Makale

AHİLİK VE KÜLTÜRÜMÜZDEKİ YERİ

PROF. DR. MEHMET ŞEKER

AHİLİK VE KÜLTÜRÜMÜZDEKİ YERİ

Ahilik, ister aslı Arapça olan “ahf’den, ister Türkçe “akı”dan alınmış olsun, her ikisinin de anlamı birbirine yakındır. Bir başka ifade ile bu iki kelime anlamdaştır. Birincisi kardeş anlamındadır. Bu anlamda birbirini gözeten, kardeşinin her türlü ihtiyaç ve durumunu göz önüne alan kişi; ister aynı ana babadan dünyaya gelen kimseler olsun, ister bu anlayışı benimsemiş, kendisine kardeş olarak seçmiş olduğu kimselerin bir arada yaşamaları şeklinde ortaya çıkmış olsun, kardeşi için her türlü fedakarlığı göze aldığından birinci anlamıyla kardeştir. İkinci anlamda da-, "akı” kelimesi, “eli açık, cömert, yiğit" anlamındadır. Anadolu’da tıpkı Türkçe’deki "dakfnin “dahi”ye dönüşmesi gibi, “akr’nın da "ahi”ye dönüşmüş olması muhtemeldir. Bunun için hem anlam yakınlığı, hem de anlayış ve yaşayış bakımlarından eski Türklerdeki "akılık", Müslüman Türklerde Anadolu’da XIII. yüzyıldan itibaren de “ahilik” tarzında devam etmiştir.
Ahiliğe mensup olanlara “ahi” dendiği gibi fütüvvet sâhibi demek olan “feta” dendiğini de biliyoruz. Ahilerin tüzüğü olarak kabul edilen “Fütüvvet- nâmelerde-, “ahi" ve "fetâ” hiç tereddüt edilmeden aynı anlamda kullanılmıştır. Onun için açıkça ifade etmek gerekirse, ahilik, Anadolu’da, Müslüman Türkler tarafından teşkilatlandırılarak yaşatılan bir müessesedir. Bu müessesenin ticari, ekonomik ve kültürel özellikleri yanında, toplumu ayakta tutan ve Anadolu’nun her yanına yayılan bir organizasyon olduğu görülmektedir. Nitekim, XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu dolaşmış olan Kuzey Afrikalı Müslüman seyyah İbn Batuta, hemen her gittiği şehir ve köyde ahileri aramış, rahatlıkla söyleyebiliriz ki notlarında belirttiği yerlerin yüzde doksanında bulmuştur.1’1 Bu kurumun asıl teşkilat olarak, şehrin esnaf ve sanatkârları arasında yaygın olması yanında, halkın diğer kesimini de içine alan bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Zira, ahiliğe mensup olanların bir araya geldikleri “Tekke” ve “Zaviyeler, hem mensuplarının her gün biraraya geldikleri bir kültür ocakları, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınaklarıdır.
Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Bu ocaklarda yetişen gençlere, her şeyden önce, kendisinden önce başkasını düşünme terbiyesi verilirdi. Daha da ileri gidilerek, insan sevgisi aşılanırdı. Ahî zaviyelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden başka, öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vaizlerle usta ve yöneticiler gibi şehrin ileri gelen olgun ve faziletli kimseleri de bulunurdu. Ya da zaman zaman buralara konuk olurlardı. Bunlar hem sohbetleri, hem de davranışları ile yetiştirici ve eğitici oldukları gibi, tekkenin mensubu olan gençler aynı zamanda kendi meslekleri ile ilgili bilgileri de öğrenirlerdi. Bu arada dolaylı olarak da, iş hayatını ilgilendiren, insanlarla münasebetlerini düzenlemede rol oynayan ve daha açıkçası hayat görüşünü etkileyip belirleyen bilgileri, bizzat görerek öğrenmeleri mümkündür.’2
Zaviyelerde verilen bu teorik bilgiler arasında en önemli yeri, şüphesiz, zaviyenin Şeyhinin bağlı bulunduğu tarikatın disiplinleri alırdı. Bunlar da zâten Fütüvvet-nâmelerde belirlenmiş kurallardı. Bu Fütüvvet-nâmeler, ahilerin günlük hayatını ve yaşayışlarını şekillendiren görüş ve düşünceleri ihtiva eden eserlerdir. Bu eserleri okuyarak onlar, inanç esaslarına dair olan bilgileri alırlardı. Daha geniş bir ifâde ile hayat felsefesinin esaslarını öğrenirlerdi. Ahi zaviyelerine kabul olunanlar, ahi terbiyesini, ahilik meşrebinin gerektirdiği esasları, okuyarak, dinleyerek ve kardeşlerle, öğretmen ahilerle birlikte yaşayarak, görerek alıyorlardı. Ve bu eğitim-öğretim bütün hayatı kucaklıyordu3
Refik Soykut; “Ahiler ve Ahilik; ülkede halinden memnun, geleceğinden emin, inanmış ve yararlı işlere yönelmiş mutlu kişilerin oluşturduğu bir esnaf kitlesi, güçlü ve yaygın bir orta sınıf yaratmış. Çağımızın, hasreti çekilen “sanat, ticaret ve iş ahlâkı” yanında, kooperatifçilik, sendikacılık-sosyal güvenlik-standart üretim-kalite ve fiyat kontrolü gibi başlıca sorunları asırlar boyu rahatlıkla ve başarı ile çözümlemiştir.’"4 diyerek, ahiliğin tarih içinde yerine getirdiği faaliyet alanlarına karşılık günümüzdeki fonksiyonlarını bir cümle halinde ifade etmiştir. İş ahlâkı her devirde ve her toplumda aranır. Peki, güvenirliliği, işini mükemmel yapmayı, işi ehline vermeyi ve kolaya kaçmadan, her şeyi kendi gücüyle, kendi alın teriyle, kendi bileğinin hakkıyla yapmayı gerektiren bu iş ahlâkı nasıl tesis ediliyordu?
İşinde hile yapan, mesleğini kötüye kullanan esnafın, ahi teşkilatlarının OsmanlIlardaki devamı olan loncadan çıkarılması, “kethüda" ve "ihtiyar heyetinin kararıyla olurdu. Loncadan çıkarılan bir kişi bir daha bu mesleğine dönemezdi. Esnaf, yaptığı hile veya sattığı maldan hakkından fazla aldığı ücret oranında, ya meslekten çıkarılma ya da falakaya yatırılma cezasına çarptırılırdı.
Sağlıksız mal üretenlerin, kalitesine uyulmayan mallarının toplatıldığı esnaf, aynı zamanda kendisi “yolsuz" ilan edilirdi. Yolsuz olanlarla, diğer esnaf ve müşteriler alışverişte bulunmazlar, böylece de ona uygulanan bu ambargo sonucunda da o kişi, mesleğinde barınamazdı, tutunamazdı. Nitekim, vesikalardan anlaşıldığına göre, bu türlü uygunsuz yola sapan esnafların hak ettikleri cezaları aldıkları görülmektedir; XVIII. yüzyılda İstanbul’da bir esnaf, kılıç kabzasını abanoz ağacına benzeterek boyadığı ve abanoz ağacından yapılmış gibi gösterdiği için derhal meslekten çıkarılmış ve yolsuz ilan edilmiştir. Sattığı süte su kattığı için sütçünün birinin kuyuya sarkıtıldığını-, bozuk kantar kullanan oduncunun altmış okkalık kantarı omuzuna yükletilerek çarşı-pazar dolaştırıldığını-, kötü pekmez sattığı için pekmezcinin pekmez küpünün başına geçirildiğini tarihi belgelerde görmekteyiz. 5
Ahiliğin kurucusu olarak kabul edilen Ahi Evran (1172-1262), esnaf ve sanatkârları bir birlik altında toplayarak, sanat ve ticaret ahlakını, üretici ve tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle, toplumda var olan politik ve ekonomik çalkantılar içinde onların yaşama ve direnme gücüne sahip olmalarını sağlamıştır. Burada, gözönünde bulundurulan çok önemli bir özellik vardır. Bu özellik, ahiliğe bağlı olanların, mensup oldukları medeniyetin unsurlarını ve özelliklerini kendi hayatlarında temsil etmiş olmalarıdır. Bu medeniyet de İslâm Medeniyetidir. İslam Medeniyetinin insana verdiği değeri kavrayan ahilik müntesipleri, sadece dış görünüşteki temizliği değil, aynı zamanda, ruh zenginliğinin kazandırdığı temizlik ve ruhî enginlik gibi yüce insânî değerleri de hem kendi hayatlarında uygulamış, hem de bu konuda başkalarına örneklik etmişlerdir.
I- AHİ KÜLTÜRÜNÜN TEORİK KAYNAKLARI
Ahi zâviyelerinde verilen teorik bilgiler arasında en önemli yeri şüphesiz, zaviyenin şeyhinin mensup olduğu tarikat zümresinin uyguladığı ve öğrettiği tarikat disiplinleri alırdı. Bunlar da, yukarıda da belirttiğimiz gibi, zâten Fütüvvet-nâmelerde yer alan daha çok ahlâki kurallar ve psikolojik öğretilerdi. Bu kurallar, İbn Batuta’nın Seyahatnâmesinde de haber verdiği gibi, tekke ve zaviyelerde okunan kitaplarda yazılı kurallardır.
Nitekim, Çobanoğlu’nun Fütüvvet- nâmesi’nde ahi zaviyelerinde "Türkçe Fütüvvet-nâmelerin okunduğunun açıkça ifade edildiğini’6’ görmekteyiz. Onun için ahilerin aldıkları kültürlerinin hangi temel esaslara dayandığını anlamak için öncelikle, zaviyelerde okunan ve dinlenen Fütüvvet-nâmelerin muhtevâları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Biz burada bir iki örnekle yetineceğiz:
a) Fütüvvet-nâmelerin Muhtevası:
Harputlu Nakkaş İlyasoğlu Ahmet’in “Tuhfetü’l-Vasâyâ’ adlı fütüvvet-nâme- sinde, fütüvvet şartlarının neler olduğu özetle şöylece ifade edilmiş bulunmaktadır:
"Fütüvvet’in şartlarından biri; namazı bırakmamaktır. Hayâ da fütiivvetin şartlarındandır. Dünyayı, insanı kendisine bağlayan şeyleriyle birlikte terket- mek de bunlardandır. Tanrı’nın nehyet- tiği şeylerde nefis dileğine aykırı harekette bulunmak ve Tanrı’nın tâatine (Tanrı’ya itaatte) rağbet göstermek de fütüvvet şartlarındandır. Helâl kazanç da fütüvvet şartlarındandır. Fütüvvet şartlarından biri de-, ihvandan (kardeşlerden) muhtaç olanlara malını bağışlamak, onlara yumuşaklıkla davranmak, onlara güzel sözle bile olsa ihsan (iyilik) ve kerem etmektir. İyiliği buyurmak, kötülükten sakındırmak da fütüvvet şartlarındandır.”171
Fütüvvet ile mürüvvet ahiliğin ilkelerindendir. Bu ilkeleri birarada ele alan fütüvvet nâmeler, okuyanları eğittikleri gibi, o toplumun kültürel hayatının oluşmasında da rol oynarlar. Bunun için kaleme alınan fütüvvet-nâmelerin bir kısmı aynı anlama gelen “mürüvvet" kelimesi ile de isimlendirilmişlerdir.
Nitekim bir başka fütüvvet-nâ- me’nin sâdece konu başlıklarını gözden geçirsek, bu türden olan bir fütüvvet- nâme’nin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip oluruz. Biz burada, kırk bir bâbtan ibâret olan Aliyyü İbnü’l Haşan İbn Ca’deveyh’in “Kitâbü Mirâti’l-Mürüv- ve” adlı fütüvvet-nâmesinin konu başlıklarını sıralamakla yetineceğiz:
“1. Mürüvvetin lafzı anılmaksızın Kur’ân’da zikredilişi, 2. Mürüvvet hakkında ve fütüvvet mânâlarına ait söylenen sözler, 3. Mürüvvet hakkında padişahların sözleri, 4. Vezirlerin sözleri, 5. Akıl ve akıllı kişinin mürüvveti, 6. Güler yüz tatlı söz, 7. Huy güzelliği ve bu hususa ait şeyler, 8. Cömertlik, bağış ve bu husustaki mürüvvet, 9. “Evet” demenin övülüşü, “Hayır" demenin yerilişi, 10. Cömertliği övüş, “nekesliği" (pintilik) yeriş, kınayış, 1 T. İyilik ve bu hususta mürüvvet, 12. İstemeden bağışlama ve mü’mini sevindirme, 13. İyiliği sevme ve bu husustaki mürüvvet, 14. Va’de vefâ ve iyi söz söylemek, 15. Ehline (ailesine ve yakınları ile emrinde olanlara) ve müstahak olanlara iyilikte bulunmak, 16. İyiliği hemencecik yapmak ve bu hususta mürüvvet, 17. Kullarla ve hizmetçilerle iyi geçinmek, 18. İyiliğe karşılıkta bulunmak ve şükretmek, 19. İnsanlarla iyi geçinmek, onlara yumuşak davranmak, suç işlerlerse özürlerini kabul etmek, 20. Affetmek, suçtan geçmek ve bu husustaki mürüvvet, 21. Güzel koku sürünmek ve bu husustaki mürüvvet, 22. Elbise ve buna ait mürüvvet, 23. Yemek, içmek mürüvveti, 24. Nikâh ve kadınları evermek, 25. Kadınların mehri, 26. Büyüklerle, ulularla sohbet, 27. Ağır kişilerle ve aşağılık adamlarla sohbetten kaçınmak, 28. İhvâna (dost ve kardeşlere) bağış, 29. Halkın geçip gidişi; Nerede o gidenler?, 30. İçki ve içki müptelâlarını kınayış, içmemekteki mürüvvet, 31. Kerem ve cömertlik, 32. Kanaatin yüceliği ve tamahı terkediş, 33. Nâmahreme bakış ve onlardan göz yumuş hakkında söylenen sözlerle bu husustaki mürüvvet, 34. Ziyâfet, ziyâfetin fazileti ve ziyâfet verene ait ziyâfet mürüvveti, 35. Büyükler, yüceler ve mürüvvetleri, 36. Hediye ve bu husustaki mürüvvet ve mertebeleri, 37. Latffe, latîfe ederken kötü söz söylememek, 38. Anılması kötü, söylenmesi çirkin sözlerin fenalığı, 39. İnsanların sınıfları ve mertebeleri, 40. Fütüvvet ve fü- tüvvete ait sorulara verilen cevaplar, 41. Duâ ve güzel duâlarda söylenen sözler.”’8
İnsanların terbiyelerinden tutunuz da, insanların birbirlerine karşı davranış biçimlerine kadar, yerine göre toplumda sevgiyi, hoş görüyü ve uzlaşmayı sağlıyacak tutum ve davranışları öğreten, telkinlerde bulunan bu tür eserler, ahiliğin ilkelerini ortaya koydukları gibi, toplumları da şekillendirip, yoğurmaktadır. Bu durum da, okunan ve okutulan bu tür eserlerin, ahi zâviyelerinin, bu kültür ocaklarının, Türk toplum hayatındaki önemini ortaya koymaları bakımından son derece önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
b) Fütüvvet-nâmeler’de Toplum Hayatına Yönelik Kurallar:
Fütüvvet-nâmelerde sâdece insanların birey olarak, fert olarak rûhî hayatlarını, manevî dünyalarını zenginleştirici, olgunlaştırıcı bilgiler bulunmamaktadır. Zira, fetâ sâhibi bir kişinin olgun ve kâmil bir kimse olabilmesi için, içinde yaşadığı toplumla barışık olması gerekir. İşte fütüvvet-nâmelerde, bir kimsenin toplum hayatında dikkat edeceği bir takım kurallara da yer verildiğini görmekteyiz. Hatta, bu kimselerin giyim kuşamlarından, gerek fert olarak, gerek toplum içinde bulunduğu zamanlardaki davranışlarına kadar, yeme içme gibi tabiî ihtiyaçlarına kadar bütün hayatı kucaklayıcı hususlarda da bazı bilgilere ve kurallara rastlan maktadır.191
II- AHİLİĞİN PRATİĞE YÖNELİK KÜLTÜREL FAALİYETLERİ
Ahiler zâviyelerinde toplu olarak çeşitli faaliyetlerde bulundukları gibi, günlük hayatın gereği olarak iş hayâtını da çok zaman bir arada yürütmektedirler. Bu bakımdan gerek ibadet eğitimi ile ilgili, gerekse mesleki hayatlarıyla ilgili bilgi ve kültürlerini de bu ocaklarda edinmektedirler diyebiliriz. Nitekim, ahiliğin günlük hayata yansımalarını bize çok belirgin bir biçimde aksettiren kaynaklardan biri olan İbn Batuta’nın Seyahatnâmesi, bu konuda, önemli bir kaynak durumundadır.
a) İbadet Eğitimi
Kuzey Afrikalı Müslüman gezgin İbn Batuta’nın eserinden öğrendiğimize göre, ahi zâviyelerinde günlük ibadetler müştereken yapılmaktadır. Meselâ, namaz vakitlerinde eğer zaviyede bulunuluyorsa, vakit namazı cemaatle kılınıyor. Gerek namaz sonrasında gerekse başka vesilelerle Kur’ân okunduğunu belirten İbn Batuta, aynı zamanda okunan Kur’ân’ın dinlenildiğini ve okuyucu olarak hâfızların da mevcut olduğunu kaydetmektedir.
Fütüvvet-nâmelerden öğrendiğimize göre zaviyelerde Kur’ân öğrenimine de önem verilmektedir. Zirâ, zâviyede bulunanlara dinî hayat için gerekli Kur’ân bilgileri daha başlangıçtan itibaren öğretilmektedir. Bizzat kendileri okudukları gibi, dinleyerek uygulama da yapmış oluyorlardı. Nitekim, ibn Ba- tuta’nın verdiği bilgilerden, hemen her zâviyede namazdan sonra, Kur’ân okuma geleneğinin var olduğu anlaşılmaktadır.101
Ayrıca zâviyelerde mensup olunan tarikatın gerektirdiği zikir ve ibâdetin de yapıldığını gösteren bilgileri, yine hem seyahatnâmede, hem de fütüv- vet-nâmelerde bulmaktayız. Bu durumda bize, ahilik kültüründe, dinî-tasavvu- fî hayatla, toplumun iktisâdı yapısı arasında çok sıkı bir bağlılık olduğu görülmektedir. Nitekim, fütüvvet-nâmelerde iş ahlâkına dair çok yönlü öğüt ve tavsiyelerle, doğrudan insanların iş hayatına yönelik bilgi ve kurallara da yer verildiği görülmektedir."1
Bu öğüt ve tavsiyeler arasında, insanların haklarını gözetmek, yaptığı işi sağlam yapmak gerektiği, yaptığı işlerde iş ahlâkına uygun davranmak, müşteriye iyi muâmelede bulunmak, onun her türlü hakkını gözetmek, ev ve iş komşuları ile de iyi geçinerek, onların da haklarına riâyet etmek gibi toplum hayatının bir çok kuralları aynı zamanda bir ibâdet kabul edilerek uyulması isteniyordu. Bu kurallara ibâdet aşkıyla dikkat edilmesi tavsiye olunuyordu.
b) Günlük Hayatın Diğer Yönleri ile ilgili Eğitim ve Faaliyetler
Ahi zâviyelerinde okunan fütüvvet- nâmelerden öğrendiğimize göre, buralarda, yemek pişirme gibi mutfak kültürü ile ilgili bilgilerin de öğretildiğini görmekteyiz. Özellikle de gelen yerli ve yabancı misâfirlerin ağırlanmaları için sofra âdâbına dair bilgiler de bulunmaktadır. Bu kuralların başında, temizliğe önem verilmesi gerektiği belirtilen Necm-i Zerkûb’un "Fütüvvet-nâme’’sin- de, sofra kurmakla ilgili ayrıntılı bilgiler arasında, bu hizmeti yerine getireceklerin bilmeleri gereken kuralların da açıklandığı görülmektedir. Bu arada yemek yiyenlerin de uymaları ve bilmeleri gereken kurallardan da söz edilmiş olması, toplum hayatındaki görgü kurallarının nasıl öğrenildiğini göstermesi bakımından da ilgi çekicidir.,2’
Zâviyelerde, ahiler ve diğer mensuplarının oyun oynama, çalgı çalma ve türkü söyleme gibi gerek mûsiki kültürü, gerekse eğlence hayatlarına dair bilgiler aldıklarını yine fütüvvetnâmelerde verilen bilgiler arasında görmekteyiz.101
Bu ve benzeri konularda, ahilikle ilgili kaynak eserler incelendiğinde daha bir çok kültür unsurunun, bu kültür ocaklarında var olduğu görülecektir. Bu alanda verilen veya edinilen bilgiler ve kurallar, hayatın içinde, insanlar için gerekli bilgilerdir. Burada şu noktaya dikkat çekmek gerekir ki, bu bilgilerin tamamı kitâbî, yani yazıya, öğretime dayalı bilgiler değildir, aynı zamanda uygulamaya yönelik, hayat tarzı ve tavrının gereği olarak görgüye dayalı bilgilerdir.
SONUÇ
Bu durum da bize, ahi ocaklarının her yaş ve her sınıftaki insanların eğitildikleri birer kültür ocakları olduklarını ortaya koymaktadır. Bu kültür ocaklarında, Anadolu Türk toplumunun dinî ve ahlâkî kuralları öğrenmek suretiyle bağlılarının ruhlarını beslerken, toplum hayatını düzenleyen kurallara bu insanların nasıl uyacaklarını da hem öğretmiş, hem de göstermiş oluyorlardı. Böylece, toplum hâlinde yaşayan insanların birbiri aralarındaki uyumu nasıl sağlayacaklarını, huzur ve sükûn içinde nasıl yaşayacaklarını da görmüş oluyorlardı.
İslâm Medeniyetinde insânî değerlerin Anadolu’daki temsilcileri olarak tarih sahnesinde üzerlerine düşen rolü başarı ile sürdürüp, hem çağdaşlarına, hem de daha sonraki asırlarda gelen insanlara örneklik etmiş olan ahilerin oluşturdukları sosyal ve kültürel yapılanma ile ortaya çıkan bu teşkilatların, tarihdeki önemli rolünü tekrarlayıp durmak bizim için bir övünme vesilesi olmamalıdır. Geri kalmışlığımızın sebebini, nasıl geçmiş tarihimize yüklemek doğru değilse, geçmişimizdeki mükemmel örneklerle sadece övünmekle yetinmek de ilerliyebilmemiz ve başarılı olabilmemiz için yeterli değildir. Tarihimizde vardı diyerek, bugün iş ahlâkımızı sorgulayamıyorsak, tarihimizdeki değerlerin kıymetini bilmiyoruz demektir. Tarihimizi öğrenmek ve gelecek nesillere de öğretmek bunun için gereklidir.
Günümüzde, geçmişle gelecek arasında kurulacak köprüler, hem geçmişteki üstün ve yüksek medeniyetimizi daha iyi tanımamıza yardımcı olacak, hem de bu medeniyetimizde var olan bir çok kurumun çağın gereklerine uygun olarak aktarılması yolunda gençlere yeni çığırlar açacaktır. İşte bu bakış açısından ahiliğe ve onun yazılı kaynaklarındaki Fütüvvetnâmelere daha ciddiyetle eğilmek gerektiğine inanan kuşakların yetişebilmesi için, her şeyden önce, bu ve benzeri kurumların kültür hayatımızdaki yerleri ve önemleri ciddiyetle ortaya konmalıdır. Bu durum, öncelikle, insanlarımızı ve gençlerimizi, bilmediğinin düşmanları olmaktan kurtaracak, daha sonra da, toplumumuzun önemli kültür taşlarından biri olarak tanıyacakları bu ocakların yapılanmasından yararlanarak gelecekte daha iyilerini yapabilme azim ve irâdesini ortaya koyacaktır.

(1) Geniş bilgi için bkz: Mehmet Şeker, İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal Kültürel ve İktisadî Hayatı ile Ahilik, Ankara, 1993, s. 86-87.
(2) Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974, S. 137.
(3) Mehmet Şeker, Ahiliğin Sosyal ve Kültürel Hayatındaki Yeri, Erdem-Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II, c.8, S. 23, Ankara, 1996, s. 609.
(4) Refik Soykut, insanlık Bilimi-Ahilik, Ankara,1980. S. 23.
(5) Hayrettin ivgin, Ahilikte Ticaret Ahlâkı, Ahilik
Sisteminin Günümüz Türk Küçük işletmeciliği Açısından Değerlendirilmesi (Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Tamer Müftüoğlu), Ankara, 1992, s. 83; Mehmet Önder, Kırşehir Güldestesi, Ankara, 1976, s. 39.
(6) Neşet Çağatay, a.g.e., 140.
(7) Harputlu Nakkaş ilyas oğlu Ahmed, Tuhfetü’l-Vasâyâ, Ayasofya Kütüphanesi Mecmua Nu. 2049, v.l08a-ll7b’den Il3a-ll4a; Abdülbâki Göl- pınarlı, İslâm ve Türk illerinde Fütüvvet Teşkilatı", iktisat Fakültesi Mecmuası, c. II, 1-4, İstanbul, Ekim 1949-Temmuz 1950, s. 216-220.
(8) Abdülbâki Gölpınarlı, a.g.m., s. 104.
(9) Mehmet şeker, a.g.e. makele, s.612.
(10) Mehmet Şeker, a.g.e., s.74-82.
(11) Mehmet Şeker, a.g. makele, s. 615.
(12) Abdülbâki Gölpınarlı, a.g. makele, s. 255-258.
(13) Neşet Çağatay, Ahilik Nedir?, Ankara, 1990, s.80.