Makale

İSLÂM’DA KADIN

İSLÂM’DA KADIN

Rahni ÖZER

Cem’iyyet hayatımızın en mühim unsuru kadın, daha doğrusu, anne­dir. Zîrâ bütün dünya cem’iyyetlerinin İktisadî, İçtimaî, siyasî ve diğer bütün meslek ve san’at alanındaki büyük çapta idârecilerini dünyaya ge­tirip; besleyen, büyüten ve onlara bugünkü durumlarını kazanmalarına esas teşkil eden, şahsiyetlerinin ilk ve en mühim prensiplerini kazandıran onlardır. Böyleee kadınlar sâdece çocuklarımızın değil, beşikteki bebek­ten, Cumhurreisine kadar bütün bir cem’iyyetin anası sayılırlar. Bu ci­hetle cem’iyyetin her ferdi için ilk ve en muhterem insan KADIN’dır. Bu bakımdan bir kadın için de en ulvî ve cem’iyyete yararlı meslek annelik, mürebbîliktir. Bu saygı, cem’iyyetin seviyesini ve cem’iyyette kadının lâ­yık olduğu mevkii işgal edip etmediğini bildiren bir ölçüdür. Bu ölçüye göre bir cem’iyyet, kadınlarına lâyık olduğu değesi verebildiği ve ona hür­met etmesini bildiği, kadınlarımızın da kadınlığın vasıflarını muhafaza edebildiği müddet ve nisbette, kadınlık, toplum içinde muhterem olarak kalacak, cem’iyyet hayatı da o nisbette hıızûra kavuşup, kemâle doğru gidecektir.

Cem’iyyet hayâtımızın, içtimaî ve iktisâdı her türlü tekâmülü kadın­larımıza bağlı olarak gelişmiş veya cem’iyyet tereddi etmiştir. Zira, cem’iyyette kadın, kadınlık hasletlerini muhafaza ettiği ve geliştirdiği nisbette yapıcı ve kurucu olmuş ve cem’iyyet hayatında ancak, muhterem olarak kalabildiği zaman cem’iyyet huzûra kavuşmuştur. Nitekim Pey­gamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) e bir kimse gelip; “Ya Resûlullah benim en fazla kime iyilik yapmam gerekir?” sorusuna karşı Peygambe­rimiz;

“İyilik ve ihsan etmek için, insanların, içinde en layık olan annendir, sonra yine annendir, sonra yine annendir, ondan sonra babandır..” diye buyurmakla, kadınlarımızın, cem’iyyetteki yerinin önemini ne kadar veciz olarak dile getirmişlerdir. (Bak. Sahîhûl-Buharî, Cüz 8, s. 2. Bulak, 1312 H.)

Şu halde bir yandan kadınlarımız kendilerinin cem’iyyetteki muhterem mevki’lerini kaybetmemekte çok hassas davranmalı, diğer taraftan, yedi­sinden yetmişine kadar cem’iyyetimizin bütün erkekleri de, tamsın veya tanımasın, kadınlarımıza iyi muâmelede bulunmalı, yardım etmeli ve hür­mette kusur etmemelidirler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.): “Allahu Teâlâ kadınlara hayır, ihsan ve lütuf ile muâmele eylemenizi em­reder. Çünkü; analarınız, kızlarınız, halalarınız onlardır. Onlara ne ka­dar lûtufkâr olsanız yerindedir.” buyurmaktadır. Diğer bir hadîslerinde; “Kul hakları içinde en hürmete lâyık hak kadın haklarıdır.” buyurulmaktadır (M. Arif, Binbir Hadîs, Nr. 275).

Cem’iyyet hayatımızın en küçük fakat en mühim bölümü âiledir. Bu bakımdan kadınlarımızın ilk ve en mühim rolü de ailede başlar. Ailede kadın ve erkeğin vazife ve mes’uliyetlerini karşılıklı olarak kavramaları, âile disiplini, eğitimi ve âile saadetinin temelini teşkil eder. Erkek evin reisidir. Her şeyden önce kadın çocuklarının önünde babaya lâyık oldu­ğu hürmeti göstererek, çocuğun terbiyesinde ilk ve en kuvvetli tesirini yapacak. Ama baba da annenin kendisine olan hürmetini süiistimal etmiyecek.

Bir gün Hz. Âişe (R.A.) ın yanında kalacak olan Hz. Muhammed (S.A.S.) geceyi ibâdetle geçirmek istemişlerdi. Hz. Âişe (R.A.) ye hitâben:

— Yâ Âişe bu geceyi Allâh’a kulluk yaparak tadarrû’ ve niyaz ile ge­çirmek istiyorum, müsaade eder misiniz? diye buyurdular. Hz. Âişe (R.A.) de:

— Yâ Resûla’llâh, senin bana yakınlığın maddî olmaktan ziyâde mâ­nevidir. Siz geceyi istediğiniz gibi ibâdetle geçirebilirsiniz... meâlinde ce­vap verdiler.

Hz. Âişe’nin Hz. Muhammed’e ne derece hürmetkar olduğunu izaha girişmek zâit olur. Fakat bütün bunlara rağmen peygamberlerin sonun­cusu olan Hz. Muhammed, nafile olan bir ibâdet için zevcesinden ayrı ka­lacağı için onun rızâsını almak ihtiyâcını hissetmiştir. Müsâade almadan da ibâdet edebilirdi. Bunu gören Hz. Âişe de herhalde bir Peygamber’e; “Neden çok ibâdet ediyorsun?” demezdi, diyemezdi. Ancak her cephesiy­le bütün hayâtını zevcesi ile paylaşmış olan bir erkeğin, nafile olan uzun­ca bir ibâdet hâlinde dahi zevcesinin rızâsını alması îcâb etmektedir, Netîce; kadın erkeğe, erkek de kadına karşılıklı olarak hürmette kusur etmiyecekler. Peygamberimiz (S.A.S.) bir hadîs-i şeriflerinde; “Erkek, evin seyyidi, kadın da seyyidesidir.” buyurmakla, erkeğe erkeğin işleri ve mes’uliyeti yönünden reislik verirken, (Seyyide) hanımefendi demek suretiyle kadına da reislik tanımaktadır.

Demek ki, toplum hayatımızda erkeğin erkek, kadının da kadın ola­rak ayrı ayrı hasletleri ve değerleri ve bu değişik kaabiliyetlere göre de vazifeleri vardır. Birisini diğerine tercîh etmek, birinin vazifesini diğerine yaptırmak mümkün değildir. Ancak biri diğerinin mütemmimidir. Top­lumda erkek kadına daima hürmetkar davranacak, kadın da hürmete lâ­yık olmak hâlini muhafaza ve inkişaf ettirecek.

Buraya kadar saydığımız hususların tahakkuku için iki türlü eğitim yapmamız icab etmektedir.

Kadının toplumda hürmete lâyık mevkiini muhâfaza ve âilede kendi­sine âit işlerin başkanlığını ifa edebilmekliği ancak bilgi ile mümkündür. Kadın kadınlık ve annelik sanatı ile ilgili bilgiyi almadıkça, toplumdaki görevinin önemini idrak edemez. Böyle olunca toplumdaki mühim rolünü de oynıyamaz ve netice toplumda kadın muhtaç olduğu hürmeti kaybeder. Böylece toplumun düzeni kökünden sarsılır. Bu sebepledir ki, dinimiz er­keklerden ayırt etmiyerek kadınlara da ilmi farz kılmıştır.

Bir taraftan, yarının devlet, ilim, din ve fen adamlarının yetişmesin­de ilk ve en mühim rolü oynayacak, çocuklarımızın terbiyesinde temel harcını atacak anne namzetlerinin, bu vazifenin mes’uliyetini duyacak ve bu aslî ve ulvî vazifeyi hakkiyle ifa edebilecek kadar ilmî bakımdan techîz ve tezyin edilmeli, diğer taraftan çocuklarımıza da ilkokulundan üniversitesine kadar; cem’iyyette kadına hürmetin önemi ve annelik san’atının kıymeti anlatılmalıdır.

Halihazırda anne olanlara da halk eğitimi kanaliyle ve camide vaiz­lerimiz vâsıtasiyle annelik san’atının önemini anlatmalıyız.