Makale

Ayrılma Değil Safları sıklaştırma Zamanıdır

RÖPORTAJ: Sami YAPRAK


“AYRILMA DEĞİL SAFLARI SIKLAŞTIRMA ZAMANIDIR”

Ahmet ER
Emekli Albay, Eski Parlamenter
Ahmet Er kendisini şöyle tanıtıyor

"Akhisar’ın Sünnetçiler Köyü’nde ikamet etmekteyiz. Soyumuz 13’üncü yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş; Batı Anadolu’ya yerleşmiş; Bektaşî Tarikatı’nı sür-dürmüşlerdir.
Soyumuz tarikat silsilesi olarak 12 İmamdan Ali Rıza’ya ulaşır.. Bu kati."
Ahmet Er’in Göçmen (Piyes), Meçhul Süvari (Radyofonik Temsil), Adını Siz Koyun (şiir) adı ile yayınlanmış eserleri ile Balkanlar, Avrupa, Kuzey Afrika ve Türkistan’dan araştırma ve incelemeleri var.
SORU: Alevîlik konusu, bazı basın organları tarafından yeniden gündeme getirildi. Alevî Bektaşî kültürünü çok iyi bilen, bu kültürle yetişmiş bir münevver olarak, olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
CEVAP : Mesele yeni bir mesele değil. İslâm’ın doğuşu yıllarına kadar uzanan, kadim bir hadise...
Kaynağı itibariyle ne din, ne mezhep, ne tarikat... Siyasî bir tavır.
Dinî izahı ise, Alevî de Sünnî de
Ehl-i Sünnet dediğimiz, Kuran ve Hz. Peygamberin sünnetine dayalı bir yol... ikisi de Ehl-i Sünnet’in şemsiyesi akındadır. Birine Sünnî denilmiş; diğerine Alevî..
SORU: Alevîliğin birden çok kollan var. Bunlar birbirine zıt görüntüler veriyor ve Sünnîliğe de ters gösteriliyor.
CEVAP : Tarihe bir bakınız...
İbni Sebe’den-İbni Me’mun’a, Ibni Me’mun’dan günümüze kadar gelen İslâm’ı parçalama gayretleri var.
17’ nci yüzyılın başlarında İslâm’ı yok etmek için Osmanlı topraklarında 5 bin ajanın dolaştığını biliyoruz. Ve bu bilgileri o dönemde yaşamış ajanların hatıralarından öğreniyoruz.
Malûmunuz bugün buna bir de ülkemize yönelik faaliyetler eklendi.
Bu derece kesif fitne ve fesat bombardımanının hedefi nedir? Önce bu soruya cevap bulmalı, ondan sonra da sınırlan içinde ve dışında çeşitli ihanet odaklarının pusular kurduğu şu mübarek vatanda, bu vatanın has ve öz evlâtlarını birbirine karşı gösterme çabalan, her vatanperver tarafından şiddetle red ve bertaraf e-dilmelidir.
Hakikat-ı Muhammediye Ehl-i Sünnet ve’l cemaatta gizlidir. Gerçek, eksiksiz, eklentisiz ve lekesiz Al-i Beyt muhabbeti Alevinin de Sünnî-nin de beraber olduğu Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat tarîkındadır. Bu tarîkin bir adı da fırka-i naciyedir. Alevî de, Sünnî de bu şemsiyenin altındadır. Yeter ki, tevhid akidesine sahip bulunsun.
Alevî ile Sünnî arasında, temel dinî inaçlarda kıl kadar fark yoktur. Bunun aksine çabalar, gerçek Alevî ve Sünnîlerden gerekli cevabı alacaktır.
SORU: Efendim ifrad-tefrid konusuna ne dersiniz? Sevgide ifrada kaçılıyor. Öyle denili-yor..
CEVAP: Sevgi ve muhabbette bazan ifrad/aşırılık kaçınılmaz olur. Bakınız size bir hatıramı anlatayım:
Bir gün, bir Doğu Anadolu şehrimizde sohbet ediyoruz. Konuşmalar arasında Hz. Hüseyin Efendimizin adı geçti. Bir kardeşimiz hislendi; kendine hakim olamadı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Bilahare, sohbette bulunan Alevî kardeşler, gıyabında o zat hakında bir değerlendirme yaptılar. Bu zat mutlaka Âl-i Beyttendir (yani Alevidir), dediler. Halbuki Hz. Hüseyin anılınca hislenen ve ağlayan o kişi, Sünnî bir zat idi...
Şunu demek istiyorum: Bizim insanımızda Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin sevgisi çok fazla.. Sünnî’yim diyende de Aleviyim diyende de.. İşte bu sevgide ifratlar olur. Bu ifradı, infirad derecesine götürmemek lâzım.
Alevîlik, Âl-i Beyte muhabbetin simgesi olmuştur. Öyle ki, Âl-i Beyt sevgisinde erimişlerdir. Âli Beyt muhabbeti ile adeta sarhoş olanlar vardır. Hatta daha ileri giderek, "ben Âl-i Beytim" diyenler vardır. Desinler tabii. Ama sevgideki bu ifrat sadece Alevî vatandaşlarda mı var?
Aslında bu Âl-i Beyt sevgisi ayrılığa değil, birleşmeye, vahdete vesile dir. Öyle olmalıdır. Öyledir de.. Yeter ki, ittihad sebebi renkliliğimizi tefrikaya dönüştürmeyelim..
SORU : Alevîlik mezhep mi, tarikat mı, bu konuda ne dersiniz?..
CEVAP: Alevîlik ne mezhep ne de tarikattır. Sünnîliğin adı ne ise, temelde Alevîliğin adı da odur.
Diyeceksiniz ki, öyleyse bu şamatanın sebebi nedir?
Var gösterilmeye çalışılan bu ikiliği ben, ayna karşısına geçip kendi kendisiyle çekişip-atışan kimseye benzetiyorum. Aynadaki görüntüsü ile kavga ediyor. Bu gülünç...
Şunun için:
"Rabbiniz kimdir?" deyin.. İkisi de Allah diyecek...
"Peygamberiniz kimdir?"deyin.. İkisi de Hz. Muhammed Mustafa diyecek..
"Kitabınız nedir?" sorusuna ikisi de Kur’an-ı Azimüşşan diyecek..
"Kıbleniz nedir?" soruna ikisi de Kâbe-i Muazzama cevabını verecek..
"Kelime-i Tevhid" diye sorunca i-kisi de Lâilâhe İllallah Muhammedün Rasulullah demiyecek mi?..
"Kelime-i Şehadet’ln cevabı Eş-hedü en-Lâ ilahe illallah... olmayacak mı?
"İmanın şartı" nda Sünnî ile Alevi arasında bir farklılık mı var?..
Öyleyse nedir aynlık? Rabbı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, Tevhidi-şehadeti-imanı aynı insanlar, bazı teferruat konuları bahane edilerek, nasıl birbirine karşı gösterilir?
Buna ayrılık denilmez.. Olsa olsa dışarının fitnesi ve var varası denir..
SORU : Son olarak söyleyecekleriniz var mı?
CEVAP : Son olarak şunları söyleyeceğim:
Milletimiz, bütün insanlığın kaderini omuzlarında taşıyor. Üzerinde bir büyük yük var: O da İ’llây-ı Kelimetullah vazifesi. Yüzyıllar ötesinden bu vazifeyi beraberce omuzlayarak geldik. Bugün yollarımız ayrıldı diyebilmek için o manevî vazifeden de istifa etmemiz gerekir.
İslâmiyet dünyaya hükmetmek için değil, hizmet etmek için gelmiştir. Hükümranlık, hizmet derecesi ile ölçülecektir.
Ayrılmanın değil, safları sıklaştırmanın zamanıdır. Kavganın değil, kucaklaşmanın zamanıdır.
Kucaklaşarak, bütünleşerek, siyasi ideologları yüzgeri etmenin zamanıdır.
Bu millet harplerden-darplerden çok çekmiştir. Kendisi ile kavgaya ne zamanı vardır, ne gücü, ne arzusu..
Bütünleşerek büyüyeceğiz, parçalanarak değil..