Makale

İSLÂM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ

İSLÂM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ

Tercüme eden ve Tertipleyen: Esmaî

Sadeleştiren: Osman Cilâcı

Allah’a hamd, Rasulüne ve O’nun yolunda gidenlere salât-ü selâm olsun.

Bu kitap Yusuf b. İsmâil b. Yusuf en-Nebhânî’nin Hülâsatü’l-kelâm fî tercîhi dîni’l-İslâm’ı ve

Şemmas Hıristoforos Cebbara’nın Vefâku’l-edyan ve vahdetü’l-îmân adlı kita­bına eklediği Hıristiyanlığa âit yirmi suali ile

Bir İslâm âliminin Hristiyan bilginlerine sorduğu on üç suali ihtiva etmekte­dir.

Kitap Mısır’da 1318 h/1900 m tarihinde Esmaî tarafından tercüme edilerek neşredilmiştir.

Sadeleştirmede mümkün olduğu kadar tercümeye sâdık kalınmış, yerine göre yaşayan Türkçe’ye yer verilmiş; mecbur olunmadıkça umûma mal olmayan keli­melere itibar edilmemiştir.

İsmail Fennî Ertuğrul’un Hakikat Nurları’ndan İslâm’ın Üstünlüğü mevzuun­da 41 madde halinde tesbit ettiği kısım özetlenerek bu kitabın sonuna ilâve edilmiştir.

İslâm- Hristiyan mücadelesinin her geçen gün artan bir hızla devam ettiği günümüzde, bu kitapta söylenenler; münakaşaya girecekler için belki materyal vazifesi görebilir.

Çalışmak bizden hidayet Allah’tandır.

O. CİLÂCI

( … )

BEYRUT Hukuk Mahkemesi reisi Yusuf b. İsmâil b. Yusuf en-Nebhâni’nin1 Beyrut’ta Matbaa-i Edebiyye’de basılan Huccetu’llâhi ale’l-Âle­mi fî Mücizatî Seyyidi’l-Mürselîn adındaki güzel kitabını okumuştum. Bu kitap için, “Peygamber Efendimiz’in mûcizelerine dair şimdiye kadar yazılan kitapların en güzeli ve en faydalısıdır” dense yeridir. Yazar, Hülâsatü’l-kelâm fî tercîhi dîni’l-İslâm adlı risâlesiyle, kitabına son vermiş ve “bu kitabı ayrıca bastıran veya diğer bir dile tercüme etmek isteyenlere Allah’tan bol mükâfat; benden de teşekkür vardır. Keza, her Müslüman, bütün kitaplarımı iyice gözden geçirmek ve güzel kâğıda basmak şartıyla, peşinen iznimi al­mıştır” diye bir tenbihte bulunmuştur.

Bundan dolayı bol mükâfata kavuşmak, Mûsevî ve Hristiyan bütün va­tandaşlarıma böyle gizli bir hâzineyi tanıtmak ve Allah Teâlâ’nın dünya ve âhiret saadetine hak kazanabilmek için bu kitabı dilimize çevirdim.

Rum Ortodoks Kilisesi görevlilerinden Şemmas2 Hıristoforos Cebbâra adındaki Papazın3 1878 yılında Beyrut’ta toplanmış olan Protestan Mis­yoner4 Cemiyeti’ne, 1893 yılı Eylül’ünde Şikago’da toplanan Umûmî Dinî Cemiyet’e, 1895’te Mısır’da Saftu’l-Leben’de toplanan Ruhban Cemiyeti’ne sun­duğu ve Vifâku’l-Edyân ve Vahdetü’l-İmân adıyla Mısır’da neşrettirdiği kita­bının sonuna koyduğu risalesini, Hristiyanlığın usûlüne ait yirmi sualini, bir İslâm âliminin, Hristiyan din bilginlerine olan on üç sorusunu da ehem­miyetinden dolayı bu kitaba ilâve ettim.

Ümit ederim ki, değerli okuyucularımın her biri, şu kitabı okuduktan sonra kütüphanelerinde hapsetmezler; bol mükâfata nâil olmak için Yâhûdi ve Hristiyan vatandaşlarıma hediye ederler. Yardım Allah’tandır.

Esmaî

İstediğine hidayet veren, dilediğini sapıklıkta bırakan Allah’a hamd ol­sun. Enbiyanın ve esfiyanın efendisi bulunan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, gökteki yıldızlar kadar; yeryüzündeki İslâm kafilesinin rehberi olan yakınlarına ve dostlarına salat ve selâm olsun. Hacmi küçük, muhtevi­yatı büyük olan Hülâsatü’l-kelâm fî tercîhi dîni’l-İslâm adındaki şu kitap­çığı, her akıl ve insaf sahibi kabul eder ve Allah’ın doğru yola hidayet bu­yurduğu kimseler de, buna yönelir.

Doğru yol, eğri yollara sapmayan, inat ve muhalefet sebebiyle Allah’ın gazabına uğramayan Müslümanların yoludur. Allah, müslümanları bağışla­masından dolayı her türlü nimetlerle şereflendirmiştir.

Ey nefsini ebedî azaptan kurtarmak isteyen insan, ey nimetlerle dolu cennetlerde ebediyyen kalmayı dileyen kimse! Bilmelisin ki, bütün vakitlerini şu düşünce ile geçirsen, tenha ve açıkta bütün kuvvetini bu yola versen; maksadına ulaşmak için halktan yardım da istesen, bu büyük işin hakikati­ne vâkıf olup, ebedî azaptan kurtaracak, daimi nimetlere ulaştıracak yola gitsen; ebedî âhiret hayatı yanında, senin şu yaptıkların hiç kalır. Hattâ o kadar hiç kalır ki, bu hareketin bütün dünyayı bir soğan kabuğuna satın almak kabilinden olur.

Sözün kısası, bu konuda gerçek durumu hakkıyla açıklamak kalemle mümkün değildir.

Ârif olan târif istemez, o kadar.

Daha önemlisi bulunmayan bu mühim konuyu düşünmek için, sana şöyle bir kapı açarak derim ki insanoğlu doğduğu günden ölünceye kadar, alıştığı şeyleri sevmeğe yaratılışı icabı meyillidir. Özellikle geleneklerinin üze­rinden çok zamanlar geçse bile, yine alıştığının esiri olur kalır. Terk etmeyi istese de, çok zorlukla terk edebilir.

İnsan doğduktan sonra meme emmeyi sever. Memeden kesilmeyi iste­mez. Nihayet pek güçlükle kesilir.

Evine, mahallesine, kasabasına ve memleketine alışan bunlardan, terk edeceği bir şeyi güçlükle terk edebilir.

Çarşısına, dükkânına, sanatına, işine alışan için de durum böyledir. Aile­sine, akrabasına, hısımına, milletine, cinsine, diline ve içinde doğduğu dinin emirlerine alışmak da yine böyledir. Bunların hiç birini, insan üzülmeden terk edemez.

İşte bundan, insan grupları ve toplulukları çıkmıştır. Bu ortada bir ha­kikattir ve zerre kadar anlayışı olanlar bunu inkâr edemezler.

Bunu bilirsek anlarız ki, insanların sırf kendilerini sevmeleri ve bağlı bu­lunmaları, dinlerinin; dinlerin en doğrusu ve en hayırlısı olduğuna kâfi bir delil olamaz.

Nitekim bir kimsenin senelerce çalıştığı sanatını sevmesi, bunun; sanat­ların en hayırlısı olduğuna delil olamaz. İnsan, sanatların en bayağısı bulu­nan sanatını bile sevebilir. Kişinin, içinde büyüdüğü ve uzun müddet âdet edindiği, bütün diğer işleri, de böyledir. Çünkü sever ve terk etmek nefsine güç gelir. Zamanın uzamasına göre insanın alıştığı şeye sevgisi daha çok olur, terkinde pek güçlük çeker. Eğer iş böyle olmasaydı, bayağı sanat, ha­ram kazanç ve kötü meşguliyet sahipleri, bulundukları halde devam etmez­lerdi.

İşte bu sözlerden iyice anlaşılıyor ki, insanın içinde yetiştiği dinine (yal­nız) sevgi duyması, bu dinin hak olduğuna, sahibini ebedî azaptan kurtara­cağına ve sonsuz mutluluğa ulaştıracağına delil olamaz.

Mademki iş bu merkezdedir, o halde akıllı insana gereken; içinde doğ­duğu dini ve diğer dinlerin hakikatini iyice araştırmaktır. Tâ ki, hakkı mey­dana çıkarıp ona tâbi olsun, insanın, içinde doğup büyüdüğü bâtıl bir dine sevgi göstermekteki hatası, içinde büyüdüğü özel âdetlere sevgi gösterme hatası gibi olmaz. Çünkü hususî âdetlere sevgi duyması sahibini bu dünyada mutlu kılmaz. Bununla beraber her ne kadar başkalarınca hastalık hali de­ğilse de yine sahibi memnundur ve bu yüzden nimetlere kavuşmuştur.

Fakat bir bâtıl dine sevgi ve ona yapışmaktaki hatanın sonu, ebedî yok­luk ve ebedî ölümdür. Bu ikisinin arasındaki fark, ruhun bedenden çıkar çıkmaz inşanın devamlı bir azaba düşmesi, bu azabın bir ânının, dünyadaki bütün lezzetleri ve sevinçleri unutturacak kudrette olmasıdır.

Evet, Allah için olsun söyle. Bu kadar şeyler, nefsine kolay mı geliyor? Asla değildir. Ancak uyanık suretinde uykudasın. Gaflet şarabı, sarhoşusun. Ben ne yapayım? İçinde doğduğum, diğerlerinden üstün bildiğim, ilgi ve sevgi duyduğum dinden başkasını camım istemiyor. O halde Hak Dini nasıl bulup da ona uyabileceğim dersen:

En evvel bilmelisin ki din, “boyun eyme, kendini teslim etme” demektir. Bu ise insanların yaratıcısına ibadet, yaratılmışlarla sulh içinde yaşama, Rabbın emrettiği şeylere kulun itaati ve bağlanmasıdır.

Ey akıllı, objektif bir görüşle her dini, ayrı ayrı tetkik et: Bunların, Allah’ı tavsif ve Rablığı târif edişlerine; ibadet hükümlerine; insanlar ara­sındaki muamelelerine etraflıca bak. Çünkü din; şu yukarıdan beri anlattık­larımızdan ibarettir. Ham dolsun, Allah Taâlâ, sana güzel ile çirkini ayırt edecek akıl ve idrak vermiştir. Çirkin göreceğini derhal reddet. Zira Allah Taâlâ, çirkin bir din göndermez. Güzel göreceğini daha ziyade araştır. Hak­kıyla bilmek için de, buna dair vârit olan olayları, meydana geliş sebepleri­ni, bunu getiren peygamberin vasıflarını, arkadaşlarının hallerini, ümmetini ve dini nakledenleri gereği gibi araştır. Eğer bunu beğenir ve kendi dininden üstün olduğunu görürsen, ona uy. Aklını nefsine hakem tut. Şayet sana kar­şı koyacak olursa, onu ikna et. Şöyle ki: Sence bâtıl olduğu meydana çıkan bu dini terk etmek suretiyle, milletinin nazarında, itibarını yitirmen, onların düşmanlıklarını celp etmen, hatta sana zarar vermeleri v.b. hususları terazi­nin bir gözüne; bâtıl din içinde kalacak olursan, uğrayacağın ebedî ölüm ve daimi azabı da, diğer gözüne koyarsan, o zaman görürsün ki, sana gelen za­rarın, kurtulduğun zarara nisbeti; zerrenin yer ve göklere nisbeti gibidir.

Bir de bu bâtıl dinde kaldığın takdirde, ulaşacağın dünya menfaatleri ile Hak Din’e girerek kazanacağın ebedî saadet ve sonsuz nimetleri düşün. O zaman terk ettiğin şeyin bir zerre; kazandığının ise, dünyalardan büyük olduğunu görürsün.

Eğer düşünme kudretin, iyiyi kötüden ayırma kabiliyetin varsa; Allah’ın başarı ve hidayetiyle, şüphesiz İslâm Dini’ne tâbi olursun. Böylece hem bütün peygamberlere, hem peygamberlerin ve resüllerin sonuncusu bulunan Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’e inanmış, hem de İslâm Dini hükmünü kaldırmazdan önce gelip geçmiş olan peygamberlerin şeriatlerine iman etmiş olursun. Allah’ın yardımı olmadıkça, sende de azim bulunmadıkça, buna inan­mak şüphesiz nefsine güç gelir. Zira çocuklukta öğretilen bir şey, taşa kazı­lan yazı gibi zihinden çıkmaz. Çocukluğunda baban ve öğretmenlerin tara­fından mutaassıp ve cahilcesine bir koruma neticesi gördüğün terbiye ge­reği, bu Resul’e ve hayrı şerri ayırt eden bu Din’e düşmanlık göstermek için yetiştirildin. Bu ise gönlünün istekleriyle pek ziyade savaşmadıkça ve buna karşı deliller getirmedikçe ortadan kalkamaz.

Eğer sözlerimi kabul edersen, ben sana bu konuda iyi bir yardımcı, olu­rum. Aşağıdaki sözlerime kulak ver: Dinlere uymaktan maksat, Allah’ın peygamberleri ve resulleri vasıtasıyla bildirdiği dine uymakla, daimi azap­tan kurtulmak ve ebedi mutluluğa erişmektir. Asıl gaye, nerede bulunursa bulunulsun Hak Din’e uymaktır. Yoksa her insanın, nasıl olursa olsun, doğup büyüdüğü bir dine körü körüne inanması gerçeğe uygun değildir.

Sabit olan şartlar kendisine uygun ve ibadet edecekleri dini açıklamak için kullar ile mâbut arasındaki peygamberlik vasıflarını toplamış olan bir peygambere uymak ve onunla ebedi saadete nâil ve ona muhalefetle de, ebe­dî belâya müptelâ olunan Hak Din’e girmekliğin gereklidir.

Bu konuda gönlünün istekleri; annen ve babandan gördüklerin nefsine muhalefet edecek olursa; İslâm, Hristiyan ve Yahûdî dinlerini gözünün önüne getir.

(Devamı var)

(1) Şâir, edip ve hâkim. 1849-1932.

(2) Şemmas: Ateşperestlik dinini vazeden kimse. Buna uyanlara Şemmâsiyân derler.

(3) Papaz: Rum dînî reisi; rahip, keşiş.

(4) Misyoner: Bir dini ve daha çok Hıristiyanlığı yaymaya çalışan kimse.