Makale

Türk'ün Vatan Anlayışı ve Ruh Ordusu

Türk’ün Vatan Anlayışı ve
Ruh Ordusu

Muammer Yılmaz

Vatan, alelade bir toprak parçası değildir. Uğrunda can verilmiş, mal verilmiş, sebil gibi kan akıtılmış, bir taşına bile Mevlâm’ın kefil olduğu ecdad yadigârıdır. Onda Köroğlu’mun narası, Karacaoğlan’ımın yaylası, Alparslan’ımın namaz kıldığı ovası, Sinan’ımın Selimiyesi, Meh- med’imin kanayan yaraya neşter vuran süngüsü, adalet ve fazileti vardır. Yine onda annemin ve kız kardeşlerimin sicim sicim akan gözyaşları, yayla pınarı gibi akan, çoban çeşmesi gibi kaynayan yüreği ve namusu vardır.
Her toprak parçası vatan değildir. Toprak vatan olunca kutsallaşır. Coğrafyayı vatan kılan da dil, tarih ve dindir. Toprak, milletin kökü ve namusudur.
Bir yerin Türk toprağı olabilmesi için, ecdat nişanlarıyla süslenmesi yanında genel inanç, orada bir evliya kabrinin bulunmasıdır. Erol Güngör bu hususta; "Nerede evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır. Evliyası olmayan yerde, Türk de yoktur; eğer olsaydı, mutlaka içlerinden ya bir şehit, ya ulu kişi çıkardı ve halkın gönüllerini kendi kabri üstünde birleştirirdi" derken, Türk’ün vatan anlayışını manevi temelleri üzerine oturtur.
Türkler kadar ölüleriyle el ele, koyun koyuna yaşayan başka millet yoktur; olamaz da. İslam’ın kılıcı ve bayrağı olan Türkler’ in inançları icabı, ölüm karşısındaki tavırları, başka milletlere hiç benzemez. Müslüman, Türk, ölümün bir son olmadığını, yeni bir diriliş olduğunu; misafir olarak geldiği küçük dünyadan, daha büyüğüne ve hakikisine göç ettiğini bilir.
Bu gerçeği; "Her giz yeniden doğarız/Bizden kim usanası" diyen Yunus’umuz ne güzel açıklar.
Kültürümüzde ölüm temasına geniş yer ayrılmıştır. Halk arasında çok sevgili kimselerin ölümüne ağıt yakılır; mersiye yazılır. Böylece ölüm felsefesi işlenir. Bunun gayesi, okuyanı ve dinleyeni bedbinliğe sevk etmek değil, dünyanın geçici olduğunu bir kez daha hatırlayıp, düşündürmektir.
Müslüman Türk, ölümle hayat arasında bir tezat görmüyor, inanan insan için ölüm, bu dünya dağdağasından kurtularak, en büyük sevgiliye kavuşmak değil mi? Ölümü; "Gerdek Gecesi", "Gülbahçesi" gibi görenlerin yanında, Mevlânamız "Düğün Gecesi"ni, "Bayram" ola-rak gören Necip Fazıl’da; “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?" mısralarıyla insanları duymağa, görmeğe, kulluğa, gerçeğe ve daha doğrusu kendi kendileriyle hesaplaşmaya çağırıyor.
Bizler, ölülerimizle yanyana ve iç içe yaşayan bir milletiz. Yahya Kemâl’e İstanbul’un nüfusu sorulduğu zaman, dokuz milyar demişti. Üstad elbette toprağın üstünden çok altını kastetmiştir.
Dünya imparatorluğunun şahdamarı İstanbul’da yürürken, canlıları bir tarafımızda, karşımızda safdura- rak bizleri selâmlayan mezar taşları görürüz. Okullarımız,kışlalarımız ve evlerimiz onlarla yanyana ve koyun toyunadır. Bundan ürpermek bir yana, korkmayız da. Oyleki onların “Biz de bir zamanlar sizler gibi idik, buraya geldik. Sizler de bir- gün gelecek, bizim gibi olacaksınız" hikmetli sözlerinden ibret alıp, düşünür; iki Cihan Güneşi’nin; "Öl-meden önce ölünüz" buyruklarıyla titrer, yıkanıp durulanırız.
Biz ordu milletiz. Dünya milletlerinden bu özelliğimizle bir kez daha ayrılırız. Hakiki orduların yanında olup, daima onları koruyup gözeten, zaferden zafere koşturan bir ordu daha vardır ki, ona "Ruh Ordusu" diyoruz. Köy, kasaba ve şehirlerimiz onların varlığı ile gururlu, sevinçli ve huzurludurlar. Bu ordu; bilinmeyen, umulmayan, en kritik zamanda yetişerek, ya da yol göstererek yardım eder. Sayısız zaferlerimizin temelinde hep bu ordu(lar) vardır.
İstanbul’un fethinde, Fatih’in yanında Eyüp Sultan, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve Akşemsettin vardı. Mehmetçiklerle yanyana, ve omuz omuza savaşıyorlardı. Nitekim İs-tanbul’un sekizinci tepesi Yahya Kemâl, istiklâl Harbi’nde savaşan Türk askerlerini anlatırken, bütün ecdad ruhlarının bu askerlerle yanyana çarpıştığını, hattâ eskiden sadece yeşil bayraklarla, saflar önünde görülen ecdadın, bu defa ordu halinde savaşa katıldığını söyler.
Bu evliyalar ordusu, buraların ya fethinde veya müdafaasında beyaz atı, yeşil sarığı ile peyda olarak, düşman saflarını darmadağın etmiştir. Bu ruhlardan hiçbirisi gelmese bile, asker içinde bulunan bir veli bu işi yapardı. Eğer şehid olmuşsa yeni alınan yere defnedilirdi; orası artık mukaddes bir Türk toprağı idi.
Zaferden zafere koşarak; kıtaları yastık, denizleri çarşaf, çağları da tahterevalli yapan ve bir dünya nizamı kuran, kılıçla aldığını kalemle dağıtan Türk milletinin bu hale gelmesinin temelinde, bu inanç ve felsefe vardır.
Bu inanç ve felsefeden kıl kadar sapmayan, gönül ve fikir işçilerine
selâm olsun...