Makale

Türkler ve Müslümanlık

Prof. Dr. AHMET BİCAN ERCİLASUN
Gazi Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Öğrt. Üyesi

Türkler ve Müslümanlık

İslam ’ın özü ile Türk ruhu çok iyi kaynaştı ve tarihin en büyük medeniyetlerinden birini meydana getirdi.
İslam dünyasındaki rivayetlere göre Türkler, Nuh Tufan’ından sonra, Hz. Nuh’un oğlu Yafes’ten türediler. 9-11. yüzyıllar arasında yazılmış Arapça ve Farsça pek çok tarihte bu rivayet yer alır. Bu kaynaklardan Şecere-i terâkime gibi Türk eserlerinde de bu rivayet geçer. Eğer bu bilgilerde gerçeklik payı varsa, Türkistan’a, Moğolistan’a ve Sibirya’ya kadar uzanan Türklerin çıkış yerinin Ön Asya olması gerekir.
Bazı batılı sümerologların daha önce üzerinde durduğu Sümercedeki Türkçe kelimeler konusunu, son zamanlarda Prof. Dr. Osman Nedim TUNA, yeniden ele almış ve Sümercedeki 160 küsür kelimenin Türkçe ile açıklanabileceğini fonetik dillerle göstermiştir. Sümerceyle ak-raba olan veya Sümerceye kelime veren bir dilin sahibi olan Türklerin bu duruma göre, milâttan birkaç bin yıl önce Ön Asya’da bulunmuş olmaları gerekir.
Kafkaslardan Ön Asya’ya girmiş bulunan İskitlerin (Sakaların)’de, hakim kavminin Türk asıllı olabileceğini bazı tarihçiler ileri sürerler. 11. yüzyıl Türk kaynakları, efsanevi kahramanları olan Alp Er Tonga’yı, M.Ö. 625’te öldürülen Saka hükümdarı Efrâsiyab ile birleştirirler.
Bütün bu rivayet ve kayıtlar, milattan önceki bin yıllarda, Türklerin Ön Asya’da bulunmuş olabileceğini, sonradan Doğu Türkistan’a ve Moğolistan’a çekilmiş olabileceklerini düşündürür.
Yukarıdaki rivayet ve tahminler bir yana, bugünkü bilgilerimize göre Türkler, Moğolistan topraklarında tarihe adım atarlar. M.Ö. 220’lerde Tuman (Teoman) ve 209’da Motun (Mete) ile tarih sahnesine girer. Hunlar, Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar, ta 840 yılına kadar, yani bin yıldan fazla, Türk devletini Ötüken’den, Orhun boylarından idare ederler.
370 lerde başlayan kavimler göçü, Hazar ın ve Karadeniz’in kuzeyinden Türkleri, Avrupa’nın ortasına ve Balkanlara kadar götürür. Atilla orduları, 5. asırda Çorlu’ya, Roma’ya, Orlean’a (Fransa) kadar uzanır. Hunlarla başlayan kavimler göçü, Bulgar Türkleri, Avarlar, Hazarlar, Pe- çenekler, Uzlar ve Kumanlarla asırlarca sürer. Bu göçler sayesinde, Kuzey Kafaksya, Kırım ve idil-Ural bölgeleri Türkleşir.
Türkler dünyanın bir ucunda, ta Moğolistan ve Sibirya’da Kaf dağlarının ötesinde bu maceraları yaşarken 610 yılında, dünyanın bir başka ucunda İslam Dini zuhur eder ve Arap yarımadasından Kuzey’e doğru hızla yayılmağa başlar. Türklerle İslam dünyası arasında iki büyük güç vardır: Bizans ve Sasaniler. Ama İslam’ın zuhurundan henüz 40 yıl bile geçmeden, 642’de Sasanilerin Hz. Ömer tarafından yıkılmasıyla, Türklerle Müslüman Araplar karşılaşırlar.
İlk yüzyıl savaşlarla geçer. Kafkaslarda hazar Türkleriyle ve Maveraünnehir’de çeşitli Türk kağanlıklarıyla.Fakat 750 yılı çok şeyi değiştirir. Emevîler yıkılır, yerine Arap olmayan Müslümanlara da iyi gözle bakan Abbasîler gelir ve bir yıl sonra Müslümanlarla Çinliler arasında geçen Talaş savaşında Türkler, Arapların yanında yer alır. Bu hadiseler Türkleri Müslümanlığa ısındırır. Önce Abbasî hizmetine giren Türkler, İslam Dinini kabul ederler. Bun-ların sayısı onbinleri bulur. Ancak, Türklerin toptan Müslüman oluşu 10. asırdadır. Bu asrın ba-şında, belki de 9. asırda, idil Bulgar - Türk devleti Müslüman olur. 10. Yüzyılın ortalarına doğru da Karahanlılar, 1000 yılı civarında, tahminen Türklerin % 70’i Müslüman olmuştu. Böylece milletimiz Müslümanlıkla şereflendi, dinimiz Türklerle güç kazandı. Binlerce yıl sonra tek: rar Ön Asya’ya gelen Türkler, Islâm Dünyasının önündeki bazı engelleri ortadan kaldırdılar. Daha sonra Bizans’ı da yıkarak Türklüğün ve Müslümanlığın sınırlarını Avrupa içlerine kadar uzattılar. Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya ve Bulgaristan’da halâ Türklerin ve Müslümanların mevcudiyeti bundan dolayıdır. Yine Türkler sayesinde Müslümanlığın sınırları Kuzey’de Kazan’a ve Batı Sibirya’ya, Doğu’da Çin ve Moğolistan içlerine kadar uzanır.
Müslümanlığımızın 1000 yılı aşan bir tarihi var. Islâm Dinine girince siyasî kudretimiz şüphesiz çok arttı. Özellikle Selçuklular, Temürlüler ve Osmanlılar, çağlarında dünyanın güç merkezi haline geldik. Ancak Türklüğümüzü kaybetmedik ve Islâm dünyası içinde kendimize mahsus bir millet olarak, kendimiz olarak yaşamağa devam ettik. Cenab-ı Allah’ın muradı milletlerin millî özelliklerini kaybettirerek onları biribirlerine karıştırmak değil, ayrı renklerde ve dillerde yaşatmaktır.
Türkler, Müslümanlığa samimi olarak bağlandılar ve onu yumuşak bir tarzda algıladılar, ı Sert, fanatik, radikal eğilimlerden uzak kaldılar. Bana kalırsa dinimizin özünde ve tebliğ siste-minde de bu yumuşaklık ve itidal vardır ve Türkler bunu oldukça iyi anlayıp uygulamışlardır. Esasen mizaçları da buna yatkındı. İslam’ın özü ile Türk ruhu ve yaratılışı çok iyi kaynaştı ve tarihin en büyük medeniyetlerinden birini meydana getirdi. Bu potansiyel bugün de mevcuttur. Tarihte oluşturduğumuz bu kaynaşmayı, çağın bizden beklediklerini de hesaba katarak yenileyebilirsek, yarının üstün medeniyeti içinde de yerimizi alabiliriz. Kalıplara değil, . öze bağlı yumuşak ve mutedil anlayış, milletimizin parçalara bölünmesini de engelleyecek, millî birliğe hizmet edecektir.

EL’AMAN
Yeter bunca gaflet, yeter bunca naz, Sabah-akşam nusret için kıl niyaz,
Vallahi korkaklık bize yakışmaz,
Elde yalın kılıç Allah’a dayan,
Uyan ey İslâm’ın aslanı uyan!
Ümmet-i Muhammed tek tek kırılır,
Her köşede bir kardeşin vurulur,
Bu zulmün hesabı bir gün mutlaka sorulur,
Karabağ’da figan, Nahçıvan’da kan,
Uyan ey İslâm’ın aslanı uyan!
Evlâd-ı fâtihan seni özlüyor,
Nice mazlum yollarını gözlüyor,
Milyonlarca mümin yürek sızlıyor,
Dem bu demdir, gün bugündür el’aman,
Uyan ey İslâm’ın aslanı uyan!
Zulme boyun eğmek zor değil midir?
Gardaş gardaşıyla yâr değil midir?
Bunca derin uyku ar değil midir?
Hüzün dalga dalga, acılar umman,
Uyan ey İslâm’ın aslanı uyan!
Sanki sebil oldu mazlumun cam,
Küfre helâl oldu müslüman kam,
Artık patlamalı iman volkanı,
Haşmetinden titremeli dört bir yan,
Uyan ey İslâm’ın aslanı uyan!
Bestami YAZGAN