Makale

Taşköprülüzâde İsâmüddin Ahmet Efendi ve İktisadi Görüşleri

EKONOMİ
İBRAHİM URAL
Din İşleri Y.Krl. Uzmanı

Taşköprülüzâde İsâmüddin Ahmet Efendi ve İktisadi Görüşleri

Tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolan nice cevherlergibi, Osmanlı bilginlerinden Taşköprülü- zâde’nin eserleri de keşfedilmeyi bekliyor.

TAŞKÖPRÜLÜ-zâde isâmüddin Ahmet Efendi en büyük Osmanlı bilginlerin- dendir. 1495 yılında Bur- sa’da doğdu, 1561’de İstanbul’da öldü. Babasının doğum yerine nis- beten, bu isimle meşhur olmuştur. Babası Muslihiddin Mustafa Efendi (1453-1529) Yavuz Sultan Selim’in hocalarındandı. isâmüddin Ahmed Efendi çeşitli şehirlerde müderrislik ve hâkimlik (kadı) görevlerinde bulundu. İstanbul kadısı oldu. Kendisi, İslâm ilim geleneğinde "Kırk Am-bar" diye tanımlanan ansiklopedist bilginler arasında önemli bir kişidir. Ebu’l-Ferec İbn el-Cevzî, Celâled- din es-Suyûtî, Kâtip Çelebi, Sıddık Hasen Han, Ahmet Midhat Efendi, Muallim Cevdet, M. Ferid Vecdi İslâm Dünyasının yetiştirdiği ünlü ansiklopedist bilginlerdir. "Miftahu’s- Saade" adlı değerli eserini oğlu (Taşköprülü-zâde Kemâleddin Mehmed Efendi) büyük bir dikkatle ve özenle Türkçe’ye çevirdi. "Eş- Şakaiku’n-Numaniyye" adlı biyografi eserini ise Edirneli Mecdî tercüme etti.
Geniş kapsamlı bir eser olan "Mevzûatü’l-Ulûm"da mâliye ve ekonomiyle ilgili bahisler otuzbeş sayfalık bir bölüm oluşturacak kadar geniştir. Ayrıca eserin değişik yerlerinde de çeşitli vesilelerle bu tür konulara değinilmektedir. Alman tarih ekolü geleneğine bağlı iktisat tarihçimiz Sabri Ülgener’in Taşköp- rülü-zâde’yi ve eserlerini yeterince incelemiş olduğu söylenemez. Ahmet Güner, Âmiran Kurtkan Bilgise- ven gibi sosyologların bu boşluğu doldurmaları beklenir...
Taşköprülü-zâde, eserinde ekonomiyle ilgili bölümü "Âdâb-ı Kesb ve Maaş" şeklinde İfâde etmiştir. Klâsik fıkıh kitaplarında bu tür konular, genellikle "Kitabü’l-Kesb" başlığıyla belirtilirken, onun bu konuya "âdâb" terimiyle girmesi, eğitime ve ahlâka vermiş olduğu önemi ve bir Osmanlı aydını olarak, insanın formasyon kazanmasına atfedilen itinâyı gösterir. Zâten bu bölümden önceki bölüm de "âdâb-ı muâşe- ret" hakkındadır. Bu kısımda karı- koca arasında gerekli olan davranış biçimlerine değinilmiştir. Esasen İslâm ahlâkçılarının bir çoğu, ekonomik hayatı ev idâresine benzetmişler, "İlm-i Tedbir-i Menzil" adlı bölümlerde âile ve ev ekonomisini işlemişlerdir.
Yazarımız “Kesb" bölümünde kazancın önemini şöyle anlatıyor: “Gündüzün yaratılmasının maişet ve geçimlik elde etmek için" olduğunu Yüce Yaratıcı: “Onun lütfundan arayınız.1’ (Cuma:10) âyetiyle açıklamıştır. Cuma Namazını edâ ettikten sonra helâl kazanç hususunda, “Cenab-ı Hakkın fazlından istekte bulununuz" buyrulmuştur. Bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, helal kazanç amellerin en üstünlerindendir. Ve dahi Hz. Peygamber (a.s.): “Dürüst tüccar, kıyamet gününde sıddıklar ve şehitlerle beraber haşrolunur" buyurmuştur. (Cild 21 sh: 469-470)
Taşköprülü-zâde “Mevzû-âtü’l - UlûnV’unda, günümüz İslâm Ekonomilerinde ayrı bir yeri olan emek- sermâye ortaklığına (mudârebe şirketine de değinmekte ve bu ortaklığın ismini mudârebe yerine, Arap ülkelerindeki yaygın adıyla, "Kırâd" şeklinde zikretmektedir:
"Beşinci akid, kırâddır. Bunda da üç şart (unsur) vardır. Birincisi sermâye olup, işleticiye teslim edilmiş olmalıdır. İkincisi kazançtır ki, sermayeyi çalıştırana (âmil) üçte biri, yansı yahut dilediği mikdârı şart olunmalıdır. Belirli bir mikdâr ile çalışanın hissesini takdir etmek câiz değildir. Meselâ yüz dirhem olarak takdir etmek gibi... Üçüncüsü âmil üzerine gerekli olan iştir ki, bunun şartı; ticaret türünden olmasıdır. Onun üzerine, zorlama ve sıkıştırma vb. olmayacaktır: Ayrıntılı olarak belirleme veya zamanla kayıtla-ma vb... gibi" (C: 2/sh:473)
Bilginimiz, muâmelede adâlet konusuna ayırdığı sayfada (C:2/ sh:474) ihtikâr (karaborsacılık) ve para konusuna da değinmiş ve kalp (sahte) paranın toplumdaki zararlarını saymıştır ki, halka, böyle olaylar karşısında yapması gereken işler zikredilmiştir. Kendisinin, Osmanlılardaki ilk para krizinden otuz-kırk yıl önce bu tür olayların vehâmetini bilip, bu konuda kalem oynatmış olması ileri görüşlü ve ferâsetli bir davranıştır. Keza "muâmelede ihsân" başlıklı kısımda konunun ahlâkî ve insânî boyutlarını da incelemiştir.
Tüccarın din konusundaki hassâ- siyet ve titizliği üzerinde oldukça dikkatli durmaktadır:
"... Birincisi iyi niyyettir ki; ticârette niyet halktan, tamahkârlıktan, dilencilikten sakınıp, iffetini korumak olmalıdır. Kazancıyla din işlerine yardımı ve ailesine -
onların gerekli ihtiyaçlarına- yeterli olmayıkasdetmelidir ki, sonunda mücâhidlerden sayıla... Müslümanlara faydalı olmayı, ehl-i imana nasihat etmeyi, adalet ve ihsan yoluna uymayı kas- deyleye. Ve dahi çarşı-pazar ehli’ ne iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı gönlüne koya..." [ (Cild: 2/sh:477)
"Mevzûâtü’l-Ulüm" yazarı bir lokma-bir hırka anlayışının fıtrata ve İslâm’ın ruhuna aykırı olduğunun idrâkindedir:
"...Sedd-i ramak (açlıktan ölmeyecek kadarla yetinmek) üzere, halk yetinse ve vakitlerini zayıflamakla geçirse, aşırı zayıflıktan dolayı ölüm olayları yaygın- laşsa bütün işler ve sanatlar iptâl olur, dünyanın mâmûreleri ise harab ve muattal olurdu. Dünyanın harâbolması ise, âhiretin de harâbolmasına sebeb olur. Zira dünyâ âhiretin tarlasıdır. Belki fıkıh hükümlerinin çoğu dünya iş ve yararlarının korunması içindir. Gaye; böylece dinin mesalihinin ve amaçlarının kolaylaştırılmasıdır." (C: 2/sh:486)
Müellif, zulümle ve başka haram yollarla elde edilmiş malların durumuyla da ilgilenmiştir. "İkinci Vazife" başlıklı bölümde şu kaideler öngörülüyor:
"İkinci görev harcama konusundadır. Yani tevbe ettikten sonra elinde kalan haram malın harcanmasının keyfiyetiyle ilgilidir. Bunda üç durum vardır: Ya sahibi bellidir; bu takdirde ona verilir. Veyâ vârislerine teslim olunur. Ya sâhibi belli değildir (yani kayıptır.) Bu durumda onun gelişini beklemek gerekir. Veya malının kazancı verilir ve - bununla birlikte- malı, kendisine ulaştırılır (geliş vaktine kadar olan süre içindeki nemâ ile birlikte). Malın sâhibi muayyen, fakat ölüp, ölmediği; vâris bırakıp, bırakmadığı belli değildir. Bu halde malı teslime imkân olamaz; mâlikler sebebiyle". (C: 2/sh:497)
Ansiklopedizm ve ansiklopedist yazarlar ekolü onsekizinci asırda Avrupa’da -özellikle Fransa’da- etkin ve itibarlı bir hareketti, ihtisaslaşmanın zorunluluk olarak ortaya çıkışıyla birlikte bu dönem sona erdi. Son iki asır bilimlerde uzmanlık dönemi olarak geçti. 1990’dan itibâ- ren telekomünikasyon ve iletişim teknolojisinden gelen sinyaller yirmibirinci asrın enformasyon çağı olacağını haber vermektedir. Bu durumda fikir ve entellektüel yayın hayatı yeni bir aktivite kazanacaktır. Düşünce hayatının yeni bir döneme gireceği bu çağda İslâm klâsik eserlerini tanımak ve yazarlarını bilmek önem kazanacaktır. Bilgi ve değer konusunun, ilim metodolojisinin yeniden gündeme geleceği bu çağda Fîrûzâbâdî, Taşköprülü- zâde, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi bilginlerin yeniden keşfedilmesi gerekir.
Bu yazıda mâliye ve ekonomiyle ilgili görüşlerini incelediğimiz Taş- köprülü-zâde, Mevzûâtü’l-Ulûm’da hayat anlayışıyla ilgili yorumlara da girmiştir. Dünya nimetleri konusunda şunları söylemektedir:
"Sekizinci konu nimetin gerçekliği ve kısımları hakkındadır. Bilinmelidir ki, her lezzet, her hayır ve saadet, her istenilen ve tercih edilen nesne nimettir, mutluluktur. O nimet eğer iki cihanın çoğunda faydalı ise, hakikaten nimettir. İlim, güzel ahlâk gibi.. Şayet şimdiki halde faydalı, fakat sonuçları itibariyle zararlı ise basiretli insanlar katında belâdır. Ama cahiller katında nimettir; çeşitli şehvetler gibi... O (mal) dahi şahısların durumuna göre değişkendir. Zira nice insan vardır ki, büyük servet ve maldan zarar (ve kötülük) görmez. Bazısı da vardır ki, az bir malla zarar görür. Ve bilinmelidir ki, hayırlar ya kendi zâtı için tercih olunup, istenilmeli veya başka bir şey için talebedil- meli, ya da her ikisi birlikte kas- dedilmelidir. Birincisine örnek; Hak Teâla’nın kerîm vechine nazardır. İkincisine misâl ise dirhemler (gümüş paralar) ve dinarlar (altın paralandır. Bunlar (dirhem ve dinar) ancak vesilelerdir. Bunlar vesile (araç) olmasalar çöllerdeki taş ve çakıllardan farksızdırlar..." (c.2/sh:655)
Büyük bilginin ahlâkçı ve eğitimci özelliğini çeşitli vesilelerle eserinde görmekteyiz. Fakir ve yoksul kişilerin haiz olması gereken sıfatları şöyle tasvir ediyor:
"...Ehl-i Suffe ki, aşırı fakirlikten dolayı Resulü Ekremin mescidinin sofasında yatarlardı. Buna rağmen, iffet ve hayâ sebebiyle, bu durumlarını açığa vurmazlardı. Bilmeyenler, onları zengin zannederdi. Bir zengine, sırf zenginliği sebebiyle tevâzû gösterilmemen, tam tersine vakarlı davranılmalıdır... Onlara müdâhene (dalkavukluk) için ve menfaat temini hırsıyla hakikati söylemekten vazgeçmemeli, sessiz kalmamalıdır. Ve dahi yoksulluğu sebebiyle ibadetlerinde gevşeklik göstermemelidir." (C. 2/sh:684)
Mal ve servetin faydaları konusundaki şu açıklamaları oldukça güncel olan, iş imkânı konusuyla ilgilidir:
"Dördüncüsü, istihdâmdır. Zira insan eğer bütün işlerine kendisi yönelir ve koşarsa, vakitleri zâyi olur, boşa gider. Meselâ yiyecek maddelerini hem (dışarıdan) satın almak, hem pişirmek, evi süpürüp temizlemek, hattâ kitapları istinsâh edip çoğaltmak ve yazmak vb. gibi işlere de ihtiyâç vardır. O halde insana bir mikdar (daha) mal lâzımdır ki, bu ve benzeri ihtiyaçlarına verebilsin. Üçüncü çeşit; umûm için olan hayırlardır. Mescid, mâbet, köprü, ribat ve hastahaneler yaptırmak gibi." (C: 2/sh:636)
İslâm düşünce tarihinde ekonomi ve mâliye konusu kronolojik gelişmeleriyle birlikte incelendiğinde faydalı sonuçlar elde edilecektir. Biz bu yazımızda Taşköprülü zâde’nin ünlü eserinin tercümesinden sadeleştirerek alıntılar yaptık.