Makale

Hz. PEYGAMBER'İN AİLE HAYATI

Hz. PEYGAMBER’İN AİLE HAYATI

Prof. Dr. Yaşar Kandemir


DİLİMİZDEN düşmeyen bir duâ vardır. Bir âyet-i kerime olan ve namazlarda bile "rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ hasene" diye okunan bu duada, Cenâb-ı Mevlâ’dan hem dünyada, hem de âhirette dirlik, düzenlik, iyilik ve güzellik, kısacası mutluluk istenir. İnsan için en önemli şey, dünya ve âhiret bahtiyarlığıdır. İnsanların bahtiyar olmaları için Yüce Rabbimiz onları, biri erkek, diğeri kadın iki cins halinde yaratmış, kadını erkeğe, erkeği kadına muhtaç kılmış, onların tek’başına yalnız ve anlamsız olduğunu, bu iki yarımın bir araya gelmek suretiyle bütünleşip birbirini tamamlayacağını söylemiştir. Evlilik bağı ve aile yuvası, işte bu sebeple büyük bir önem kazanmıştır.
Âlemlerin Rabbi bu son ümmete rehber olmak üzere gönderdiği Peygamber’ini, aynı zamanda her iyi ve güzele "örnek" olarak yaratmış. Peygamber aleyhisselam da mutlu bir aile hayatının en güzel örneklerini vermiştir. Yirmi beş yıl Hz. Hatice’yle, onun vefatından sonra da üç yıl Hz. Sevde’yle evli kalan Resûl-i Ekrem Efendimiz, hayatının son on yılında, muhtelif zamanlarda ye pek çeşitli sebeplerle Hz. Âişe dışında hepsi de dul olan dokuz hanımla evlenmek durumunda kalmıştır. Evlilik hayatının tek kadınla geçen 28 yıllık döneminde olduğu gibi, birden çok kadınla geçen on yıllık döneminde de, herkesi imrendiren mutlu bir aile hayatı yaşamıştır.
Akşam Sohbetleri
Peygamber Efendimizin pek sâde ve gösterişten uzak bir aile hayatı vardı. Sabahlan veya akşam üzeri hanımlarına birer birer uğrayıp hatırlarını sorar, gönüllerini alır, ihtiyaçlarını öğrenip temin ederdi. O akşam hangisinin odasında kalacaksa, diğer hanımları oraya gelir, bir-likte sohbet ederlerdi. Bu sohbet sırasında bazan hanımlarının sorularına cevap verir, bazan onlara geçmiş milletlerin hayatına dair ibretli olaylar anlatırdı. Birlikte şakalaşıp eğlenirler, sonra herkes odasına çekilirdi.
Bir akşam sohbetinde hanımları:
- Ya Resûlallah! Senin vefatından sonra, en önce hangimiz sana kavuşacağız? diye sordular. Hz. Peygamber:
- Eli uzun olanınız, diye iki manaya gelebilecek bir cevap verdi. Ellerine bir kamış çubuk geçiren annelerimiz, birbirinin elini kolunu ölçmeye başladılar. Bu hesaplar sonunda aranan hanımın Hz. Şevde olduğu anlaşıldı.
Sonra öğrendiler ki, eli-kolu uzun demek, çok sadaka veren, eli açık kimse anlamına gelmektedir.
Yine de Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in vefatından sonra Ona ilk kavuşan, çok sadaka vermesiyle ünlü Hz. Şevde oldu.
Dar Ev, Geniş Gönül
Peygamber hanımlarının yaşadığı evler, Mescid-i Nebevi’nin etrafında sıralanan küçük ve pek sade odalardan ibaretti. Bu odaların zemini toprak, duvarları kerpiçti. Tavanı hurma dallarıyla, kapısı keçeyle örtülüydü. Huzurlu bir hayat İçin geniş evin önemini belirtmesine rağmen. Peygamber aleyhisseiam ömrünü bu küçük odalarda geçirdi. Hz. Âişe’nin haber verdiğine göre, yatakları, küçük odalarının kıble tarafına serilmek durumunda olduğu için, geceleri kalkıp namaz kılan Efendimiz, secde edecek bir boşluk bulamaz, önünde uyumakta olan Hz. Âişe’ye dokunur, onun ayaklarını toplamasıyla açılan yere secde ederdi.
Bu imkânsızlık onları hiç mutsuz etmedi; saadetlerini etkilemedi. Çünkü onlar aile hayatlarında bizim gibi lükse, daha İyi ve daha rahat olan ev eşyasına önem vermiyorlardı. O daracık ve çoğu zaman ocağı yanmayan evlerinde karşılıklı sevgi, hoşgörü ve fedakârlıklany-Ia saadeti yudumluyorlardı.
Evinde Ne Yapardı?
Bazılarının sandığı gibi Resûlüllah (s.a.s) hep ibadetle meşgul olmazdı. Her fırsatta konuşmayı sevmezdi. Karşısındakiler dinlemeye istekli ise konuşur, yoksa susardı. Etrafındaki insanların dert ve İhtiyaçlarıyla uğraşır, İslâm devletinin işleriyle meşgul olur, geri kalan zamanı-m ailesinin yanında geçirirdi.
Bir defasında Hz. Âlşe’ye, Resûl-i Ekrem’in evde neler yaptığını merak edip sormuşlardı. O da:
- Herkesin evinde yaptığını yapar. Elbisesini yamar, ayakkabısını tamir eder, koyunlarını sağar, kendi işini kendisi yapar, demişti.
Resûlüllah Efendimizin daha çok hayranlık uyandıran yönlerinden biri, işte bu huyudur. Son derecede tabu olması, yapmacık davranışlara hayatında yer vermemesidir. Böylesine bir tabiîlik, büyük bir insanı diğer insanlar nazarında daha fazla büyütür. Zaten Resûl-i Ekrem’in hayatında tabiî olmayan bir yan görmek mümkün, değildir.

Sevgi Gösterisi
Bir insanın babası, anası, kardeşi, oğlu, kızı ve samimî arkadaşı onun en yakınlarıdır. Fakat onun bunlardan daha ileri derecede yakını, hayat arkadaşı olan eşidir. Evliliğin ilk yıllarındaki sevgi ve yakın ilgi, zamanla tabiî bir hâl alır. Bu tabiîliğin ilgisizliğe dönüşmemesi için, eşlerin çeşitli bahanelerle sevgilerini canlı tutmaları, muhabbetlerinin eskimediğini göstermeleri gerekir. Evlilik hayatını canlı tutan sevgi ve sempati gösterilerine her iki taraf da muhtaçtır. Eşlerden hiçbiri, bu hususta ilk adımı karşı taraftan beklememelidir.
Peygamber Efendimiz hanımlarıyla senli benli olurdu. Aralarındaki sevgi bağlarını pekiştirecek ve yakınlığı artıracak hiçbir davranışı onlardan esirgemezdi. Hz. Âişe’nin anlattığına göre, dokuz yıldan biraz fazla süren evliliklerinin muhtelif dönemlerinde, Hz. Pey-gamberle birkaç defa koşu yaptılar.
Bu koşulardan ilki bir sefer sırasında oldu. O zamanlar Hz. Âişe annemiz genç ve bir ceylan’ gibi çevikti. Bu sebeple Efendimizle yaptıkları koşuyu o kazandı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, yine bir sefere giderken Resûl-i Ekrem Efendimiz yanındaki Hz. Âişe’ye, "yarışalım mı?" diye sordu. İnsanların gözünden uzak bir yerde yaptıktan koşuyu bu defa Hz. Peygamber kazandı. Sonra da o inci dişleriyle gülerek:
- "Âişe! Bu vaktiyle kazandığın yarışın karşılığıdır" buyurdu. Hz. Âişe’nin yaptığı yoruma göre, kendisi biraz kilo almış, yansı bu yüzden kaybetmişti. Demek oluyor ki, tavsiye buyurduğu şekilde beslendiği için Resûlüllah Efendimizin fazla kiloları yoktu.
Peygamber aleyhisselâm Hz. Aişe’yle birlikte yemek yerken, sofradaki meşrubatı önce onun içmesini ister, sonra da özellikle onun ağzının değdiği yerden içerdi. Et ve benzeri birşeyler yiyorlarsa, Hz. Âişe’nin elindeki parçayı alır, onun ağzının değdiği yerden ısırırdı. Bu ne\â şakalaşmalar, eşleri birbirlerine daha çok yaklaştıran, sevginin gelip boy atmasını sağlayan davranışlardır. Bu sebeple Resûlüllah Efendimiz eşleriyle her fırsatta şakala-şırdı. Hanımları, incitmeden taşınması gereken billur şişeye benzetirdi.
Sahîh-i Buhârî ve Sahih-i Müslim gibi en sağlam rivayetleri derleyen iki ana kaynakta yer alan bir hadîs-i şe-rîfe göre, bir bayram günü Peygamber Efendimiz, Hz. Âişe’nin odasına geldiğinde, Medine’li iki kızla birlikte eğlendiklerini, kızların def çalıp şarkı söylediklerini gördü. Onları rahatsız etmemek için sedire uzanıp arkasını döndü. Bu sırada içeri giren Hz. Ebu Bekir, gördüğü manzaradan pek rahatsız oldu ve kızını "Peygamberin yanında böyle yapılır mı?" diye azarladı. Peygamber aleyhisselâm hemen araya girerek, Hz. Ebû Bekir’i yatıştırdı ve onları rahat bırakmasını söyledi.
Bayramlarda, düğünlerde, böyle özel günlerde kadınların kendi aralarında eğlenmesinde hiçbir sakınca görmezdi.
Hatta bir defasında, her türlü sosyal faaliyetin yapıldığı Mescid-i Nebevîde Ha-beşlilerin gösterdiği harb oyunlarını, Hz. Âişe’nin seyretmesini sağladı.

Anlayış
Bir saadet formülü gibi alınıp benimsenmesi gereken meşhur hadis-i şerifinde Peygamber Efendimiz:
- "Hayırlınız, aile fertlerine karşı hayırlı olandır" buyurur ve hemen peşinden: "Ailesine karşı en hayırlınız benim" diye ekler.
Peygamber Efendimiz Cenab-ı Hak tarafından eğitilmiş, özel surette yetiştirilmiş bir insandı. Fakat hanımlarının böyle bir özelliği yoktu. Her biri farklı huy ve mizaca, farklı kültür ve anlayışa sahipti. Bu durumdaki sekiz, dokuz hanımın herbirini memnun etmek ve onlarla mutlu bir hayat sürmek, bizim anlayışımıza göre olacak şey değildir. Onların birbirlerini ve birbirlerinden Hz. Peygamber’i kıskanmaları, bunu bazan ileri dereceye götürmeleri ve muhtelif zamanlardaki çeşitli istekleri buna eklenince, problemin büyüklüğü iyice anlaşılır.
Peygamber aleyhisselâm kadınların çeşitli kaprislerinin doğuştan geldiğini söyleyerek onlara karşı anlayışlı davranılmasını istemiş, kendisi de eşlerine hiçbir zaman el kaldırmadığı gibi, gönül kinci bir söz de söylememiştir. Kadınları dövenlerin kötü kimseler olduğunu belirtmiştir.
Mü’minlerin anneleri olan Peygamber hanımları da, bilhassa kıskançlık gibi ellerinde olmayan sebeplerle Peygamber Efendimizi gücendirdiklerini anlayınca, hemen O’ndan özür dilemişler ve kendileri için istiğfar etmesini, yani yaptıkları kusurdan dolayı Allah Teâlâ’dan kendilerini bağışlaması için aracı olmasını istemişlerdir.
İşte onların bu karşılıklı anlayış ve iyi niyetleri, yuvalarını huzurlu, gönüllerini mutlu kılmıştır.