Makale

ERTUĞRUL GAZİ VE BİR TARİHİN YATTIĞI TOPRAKLAR

TAHSİN YAPRAK

ERTUĞRUL GAZİ VE BİR TARİHİN YATTIĞI TOPRAKLAR

KOCA ÇINAR

“Bak Oğul;
Beni kır, Şeyh Edebali’yi kırma. O bizim boyumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz. Bana karşı gel, ona karşı gelme! Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim, ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz. Baksa da görmez olur.
Sözümüz Edebali için değil senceğiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say! ”

ERTUĞRUL GAZİ’NİN
OĞLU OSMAN
GAZİ’YE
VASİYETİ

Yıl 1981 Temmuz ayı, torunum Tahsin Ertuğrul dünyaya geldiği zaman yıllarca özlemini duyduğum Ertuğrul adını torunuma verme fırsatı bulmuştum. Yedi asır önce Söğüt toprağına girip, dünyadan göçen ceddimiz, Türkmen kocası, büyük Türk, Kayı Boyu Beyi Ertuğrul Gazi’nin adını yedi yüzüncü yılında kendi ailemde yaşatmak bahtiyarlığına erdim.
Allah’a şükrederek torunumun kulaklarına ezan okudum, kamet getirdim ve gönülden dua ederek Tahsin Ertuğrul! diye seslendim. Bu esnada sesimin yedi asır öncesine kadar ulaştığını duyar gibiydim... Sanki ceddim Ertuğrul Gazi’nin beni duyduğunu ve işitmekte olduğunu görürcesine çağırıyordum: ERTUĞRUL! ERTUĞRUL! ERTUĞRUL!...
Yıl 1984 Eylül ayı, yedi yüz üçüncü anma merasimleri yapılıyor. Üç yaşını dolduran torunumla beraber büyük ceddimiz Ertuğrul Gazi Bey’i ziyaret için Söğüt’e geldik. OsmanlI Sempozyumları başlamış, üniversite hocalarımız Söğüt’ü, Ertuğrul Ga- zi’yi ve OsmanlI Devleti’nin kuruluşunu anlatmaya, koşmuşlar... Sanki Söğüt’te tarih üniversitesinin OsmanlI Fakültesi açılmış... Mehter marşları, yöresel folklor oyunlan, zirai ve sınai sergiler, yurdun dört bir köşesinden gelmiş atlı ve yaya yörükler çadır- lannı kurmuş, cirit ekipleri, güreş müsabakaları on binlerce Türk insanını Söğüt’e toplamış, öz ruh kökümüzün kokulannı buram buram tüttürmüş, tarihi ve milli heyecan doruk noktasına çıkmış, adeta ruhları yeniden diriltiyor, tarihi tekrar yaşatıyor, mutluluk ayyuka çıkıyordu.
Tahsin Ertuğrul’un elinden tutup koca ceddimiz Ertuğrul Bey Gazi’nin türbesine götürdüm. İçeri girdik, sandukanın kıble tarafında hafızlar Kur-an okuyorlardı. Biz de saygıyla oturduk, ben de Yasin-i şerif okudum, dualar ettik. Torunum Ertuğrul gayet dikkatli ve sakin bakışlarla beni ve diğer hafızları dinledi. Türbenin içini dikkatli bakışlarla süzdü, gözlerini Ertuğrul Gazi’nin sandukasına dikti... Sonra veda selamı verip kapıdan dışarı çıktık.
Küçük Ertuğrul türbe bahçesine çıkar çıkmaz yüzüme bakarak sordu:
- “Dedeciğim kime okudun, orada yatan kimdi, ona mı dua ettin?"
- "Evet yavrum O’na dua ettim, O’na okudum... Sen bilir misin o kim?"
Üç yaşını doldurmuş bir çocuğun kısa, kırık cümlelerle sorulan cıvıl cıvıl ağzından dökülüyordu. Bu sorulan elbette ki, yeni neslin yedi asır öncesine uzanan bir zaman tünelinin kapısını açan anahtarlarıydı.
-"Gel oğlum" dedim... Küçücük adımlarıyla, yanımda tarih yolculuğuna çıkan torunumun elinden tutup, türbenin önünde sıralanmış on altı büyük Türk devletlerinin kurucuları anısına yapılmış büstlerin başındaki Ertuğrul Gazi büstünün yanına götürdüm, gösterdim ve oturalım dedim.
Ertuğrul’cuğum, bak sana anlatayım... Bu türbede yatan Ertuğrul Gazi Bey dedemiz, yedi asır önce 1281 milâdi yılı Eylül ayında Söğüt’te vefat etmiş ve buraya gömülmüştür. Onun mezarının herkesçe bilinmesi ve unutulmaması için bu türbe yaptırılmıştır. Sadece bir ziyaret yeri, bir türbe değil, aynı zamanda Anadolu Türklüğü’nün sembolü ve buraları bize vatan yapanların büyük atası Ertuğrul Gazi Bey gibi tarihi şahsiyeti çok önemli olan bir kahramanın anıtıdır. Ertuğrul Gazi Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında emeği geçen kahramanların başında gelir. Söğüt’e geldikten sonra burada cihan tarihinin akışını yönlendiren önemli tarihi olaylar olmuş, yeni bir çınar dikilmiş, yepyeni bir devletin tohumları filizlenmiştir. Onun için burada koca bir tarih yatıyor, şanlı bir ecdad yatıyor, burada cihanın en büyük ve dünyanın en uzun ömürlü, en güçlü Türk devleti kuruluyor.
Burası Söğüt.. Altı asır üç kıtaya hükmedecek olan Devlet- Ebed-Müddet’in fidesi Söğüt’e dikilmiştir. Buraya dikilen ulu çınarın dalları kıtalara uzanmış.. Burada doğan, Osman Gazi’nin beylik üzerinde kurduğu DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE, yani yüce Osmanlı Devleti’nin önünde nice devletler saygıyla eğilmişlerdir. Hatta Anadolu’da bir tek Türk bırakmamak için yıllarca baskınlar yapan çapulcu sürüleri halinde Haçlı seferlerini düzenleyip saldırtanlar bile, burada kurulan yüce Osmanlı Devleti’nin önünde baş eğmişler, mektuplarını ferman kabul etmişler, Osmanlı ordularının üzengilerini öpmüşlerdir. İşte böyle bir devlet ve böyle yüce bir devleti kuranlar Söğüt’te doğmuşlar, Söğüt’te büyümüşler, Söğüt’te yaşamışlardır.
Söğüt’te öyle bir güneş doğmuş ki, ışıkları bütün Anadolu’yu aydınlatmış, İstanbul surlarını aşmış, Avrupa ve Afrika kıtalarını dalga dalga sarmış, Balkanları medeniyet eserleriyle donatmış; kuzey Afrika ülkelerinde Türk-islam sancağını dalgalandırmış, Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmiş.. İşte bu koca çınar, böyle bir koca devlet ve Söğüt’te Devlet-i Aliyye’nin kutlu beşiği olmuştur...
Söğüt bereketli bir doğuş ufku.. O kadar ki, yüce Peygamberimiz, "İstanbul mutlaka fetholunacaktır, onu fetheden kumandan ne mübarek, onun askerleri ne güzel askerdir” fermanıyla İstanbul’un fethi mesajının içinde Anadolu’nun fethedilmesinin mesajını da vermiş ve bu mesajın Anadolu’da ilk merkezi, ilk yerleşim yeri, ilk karargâh otağı Söğüt olmuştur. Çünkü İstanbul fethinin ve Balkan fetihlerinin yolu ancak Anadolu’dan geçecektir.
Haçlı seferlerinin mağlubiyet acısından beri devam eden öç alma ateşleri sönmeyen, kuyruk acıları geçmeyen Bizans artığı Yunanlılar işte Söğüt’ün bu tarihi öneminden dolayı, Söğüt’ü hedef aldılar, üstelik İstanbul fethinin kuyruk acısıyla da yanıp tutuşarak, Söğüt’ün kutlu beşik oluşundan tam 622 yıl sonra Yunanlılar çapulcu gibi gelip canavarları utandıracak vahşetlerle Söğüt’ü yaktılar, yıktılar, Ertuğrul Gazi’nin türbesini kurşunladılar, sandukasını tekmelediler, “Kalk da milletini kurtar bakalım" diye bağırdılar. Hatta bunlarla hınçlannı alamadılar da hala Ege ve Kıbrıs’ta kuyruklarını titretme hastalığına tutuldular. Bütün bu olaylar yine Söğüt’ün ve Ertuğrul Gazi’nin tarihte ne kadar önemli olduklarını anlatan olaylardır. Çünkü düşman, daima en kutsal varlıklara ve en önemli yerlere taarruz eder. Türbeler, camiler ve namus abidesi kadınlar düşmanın ilk hedefleridir. Bu sebeple kirli çizmeleriyle önce dini, milli ve manevi en kıymetli kutsal varlıklarımıza saldırmışlardır.
Söğüt ve Ertuğrul Gazi tarihte birbirleriyle özdeşleşmiş o kadar mübarek ve kutludur ki, Ertuğrul Bey Gazi’nin Söğüt’e konuşu, derhal buranın kaderini değiştirmiştir. Sakarya’nın güney havzasında Söğüt’ü takdir kaleminin çizgisiyle Ertuğrul Gazi, doğacak devletin kutlu beşiği olarak hazırlamış, Bizans’tan temizlemenin planlarını yedi asır önceden yapmıştır... Ne ibretli tesadüf ki ondan yedi asır sonra bir Gazi Mustafa Kemal Paşa geliyor, Söğüt’ü ve Ertuğrul Gazi Türbesinin yine Bizans artığı Yunanlılardan temizleme harekatını yapıyor. Üstelik yepyeni bir Türk devletinin bayrağını dalgalandırıyor, tarihi Türk devlet geleneği kütüğüne TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ armasını çakıyor. Devlet zincirine bir halka daha ekliyor, istiklâl ve hürriyet bayrağını istikbalin ufuklarına dikiyor. Söğüt bir kere daha yeni devletin yedi yüzyıllık beşiği olarak sallanıyor...
. Çünkü Oğuz Han’dan Ertuğrul Gazi’ye, Osman Gazi’den Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya uzanan tarih şeridinde, hiç unutmamamız gereken, inkâr edilmeyen öyle temel gerçekler vardır ki; DEVLET, BAYRAK, EZAN, İSTİKLÂL, ve VATAN için kılıç kuşananlar gazi olmuş, kan dökenler kahraman-alp olmuş, can verenler şehit olmuş; "YA HAK, YA ALLAH, YA ŞEHİD, YA GAZİ, YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” diye koşanlar derviş-gazi olmuş, millet ve vatan için cephelerde ömür geçirenler, kılıç sailayaranlar alperen olmuş... t işte böyle Horasan erenleri, alpleri Anayurttan Anadolu’ya, Mahan’dan Sögüt’e geçtikleri vadilere şehit ve gaziler ekerek gelmişler bütün dervişleri gazi, bütün erenleri alp, bütün kadınları Haymeana olan Oğuz boyları, Üçoklar, Bozoklar, Gökhan, Deniz. han, Yıldızhan, Ayhan, Günhan soylarının en itibarlısı, saygılısı olan Kayı boyu Gündüzalp resiliğinde Anadolu’da ilerliyorken ölümü üzerine oğlu Ertuğrul Bey yerine geçmiş ve Söğüt’e kadar gelip otağı kurmuştur. Ama nasıl ve niçin? ERTUĞRUL GAZİ BEY r İLK OLARAK ŞU HEDEF VE İSTİKAMETİ GÖSTERMİŞTİR: “Hey oğul bizim gayemiz kuru bir cihangirlik davası değildir. Yeryüzünde Allah’ın Hak dini olan İslam’a hizmet, tevhidi yaymak Ezan ve Kufan-ı duyurmaktır. Sen de bu gaye ile çalış ki, Allah senden razı, benim de ruhum şad olsun.”
Calib-i dikkattir ki, altı asır sonra yine Yunanlıların, temelin. de böyle mukaddes bir gaye olan Osmanlı Devleti’nin beşiğini ve merkezini niçin yakmaya geldiklerini, Ertuğrul Gazi türbesini niçin kurşunlayıp çiğnediklerini, cami ve minareleri niçin topa tutup saldırdıklarını Çanakkale’de yapamadıklarını, niçin Sakarya’da yapmaya çalıştıkları artık kolayca anlaşılır. Çünkü düşmanın aldığı cevabı, Gazi Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusu ve Müslüman Türk Milletinin iman dolu göğsü vermiştir.
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini ve Cumhuriyetini ilei’ebed muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbâlde dahi seni bu hâzineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahlann olacaktır. Ey Türk İstikbâlinin evladı!... İşte bu ahval ve şerait için de dahi vazifen Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
İşte Türk devlet geleneği süresin ce istiklâl-hürriyet mücadelesinin meşalesini tutuşturan kahramanlar, tarihe yön veren köşe taşları, ezanı susturtmayan, bayrağı indirtmeyen ve devlet-millet bütünlüğünün unutulmaz şahsiyetleri Devlet-ebed-müddetimizin abideleridir.
Oğuz Han soyundan gelen yirmi dört boyun içinde Kayı boyunun en itibarlı oluşu Ertuğrul Bey gibi abide bir şahsiyetin onların reisi olmasından, onun beyliğinden kaynaklanmaktadır.
Gerçekten Kayı boyu boyların en disiplinlisi idi. İşleri düzenli, din ve törelerine bağlı, karar ve talimatları, ahlak ve edepleri sağlam, nizamlara saygılı birbirlerinin hakkına ve namuslarına riayetkar, kadın-erkek münasebetleri haysiyetli, vakarlı, iman-ibadet-itaat-din ve vicdan duygularında gayretli ve ihlaslı, aile bağlarında karakterli, asaletli, özlerinde ve sözlerinde samimi ve sadakatli ve hepsinin kaynağı olan Kuran-ı Kerim’e saygı ve bağlılıkları her şeyin üstünde idi. Böyle bir boyun beyi elbette sıradan bir bey olamazdı ve böyle bir beyin idaresindeki halk da sıradan bir toplum olamazdı.
Din ve töresine sıkı sıkıya bağlı olarak Söğüt’e çadır kuran Ertuğrul Bey ve Kayı boyu Söğüt’ü de aynı seviyede farklı bir yurt ve vatan haline getirerek şereflendirmiş, Söğüt’de ilk camiyi inşa ederek halkın iman ve birlik merkezini kurmuş ve ilk minareden civardaki bütün Bizans tekfurlarına karşı ilk ezanı okutmuştu.
İlk cuma hutbesi Osmanlı Devleti 1299’da kuruluncaya kadar Anadolu Selçuklu Sultanı adına okunarak cuma namazı kılınmaktayken, daha sonra, Osmanlı Devleti adına ilk hutbe Dursun Fakih tarafından Karacaşehir camiinde okunmuş, bilahare de Söğüt ilk devlet merkezi olur olmaz hutbe burada Devlet adına okunmuştur. Vatan ve istiklâl için can verenlerin şehid, kan döküp kılıç sallayanların gazi rütbesiyle taltif edilişi; İslamiyet’in vatan ve devlete, din ve imana verdiği kutsallıktan millet ve aileye verdiği yüce şahsiyet ve haysiyettendir. Bu itibarla ezan ve hutbe Anadolu’da Kayı Boyu için istiklâl hareketinin kaynağı ve ilanıydı, yepyeni bir devlet temellerinin atılmasıydı.
Söğüt işte böyle bir şerefe’yurt olmanın kutsallığına erişiyordu. Hem maddi hem manevi planda geleceğin doğum sancılarını çeken Anavatan yahut Haymeana olmak bahtiyarlığına mazhar oluyordu. Bu doğum Söğüt’te olacak ve bütün dünya duyacak; dünyanın ve tarihin 4 akışını değiştirecek bir doğumun kutlu beşiği olacaktı Söğüt... Ve oldu.
Söğüt’ün böylesine tarihi konumuna nail olamayan nice beldeler orada fidele- şen KOCA ÇINAR’ın dalları altında gölgelendi. Çünkü Şeyh Edebali gibi bir manevi devlet mimarı Söğüt’te, Ertuğrul Gazi gibi bir Bey ve Kayı boyu gibi bir soy Söğüt’te, Osman Gazi gibi bir devlet kurucusu ve etrafındaki alperenler, derviş gaziler hep Söğüt’te... Arı gibi dolaşıyor, pervane gibi uçuşuyorlar. Bu bereket kaynakları, bu Hak erleri Sö- ğüt’e konmasaydı, bunlarsız ne Söğüt, ne Bilecik, ne Bursa, ne de İstanbul olurdu.
Ertuğrul Bey Gazi çok akıllıydı, keskin zekalı, coşkun imanlıydı. İman dolu göğüsü ile Türklük ve İslamiyet’in sembolü idi. Çok vakarlı ve sağlam karakterliydi. Onu azminden ve hedefinden hiçbir engel alıkoyamamıştı. Geleceği çok iyi hesaplıyordu. Önüne çıkan olayları çok yerinde ve gereği gibi değerlendiriyordu. Savaşın, barışın şartlarını iyi tartıyor, savaşta zayıfa ve mazluma yardım etmek, barışta dost ve düşmanla nasıl geçinmek gerektiğini, yani iç ve dış olayların siyasetini tam ölçüp biçiyordu. Kendisini Bizans tekfurlarına saydırmasını iyi biliyor, onlara kendisinden zarar gelmeyeceği kanısını vermeği başarıyordu. Onlarla savaşmanın zamanlamasını ve taktiklerini ayarlıyor, halkı korumanın yollarını, mahsûl üretmenin imkanlarını, çalışmanın kazançlı çarelerini iyi seçiyor, tekfurların husumetlerini frenleyerek Osman Bey’in iyi yetişmesinin zeminini hazırlıyor, boyu idare ederken bütün bunları düşünüyordu...
Ertuğrul Bey Gazi’nin bunca meziyetlerini ispat eden tarihi olay, babasını kaybedip, iki kardeşi de yoldan geri döndükten sonra kardeşi Dündar ile Anadolu içlerine ilerlerken karşılaştığı bir savaştır. Bu savaş Moğollarla Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubat arasında oluyordu. Bunu görünce Ertuğrul Bey boyun ileri gelenlerine danıştı..
"Hey, yarenler! Cenge düş geldik, yanımızda kılıç götürürüz, kadın gibi geçip gitmek erlik değildir, elbette bunların birine yardım etmek gereklidir. Galibe mi, yoksa mağluba mı yardım edelim ne dersiniz?" dedi. Yarenler, "Mağluba yardım etmek zordur, hem de adamımız azdır, hem de yeğine kuvvet" deyince yarenlere karşı Ertuğrul Bey der ki: “Bu söz merdaneler sözü değildir. Erlik odur ki; mağluba yardım ederiz, bunalmış biçarelere Hızır gibi medet yetişsin, destiğir olavuz.” Böyle söyleyince derhal kılıçları çekip, Sultan 1. Alaeddin tarafında Moğollara vurdular, şahinlerin karga sürüsüne dalışı gibi daldılar. Moğolları mağlub ve perişan ettiler, zayıf durumda olan Selçuklu ordusunu galip çıkardılar. Bu tarihi olay gösterdi ki Ertuğrul Bey zayıf ve mazlumlara hiçbir yarar beklemeden yardım ederdi.
Ama Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin., bu alicenaplığı karşılıksız bırakmadı ve Ertuğrul Bey’e hil’at-ı fahire giydirdi. Bütün Kayı boyu erlerine ve hatunlarına ata ve ihsanlarda bulundu ve Kayı Boyunu Karacadağ’a konuk etti. Sultan 1. Alaeddin, daha sonra Ertuğrul Bey’e o zamanki adı Hisnuş-Şafşaf olan Söğüt yaylasını kışlak, Domaniç yaylasını da yaylak olarak verdi ve böylece sarsıntılara maruz kalan Selçuklu Devletinin son döneminde yine gizli bir takdir elini devlet kapısını açacağı ve devleti teslim edeceği Kayı boyu Bizans’a karşı sınır boyuna yerleştirilmiş oldu.
Daha önceki asırlarda Selçukluların,
Abbasilerin ve Rumların hakimiyetine geçmiş olan Anadolu ve Söğüt; Ertuğrul Bey, Kayı Boyu ve Şeyh Edebali’nin gelişiyle tarih sahnesinde en önemli yerini almış, Osman Bey’in yetmesi ve devletin kurulması ile de ilk Osmanlı başkenti olmuştur.
Ertuğrul Bey’e ve Osman Bey’e aynı yıllarda muasır olan bir tekfur vardı ki zahiren ve fiilen Bizans içinde bulunduğu halde, kalben ve ruhen Osman Bey’e beslediği gizli bir sevgi ve dostluk ile (yar-u gar derecesinde yahut fedailik manasında) inag dostu olarak Osman Bey’e dıştan yardım eden bir Harmankaya kalesi hakimi vardı ki ırkan Türk, dinen Ortadoks idi. Adı Köse Mihal olan bu tekfurun daha sonra Abdullah Mihal Gazi adıyla müslümanlığını ilan edip hizmetini açıktan yapması ile Osman Bey’in Bizans tekfurlarını mağlup etmesinde; önce Bilecik, sonra Sakarya Boyları, Sarıcakaya, Göynük, Taraklı, Geyve, Pamukova, Mekece ve Osmaneli kalelerinin fethinde Osman Bey’e kılavuzluk etmiş olması, Bursa’nın fethinde ise Orhan Gazi komutasında baş mürahhaslık yani diplomatlık görevi yapmış olması, Söğüt’ün tarih sahnesindeki önemini artıran en büyük etken ve devletin önünü açan destek kılavuz olmuştur.
Kayı kovanının arı beyi Ertuğrul Gazi, devletin manevi mimarı Şeyh Edebali’nin hazırladığı ahlaki-hukuki, siyasi-ilmi, ik- tisadi-ictimai ve iktisadi bütün temel taşları ve harçları yerleştiriyor, yoğurduğu devlet-millet hamurunu yerli yerince, kıvamında, zamanında ve miktarınca kullanılmasını ayarlıyor ve böylece en mükemmel tasarrufunu yapıyor, Osmancığı beyliğe, beyliği devlete yönlendiriyordu. Devrin siyasi karışıklıkları, beyliklerin sürtüşmeleri, Selçuklu Devleti’nin yıpranma eğilimine girmesi, Bizans tekfurlarını cesaretlendiriyordu. Osman Bey’in kılıç tutar hale gelmeside onları ürkütüyordu. Ertuğrul Bey ise yaşının ve karakterinin verdiği olgunluk ve dirayetle düşmanla düşmanlığı, dostla dostluğu, halkla uyuşmayı-, Şeyh Edebali’nin tuttuğu ışıkla, yürütüyor, bütün Oğuz boylarının Kayı boyundan bekledikleri hedefin yolunda ilerliyordu. Ve Osmancığa şöyle diyordu: “Bak oğul! Beni kır, Şeyh Edebali’yi kırma. O bizim boyumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşamaz. Bana karşı gel, O’na karşı gelme! Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim, O’na karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için değil, sen- ceğiz içindir... Bu dediklerimi vasiyetim say..."
Doksan yıllık koca çınar Ertuğrul Gazi, ömrünün birikimlerini Osman Bey’e şöyle aktarıyordu: "Hey oğul! Ululanma, düşmanını hor görme, düşmanını çoğaltma, düşmanlığın başını da, sonunu da sen seç, sen başlat, sen bitir... Boyundan, soyundan, dininden olmayan kimselerle kurduğun dostluğu, yoldaş dostluğu ile bir tutma, karıştırma, öyle dostluklara sadık ol, ama bel bağlama. Hesabını, kitabını onlara dayama...
Düşmanını seçerken gücünü kırk yararcasına ölçüp biçesin".
Ertuğrul Gazi 7 asırdan beri yatmakta olduğu Söğüt bağrındaki türbesinde-, Şeyh Edebali Bilecik kalesinde, Dursun Fakıh Küre tepesinde, Mihal Gazi Harmankaya’da, Kumral Dede Bozüyük’te, Yunus emre Eskişehir’de hamurunu yoğurdukları vatanı, eğitimini verdikleri milleti, imanlarını katıp ruhlarıyla kurdukları devleti beklemeye devam etmektedirler. Türkmen kocası Ertuğrul Gazi haziresinde yatan kahraman silah arkadaşları alperenlerle birlikte nesillerimize tarih şuuru vermektedirler. Onlar daima ruhlarıyla vatanımızın ve devletimizin başındadırlar. Bu gerçeği de Mustafa Kemal şöyle ifade ediyor: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Bu kutsal vatanı ve devlet-i aliyyeyi bizlere emanet eden günümüzden geçmişimize; Gazi Mustafa Kemal Paşalardan, bütün Osmanlı sultanlarına, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve Mihal Gazilere, Oğuz Han ve bütün Türk-İslam büyüklerine ve kumandanlarına Allah’dan rahmet diler, saygı ve şükranlar sunarız. Onların türbelerinden güç, kuvvet, iman ve şuur alarak kuvvetleniriz. Onların varlıkları bizim iman ve tarih kaynaklarımızdır.
Bunları dinleyen küçük Ertuğrul, ne kadar büyük bir Ertuğrul dedesi olduğunu öğrenmenin mutluluğuna gömülmüş, herhalde zihninde dolaşan derin derin düşüncelerin arasında dalıp gitmişti... Son cümlemi dua ile bağladığım zaman derinden bir amin çekti... Sonra sevinçle coşkuyla koşarak küçük bir tur attı. Hür nefes aldı, türbeyi karşıdan bir daha süzdü. Sonra küçük Ertuğrul’un elinden tutup ruhumuzun huzur ve heyecan dalgaları arasında türbeden Söğüt’e doğru yürüdük.

ERTUĞRUL GAZİ

Oğuz boyundan biri Ertuğrul Gazi, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey in babasıdır.
Ertuğrul Gazi Hazretleri’nin babası Osmanlı kaynaklarına Gündüz Alp ve Süleyman Şah olarak iki ayrı isimle geçmiştir. ilk Osmanlı tarihçilerinden Ahmedi, Enveri ve Karamani Ertuğrul Gazi’nin babasının isminin Gündüz Alp olduğunu yazmaktadırlar.
Aşıkpaşazade ve Neşri gibi bazı tarihçiler ise Ertuğrul Gazi’nin babasının isminin Süleyman Şah olduğunu yazmaktadır.
Ertuğrul Gazi’nin Ataları beş olan Kayılara mensuptur.
Ertuğrul Gazi’nin Aşireti Anadolu’da ilk önce Ahlat yöresine yerleşmişlerdir. Daha sonra Erzurum Pasinler ovasına, Sürmeli Çukur’a yerleşirler.
Gündüz Alp’in ölümünden sonra aşiret ikiye bölünmüştür. Aşiretin küçük bir bölümü Ertuğrul Gazi ve Dündar Alp önderliğinde batıya ilerlemişlerdir. Geri kalanlar Ertuğrul Gazi’nin kardeşleri Sungur Tegin ve Gündoğdu ile Ahlat’a geri dönmüşlerdir.
Sivas yakınlarında 1. Alaeddin Keykubad ile Moğol- lar arasındaki bir savaşta Selçuklu ordusuna yardım ederler ve Selçuklular savaşı kazanmıştır. (Bu savaşın Harzemşahlar ile Selçuklular arasındaki Yassıçimen Savaşı olduğu da söylenmektedir)
Alaeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’ye iltifat eder ve Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verir. (Yıl 1230)
Karacadağ’da bir müddet kalan Ertuğrul Gazi oğlu Savcı Bey’i Selçuklu Sultanına göndererek yeni yurt istedi ve Aşağı Sakarya Havzasına.yerleşti.
Daha sonra Karacahisar’ı (Bugün Eskişehir merkez ilçeye bağlı Karacaşehir Köyü) aldı ve daha sonra Söğüt’ü fethederek bu çevreye yerleştiler.
Kışları Söğüt’te, yazları ise Domaniç yaylasında konaklar oldular. Akça koca, Samsa Çavuş, Kara Tegin, Aykut Alp, Konur Alp gibi civardaki uç beyleri Ertuğrul Gazi’nin etrafında idiler.
Ertuğrul Gazi yaşlandığında aşiretin reisliğini oğlu Osman Gazi’ye bırakmıştı ve doksan yaşını aştığı zaman vefat etmiştir. (H. 680, M. 1281-82)
HÜSEYİN YILDIRIM.