DÜNYÂ ve ÂHİRET
Dr. Lütfi DOĞAN
İnsan iki unsurdan, madde ve ruhtan yaratılmıştır. Maddesiyle büyür, gelişir, hareket eder; rûhu ile sever, ister, nefret eder...
Bu iki unsurun bazı istekleri vardır; sahibini onu elde etmeye zorlar.
İnsan vücûdu, yemek içmek ve diğer ihtiyacı olan şeyleri ister; rûhu da huzûra kavuşmak için ihtiyacı olan manevî hazlarla beslenmekle gelişir.
İnsanda, beden-rûh, madde-mânâ tam bir tevazün içinde birbirleriyle münasebettedir. Ruhunu, manevî hayatını terk eden, yalnız maddesinin isteklerine uyan kişiler, kendi İnsanî şahsiyetlerinden kaybederler; şehvet ve zevklerinin kölesi olurlar. Kezâ maddî ihtiyaçlarım düşünmeyenlerin, hâli, meskenet, atâlet, fakru zarûret içinde garip bir hayattır.
İnsanda bu beden - rûh, madde - mânâ tevazün içinde hangi kefeyi ağırlaştırır, diğerlerini ihmal edersek, bozukluk ve bu tabiata uymayan huzursuzluk olacaktır. Bu, yaratılıştaki denge İlâhî bir nimettir.
Çağımızdaki yaşayışla bundan birkaç yüz sene önceki insanların hayatlarını karşılaştırırsak; bugün mesafelerin muhabere ve nakil vasıtalarıyla kısaldığım, insanın tekniğin ilerlemesiyle maddî yönden ihtiyaçlarını temin ettiğini görüyoruz. Meselâ: Eskiden İstanbullu bir tüccar Londra ile temas sağlamak isteseydi; haftalarca, aylarca, uğraşacaktı. Halbuki şimdi zahmetsizce birkaç dakika içinde onun bu isteği yerine getirilebiliyor. Buna rağmen insanlık âlemi huzura kavuşmuş mudur?
İtiraf etmek lâzımdır ki, durum tamamen aksine olmuştur. Çağdaş insanın temin, ettiği kolaylıklara mukabil sefalet, yalancılık, korku, manevî sıkıntılar ve huzursuzluk büyümekte devam, ediyor.
Buhar, elektrik ve atom enerjisi gibi muazzam kaynaklar bulundu.
İnsanın maddî hayatının inkişafı, manevî hayatının zararına oldu, insan tabiatındaki denge bozuldu. Fertler, çok zaman maddî bir hayatın içinde, daha çok kazanmak, zevk u sefâ sürmekten başka gaye gütmedi. Bunlar dışında manevî değerler, dürüstlük, ahlâıkî meziyetler, dinî duygular, insanlık fikri, maddenin tahakkümü altında zayıfladı.
İşte huzursuzluğun ve sıkıntıların başlıca âmili bu dengesizliktir. Bugün çağımız dünden daha fazla manevi kültüre muhtaçtır.
Manevî hayâtın düzenlenmesinde dinlerin rolü büyüktür, O halde çeşitli dinlerdeki manevî düzeni inceliyelim:
Bazı dinlerde ve felsefî görüşlerde ruh ve cesedin yan yana inkişafı nazarı itibâra alınmamıştır. Bu anlayışa göre ceset, ruhun hapishanesidir. Dünyevî münasebetler ve istekler insan ruhunu inkişaf ettirmiyen bağlardır, manalardır.
Bu düşünce, maddî ve manevî yollan birbirinden ayırdı. Maddeyi kurtuluş yolu seçenler, maddeye taptılar ve manevî hayattan uzaklaştılar. Maneviyâtı seçenler, dünyâyı bıraktılar. Bunlara göre, manevî bir hayat ancak ve ancak maddî hayâtı terkle olacaktır.
Bunun için de bedenlerinin isteklerini tamamen İhmâl ettiler, vücutlarını bazı riyazetlerle tazyik altında bulundurdular. Budist ve Brahmanlar gibi...
İslâm, madde ile mânâ, dünyâ üe âhiret arasındaki bu tevazünü, dengeyi sağlamıştır, İnsan fıtratına tamamen uygun din olan İslâm, yukarıda açıkladığımız kişinin bedenî istekleriyle ruhî inkişafım itidal derecesinde tutmuştur.
Kurân-ı Kerîm’deki şu âyet bunu açık surette belirtmektedir:
“Allah’ın âhirette vereceği nimetleri iste. (Bununla beraber) dünyâdaki nasibini de unutma” (Kasas 28/77).
Kur’ân, insana dünyâ nimetlerini yasak etmiyor, i’tidalle istifâdeyi emrediyor:
“Ey Âdem Oğlu, mescide her gelişinde nimetinizi alınız; yiyiniz, içiniz fakat haddi aşmayınız, israf etmeyiniz. Allah haddi aşanları, israf edenleri sevmez” (A’raf 7/31-32). “De ki: Allâh’ın kullarına çıkardığı ziynetleri, iyi rızkları kim haram etmiştir? Söyle, bunlar iman edenler içindir. Kıyamet günü, ise yalnız ve yalnız onlara mahsustur.” Allâh’ü Teâlâ müminlere rızkın iyisini seçmeyi emrediyor.
“Ey îman edenler, size rızk olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah’a şükredin, eğer hakikaten O’na kulluk ediyorsanız” (Bakare 2/172).
Helâl kılınan iyi şeyleri kullanmayı kimse ’haram kılamaz, yalnız bunda da sınır vardır.
“Ey İman edenler! Allah’ın size helâl ettiği en temiz ve güzel şeyleri nefislerinize haram kılmayın, haddi aşmayın, çünkü Allâh, haddi aşanları sevmez.”
Görüldüğü gibi dünyâ nimetlerinden ancak haddi aşmak, tecavüz etmek, tevâzünü bozmak yasaktır, insanın dünyâdaki tasarrufu şu âyetle gayet veciz şekilde bildirmektedir:
“Göklerde, yerde bulunanların hepsini size feslim etti Muhakkak ki, bunda düşünenler için; âyetler, ibretler vardır” (Câsiye 45/12). Bu âyet insanın maddi âlemdeki otoritesinin ne kadar geniş sahaya şâmil olduğuna işaret ediyor ki, bu, Kur’ân-ı Kerîm’in XIX. asırdan evvel hiç kimsenin söyliyemediği felsefî bir mucizedir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, İslâmiyette ruhbanlık yoktur. Kur’ân, bunu gayet açık olarak belirtiyor: “Ruhbaniyete gelince, biz onu onlara farzetmedik; onu kendileri, Allah’ı hoşnut etmek için ortaya, çıkarmışlar, böyle iken ona hakkiyle riâyet etmemişlerdir” (Hadîs 57/27). Hz. Peygamber (S.A.S,); İslâmiyette ruhbaniyet yoktur” buyuruyor. Diğer bir hadiste de “İslamın ruhbaniyeti, cihaddır” buyuruluyor.
Ne öyle, ne böyle yol, insanlara huzur getirecektir. Hakikat, insan tabiatına uygun olan, telâma uygun olandır.
Dünyâ ile ahiret, madde ile rûh arasındaki denge, insanı kurtaracaktır.
İslâm, dünyâ ve ahiret görüşü ile, her iki kutup arasında orta yolu seçmiştir.
İçinde bulunduğumuz dünyâ hayâtından daha faziletli ve hayırlı bir hayâta inanmak, maddenin tahakkümü ile ıstırap çeken ruhlara tesellidir. Gelen musibetler ne olursa olsun, mü’min iç bütünlüğü ile her güçlüğe galip gelmeğe muktedir olacaktır.
O halde İslâm, insanı, dâima daha iyi, daha faziletli, daha üstün bir hayâta yükseltmeyi temin eder. Madde, dünyâ vasıtasıdır, gaye değildir. Onu terketmekle değil, onu kullanarak, onu sâlih bir hale getirerek, ilerideki mutlu hayâta kavuşulur.
Bize düşen, İslâmın bu kurtarıcı zihniyetini ihya etmek olacaktır. Bu olmadıkça, yani manevî değerlerimizi insanın şeref ve değerini maddenin tasallutundan kurtaramazsak, hâlimiz felâket olacaktır. Huzurumuz, ne maddenin tahakküm ettiği insafsız bir hayatla ve ne de yalnız rühaniyetin teneffüs edildiği hayatiyeti olmayan bir insanlıkla temin edilecektir.
Ancak İslâm’ın hidâyetiyle ne sağı ve ne de solu olan dosdoğru madde - mâna birleşimi vücut bulacaktır.
Yazımı, Yüceler Yücesi Allah’ımızın bu mevzuda tâlim buyurduğu duâ ûe bitiriyorum:
“Rabb’ımız, bu dünyâda bize dirlik - düzenlik, âhirette de iyilik - güzellik ver” (Bakare 2/201).
Dirlik - düzenlik, iyilik - güzellikten ayrılmayın aziz ve muhterem okuyucularım.