflerini kabule meylettiğini sandılar. Fakat mübarek ba­şını kaldırdı ve: ‘’Allâh’a yemîn ederim ki, bu dâvadan vaz geçmem için güneş’i sağ elime, ay’ı da sol elime koysalar yine de vaz geçici değilim. Allâhu Teâlâ’nın bu dini üstün kılmasına kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim.”

Ey Allâh’ın Resulü, rûhum sana fedâ olsun, ne kuvvetli îmânın, hak üzerinde sebatın, hak uğrunda uğradığın ezaya sabrın vardır. Senden ev­vel hiçbir kimsede toplanmayan ve Sen’den sonra da hiçbir kimsede toplanamıyaeak olan bu meziyetleri Sana veren yüce Allah’ı tesbit ederim.

Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz kalblere îmân temellerini attık­tan ve Allah’dan başkasına ibâdetten gönülleri temizledikten sonra ahlâ­kı güzelleştirmeğe yöneldi de ülfet ve mahabbeti gönüllere yerleştirdi; bir­lik ve kardeşliğe çağırdı.

“İstesin istemesin, müslüman müslümanın kardeşidir.”

“Sizden hiçbiriniz kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedik­çe, olgun mü’min olamaz.”

“Bütün mü’minler, birbirlerine merhamette, lütuf ve ihsan hususla­rında sanki bir vücûd gibidir. O vücûdun bir uzvu rahatsızlanınca vücû­dun diğer uzuvları birbirlerini hasta uzvun elemine - uykusuzlukla, hara­retle - iştirâke çağırırlar.”

“Takvadan başka bir şekilde, Arab’ın Arap olmayan üzerine bir hakk-ı rüchânı yoktur.”

Bunlar, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ahlâk ve toplum hakkında söy­lediklerinden bir damladır. Bunları misâl olarak getirdik. Allah’ın rahmet ve selâmı üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü, ey Allah’ın seni âlemlere rah­met olarak gönderdiği Peygamber, Allah yolunda gereği gibi cihad ettin, İslâm’ın bayrağını en yükseğe çıkardın, mazlûma yardım ettin, zâlimin eline vurdun, halk arasında eşit muamele yaptın, büyük ile küçüğü, sayakın olanlarla olmayanları ayırmadın. Sevdiğin ve sevdiğinin oğlu Üsâme, hırsızlık eden bir kadın hakkında şefaat dilemeğe geldiği zaman, ona cevap olarak söylediğin söz buna örnektir: “Ey Üsâme, Allâh’ın yasala­rından bir yasanın düşürülmesi için şefâat mı diliyorsun?” buyurdun da sonra kalkıp bir hutbe îrâd ederek şöyle dedin:

“Sizden evvelkilerin helak olmalarının başlıca sebebi, büyüklerden biri hırsızlık ettiğinde hadd’i icrâ etmedikleri halde, ancak fakirlerden bi­ri hırsızlık ettiğinde hadd’i tatbik etmeleri olmuştur. Allah’a yemin ede­rim ki: Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık etseydi, onun da elini keser­dim.”

Böyle bir adaletle dünyâyı ve insanların gönüllerini fethetti.

Doğu ve Batı’daki müslümanların kalblerini Kıır’ân-ı Kerîm’de top­lamasını ve Resûllerin efendisi Muhammed Aleyhi’s-selâm’m ahlâkiyle ahlâklanmağa onlan muvaffak kılmasını, düşmanlarına karşı onlara yar­dımcı olmasını, zayi ettikleri şerefi, kaybettikleri izzeti onlara iâde et­mesini Kadir olan Allahu Teâlâ’dan halisane niyaz ederiz. Salât ve se­lâm Resûl-ü ve Resûlü’nün âl ve Ashâbı üzerine oldun. Âmîn.



[1] Bu mezhepler Peygamberimiz’den evvelki devreye aittir. - Dergi.