Makale

İslamda Birlik

İslam’da
Birlik

Doç. Dr. BAYRAKTAR BAYRAKLI
Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi


"Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl, 46)

Kur’an-ı Kerim ve ona dayanan İslam Dinî’ nin insanlığa getirdiği ve sunduğu en önemli değer vahdettir. Birlik ve beraberlik kelimeleriyle ifade edilmeğe çalışılan bu kavram, çok daha derin ve çok daha zengin bir yapı ve anlama sahiptir. Pek çok değerleri çatısının altında taşıyan vahdet, günümüzde insanlığın en çok susadığı, hasret duyduğu ve iştiyakla bekleyipte uzanamadığı bir değerdir. Yüce Allah’ın insanlığa bahşettiği en büyük nimet olan bu değer, toplumlara güç veren, onları karanlıktan kurtaran ve mutluluğa götüren bir güce sahiptir. Vahdet, fertten topluma akan ve yine toplumdan ferdin bilincine ulaşan bir fazilettir.
Bütün peygamberler vahdeti yaşatmak, beslemek ve ayakta tutmak için gayret sarfetmişlerdir. Onlara tâbi olan herkes aynı imanı taşıyordu. Her dinin temeli, bütün varlıkların şahadet ettiği ve uğruna harekete geçtiği tevhid inancıdır. O inancı anlatmak, tebliğ etmek ve insanlığa yaşatmak için bütün güçlerini sarfeden peygamberler, çok zengin, bereketli ve münbit bir miras bırakmışlardır.
Onun içindir ki, birlik ve beraberliği bozan, insanları tefrikaya sevkeden bir inanç biçimi, dinlerin en büyük düşmanıdır. İlâhî ifadeyle insanlığın cehennemini teşkil eden ayrılık, bütün toplumsal faziletleri eriten, ortadan kaldıran ve yok eden tahripkâr bir mikrobu andırır.
Kur’ân-ı Kerim pek çok âyetiyle vahdeti ayakta tutan değerlere işaret etmektedir. Bu değerler şunlardır:
Akıl: Bütün insanların ortaklaşa sahip oldukları en büyük güç ve Islâm âlimleri tarafından en büyük değer olarak gösterilen akıl, tabiatı gereği birliğe çağırır. "Aklın yolu birdir" ifadesi bunu çok güzel dile getirmektedir. Takip edildiği takdirde akıl, insanı tevhide taşıyacak en büyük mânevi güçlerden biri olduğu görülecektir. Çoğu zaman biz, akıl yerine hislerimizi kullandığımızdan doğruya, güzele, iyiye ve gerçeğe varma yerine, insanlığa zararlı olan tefrikaya düşmekteyiz. Akıl yerine, hisleri besleyerek emeklerimizi boşa ve insanlığın zararına harcıyoruz.
İnsanların aklı ne ölçüde çalıştırdıklarını ve ne nisbette onun yolunu takip ettiklerini, aralarındaki birlik ve beraberlikten anlayabiliriz. Kavgalar, ayrılıklar ve hep aklın hislere mahkûm ve tutsak olmasından kaynaklanır. Hevâ ve heveslerin pençesinde tutsak olan akıl, toplum hayatından çekilince, bütün acılarıyla o toplumun çöküşünü seyreder. Onun içindir ki, Yüce Allah aklın takviye edilmesini dilemiş, ikinci büyük değer olan ve insana büyük fazilet bahşeden imanı emretmiştir. Aklı olmayanın dini olmayacağına göre, akıl imanın çekirdeğini teşkil etmektedir. İmanın bütün esasları, akıl denen çekirdeğin etrafında hareket eder ve döner. Akıl iman ilişkisi, atom çekirdeği ile onun etrafında dönen elektronların arasındaki ilişkilere benzer. Atomdaki sistemi bozarsanız büyük bir infilâk olur ve tabiat sarsılır. İşte akıl ile imanın ilişkisini bozmaya kalkarsanız, toplum hayatında ve dolayısıyla insanlıkta büyük bir infilâk meydana gelecek ve insanlar tefrikaya düşecektir, insanlararası ilişkiler bozulacak mutluluk yerini acıya, dirlik-düzenlik yerini kargaşaya, disiplin ve ahlâk yerini bunalıma bırakacaktır.
Akıl, iman ilişkisi donuk ve serttir. Sevgi denen değer onların bu ilişkisini yumuşatır. Fertler arası ilişkilerde akıl ve imanın rol oynamasını temin eder. Akıl ve imanı toplumsallaştıran, onların yapıcı ve iyiye götürücü güçlerini sağlayan sevgidir. Sevgisiz akıl ve iman ferdî olarak kalır. Onların topluma aşkını temin eden kanal sevgi kanalıdır. Sevgi değe-rinden nasibini almayan insan ilişkileri donuk, sert ve her an tefrika hastalığına yakalanmaya müsaittir. Tek tek akıl ve imanları bir araya getiren harç sevgidir. Sevgi maddenin temin edemediği ve edemeyeceği kaynaşmayı sağlayan bir güçtür.
Mevlânâ’nın Mesnevisindeki ifadesiyle sevgi, "denizi kaynatır, dağı ezip kuma çevirir. Akıl faydadır. Fayda gelmeyen yolun peşine gitmez. Belâlara düşer ama dert yanmaz. Pek yüzlüdür, ardına bakmaz" diyen Mevlânâ, aklın diğer bir akılla birleşmesinin sevgiyi artıracağı, nefisle nefsin birleşmesinin ise sevgiyi azaltacağı, zira nefis manevî hastalığın etrafına ağ örüp bilgi ve kaynaşmayı bozacağı fikrini ileri sürmektedir.
"Sevgi insanı aldanmaktan korur, gönlü aydınlatır, duyulan acıları tatlılaştırır, insanı doğru harekete sevk eder; inceliği, acımayı ve kibarlığı aşılar, öfkeyi ortadan kaldırır” diyen Mevlânâ, sevginin vesveseyi gidereceğine, onun kapısını kapatacağına inanmaktadır. "Sevgi dağı ezip kuma çevirir." ifadesiyle Mevlânâ, sevginin öfke, kin ve düşmanlık duygularının oluşturduğu duygu dağını ezip yok edeceğine işaret etmektedir. Sevginin, gönül denizini kaynatarak insanları birleştiren bir güç olduğuna dikkat çekmiştir.
Onun içindir ki, Yüce Allah Enfâl Sûresi’nin 63. âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Ve Allah onların kalplerinin arasını kaynaştırdı. Sen, yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine de onların kalplerinin arasını kaynaştıramazdın; fakat Allah onların arasını kaynaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir."
Demek ki, dünyadaki her şeyi paraya çevirsek ve onu insanların kalplerini kaynaştırmak için harcasak bu kaynaşmayı gerçekleştiremeyiz. Öyleyse, kaynaşma ve kardeşlik madde ile temin edilemez.
İşte tevhid inancı, kalplerin baştan aşağı düşmanlık hisleriyle dolu olduğu zamanlarda bu kin, nefret ve düşmanlık duygularını derhal sevgi, ülfet ve kardeşlik duygularına çevirebilmektedir. Tevhid inancı sertlikleri yumuşatan, kabalıkları incelten bir güçtür, bir akîdedir, bir akıl, iman ve sevgi yumağıdır.
Tevhidin yapı taşlarından biri de gerçek bilgidir. Zandan, vehmden ve şüpheden uzak bilgi, insanları birliğe, dirliğe ve kardeşliğe götüren ve mutlu bir hayat yaşatan güçtür. Cahil insanlarda nifak daha fazladır. Kolaylıkla aldanırlar. Davranışlarının bilincine varamazlar. Onun için Yüce Allah, Tevbe Sûresi’nin 97. âyetinde bu gerçeğe dikkat çekmektedir: "Bedevîler, küfür ve nifak bakımından daha şiddetlidirler."
Bilgi insanı tatmine ulaştırır. Kendi şahsiyetinin farkına vardırır. Kusurlarını ortaya çıkartır. Yaşanan hayatla yaşanacak hayat arasında köprü kurar. Kabalıkları yontar. Tevhidin esası olan kolaylığa, barışa, kardeşliğe, kibarlığa, nezakete, inceliğe, toleransa bağışlamaya, saygı ve sevgiye davet eder. Akıl, iman, sevgi ve bilgi gibi insanlığın evrensel değerleri hem tevhide çağırır ve hem de tevhid akîdesiyle beslenirler.
Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadise göre, müslümanlar akrabalık ve alışveriş yaptıkları mallar sayesinde değil, Allah’ın ruhu ile birbirlerini severler. Allah için birbirini seven bu kim-selerin yüzleri nûrdandır ve onlar nûr üzerindedirler. İnsanların korktuğu ve kederlendiği zamanlarda onlar korkmaz ve mahzun da olmazlar. Cahiliye döneminin en önemli özelliklerinden biri ayrılık, düşmanlık ve insanları ölüme kadar götüren hırstır. Yüce Allah bu hayat tarzını ateşten çukura benzetmektedir. Ayrılık, düşmanlık ve hırs duyguları toplum hayatını yakıp kül eden ateştirler. Kur’an’ın getirdiği kardeşlik, sevgi ve kaynaşma duyguları cahiliye toplumunu ateşten meydana gelen çukurdan kurtarmıştır. Duyguların derinliğine hitab eden ve oraya inmeye çalışan, vicdanın içine nüfûz eden Kur’an, insanların kalplerini kaynaştırmış, kaynaştırmakta ve kıyamete kadar da kaynaştıracaktır.
Tarihî kinleri, kabilevî ihtirasları, kişisel düşmanlıkları, taassupları ortadan kaldıracak olan tevhid akîdesidir. Bütün tefrikalara, düşmanlıklara çare akıl, iman, sevgi ve bilgidir.
Allah sevgisi, insan sevgisi ve vatan sevgisi insanı olgunlaştıran, topluma hayat veren, adaleti, iffeti ve kardeşlik bağlarını zinde tutan bir güçtür. Onun içindir ki Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif âyetlerinde ayrılığı yermiştir: "Nihayet milletler dinleri konusunda aralarında tefrikaya düştüler. Her fırka kendi anlayışına, yani dinine güveniyor, hak olduğuna inanıyor-du." (Mü’min, 53).
"Fakat işlerini aralarında parçaladılar, yani tevhid dinini çeşitli gruplara böldüler, ayrılığa düştüler. Hepsi de bize dönecektir." (Enbiyâ, 93).
Eski insanlar peygamberleri gidince aralarında ayrılığa düşmüşler, bir olan dinlerini bölmeye çalışmışlar ve fiilen bölmüşlerdi de. Her grup dini kendi anlayışına göre yorumlamıştı. Kendi görüşlerinin doğru olduğunu kabul etmişlerdi. Sadece doğru olduğunu kabul etmekle kalmamış, onu başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmışlardı. İşte bu zorla kabul ettiriştir ki, toplumları zayıflığa, kayba ve çöküşe götürmüştür.
Geçmişte, toplumlara tefrikanın ne denli zarar verdiğinin bilgisine sahip olduğumuz halde günümüzde de tefrika kol gezmektedir. Katılığın, toleranssızlığın, düşmanlık duygularının açtığı sosyal yaraları bildiğimiz halde, aynı hatalara düşmekteyiz. Tefrikaların top- lumları içten nasıl çökerttiğinin tecrübelerini yaşayan insanlık, halâ sevgiden uzak,kardeşlikten ayrı duygularla yaşamanın yollarını aramaktadır. Komşu milletleri tefrika ile zayıflatmanın faturası üzerine kurulacak güç, medeniyet için bir leke, insanlık için de kara gündür. Fesat çıkararak, kan akıtarak ve ayrılığa düşürerek insanlara hâkim olmak, düşmanlığı besler, kini artırır ve ihtirası çoşturur. Artık gelecek nesillere, yeterince kinden arınmış, düşmanlık duygularını söndürmüş, sevgi dolu bir dünya bırakmayı ne zaman plânlayacak ve tatbikata koyacağız? Tevhid akidesini öneren din, düşmanlık kapısı, kin küpü ve ihtiras vadisi değildir. O bir akıl, iman, sevgi ve bilgi deryasıdır.
Toplum hayatında birlik (vahdet) duygusunun oluşması tevhid inancının sonucudur. Birlik en büyük kuvvettir. Büyük şairimiz Mehmed Akif, birliğin her engeli aşacağını, her kuvveti mağlûp edeceğini şu mısralarla ifade ediyor:
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir.
Değil mi sînede birdir vuran yürek, yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz."
Tevhid inancına dayalı vahdet duygu ve düşüncesi aynı zamanda saadetin de temelini oluşturur. Kanuni Sultan Süleyman Hân, "Muhibbi" mahlâsıyla yazdığı meşhur gazelinin bir be, .inde şöyle diyor:
"Maharet dedikleri ancak cihan kavgasıdır,
Olmaya devlet baht’u saadet dünyada vahdet gibi."
Gerçekten de bir toplumun bütün fertleri birlik oldukları dönemlerde daima güçlü olmuşlar ve her engeli aşmışlardır. Tarihimiz, özellikle yakın tarihimiz, millî mücadele tarihimiz birlik ve beraberliğin en muhteşem örneklerini oluşturur.

İslâm Ahlâkında Birlik ve Dayanışma
İslam Dini, birlik ve dayanışmayı hem içtimai barış ve huzurun tesisi, hem de dışarıdan gelebilecek saldırı ve tahribatın önlenmesi için gerekli görür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
’(Resûlüm!) Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasan yine de insanların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı." (1)
"Hepiniz birden Allah’ın ipine (Kur’an’a, Islâm’a) sarılın; ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz." (2)
"Allah ve Resûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da devletiniz (gücünüz) gider... “ (3)
Peygamber Efendimiz de, "Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye, (emr) ederim; ayrılığa düşüp dağılmaktan da şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayana yakın olup -iki kişi de olsa- birlikte yaşayanlardan uzaktır. Kim cennetin ta ortasında bulunmak isterse birliğe yönelsin." (4) buyurmuştur.
Şüphesiz ki, gerek fert bakımından gerekse cemiyet bakımından, barış huzur ve emniyet içinde bir hayat ancak birlik ve dayanışma ile mümkündür. Çünkü insanlar daima birbirlerine muhtaçtırlar. Hiç bir insan, ihtiyaçlarını ve güvenliğini tam olarak tek başına karşılama imkanlarına sahip olamaz. Bu sebepledir ki -yukarıdaki hadis ve ayetlerden de anlaşılacağı üzere İslâm’da içtimai birlik ve dayanışma kesin bir surette emredilmiş ve emri ihmal edenler hakkında Peygamberimiz şu sert ifadeyi kullanmıştır:
"Bir karış da olsa cemaattan ayrılan kimse, İslâm bağını boynundan çözmüş demektir"(5)
Mustafa ÇAĞRICI
1- Enfâl (8), 63
2- Al-i Imran (3), 103
3- Enfal (8), 47
4- Tirmizt, K. el-fiten, bab: 7
5- Tirmizt, K. el-âdâb, bab: 78




Davetiye
Şu savaşlar olmasın, kavga olmasın
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Analar dul, çocuklar yetim kalmasın
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Herkes çare arasın, zihnini yorsun
Barış olsun evrende çekişme dursun
Saygı-sevgi-hoşgörü parola olsun
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
İnsan var ki, çilesi ölümden beter
Din, dil ve ırk ayrımı son bulsun yeter
Tüm acılar, sancılar, ızdırap biter
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Ölüm kusan silahlar imha edilsin
Yaşamak bir nimettir, kimse ölmesin
İnsan şerefli mahluk, çile görmesin
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Sömürü var dünyada, vaziyet gergin
Kimi aç-açık, kimi zengin mi zengin
Ekonomik dengeler bozuk, düzelsin
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Bir göz atın dünyaya, var mı adalet?
İnsan insanın kurdu, her şey rezalet
Hani insana saygı, nerde fazilet?
Geliniz, bu dünyayı değiştirelim.
Nuri BEREKET