Makale

Ramazan'a Veda

Lütfİ Şentürk
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Ramazan’a Veda


Cenab-ı Hak Kur’anı Kerimde orucun farziyetini bildirirken: "Oruç Sayılı Günlerdir."
(1) buyurmuştur. Gerçekten daha dün gibi başladığımız oruç bitiverdi, şimdi bayram yapıyoruz. Cenab-ı İHakk’ın emrini yerine getirmiş ve netsimize bu ibadetin hazzını tattırmayı başarmış olmanın sevincini yaşıyoruz.
İnsan ömrü de oruç gibi sayılı günlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak hiç bir canlıya sonsuz hayat vermemiştir. Herkesin ömrü sınırlıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de "Her Canlı ölümü tadacaktır.1 (2) buyurulmuş ve bu gerçek duyurulmuştur.
Ömrün sayılı günlerden ibaret olması sebebiyle oruca benziyor ise de kimin ne kadar yaşayacağı, ne zaman ve nerede öleceği hususları, oruçta olduğu gibi belli değildir, insanın gençliği de, sağlığı da bu iş için garanti teşkil etmez. Çok sağlıklı ve genç insanlar vardır ki, beklenmedik bir zamanda bu fani hayatı terketmişler, ebedî âleme intikal etmişlerdir. Bunun için insan, hayatının ve sağlığının kıymetini çok iyi bilecek bugün yapması gerekeni yarına bırakmayacaktır.
Mübarek Ramazan ayı manevî hayatımızı olumlu şekilde etkilemiş bulunmaktadır. Birtakım iyi alışkanlıklar kazanmamıza, kötü alışkanlıklardan uzaklaşmamıza vesile olmuştur. Müslüman toplumlarda Ramazan ayında, diğer aylara nisbetle suç işleme oranının düşmesi bunun delilidir.
Bu ayda camilerimiz cemaatle dolup taşmıştır. Kur’an-ı Kerim’i okuyanların ve dinleyenlerin sayılarında büyük artışlar olmuştur. Vaizlerimizin dinî konuşmaları aydınlanmamıza ve dinî konularda bilgi sahibi olmamıza yardımcı olmuştur. Zekat ve fitrelerimizle çevre ve ülke yoksullarına yardım ellerimiz uzanmış, kazançlarımızda hakkı olan takirlere bu haklan ödenmiştir. Bütün bunlar, duygularımızın incelmesine ve ruhumuzun yücelmesine sebeb olmuştur.
Bu duygularla Ramazan’a veda ediyoruz. Yalnız bu ayda kazandıklarımızı ve edindiğimiz iyi alışkanlıkları sürdürmek durumundayız. Aksi takdirde Nahl Suresinin 92’nci Ayet-i Kerime’sinde bildirilen kadının durumuna düşer, bütün emeğimiz boşa gider. Bu ayet-i kerime’de şöyle buyrulmaktadır: "İpliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan (kadın) gibi olmayın" Bu kadın büyük emek harcayarak ipliğini eğirmiş, sonra da eğirdiği bu ipliği eski haline çevirmiştir. Şimdi bizler mübarek Ramazan ayında kazandıklarımızı devam ettirmeyecek olursak, hiç bir şey yapmamış durumuna düşmüş oluruz. Bu ise akıllı insanın yapacağı iş değildir.
Ramazan ayı ibadet ayıdır derken, bazılarımız bunu yanlış anlıyor ve ibadet yalnız bu ayda yapılır sanıyorlar. Gerçi bu, oruç ibadetiyle Teravih namazı için doğrudur. Çünkü bu ibadetler, bu aya tahsis edilmiş bulunmaktadır. Ama bu ibadetlerin dışındaki bazı ibadetler için böyle değildir. Çünkü Islâm’daki ibadet yükümlülüğü geçici değildir. İnsan yaşadığı sürece devam eder. Hiç kimsenin, ibadetin kendisinden düşeceği bir mertebeye yükselmesi sözkonusu değildir. Böyle bir şey olsaydı akla ilk gelen insan, Peygamberimiz olurdu. Halbuki O, ölümle sonuçlanan rahatsızlığın da bile zaman zaman bayılıyor, ayıldığında ise ilk sorduğu şey namaz oluyordu. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine İbadet Et" (3) buyurulmuş ve ölünceye kadar ibadetin gerekliliği bildirilmiştir.
Demek ki ibadet, insan hayatına bağlıdır. İnsan yaşadığı sürece vücudu maddî gıdaya muhtaç olduğu gibi, manevî gıda demek olan ibadete de muhtaçtır. Gerçi Cenab-ı Hakk’ın ibadete ihtiyacı yoktur. Bu, bilinen bir gerçektir. Çünkü o, âlemlerden müstağnidir. İhtiyaç, Allah için değil, insan için sözkonusudur. Bunun gibi ibadete muhtaç olan da yine insandır.
Çünkü Kur’an-I Kerim’de Cenab-ı Hak: "Herkesin Kazandığı ya kendi lehinedir, yahut aleyhinedir."
(4) buyurmuştur. Her kim, iyi olarak ne yaparsa onun yararını, kötü olarak da ne yaparsa zararını kendisi çekecektir.
Bu vesile ile Ramazan ayında camilerimizi şenlendirmiş olan gençlerimize bir kaç söz söylemek istiyorum.
Peygamberimiz Efendimiz, kıyamet günü yedi sınıf insanın Arş-ı A’zam’ın gölgesinde gölgeleneceğini müjdelemişlerdir. Bunlardan birisi de, yaradanı- na ibadet ederek, temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen gençlerdir. Bunlar, gençliklerindeki bu fedakârlığın mükâfatı olarak Cenab-ı Hakk’ın büyük lutuflarına erecekler ve Arş-ı A’zamın gölgesinin altında gölgelenecek yedi sınıf bahtiyar insanlar arasında yer alacaklardır.
Bu mükâfat, ibadeti her yapana değil, genç iken ibadet alışkanlığı kazanan ve bundan haz duyanlardır. Onlar, nefislerinin heva ve heveslerine uymayarak, nefislerine karşı verdikleri savaşın karşılığını alacaklardır.
Bunun için sevgili gençler, Ramazan ayında edindiğimiz ibadet alışkanlığını bırakmayalım. Ramazanda olduğu gibi, Ramazan ayı dışında da ibadetlerimizi eksiksiz yapmaya, cami ve cemaate devam etmeye çalışalım.
Unutmayalım ki Peygamberimizin ölümünden önce yaptığı vasiyetlerinden birisi de namazın ihmal edilmemesi olmuştur. Namaz, kul ile Allah arasında bir manevî bağdır. Namazın kılınması, bu bağın güçlenmesine, terkedilmesi ise bunun zayıflamasına sebeptir, imandan sonra namazdan daha üstün bir ibadet farz kılınmamıştır.
Yazımı bir hadis-i şerifin mealiyle bitirmek istiyorum:
"Bir kulun kıyamet gününde, hesabı ilk evvel sorulacak ameli namazdır. Eğer namazı dürüst çıkarsa, felah bulmuş ve kazanmıştır. Eğer namazı düzgün çıkmazsa kaybetmiştir. Farz namazları eksik çıktığında Aziz ve Çelil olan Allah:Bakınız kulumun nafile ibadeti var mıdır? Namazın eksikleri nafile namazlarla tamamlanır. Diğer amelleri de bu tarzda muhasebe edilir." (5)

(1) Bakara: 184
(2) Ali Imran: 185
(3) Hicr: 286
(4) Bakara: 286
(5) Hadisi Tirmizi Rivayet etmiştir.