Makale

DÜNYEVİLEŞME

DÜNYEVİLEŞME

Doç. Dr. Burhanettin Tatar
Ondokuzmayıs Üniv. İlahiyat Fakültesi

"Dünyevileşme" kavramı, " ile yakın ilişkiye girme ve dünyaya karşı özel bir tavır alma olayına işaret eder. Bu nedenle "dünyevileşme" ile kastedilen şey,
"dünya" kavramına yüklenecek anlama göre belirlenecektir.
Nedir "dünya"?
Bizler "dünya" derken, "yeryüzü" gibi fiziksel bir şeyden mi bahsediyoruz, yoksa insanların içinde kendilerini ve etrafını kuşatan diğer varlıkları anladıkları bir sosyal-tarihsel ortamdan mı söz ediyoruz? Kuşkusuz, dünya kavramı zaman zaman yeryüzü kelimesiyle eş anlamlı olarak fiziksel ortama işaretle kullanılsa da, gerçekte o insanların içinde bulundukları maddi ve kültürel varlıklarla ilişkileri esnasında inşa ettikleri bir sosyal-tarihsel ortamı gösterir. Dünya, insan eseri olan, insana ait olan demektir. Buna bağlı olarak insanın var olmadığı bir zaman ve mekânda artık dünyadan değil, yeryüzü gibi fiziksel varlıklardan söz edilebilir.
Öyleyse dünya, ilk insan ile birlikte var olmaya başlayan ve son insanla nihayet bulacak bir ortam ve süreçtir. O, insan eseri olması nedeniyle insanın temel niteliklerini kendisinde barındırır. O, insanların umut-yeis, cömertlik- hasislik, sevgi-nefret, barış-savaş, adalet-haksızlık gibi zıt yönlerinin açığa çıktığı bir ortam olduğu için, gerçekte insanı anlamak isteyen dünyayı anlamak zorundadır. O, kısacası insanlığın en büyük aynasıdır.
İnsan, bu aynaya baktığı zaman kendisini görür. Kendisinde bulunan ve yukarıda kısaca andığımız zıt ve çelişkili yönlerini fark eder. O, hem tüm insanlığa kendini adamak isteyen, hem de tüm insanlığı yok etmek isteyen iki farklı yüze sahip olduğunu görür. ilk yüzünün temsilcileri olarak karşısında peygamberleri, velileri, bilgeleri, âlimleri; diğer yüzünün temsilcileri olarak Firavunları, Neronları, Hitlerleri görür. Sonuçta bu aynanın tıpkı kendisi gibi zıt ve çelişkili boyutlara sahip olduğunu görür.
Tam da bu özelliği nedeniyle dünya aynası çoğu kez, karşısında duran insana görmeyi arzuladığı şeyi gösterir. Dünya aynasının en büyük cazibesi buradadır. O, her insana bu hayatında yalnız olmadığını ve kendisi gibi daha nicelerinin bulunduğunu gösterir. O, bir taraftan putlara tapınmak isteyen müşriklere yalnız olmadıklarını, atalarının da aynı şeyi yaptıklarını gösterirken; diğer taraftan haniflere ve müminlere daha önce yüzlerce peygamber ve elçinin yeryüzünde aynı inancı yaymaya çalıştıklarını hatırlatır. Bu ayna, insanlığın en genel hafızası olması anlamında bir hatırlama ve ibret ortamı olarak karşımızda durur.
İnsan, dünya aynasında veya insanlığın en genel hafızasında yalnız olmadığını görürken, gerçekte gördüğü şeyin bir oyundan ibaret olduğunu fark eder. Dünyanın yansıttığı yegâne husus, insanların yeryüzünde oynadıkları oyunlardır. Kimi baba, kimi anne, kimi devlet başkanı, kimi memur, kimi sanatkâr, kimisi ise katil rolünü oynar. Sonsuz sayıdaki roller farklı zaman ve mekânlarda, farklı kişilerce yeniden sahneye konur. Ancak bütün oyunların temel özelliği, zamansal ve mekânsal oluşları yani sonsuzca devam etmeyişleridir. Oyunu gerçek oyun haline getiren onun bu özelliğidir: Daima bir başlangıcının ve sonunun olması.
Dünya aynasının bir ibret ve hatırlama ortamı oluşu, bu oyunların kesinlikle bir başlangıç ve sona sahip olmasından kaynaklanır. Hiç bitmeyen bir şey zaten hatırlanmaya da ihtiyaç duymaz. Öyleyse dünya, daima bir başlangıç ve sonu olan oyunların sahnesi olarak, insanların unutma ve hatırlama gibi iki farklı yönünü yansıtır. Oyuna dalmak unutmanın, oyun oynadığını bilmek ise hatırlamanın başlangıcıdır. Bazı mutasavvıfların kullandığı metaforla söylersek, sarhoşluk unutmanın, ayılmak ise hatırlamanın başlangıcıdır.
Hz. Peygamber’e atfedilen bir hadiste, ölüm hadisesi ile uyanmanın vuku bulacağının belirtilmesi, gerçek anlamda ayılmanın ve hatırlamanın ölüm sonrasında gerçekleşeceğinin bir işareti olarak algılanmıştır.
Kur’an’da dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olarak tasvir edilmesi, oyuna kendini fazlaca kaptırmış ve unutma sürecinde bulunanları ayıklığın ve hatırlamanın eşiğine getirmek içindir.
Yukarıda değindiğimiz üzere, dünya aynasının en büyük cazibesinin insana çoğu kez görmek istediği şeyi göstermesi ile, unutma ve ayılma süreçleri arasında yakın bir ilişki vardır. Aynaya bakan kişi, isterse aynada yansıdığı şekliyle kendisini veya başka varlıkları görür; isterse aynanın kendisini görür. Aynanın cazibesi, çoğu kez aynaya baktığımızı unutturacak ölçüde aynada yansıyan şeylere kendimizi kaptırmamızdan kaynaklanır. Aynı şekilde dünya aynası çoğu kez, bu aynada yansıyan şeylere kendimizi kaptıracak ve dünya aynasını seyrettiğimizi unutturacak ölçüde bizi cazibesi içinde tutar.
İşte bizim "dünyevileşme" diye adlandırdığımız şey, dünya aynasında gördüğümüz oyuna kendimizi kaptırarak unutma süreci içinde bulunmamızdan başka bir şey değildir. Nasıl ki, aynada yansıyan şey de ne tam bir hayal ne de tam bir gerçeklikse, aynı şekilde dünya aynasında yansıyan şey de, ne tam bir hayal ne de tam bir gerçekliktir. Bizlerin dünyevileşme denen unutma sürecindeki halimiz, dünya aynasında yansıyan oyunu gerçekliğin ta kendisi şeklinde algılamamızdan ibarettir. Oyuna kendini fazlaca kaptıran kişi, sanki hiç bitmeyen bir oyunun parçasıymış gibi algılar kendisini.
Daha açık olarak söylersek, oyuna kendini fazlaca kaptıran kişi bir süre sonra oyuncu olmaktan çıkarak, kendisi ile oynanan kişi durumuna gelir. Artık o, süre giden oyun kurallarına bağlı olarak hareket etmeye başlayan ve oyun tarafından kontrol edilen insana dönüşür. Sonuçta oyunu yönlendirmeye çalışırken, kişi oyun tarafından yönlendirilir.
Dünyevileşme, dünya aynasında yansıyan oyunu yönlendirmeye çalışan kişilerin bir süre sonra, bu oyun tarafından yönlendirilmeye başlaması ile gerçekleşen bir durumdur. Eski bilgeler ve sûfiler tarafından dünya hayatının tuzaklarla dolu bir husus olarak gösterilmesi, insanların daima yönlendirilme riskiyle baş başa olduklarını ima eder.
Yönlendirilme riski en fazla para, şöhret, makam, mevki gibi oyun alanlarında görülür. Dünyevileşme denen unutma süreci, sözü edilen oyun alanlarında kişinin yegâne gerçeklikle yüzleştiği inancıyla yönlendirilmeye başlamasıdır. Yukarıda Kur’an’dan alıntıladığımız, "dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret oluşu" nu bildiren ayet, insanın unutkan ve nankör tabiatı nedeniyle, dünya oyunu tarafından yönlendirildiği gerçeğine vurgu yapıyor görünmektedir.
Bu unutkanlık ve nankörlükten kaynaklanan dünyevileşme bazan, "bu kurumuş kemikleri kim diriltecek?" sorusunu sormaya iletecek boyutlara varabilir. Dünya oyununun eski oyuncularının kalıntıları karşısında sorulan bu soruyu, zamanın ve kalıntıların eskimesiyle birlikte ortaya çıkan hafıza zayıflığının bir göstergesi olarak algılayan Kur’an, "onu ilk yaratan!" cevabını vermekle hafızayı yenilemekte ve onu zamanın başlangıcına geri götürmektedir.
Burada Kur’an’ın bize anlatmak istediği husus şu olmalıdır: Zamanın ve zaman içinde gerçekleşen dünya oyununun gelip geçiciliği, bizim "dünyevileşme" dediğimiz hafıza kaybına yol açarak, gerçekliğin algısını sınırlamaktadır. Peygamberlerin verdikleri mesajlar, bu hafıza kaybına uğrayan toplumları yeniden zamanın başlangıcına geri götürerek, bir tür rehabilitasyona tabi tutmaktadır. İntihar olaylarının çoğu kez, aşırı dünyevileşme denen hafıza kaybına uğrayanlarda ortaya çıkması şaşırtıcı değildir. İntihar, dünya oyununa kendini fazlaca kaptıranlara, bu oyunun oynadığı bir oyunun adıdır. Zaten aşırı dünyevileşme, bir hafıza kaybı olarak ele alındığında, bu durum insan kimliğinin ve onurunun, dünya oyunu içinde yok olması anlamında bir tür intihar değil midir?