İSLÂMDA RAHMET
Yazan Çeviren
Hamdi UBEYD Lütfi ŞENTÜRK
Merhamet yüce bir sıfat ve insani bir meziyettir. Bu sıfat sayesinde baba çocuğunu şefkatle kucaklar, çocuğu için durmadan çalışır, didinir, zahmet çeker ve malını saçar. Ana da böyle, evlâdına kalbini, rahat ve sıhhatini verir. Uyusun diye uykusuz kalır; rahat etsin diye rahatsız olur; doysun diye aç kalır. Anne, emin bir hizmetçi ve merhametli bir terbiyecidir. Böyle olmasaydı çocuk büyüyemez, belki yaşayamazdı.
Kalb inceliği olmasaydı zengin fakire ihsan etmez, kuvvetli zaîfe acımaz ve düşküne kalbi yumuşamazdı. Rahmet sayesinde aradaki sevgi artar, kardeşlik bağları kuvvetlenir ve insaniyet mânaları isimlenir, rahmet üzerine birlik direkleri yükselir, İnsan olsun hayvan olsun, yakın olsun uzak olsun, büyük olsun küçük olsun her ruh sahibine merhamet etmek gereklidir. Allahu Teâlâ zâtını rahmetle vasıflandırması ne büyük bir sıfat olduğunu isbata kâfidir. Allahu Teâlâ buyuruyor:
Merhamet eden, merhameti olan Allah’ın adiyle.”
“(Habîbim!) Kullrınma haber ver ki: Hakkıyle yarlığayıcı, kemâliyle esirgeyici şüphesiz benim, ben.” (Hicr Sûresi; Âyet: 49)
“Rahmetim her geyi kaplamıştır.” (A’raf Sûresi; Ayet: 155) Allahu Tealâ yüce zâtını bu sıfatla vasıfladığı gibi sevgili Peygamber’ini de ayni sıfatla vasıflayarak buyuruyor ki: “O peygamber ki, inananlara şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe Sûresi; Âyet: 128) “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi; Ayet: 107) Kur’ân-ı Keıim’de rahmet ve merhametin faziletlerini beyan eden, insanları şefkatli ve merhametli olmağa teşvik eden pek çok Âyet-i Kerîme vardır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin de bu konuya ışık tutan sahîh Hadîs-i Şerifleri vardır. Bunlardan bâzıları:
“Merhamet edenlere Rahman ve Yüce olan Allahu Tealâ merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”
“= İnsanlara merhamet etmeyene Allahu Tealâ’da merhamet etmez.” Bu Hadîs-i Şeriflerden tam bir vuzuhla anlıyoruz ki, Allahu Tealâ’nın rahmet ve inayeti merhamet edenlere iner.
Merhamet ve merhametliler hakkındaki Hadîs-i Şeriflerden biri Buharı ve Müslim’in rivâyet ettiği şu Hadİs-i Şeriftir:
Resûl-i Ekrem Salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in kızlarından biri babasına yazdığı mektupda söyle diyordu:
— “Oğlum ölüyor bize geliniz!” Peygamber Efendimiz de kızına selâm yollayıp:
— “Allahu Tealâ’nın almak ve Allah’ın vermek istediği her şey kendisine âittir ve her şeyin, Allah’ın ilminde muayyen bir ömrü vardır. Kızım sabret ve sabrın yanında sevap olduğunu hatırla.” diye cevap yolladı. Bunun üzerine Resûlullah’ın kızı Resûlullah’a and vererek:
— “Her halde geliniz.” diye haber gönderdi. Bu haber üzerine Peygamber Efendimiz kalktı beraberinde Sa’d İbn-i Ubâde, Muâz İbn-i Cebel, Ubeyy İbn-i Kâ’b, Zeyd İbn-i Sâbit ve Ashâb’dan b azılan (Allah hepsinden razı olsun.) olduğu halde kızının evine geldi. Çocuk Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kucağına oturtuldu. Çocuk can vermekte ve çok muztarip bir halde idi. Resûlullah’ın gözleri yaş döküyordu. Sa’d İbn-i Ubâde: “Bu ağlayış nedir yâ Resûla’llâh” diye hayretini gizleyemedi. Peygamber Efendimiz: “Bu göz yaşı Allahu Teâlâ’nın kullarından dilediklerinin kalblerine koyduğu rahmetidir. Cenâb-ı Hak rahmetini kullarından şefkatli olanlara ihsân eder.”
Bu Hadîs-i Şerif, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sabrının büyüklüğünü, Rabb’ımn hükmüne teslîmiyyetinin derecesini bize öğretiyor.
Beraber düşünelim: Ruhu göğsünde ileri geri giden, ölümün elem ve şiddetleri ile pençeleşen kızının oğlu, ince kalbli Peygamber’in Önüne konuluyor. Halkın en ince kalbi isi, en büyük merhametlisi ve en çok şefkat sahibi olanı olduğu halde rahmet yaşı akıtmaktan gözünü men edebilir mi? Resûl-i Ekrem Efendimiz’in yerinde bir başkası olsaydı onu elem ve ıztırabından helâk olur görürdün.
Sa’d İbni Ubade (Allah ondan razı olsun) Peygamber Efendimiz’in mübârek yanağından göz yaşının akdığını görünce hayretini gizleyemedi ki, ondan evvel ölüye ağlamaktan nehiy buyurduğunu duymuştu. “Ya Resula’llâh, bu nedir?” dedi. Yâni ölüye ağlamaktan nehiy buyurduğunuz halde nasıl oluyor da ağlıyorsunuz. Âlemlere rahmet Nebiyy-i Zişân şu cevâbı verdi: “Bu, Allâh’ın, kullarından dilediklerinin kalblerine koyduğu bir rahmettir. Allah ancak yumuşak kalbli kullarına merhamet eder.” Yâni hu yaşlar Allah’ın kalblere koyduğu rahmet yaşlandır ki, kalb bunları geri çeviremez. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ölüler için nehiy buyurduğu ağlayış, sesi yükselterek feryadla ağlamaktır. Nasıl ki Cahiliye Devri’nde Arapların yaptığı yüze vurmak, yakalan yolmaktan da nehiy buyurmuşlardı. Bunun bir benzeri bu gün matemlerde insanların yaptığı birtakım işlerdir ki, bunlar İslâmiyet’le değil, Cahiliye Devri ile ilgilidir. Siyah giymek, uzun müddet kederli görünmek, Şer’in tavsiye ve aklın tasvip etmediği işler için büyük masraflar yapmak gibi. Bunlar insanların îcâd ettiği âdetler, ihdas eyledikleri bid’atlerdir ki, ne ölü, ne ölünün ehli ve ne de vatan bundan istifade eder. Bu türlü işler için harcanan paralar faydalı müesseselere, meselâ çocuklarımızın dünya ve âhirette faydalanacakları mektepleri, hasta ve âcizlerin tedâvi olacakları hastahaneleri yapma işlerine sarf edilseydi hem onlar için ve hem de ölü için daha hayırcı olurdu. Millet de hu hayırlı işin meyvelerini toplar, gelecekde yâni ancak salih amellerin fayda verdiği Kıyâmet Günün’de iyi neticelerini bulurlardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in çocuklara karşı olan şefkat ve merhametine delâlet eden Hadîs-i Şeriflerden birisi de Buharî ve Müslim’in rivâyet ettiği şu Hadîs-i Şeriftir:
Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı (Allah ikisinden de razı olsun) öptü. Yanında bulunan Akra’ ibn-i Habîs: “Benim on çocuğum var; hiçbirini öpemedim.” dedi. Resûli Ekrem Efendimiz Akra’a bakdı ve: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” buyurdu. Akra’ çocuklarını öpmede, hürmet ve heybetinden, kerem ve izzetinden bir şeyler eksileceğini sandı da Peygamberimiz’in, torunu Hz. Hasan’ı öpmesini hoş görmedi. Peygamber Efendimiz Akra’a, çocuğu Öpmeğe kendisini sevk eden şeyin şefkat ve merhamet olduğunu ve bu şefkat ve merhametin bu bedende insan gönlünden ayrılmaması gerektiğini bildirdi.
Zayıfa merhamet etmeyen, küçüğe şefkat göstermeyen, dertlilerin derdiyle dertlenmeyen, kendisine merhamet edeni, acıyanı ve kederi ile kederleneni bulamaz. İşte bu, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in evlâdına kargı olan şefkat ve merhametine misaldir.
Bilmediği ve yakını da olmayan hizmetçilere karşı olan şefkat ve merhametine dâir pek çok misâl vardır.
Müslim’in Sahîhayn’da rivâyet ettiğine göre: İbn-i Mes’ûd el-Bedrî (Allah ondan râzı olsun) dedi ki: (Bir gün) uşağımı kamçı ile doğuyordum. Arkamdan bir ses duydum: “Yâ Ebâ Mes’ûd! Sen bil ki,” öfkemden sesin ifade ettiği mânâyı anlayamadım. Bana yaklaşınca bir de ne bakayım, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem bana sesleniyor: “Ey Ebâ Mes’ûd iyi bil ki, senin bu köleye karşı kudretinden, Allah’ın senin üzerindeki kudreti daha büyüktür.” buyurdu. Bu (seslenişin) mehabetinden elimdeki kırbaç yere düştü.
Başka bir rivâyette: “Yâ Resûla’llâh, uşak Allah rızâsı için hürdür.” Peygamber Efendimiz: “Eğer böyle yapmasaydın seni ateş yakardı.” buyurdu.
Peygamber Efendimiz İbn-i Mes’ûd’u kölesini döver gördü ve Allah’ın kalbine koyduğu İnsanî şefkat ve merhamet harekete geçti. Bu manzaradan yâni kuvvetli olan efendisi önünde kırbaçlanan köle manzarasından gönlü üzüldü ve yüksek sesle: “Ey Ebâ Mes’ûd sen bil ki, bu ¡köleye karşı kudretinden, Allah’ın senin üzerindeki kudreti daha büyüktür.” buyurdu, inceden inceye düşünürsek anlarız ki, İbn’i Mes’ûd, işlediği bir suçtan dolayı uşağım terbiye ediyordu. Bununla beraber Peygamber Efendimiz bu şekildeki terbiyeye râzı olmadı ve böyle insanlık dışı bir yolla terbiye etmekten nehiy buyurdu, İbn-i Mes’ûd Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sesini duydu, kendisinden utandı ve yaptığına pişman oldu; telâşlandı ve kırbaç elinden düşdü. Sonra Allah ve Resulü’nun rızâsını almak ve günahına gefâret olmak için: “Ey Allah’ın Resûlü, uşağım Allah rızâsı için hürdür.” dedi. Ebû Mes’ûd’un yaptığına Efendimiz memnun oldu ve şöyle buyurdu: “Yâ Ebâ Mes’ûd, böyle yapmasaydın Cehennem ateşi seni yakardı.” Sahih olan bu Hadîs-i Şerif bizlere hizmetçi ve işçilerin üzerimizde, riayete mecbur olduğumuz hakları olduğunu bildirmektedir.
Onlar da bizim gibi insandır, bizim anladığımız gibi anlar, onların, da bizim izzet ve haysiyetimizden az olmayan izzet ve haysiyetleri vardır. Bu kimselerin fakir ve câhil olmalarından başka bir günahları yoktur. Bu ise onların günâhı değil, belki cemiyetin günâhıdır. Onlara yardım elini uzatmak, onları fakrın zilletinden, cehlin horluğundan kurtarmak toplumun vazifesidir.
Rabb’ınız hakkı için bana bir ümmet gösterin ki, kuvvetlisi zayıfına zengini fakirine, âlimi câhiline yardım etmeden kalkınmış olsun. Bana bir ümmet gösterin ki, ferdleri birleşmeden, cüzleri bir araya gelmeden, gayeye doğru bir saf da ilerlemeden, maddî ve manevî kuvvetlerini harekete geçirmeden İstiklâline kavuşmuş olsun.
Hulâsa olarak rahmet, hâkim olsun, mahkûm olsun her insan kalbinde bulunması gereklidir. Hâkimlerin kalblerini rahmet doldurduğu zaman, hak ile hükmederler; mazlûma yardım eder, zâlimlere hak ettikleri cezâyı verirler. Hâkimlerin kalblerini rahmet kapladığı zaman, bu rahmet onları adi ile muâmeleye yöneltir de milletçe acırlar, tâkatinin fevkinde görev vermez ve teklifde bulunmazlar. Hükümet ile millet arasında karşılıklı merhamet olursa aralarında tam bir anlaşma husule gelir; milletlerin yükselme ve ilerlemesinin esası olan i’timad tahakkuk eder.
İnsanlığın hayrına ve saadetine çalışanlara selâm...